4. Bölüm

4. Ölmeyi Başarmak

Yalives Doğan
kambersizyazar

Yorum ve beğeni yapmayı unutmayın.

_______________

Ben neredeydim? Etrafa bakınıp üstümdeki tül yüzünden kaşınan burnuma dokundum. Kocaman bir etek, Nefes almamı engelleyen korse, göğüs bölgemi taşıran bir elbise ile etrafa bakıyordum. Koca bir ağacın altında, normal hayatta dinlenmek güzel olabilirdi. Tabii burası normal hayat değildi. Uzun elbiseyi iki tarafından tutup ağacın etrafını turladım. Sık ağaçlarla cevrelenmiş dökülen kurumuş yapraklar dışında etrafta bir şey yoktu. Orman, benden rahatsızlandığını dile getirircesine ağaç dallarının hışırtıları, yarasaların sesleriyle karıştı.
"Buradan nasıl çıkacağım?" dememle yedi atlı süvari uzaktan belirdi. Atlarına kırbaçla her vuruşunda şaha kalkıp hızlarını arttırıyordu. Yutkunup sanki görünmeyecekmiş gibi çalının arkasına saklandım. Rüzgarın uçuşturduğu elbisemi ayaklarımın arasına alıp gozlerimi kapattım.
"Geri döndürün beni! Beni izleyen var mı?" diye gökyüzünde izleyen biri var mı diye bakınıyordum. Kimse yoktu. Alkan ve iki arkadaşı buralarda olabilir miydi?
Nal sesleri kesilmiş ayak sesleri gelmeye başlamıştı.
"Leydi Beatrice!" Kimden bahsediyorlardı?
"Sizi arıyorduk." Buradaki ismim bu muydu? Ben fantastik hikaye bile okumazdım. Nasıl olanları normal kabul ettiğime inanamıyordum. Gözlerimi devirerek saklandığım yerden kalkıp duvağın altında onları inceledim. Hepsinin başları önünde uzun kılıçları, bol işçiliği olan kabzalarındaydı. Bir adım atmamla geri çekilip iki yana ayrıldılar. Ne olduğu hakkında en küçük bilgim yoktu. Tarihi bir dönemde sıkışmış olmalıydım.
"Leydi'nin atını getirin!" Komut veren askere şaşkınlıkla bakıp elimi hayır dercesine salladım.
"Yürüyerek gideceğim." Olayı akışına bırakıp yürümeye başladım. Atın üstünde kaçmak vardı ama at binmeyi ne merak etmiş ne de binmiştim. Askerlerde atların iplerini tutarak arkamdan beni takip ediyorlardı. On dakikalık yürüyüşten sonra sık ağaçlar bitmiş güzel bir çimen beni karşılamıştı. Gözlerimle etrafı tarayıp koca kaleyi nihayet farkettim. Gri büyük taşlarla kapatılmış mükemmel bir yerdi. Karanlık olmasına rağmen etraftaki çiçekler rengarenk parlıyordu. Gülümseyerek diken dolu beyaz güllere dokunup kokladım. Bahçe için bile burada kalabilirdim. Askerler haricinde bir çift gözün daha beni izlediğini farketmiş olmama rağmen bu anı bitirmedim.
"Leydim saygılarınızı sunun. Dük Bernard Savon teşrif etmiştir." Sesle irkilip diken elime batınca duvağın altından parmağımdaki kanı emerek toprağa tükürdüm.
"Kan içmek bana göre değil." diyerek dük dedikleri adama baktım. Hafif sakallı, benden uzun, beyaz tenli, mavi gözlü bir erkeği karşımda görünce şaşırmamıştım. Nedense izlediğim bütün filmlerdeki tipler aynıydı. Bir şey yapmam gerekiyormuş gibi bekleyince yanından sıyrılıp kalenin önüne geldim.
"Dışı böyle güzelse içi nasıldır?" Kendi kendime konuştuğumu anlayınca ötede beni izleyen dük'e döndüm.
"Yıl kaç?"
"Lady Beatrice, anlamadım!"
"Yıl kaç? Hangi yıldayız?"
"1603 yılındayız lady'im." demesiyle kapıya varmak için aşacağım kaba taslak kırk merdiven basamağına baktım. Sanırım görevim burada gezmek mümkün olacaktı.
"O kadar geride miyiz? Tarih derslerinde bile bu yılı işlemiyoruz." Aklıma mukayyet olmalıydım. Bunlar rüyada olabilirdi.

"İçeriye girelim mi?" Başını sallayarak eğildi. Büyük tahta kapı iki hizmetçi eşliğinde nihayet açılmıştı. Girişte benim boylarımda çıplak erkek heykeli, duvarda ise tam boy manzara resmi vardı. Sonbaharı anlatan resim kahverengiyle boyanmıştı. Koca bir orman, dökülen yapraklar, arkada kalmış kale... Solun en altında yaprakların üstünde kızıla boyanıp yere düşmüş bir kol vardı.
"Bu resim ne anlama geliyor?" dedim parmağımla kolun olduğu yeri gösterdim.
"Lady Grazia'nın öldüğü an resmedilmiş." Sesi çatallaşmıştı.
"Üç yıl önce, halk ayaklandı. Grazia, yeni doğurduğu kızını kurtarmak için kale'ye giden yolu kapatıp insanları yatıştırmayı çalıştı. Gördüğün gibi başarılı olamadı."
"Bunu kim çizdi?"
"Muhafızlardan birinin aklında kalanlarla ressam Dawn resmetmiş. Bunları zaten siz biliyorsunuz. Başka soru var mı lady'im? Odamıza geçelim sizinle ilgilenmekten zevk duyarım." Elimi düşünüyormuş gibi çenemin altına alıp gözlerimi havaya kaldırdım.

