Yorum ve beğeni yaparak destek olursanız sevinirim.
______________
"Derin! Sana inanmıyorum! Sipariş verdikten sonra iptal etmek nedir ya!" Duygu, sırt çantasını önüne alıp taksinin koltuğuna oturarak kaldığı yerden devam etti.
"Orada deli gibi bağırdın. O neydi öyle? Cin mi çarptı seni?" Taksici ön aynadan çarpılıp çarpılmadığıma bakınca nefes alıp Duygu'nun kolunu sıkarak gülümsemeye çalıştım.
"Abartmasan..." Aslında yaşadığım normal değildi. Yine de gördüğüm şeyi görmediği için deli gözüyle bakıyordu.
"Off tamam, tamam!" Kolunu okşayıp kapısının penceresini açarak içeriye giren soğuk havaya aldırış etmeden başını pencereden çıkartıp öylece durdu.
"Hışşt!" Yine o ses! Kapa ceneni! dedim kendi kendime, saçmalamaya başlamıştım. Belli etmeden etrafa bakıp gözlerimi kıstım.
"Ruh beni takip ediyor olamaz her halde... Çantamdan kulaklığı çıkartıp şarkı dinlersem ses kesilecekti. En sevdiğim şarkılar tek tek kulağımın pasını silerken Duygu'nun evine gelmiştik.
"Sen öde sonra ödeşiriz." dedi, arabadan çıkıp eve girmesiyle oradan ayrıldık.
Aramızda on dakikalık mesafe vardı. Durduğumuz gibi taksimetredeki paraya bakıp cüzdanımdan üç yüz lira çıkarıp adama uzattım. Sonrada telefonla fiyat resmini çekip Duygu'ya yolladım. Aramızda para konusu önemliydi. Cebimde telefon, kimlik kartım ve haftalık aldığım altı yüz liradan kalan elli lira haricinde bir şey kalmamıştı. Kalan parayı alıp siteye giriş yaptım.
Asansörün gelmesini beklerken açılmayan dış kapıdan tıkırtı duyup irkildim. Bütün hayatım böyle mi olacaktı? Korku, endişe, ruhlar, değişik cisimler...
Asansör açıldığı gibi içine girip yukarı çıktım. Kurtulduğumu düşünüyordum. Asansörlerin kendine has sarsıntısı bitince kata geldiğimi anlayıp rahatlamış bir halde kapıyı açmamla asansör boşluğuna düşmem bir oldu. Önce şokla inledim. Sonra kalkmaya çalıştım ama başarılı olamadım.
"Ahhh yardım edin!" Acı içinde kıvranmamın yarım saati dolmuştu.
"Yardım edecek biri yok mu?" Bir buçuk saat... Sesimi duyan yoktu. Canımın acısı da yavaş yavaş geçiyordu.
"Ölmek istemiyorum." Sesimi artık ben bile duymuyordum. Ne gücüm kalmıştı ne takatim. Bir günde hayatım nasıl alt-üst olmuştu? Gözlerimi kapatıp uyumak, ölüme yaklaşmaktı. Beynime sözüm geçmiyordu. Uyuyacaktım. Lanetlenmiş olmalıydım. Sorunsuz bir halde sonsuzluğa istemeden uğurlanıyordum.
Bir hafta sonra...
"Doktor bey, kemiklerinin kırılmadığına emin misiniz? Asansör boşluğuna düştü."
"Anne iyiyim."
"Derin, sen sus! Mantıklı değil. Makinalarda bir sorun olmalı."
"Anne dördüncü hastane, beşinci röntgen, üçüncü tomografi hepsi temiz ne sorunu?" Yatakta oturmuş, doktor bir yanda ben bir yandan annemi iyi olduğuma ikna etmeye çalışıyorduk. Evet çok iyiydim. Bir gün boyunca boşlukta kaldığım halde ertesi günü ayağa kalkmıştım. Oysa o anda vücudumu hissedemiyordum. Yedinci katın boşluğundan oraya düşüp sağ çıkmam mucizeydi. Vücudumda yeni eklenen morluklar dışında eksiklik yoktu. Dar yataktan kalkıp ayakkabılarımı giyerek annemin önüne geçtim.
"Eve gidelim." Geride bıraktığımız yedi gün içinde görmediğim kadar doktor görüp film çektirmiştim. Annemi ikna edip burada da çektirdiğim röntgen filmlerini kolumun altına yerleştirdim.
"Karşıda çok iyi doktor varmış." Annemi duymamazlıktan gelerek arabaya oturdum. Annemde şoför koltuğuna oturup babamı arayarak neden sapasağlam olduğumu anlamadığını anlatmaya başladı.
Bu durum beni güldürmüştü. Hararetli hararetli doktoru kötülemesi tabii ki kötü olduğundan değildi. İstediği cevabı alamadığı içindi.
"Anne eve gidelim." Bıkkınlıkla kemerimi takıp gözlerimi kapattım.
