5. Bölüm

5. Sadist

Yalives Doğan
kambersizyazar

Yeni bölüme hoş geldiniz. Destek vermeyi unutmayın.

______________

Yalpalayarak koridorda bir süre yürüdüm. Bütün sınıf kapıları bulanık duruyor. Zamanında etkinlik olarak rengarenk boyadığımız kapıların renkleri gözüme gri olarak görünüyordu. Duraksayıp olduğum yere oturarak ağlamaya başladım. Küçücük bir kızın ölümüne neden olmuştum. Burnumu çekerek iyice olduğum yere sindim. Onlar niye sarsılmamıştı? Gözlerinde üzülme namına hiçbir şey yoktu.
"Kızım iyi misin?" Koridoru temizleyen Namık abinin sorduğu soruya ağlayarak cevap verince yanımdan uzaklaştı. Beş dakika sonrada müdür ve öğretmenle geri dönmüştü.
"Derin iyi misin kızım?" Gülce öğretmen sarılıp sırtımı okşadı.
"Bir sorun mu var?"
"Ben ölmesini istemedim." Şaşkınlıkla müdür ortaya atıldı.
"Kim öldü?" demesiyle benim dışımda herkes dondu. Hareket eden bir kişi bile yoktu. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Yüzlerine bakıp dişlerimi sıktım. Korkuyordum. Geri geri kalkmadan uzaklaşmaya çalıştım.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun?" Bana doğru bağırarak gelen Katre'ye dönüp ayağa kalkıp ittim.
"Bu ne demek oluyor! Hiç mi canınız yanmıyor? Acı çekiyorum." Omuzlarımı tutup duvara itti. Canımın acısıyla yüzümü buruşturup bağırmamla koluma asılıp yere doğru sürükledi.
"Bebek gibi ağlayarak ne yapmayı planlıyorsun? Ölen öldü! Şaka mısın sen? Köleler ne zamandan beri olaylara duygusal bakıyor." Yüzüm betona doğru dönmüş halde ağlıyordum. Zamanı durdurmuştu ne yapsam beni de durduracaktı.
"Zamanı niye durdurdun? Nihayet öğretmenin sorduğu soruya bir köle cevap verecekti. Bir ilk olacaktı. Sakın zamanı ileriye almaya kalkma!" Cesur'un sesini duyunca başımı ona doğru döndürdüm. Her zaman her olayda alay ederek gülüyordu. Duvara yaslanıp bir ayağını yukarı kaldırarak kollarını önünde bağladı.
"Alkan gelmeden dersini ver. Sonrada zamanın aynı olmasını sağla!" demesiyle Katre yanıma yaklaştı. Tek kaşını havaya kaldırıp kesik avucuma parmağını bastırdı. Gözlerim kocaman olmuştu.
"Bu kadar üzülüyorsan küçük kızın nasıl öldüğünü görmen lazım." Biraz daha bastırıp duvarları inletecek şekilde çığlık atmamla kaybolmaya başladım.
"Köle olarak itaat edeceksin." Katre bağırırken nefesim bana yetmemeye başladı. Bedenim kaybolmadan Alkan'ın bana doğru koştuğunu gördüm.


"Baba! Beni öldürecek misin? Ölmek istemiyorum." Hızla gözlerimi açarak nefes almaya çalıştım. Yine aynı yere gelmiştim. Kurtardığım zindanda olduğumu anlayınca Sue'nin kaçamadığı anladım. Dikkatlice kapı aralığından bakındım. Küçük kız ellerini yalvarır biçimde birleştirmiş affedilmeyi istiyordu. Yanlarına gidip kurtarmalıydım. Aklıma koymuştum ölmeden, yaralanmadan onu kurtarıp geri dönecektim.
"Bu düşünceleri bırakman gerek!" Alkan tam karşımda üstünü silkeleyerek morarmış koluma baktı.
"Sen nasıl geldin?"

"Şu anda sorman gereken soru bu mu? Geri dönelim."

"O kızı kurtarmalıyım!" Acınacak haldeydim.
"İmkansız." dediği gibi gözlerim dolmuştu. Neden imkansız oluyordu? İmkansız olan buraya gelmekti.
"Sen gelmeden önce yaşandı. O zaman öldüler! Senin burada olmanın tek sebebi o anı emip bana getirmendi. Sen olan olayı değiştirip birde burada öldün, saçmalığa bak. Döngüye karışmaman gerekiyordu. Karışman bu olayı düzeltmeyecek. Olay yine olacak sadece öldürme sahnesi gecikiyor. Gerçekte Beatrice muhafızlarla zehiri üçüne de içirip karşılarında can çekişirken çayını içiyor. Sen ise kurtarmak istedin ama sonuç değişmedi yine öldüler." diyerek kapıdan çıktı.