"Yok teşekkür ederim böyle gayet iyiyim." Siyah kıyafetin içinde istediğim sonucu elde edemesemde umurumda değildi.
"Kızını görmek istiyorum ona ne oldu?"
"Şimdilik iyi!" Her soruma kuşkuyla cevap veriyordu. Sorduğum soruları Beatrice bilebilirdi ama ben bilmiyordum. Kendimi çıplak erkek heykeline döndürdüm.

'Bu kadar çıplak olmak zorunda mı?' Her karesini inceleyip tam soru soracakken vazgeçip merdivelenlere yönelmiştim ki, dük kolumu yumuşakça tutup gayet sakin bir tavırla seslendi.

"Lady Grazia'nın kızı aşağıda..."
"Öyle mi?" Kendi kızıydı ama belirtmeyi istemiyor gibi düz konuşuyordu. Gülümseyerek siyah elbisemin kenarlarından tutup derinden nefes aldım.
"Görmeye gidelim."

"Siz inin ben arkanızdan geleceğim leydim."

"Sen bilirsin." dememle küçük kız adına kendimi kötü hissettim.Yukarıda ne kadar hizmetli varsa burada yoktu. Ara ara fenerlerle aydınlanan büyük bir koridor. Duvarlarda biriken örümcek ağları... Nedeni muamma olsada kapana kısılmış gibiydim.

"Burası!" diyerek arkamdq duran muhafızı geldi. Çok normal bir şeymiş gibi boyası dökülmüş kapının kilitlerini açmaya başladı. Beş ayrı kilit günümüz zamanında bile çok fazlaydı. Bütün kilitleri açıldıktan sonra reverans yapıp;
"Lady Beatrice!" diye girmem için eliyle kapıyı işaret etti.
"Tek başıma girmek istiyorum." dememle şaşkın şaşkın bakıp başıyla onayladı.

"Dikkatli olun tehlikeli!" Hangi ara getirildiğini bilmediğim altın tepsisini uzattılar. Kabak çorbası, katı bir ekmek ve içi dolu küçük bir şişe...

"Emrettiğiniz gibi her şey hazır." Küçük kızın ilacı olmalıydı. Açılan kapıdan girip etrafıma bakındım. Duvarlar çürümüş, rutubet kokuyordu. Tavandan başlayıp ördüğü ağ ile aşağıya inen örümceğin ağını kopartacaktım ki, küçük kızın sesini duydum.
"Lütfen öldürmeyin onu!" İsteği çok içten gözüküyordu.
"Öldürmek mi? Tam aksine yolumun üstünde olduğu için ayarlama yapıyorum." Tepsiyi temiz bulduğum bir yere bırakarak eğilip küçük kızın yüzünü inceledim. Mavi gözler, sarı bukleli uzun saçlar, minik bir burun, kırmızı çilli yanaklar...
"İsmini söyler misin?" Sorduğum soruyla arkasına dönüp karanlık yerde kalan kişilere koştu.
"Sophie dadı! İsmimi söyleye bilir miyim?"
"Tabii ki, küçük lady'im. Size öğrettiğim gibi sadakatinizi de sunun." demesiyle önüme gelip eskimiş elbisesini tutarak reverans yaptı.
"İsmim Sue!"
"Sen ne kadar tatlısın. Bu köhne yerde kalmanın manası nedir?" Tepsiyi yerden alıp demir yatağa oturup küçük kızı yanıma çağırdım. Yanıma oturmasıyla tepsiyi yatağın kalan tarafına indirdim.
"Ye bakalım." Sanki kötü bir kelime söylemişim gibi karanlıkta duran kişiler hızla önüme eğildiler.
"Lady'im yalvarıyorum affedin. Küçük hanım ayağınızın altında dolanmayacak. Bizi özgür bırakın size söz veriyorum. Onun canını bağışlayın."
"Söz mü veriyorsun? Ne canı?"
"Sue'yi öldürmemeniz için...Tepside ki zehiri vermemeniz için yalvarıyorum." Cam kahverengi şişeye bakıp ofladım.
"Tepsiye koyan ben değilim. Getiren benim... Minik bir kızı öldürecek kadar kötü insanlar yok burada." İnanmak istemiyordum. Şişeyi duvara atıp kırılan şişeye bakıp gülümsedim.
"Artık zehir yok. Küçücük bir kızın hayatını neden bitirmek isteyeyim ki?"
"Dük ile evlenmeniz karşılığında Sue'nin ölümünü istediniz." Söylediği cümle küçük kızın ağlamasına neden olmuştu. Yaşlı olan dadısı küçük kıza sarılıp sakinleştirmek için sırtını sıvazladı. Diğeri ise halen önümde eğiliyordu.
"Kalk lütfen. Kimseyi öldürmek istemiyorum. Öldürmeyeceğim."
"Bizi serbest mi bırakacaksınız?"
"İstediğiniz oysa... Hem niye burada kalıyorsunuz bu çok saçma." Tebessüm ederek ayağa kalktım.
"Daha iyi bir fikrim var. Kalede bir oda ayarlarım. Orada kalın." Panikle ağladı.
"Lütfen efendim bizi serbest bırakın. Lady Grazia, kızını bize emanet etti. Burada kalırsa ölüm yanında gezer." Ayağa kalkıp kıza elimi uzatarak eğildim.
"Bunlara inanma! Annenin resmini hiç gördün mü?"
"Hayır! Bu odadan hiç çıkmadım." Bana güvenip elimi tutunca kapıya yöneldim.
"Annenin resmini bulalım." Kapıyı tıklayıp açılması için kenara çekildim. Açılan kapıdan ilk ben çıkmıştım. Dük beni görünce rahatlayıp gülümsedi. Sue'nin çıkmasıyla gülümsemesi yüzünde asılı kaldı. Bu adamla mı evlenecektim? O yüzden mi bu kızın ölmesini istedim? İyi de neden küçük bir kızı engel olarak gördüm?
"Bu kız niye çıktı?"
"Annesinin resmini göstereceğim. Sonrada serbest kalacak. Hakettiği ilgi alaka gösterilecek." Üstüne basa basa söylemiştim. Kimseden ses çıkmayınca yürümeye devam ettim. On adım atmıştım ki, acı içinde bağıran ses geldi.
"Ahh! Kaç Sue!" Kılıç ikisinin de sırtından girip göğsünden çıkmıştı. Çığlık atarak kızı arkama aldım. Çok korkmuştu... Çok korkmuştum...
"Seninle evlenmemde ki tek engel, o demiştin. Muhafızlar öldürün!" Bu adam kafayı yemişti. Girdiğim şoktan sıyrılmaya çalışarak gelen muhafızı itekledim.
"Sakın yaklaşmayın! Arkama dönüp kucakladım." Sue'nin gözleri üç yıldır onunla ilgilenen iki kadının üstündeydi. İkiside gözleri açık, kan içinde yerde yatıyordu. Bu manzarayı daha fazla görmesin diye kafasını omzuma yaslayıp geri geri gittim.
"Ölmesini istemiyorum."
"Annesiyle birlikte ölmesi gerekiyordu. O zaman kurtuldu şimdi asla!" Dük hışımla kılıcı kılıfından çıkarıp yukarı kaldırmasıyla sırtımı ona dönüp kılıcın bana vurulmasını sağlamıştım. Dönen başımı, kapanmaya çalışan gözlerimle savaşıp kızı yere indirdim.
"Sue kaç!" Gözlerim hızla kapanmıştı.
"Uyanmaya başladı." Yüzüme vuran ışık yüzünden gözlerimi tam açamıyordum.
"Geri döndü." Halsizlik dışında acı veren bir şeyin olmaması saçma gelmişti. Koca bir kılıcın sırtımı kestiğine emindim. Betondan güç alıp oturur pozisyonuna geldim. Gözüm halen kapalıydı. Kırpıştırıp etrafıma baktım. Yanı başımda Katre ve Cesur vardı. Tam karşımda da Alkan beni izliyordu.
"Sue nerde?"
"Ölmüş olmalı!" dedi Cesur. Gözlerim birden sulanıp yaşlar akınca sinirlenmiştim.
"Ne demek öldü? Çok küçüktü. Dört yaşındaydı dört!"
"Olması gereken kader buydu." Katre tek kaşını havaya kaldırıp yüzüme doğru eğildi.
"Dakikada yüzlerce insan ölüyor. O anı emip bize getirmeniz için varsınız. Köle olduğunu unuttun mu?" Saçıma asılıp devam etti.
"Bambaşka bir zamana gidip diğer sorular yerine kızı sorman çok gereksiz." Yutkunarak Katre'yi itip Alkan'a döndüm.
"O küçük kızı kurtar!" dediğim gibi başını tavana kaldırdı.
"Babası tarafından öldürülen küçük bir kızın neyini kurtarabilirim." Bu saçmalıkları dinlemek istemiyordum.
"Biriniz bile kurtaramaz mısınız onu? Beni o kadar geriye gönderdiniz. Kurtarma yeteneğiniz yok mu?" dememle Alkan elimi tutup avucumun içine baktı. Eliyle elimi kapatıp saniyeler içinde acık yarayı tedavi etmişti.
"O küçük kız umurumda değil. Seni gönderen benim ama şimdiden senden korktum. Buraya dönmen için yaralanman yeterdi. Nasıl orada ölüp geri dönmeyi başardın?"
"Ben o dünyada öldüm mü?"
_____________

Yorum ve begeni yapmayı lütfen unutmayın.

Bölüm : 02.12.2024 13:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...