"Başka doktor görmek istemiyorum." İtiraz kabul etmeyecek şekilde söylemiştim. Annem mırıldanıyor olsada sesini çıkarmadan sürüyordu.
İki gün daha annemin isteğiyle evde istirahat ettikten sonra okula başlayacağım güne nihayet merhaba demiştim. Yatağımın pembe örtüsünü düzeltip çantama son eksiklikleri koyduktan sonra mutfağa geçerek hazırlanmış kahvaltı masasına oturdum. Babam peynir sürülmüş dilim ekmeği ağzına götürüp kahvesinden bir yudum aldı. İkisini nasıl yakıştırmıştı? Kahvenin yanında peynirli ekmek nasıl gidiyor diye soru sormayacaktım.
Bir haftadır portakal, greyfurt suyu içmekten gına gelen midem önümde ki C vitamini dolu bardakla şaha kalkıp bekledi.
"Ben bugün çay içmek istiyorum."
"Hayır!" dedi annem bastırarak... Babam da hak veriyormuş gibi başını sallayınca yarım dilim ekmeği alıp kahvesine bol şeker atasım geldi. Babam şekerli kahve içmezdi.
"Midem bulanıyor." dememle yalandan öğürüyormuş gibi yapınca annemin depara kalkmaya çalışan panik hali ayaklandı.
"Düştün ya o yüzden miden kötü oldu. Hemen gastroentolojiden randevu alıp gidelim. Dur dur üniversite hastanesinde tanıdık vardı. Ona söyleyeyim bugün gidelim. Ciddi olabilir. Okula bugünde gitme. Zaten emindim asansörden bir yerine bir şey olduğuna..." Nefes almadan bütün cümleleri kurmuştu. Kim derdi ki, birçok insanın saygı duyduğu annem bu denli telaşlı olacağını... Bir haftadır benden daha çok bana takmıştı.
Annem, bulunduğumuz ilin belediye başkanının baş sekreteriydi. Bakımlı, aşırı disiplinli, fazla özveriliydi.
Babam ise, rahatlığın vücut bulmuş haliydi. Ölmediğim sürece paniğe gerek yoktu. Her şeyi halledebileceğim konusunda bana güvenip annemin çılgın fikirlerine birçok kez ayak uydurmaması, benim için en doğru kişinin babam olduğunu kanıtlıyordu. Oyun arkadaşı, dert ortağımdı.
"Servis mesaj atmış. Beş dakikaya aşağıda olacaklar. Hazırlan kızım." Babam göz kırparak telefonunu masanın kenarına bırakınca annem duymamış gibi portakal suyunu ağzıma götürüp dudağımı öne doğru çekti.
"İç şunu! Servise de gelmeyeceğini söylerim. Şimdi hastaneye gidiyoruz." Boğazıma hızla akan portakal suyunu dışarı püskürtüp öksürünce annem bardağı çekmişti.
"Baba, anneme bir şey söyle! Ben iyiyim!" Bir anlık dalgınlıktan yararlanmamla hızla montumu alıp evden çıkıp koşarak servise bindim.
"Geçmiş olsun"
"Geçmiş olsun"
"Geçmiş olsun"
"Geçmiş olsun" Yerime oturana kadar kesilmeyen sesler, yerime oturmamla azalmıştı. Duygu sıkıca sarılıp ağzındaki sakızı elinin üstüne yapıştırıp gülümsedi.
"Bugün daha iyi gördüm. Annen nasıl? Dün sizde annem senin anneni görünce bana bi hizmet sorma gitsin."
"Bütün anneler aynı! Kıskançlar." diye fısıldadım. Üç kişi sonrasında Alkan'ı alacaktık. Her durakta bakmadan durmak bana zor gelmişti.
"Beni soran eden var mı?"
"Dün, ondan önceki gün, ondan önceki diğer gün evde de bu soruyu sordun? Birisinden haber mi bekliyorsun?"
"Yoo ne alaka? Çok ciddi düştüm ya o yüzden." dememle Naz kafasını arkaya çevirip beni süzdü.
"Asansör boşluğundan düşme yalanına kimse inanmıyor. Geçen arkadaşım merdivenden yuvarlandı. Yeni yaptırdığı tırnağı ve bacağı kırıldı. Sen ise yalandan ayağın takılıp düşmüş gibi duruyorsun."
"Sana ne?" Benim cevap vermeme gerek kalmamıştı. Duygu, yavrusunu koruyan ceylan gibi öne atılıp aç aslana karşı tısladı.
"Geçen gün tırnağını kıran sendin. Bacağın ise, kaç gündür tahta gibi dolanıyorsun. Arkadaş ayağına kendi sakarlığını mı örtüyorsun? Yemezler..." Araba durunca Naz köpürerek önüne döndü. Bende hangi durağa geldiğimize bakmak için etrafıma bakabilmiştim.
Evini çoktan geçmiştik.
"Bekir abi, Alkan'ı almadık." dememle Duygu şaşkınlıkla güldü.