"Normalde hiçbir köle yani ilk işinde girdiği karakteri öldüremez sanıyorduk. Çok profesyonel olman lazım ki, ölsen de gerçek dünyaya gelebilesin. İlkinde bunu başaran tek kölesin." Öldürülen kadınların üstünden geçip küçük kıza bakarak devam etti.
"Bu durumda olması senin suçun değil."
"Ölmelerini izlemek için mi buradayım? Sadist misin sen? Zevk mi alıyorsun? Hiçbir haltı emmiyorum." Alkan'ın yanına gelip Sue'ye elimi uzattım. Tepki vermediğini anlayınca burada olduğumuzu görmediğini anlamıştım.
"Derin! Gözlerini kapat!" İtiraz etmeden kapatıp bekledim. Görmeye dayanamazdım. Acı içinde inlemesini duyunca Alkan'a sarılıp yalvarır tonda;
"Gidelim artık!" dedim.
"Aç gözlerini!" Saniyeler içinde yine itiraz etmeden gözlerimi açtım. Kendi dünyama gelmiştim. Sıkıca sardığım kollardan ayrılıp uzaklaşarak, kendime gelmek için pencereye yanaşıp gözlerimden akmaya çalışan yaşları sildim.
"Bu kadar takılma." Cesur'daki rahatlıktan nefret ediyordum.
"Git başımdan!" Başımı başka tarafa çevirip gitmesini bekledim. Nafile bir çabaydı.
"Seni oraya göndermenin bedeli Katre için ağır oldu." Sırıtarak söylemişti.
"O da mı bir yere gönderildi?"
"Mükafat olurdu. Alkan, bu konuda ilk defa Katre'ye acımasız davrandı. Parmaklarından başlayıp kanında gezmesi için soom koydu." Kulağıma eğilip;
"Benden duymuş olma, sana verdiği bütün zararı ödeteceğini söyledi. Birkaç gün gelmez. Acı bir deneyim yaşayacak."
"Nasıl bir acı yaşayacak?" dememle tam cevap verecekken Alkan yanımıza gelince sustu.
"Herkes sınıfına geçsin dondurulmadan on beş dakika önceye alacağım. Derin, arkadaşların, öğretmen sınıfta olduğunu düşünecekler." demesiyle Cesur itiraz etti.
"Eee ben ne olacağım? Derse katkı sağlamıştım." demesiyle Alkan'a bakıp sırıttı.
"Sorun yok canım. Kahrolsun beynimi kemiren ders! Hadi ben kaçtım." Cesur gidince benimde gitmemi beklediğini bildiğim halde bir süre daha durup onu izledim. Bana bakınca da yutkunup konuştum.
"Sınıfının hepsi böyle mi?"
"Nasıl?"
"Sizin gibi! Değişik güçlerin var ya, öyle yani..."
"Katre, Cesur ve ben böyleyiz. Diğerleri kukla! Beyinlerine girince istediğimiz gibi davranıyorlar."
"Benim gibi..." dedim üzülerek... Gülümsedi söylediğim cümle hoşuna gitmişti.
"Senin beynine giremediğim için arkadaşının ölümünü kullandım."
"Her defasında gözümü korkutmak için birini mi kullanacaksın?"
"Seni bir şekilde kullanmam lazım. Köle olarak seçtim ama beynine girmem niye bilmiyorum imkansız. Senin adına üzgünüm ama elimde seni yanımda tutacak sevdiğin insanlar var. Bu da senin azabın olmalı. Beynine girseydim bir süre sonra hiçbir şeyi hatırlamayıp hayatına devam edecektin."
"Bu adil değil." Baş kaldırmak istedim.
"Ben köle değilim. Gitmeme izin ver."
"Gitmene değil de... Ödül almanı sağlayarak farklı kılsak. Yok olmasını istediğin biri mesela... Yada zengin olmak... Çok sevdiğin ölmüş olan birinin hayaleti de olabilir. Sana arkadaşlık eder. Benim dışımda kimse ilk seferde bu istekleri bahşetmez." Sunduğu fikirler çok normalmiş gibi söylüyordu. Gözlerimi devirerek bir adım önüne geldim.
"Benden başka insanlarda var mı? Böyle gidip gelen... Delirttiğiniz!"
"Var... Senin gibi zor değiller. Beyinleri yönetiliyor. İşlerini yaptıktan sonra ne olduğunu hatırlamıyorlar. Mükemmel hayatları var."
"Değiştir beni...? Bu saçmalığa son ver. Beynini yöneteceğin birini bul. Böylece kimse acı çekmez." Yine gülümsedi. Dediklerimi çocukça buluyor olmalıydı.
"Canım istemiyor. Hadi sınıfa, zamanı geri almam lazım." demesiyle ciddileşti.
"Etrafında insana benzemeyen çok farklı şeyler çıkarsa görmemezlikten gel. Yokmuş gibi davran. O anda zor olabilir. Yinede görme. Bu konuda ciddiyim!" Bende ciddileşmek istiyordum ama işe yaramazdı ki...
"Benim için mi üzüldün? Ben dersimi aldım. Önümden canavar geçse bakmam!" Burnum dik başım önümde ayaklarımı sürüye sürüye sınıfa gittim. Kapıyı açmamla bütün sınıf donmuş haldeydi. Yerime geçmeden dolaptan hırkamı alıp morluk gözükmesin diye üstüme giydim. Hepsine göz gezdiriyordum. Birden hepsi çözülmüş ders durmamış gibi devam ediyordu.
"Çocuklar iyi dinleyin." demesiyle gözlerim Gülce öğretmene kaydı. Arada dizlerini ovuyordu. En son benim yanıma çökmüş halde bırakmıştım. Gülmemeye çalışarak kulağıma dediklerine verdim.
"Tema kavramı daha genel olan, daha genel anlamda bir şeyi. Konu kavramı ise daha tikel olan, somut olan her şeyi kapsar. Konu, bir hikâye okuduğumuz, bir resme baktığımız, sahne ya da perdede bir oyun izlediğimiz zaman, doğrudan doğruya algıladığımız dış aksiyondur. Tema ise görmesek de işitmesek de kavramamız gereken şekilde bu aksiyonun iç anlamıdır. Buraya kadar anladınız mı?" Anlamasamda çoğunluğa uyup evet dedim.
"Son olarak konu, sanatın kendi araçlarıyla yeniden yaratılacak olan fizik, maddi süreçtir. Buna karşılık tema, toplumsal yaşamın akışından çıkarsanacak manevi sorundur; etiksel, dinsel, felsefi ya da başka mahiyetteki insan ilişkilerinin manen çatışmasıdır." Gözlerimizin içine bakıp boşluğu görmüş olmalıydı.
"Paragraftan hareketIe tema ve konu arasındaki farklılıkları açıklayınız." Dudağını bükerek devam etti.
"Yukarıdaki paragrafın konusunu açıklayacak biri kalksın." Kimseden ses çıkmayınca sandalyesine oturup dizlerini ovaladı.
"Ne kadar güzel dinliyorsunuz. Lakin boş dinlemek işe yaramaz. Zengin aile çocukları olabilirsiniz. Geleceğinizi o paraya göre mi şekil vermeyi düşünüyorsunuz?"
"Hayatım da edebiyat yapacağımız meslek olmayacak ki... Manken olmak isterken bunlar gereksiz. Tema, konu kavramı, tikel yani devamı için bir alan yok." dedi soğuk duruşlu Naz... Aklı fikri podyumda yürümek, tanınmak, sevilmekti. Bu uğurda her şeye verecek saçma bir cevabı vardı.
"Soğuk benizli Naz yine konuşuyor. Vır vır vır..." dedi Duygu sırıtarak bende eşlik edip;
"Bu kız konuşunca uyumak istiyorum." Sınıfta konuşmalar çoğalınca Gülce öğretmen saatine bakarak yerine oturdu. Zilin çalmasına on dakika vardı. Duygu kolumun altından sokulup kıkırdadı.
"Bugün çok güzel geçti. Eve yürüyerek gidelim. Bir yerde oturup yemekte yeriz."
"Çok iyi olur. Servise binmek istemiyorum." Zil çalınca toparlanıp çantayı sırtıma aldım. Biraz gezip kafamı rahatlatmak çok iyi olacaktı. Sınıftan çıkarak dışarıya kadar konuşmadık. Tek düşündüğüm Alkan'a yakalanmamaktı. Bahçenin bir tarafı servis arabalarına aitti. Kaplumbağa yavaşlığında, timsah sinsiliğinde dikkatlice yürüdük. Bahçeden çıktıktan sonra belimi iki tarafa çevirip rahatlamış halde dışarıya nefes verdim.
"Oh be rahatladım. Ne ısmarlayayım?"
"Balık yiyelim. Evde yemem yasak." diyerek cebindeki telefonunu çıkartıp açtı.
"Bakalım birisi aramış mı beni..." Duygu mesajlara bakarken ben caddede taksi durdurmak için bekliyordum. Okul çıkış zamanı olduğundan bütün taksiler doluydu.
"Boşver yürüyelim." dedim caddeye göz gezdirip ben önden Duygu arkadan yürümeye başladık. Fazlasıyla yorgun ve üzgün olduğum halde unutmak istiyordum.
"Alkan, şurada yemek yiyelim mi?" dedim, dediğim gibi de elimle ağzımı kapattım. Duygu'yu çağırmak isterken Alkan'ın ismini söylediğimi duymamıştı.
"Belalı herif aklıma takıldı!" Duygu yanıma gelip telefonu cebine koydu.
"Aklına takılan kim!" Koluna girip gülümsedim.
"Manyağın te ki..." İki cadde yarım saat sonra sahilin karşısında ki balıkçıya varmıştık. İçerisi misina ipi, balıkçı ağları ile süslenmiş tatlı bir yerdi. İçeride çalışanlar haricinde beş kişi vardı. Sandalyeler mavi, masalar deniz manzaralı resimler ile dizilmişti. İki kişilik masaya oturup garsonun gelmesini beklerken bir adam dikkatimi çekmişti. Kumaş pantolunu, dar, dirseğine kadar kıvırdığı mavi gömleği, klasik siyah ayakkabıları ve her gelene iğrenerek baktığı yeşil gözleriyle dikkat çekiciydi. Tamam çoğumuz farklıydık ama dikkatimi çekmişti. Garson yanından geçerken bile kusacakmış gibi bakıyor. Dil çıkartıp kahkaha atıyordu. Bu tavırları kimsenin dikkatini de çekmiyordu.
"Ben somon alacağım. Sen?" Duygu'ya dönüp dudağımı büktüm.
"Benimde somon olsun." dememle yine adam dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Yemek bıçağını koluna götürüp ileri geri ince çizik atıp gülüp çizdiği yeri üflüyordu. Bu hareket benim dışımda kimseye ters gelmiyor muydu? Yanındaki masadaki çift göz ucuyla bile bakmıyordu. Müessesenin her zaman gördüğü manzara olduğunu bile düşünmeye başlamıştım. Bıçağı havaya kaldırıp dizine bastırınca çığlık atıp yerimden kalktım. Bana bakılmaması gerekirken herkes bana bakıp ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Adam kendini öldürecek!" dememle adamı işaret edip geriye gittim. Şikayet ettim diye bana bulaşmasını istemiyordum.
"Kim!" dedi Duygu yanıma yaklaşıp fısıltıyla devam etti
"Delirmişsin gibi herkes sana bakıyor. Kimden bahsediyorsun." Hayretle kalakalmıştım.
"Ne! Dizine bıçağı sapladı. Bana bakacağınıza ambulansı arayın."

"Salak mısın şaka yaptığını söyle."
"Hanımefendi iyi misiniz? Kim bıcağı kendine saplar ki?" Karşımda duran garsonun yüzünde 'psikolojisi bozuk liseli kızın saçmalıkları' düşüncesi okunuyordu. Bir süre sonra yerinden kalkınca panikle işaret ettim.
"Kalktı işte! Kıyafeti, kolları kan içinde... Görmüyor musunuz?" dediğim gibi adam boş boş bakıp bana doğru gelmeye bir yandan da konuşmaya başladı.
"Tatlı kız!" dedi, kelimeyi uzatarak kahkaha atıyordu.
"Onların beni görmemesi çok normal. Normal olmayan senin beni görmen. Yoksa insan değil misin?" Alkan'ın görmemezlikten gel dediği kişilerden biri olmalıydı. İşte şimdi yanmıştım.
"Derin iyi misin ne oluyor sana?" Değildim ama kimseyi de inandıramıyordum. Yaşadığım her andan nefret etmiştim. Görünen o ki nefret etmeye devam edecektim.

______

Yorum ve beğeni hakkettiğimi düşünüyorum. Lütfenn karşılık verin. :)))

Bölüm : 12.12.2024 20:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...