"Hannibal üç gündür servisle gelmiyor." Kollarını kocaman açıp gerildi.
"Oh be! Ölecekmişiz gibi kafamızı eğmeye gerek yok."
"Ya öyle..." İstemeden somurtmuştum.
Aklımda Alkan hariç kimsenin olmaması beni korkutuyordu. Servisten inince, dudağımı dişimin arasına sıkıştırıp Duygu'ya döndüm.
"Sen sınıfa çık ben sonra geleceğim." Gidip soracaktım. Hiç mi beni merak etmedi? Kullanılıp atıldığım konusunda açıklama yapmalıydı. Ya da kölelik saçmalığı mı bitmişti? Siyah kapının önüne gelip koridorda bulunan saate baktım. Derse zaman vardı.
Korkuyordum yinede beynimi kemirenler korkmamın önüne gelmişti. İçeriye girdiğimde bütün sınıf bana dönüp işlerini yapmaya devam ettiler.
Alkan yoktu. Gözleriyle beni öldürmeye çalışan Katre ve olaylara her zaman gülen Cesur'un yanına giderek öksürdüm.
"Şey! Alkan acaba nerede? Bir haftadır yoktum. Ondan da haber gelmeyince kafam karıştı. Bilginiz var mı? Biraz merak ettim." dememle Katre elini uzatıp bakışlarıyla elimi elinin üstüne koymamı istedi.
"Beni bir yere mi yollayacaksın? Aptalca hareketler yapma!"
"Aptalca!" Kahkaha atıp nefesini dışarıya verdi.
"Merak etme, seni kaybetmeyeceğim." Elimi uzatıp dokunmasına müsaade ettim. Bir süre dokunup elimi bıraktı.
"Meraktan ölüyorsun. Alkan'ın seni düşünmesini bu kadar mı çok istiyorsun?" Anlatmaya niyeti olmadığı belliydi.
"Katre iblisi, hiç seninle uğraşamam! Alkan nerede Cesur!"
"Sakın söyleme!" Katre'ye aldırış etmeden bana dikti gözlerini.
"Şanslı kızsın! O ve sen... İmkansız gibi görünüyordu."
"Hangi konuda?" dememle sınıfa Alkan girmişti. Beni geçip Katre'nin gözlerinin içine bakıp gülümsedi.
"Canın acıyor mu? Biraz daha dayan, seni oraya göndereceğim." Ne! Benim değil onun acısını mı soruyordu? Aptal, asansör boşluğuna düşen bendim! O değil! O düşse de bir şey olmazdı. Hem onu nereye gönderecekti? Eminim stres atsın diye deniz kenarında bir eve yollar. Bundan emindim.
Gözlerim ikisi arasında gidip geliyordu. Haksızlık olduğunu düşünüyor olmam saçma olamazdı. Beni kullanıp bir kenera fırlatmak yerine yerden yere vuruyordu. Düşüncelerimi okuyor olmalıydı. Pislik büyücü! Senden nefret ediyorum. Eminim duyuyorsundur.
Önümde beni görmemezlikten gelip Katre ile ilgilenmenin başka bir anlamı yoktu.
"Heyy!" Kolumdaki morluğu görmesi için önüne uzatıp kaşlarımı çattım.
"Seninle tanıştıktan sonra başıma gelenlerin resmi! Beğendin mi?"
"Gördüğüm kadarıyla gayet iyisin!" Manalı söylemişti. Ve... Bu durum beni delirtmeye tamamen yetmişti. Kafamda vereceğim cevapları itinayla seçme işi, bu devrede imkansızdı. Ne gelirse ağzıma, susmayacaktım.
"Düşüncelerimi duymuş olmalısın. Beni kullanıp yetmezmiş gibi fırlatmayı sana göstereceğim." Benimle uğraşmanın kabus olma ihtimali akıllarından çıkmasın diye Alkan'ın elini yaralı avucuma bastırıp irkildim.
"Bakalım Katre'yi yollamak için çırpındığın yer neresi?" dememle Alkan, korkuyla belimi kavradı. Gitmemi istemiyordu.
"Ne yaptın?" Vücudum kaybolmaya başlayınca paniği de arttı. Tepkisi umurumda değildi. Gideceğim yer mükemmel bir yer olmalıydı. Cefasını çekmiştim şimdi sefasındaydı. Alkan kaybolan kolumu tutmaya çalışıp bağırdı.
"Sen ne yaptın? Ben bir yolunu bulana kadar sakın ölme, hep kaç! Orada ölürsen geri döneme..." Son cümlesi yarım kalmıştı.
Boşlukta dönen bedenim lüks bir odanın yatağında yalpalanarak durdu. Gözlerimi kocaman açıp merakla etrafa baktım. O ne derse desin güzel bir gün olacaktı. Ya da ben öyle zannediyordum.
_____________
Yeni bir hikaye beğendiyseniz yorum ve beğeni ile destek olmayı lütfen unutmayın. Görüşürüz.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |