@kambersizyazar
|
Selam, yeni bölüm ile karşınızda olmaktan gurur duyuyorum. Yorum ve beğeni yaparak destek olur musun lütfen? ___ Akşamın ilk ışıklarında çalan kapının sesiyle irkilen Hayri bey gazetesini sehpanın yanına indirip hızlıca kapıya yöneldi. Arka arkaya durmadan çalan kapının ardında, bir ay önce Melek ile bağlarını koparan, Sibel'den başkası değildi. Hayri bey kim o demeden açtığı kapıda Sibel'i görünce yüzünde oluşan tebessüm görülmeye değerdi. Melek ile Sibel'i hiç ayırt etmezdi. Kavgada etseler,ayrılık yaşasalar da Sibel için olan düşüncesi değişmez aynı evlat sevgisi eşliğinde sevmeye devam ederdi. Sibel mahcup bir üslupla; "Hayri baba, Melek evde mi?" diyerek söze başladı. Anlaşılıyordu terslik olduğu,yine de üstüne gitmek istemedi. "Yok kızım, buyur gel içeriye bekle birazdan gelir." dedi kenara çekilip içeriye girmesini bekledi. Sibel kafasını sallayarak içeriye girdi. Evde olmadığını bildiği halde gözleriyle Melek'i arıyor, özür dilemek istiyordu. Eski klasik döşemeli ,kahverengi koltuğa oturup beklemeye bir yandan da Hayri bey ile sohbet etmeye başladı.
*** Holding de Melek için işler hiç iyi gitmiyor daha fazla çukura saplandığını hissediyordu. Fahri bey ile konuşmasının ardından bir ay geçmişti. Murat Arsel iki haftadır neredeyse iş yerine adım dahi atmıyordu. Akşama kadar boş boş oturmaktan başka yapacak iş bulamadan günü bitirip yorgunluktan mafolmuş bir halde eve geliyordu. Boş oturmak bir insanı yorar mıydı? Melek Kapya'yı fazlasıyla yoruyor istifa etme noktasına getirmeye yetiyordu. Bu akşamda boş geçtiği için derin bir off çekip kendini son kalan otobüse atarak eve gitmek için yola koyuldu.
*** "Ben bir daha asla ve kat ha holdinge adım atmam dostum. O sekreter defolup gidecek o kadar. O gitmeden oraya adım atmayacağım, çaresiz kovulacak." diyerek eline aldığı kırmızıyla bezenmiş kadehi bir dikişte içerek barmen'den bir kadeh isteyen Murat Arsel'den başkası değildi. Sinirden etrafa saldırmak yerine nu günlük kendini içkiye vererek zarar veriyordu. İki haftadır Fahri bey'in bütün para ile alakalı tehditlerine rağmen inat ederek sekreter kovulmadan adım atmayacağını söylemişti. "Ah, dostum görmelisin tam bir baş belası." diyerek dostu Hakan'a veryansın ederken kadehten bir yudum daha aldıktan sonra bir of çekti. Hayatında gördüğü ilk ve tek belayı anlatmaya devam etti. "Hiçbir şey onu yıldırmıyor. Dengesiz, Ne konuştuğunu bilmiyor, İnatçı, Para için benim hayatımı mafvediyor. Yani anlayacağın, bildiğin deli. Akıllı beni bulmaz ki." diyerek altı yıllık dostunun gözünde ki komedi filmi izleyen bakışlara baktı. Evet arkadaşı da deliydi kendi kadar olmasa da bir araya geldikleri zaman zır deli olabilecek güçtelerdi. Hakan ile bir barda kötü bir olay sonucu tanışmışlardı. Ne zaman bu günleri hatırlasalar büyük bir kahkaha atarak tekrar tekrar yaşadıklarını yad ederlerdi. Yirmi yaşında Murat on beşinci sevgilisiyle barda otururken dans pistine tek başına çıkan sevgilisi, içkinin etkisiyle farklı hareketler yaparak etraftaki insanları tahrik etmeye başlamıştı. Hiçbir şeyden habersiz Hakan'ın boynuna sarıldığı, üstüne birde dudaklarına yapıştığı anda Murat ile ağız, burun, kaş çatlatacak kadar birbirlerini dövmüşler bu sebeple karakolda birgün geçirmişlerdi. Murat'ın kavga ermesinin sebebi kızın gevşek davranışlarını kıskandığını için değildi. Yanında gezdirdiği bütün kızları halka bile açabilecek rahatlık da bir erkekti. Kendi yatağına aldığı kız rahatça başkasının yatağına da girebilirdi. Hiçbir kadına ciddi ilişki olarak bakmıyor hayatlarına karışmıyordu. Hakan ile kavga etmesinin tek sebebi canının dövüşmek istemeseydi suç onda olmasa bile onu ilgilendirmiyordu. Kavga yetmemiş bir ay boyunca Murat tüm parasını Hakan'ın başını belaya sokmak için harcamıştı. En sonunda da başını mafya ile derde sokmuştu. Nasıl olduğunu,nasıl kurtulduğunu Hakan ve Murat'tan başka kimse bilmedi. Aralarında sır olarak kalmış. Bunun sonucunda yakın iki arkadaş olmuşlardı. Murat sekreterinin belalarını anlatırken Hakan kahkahalarla karşılık veriyor Murat'ın kızdığını bilsede kendini tutamıyordu. "Çok merak ettim. Sen benden de nefret ediyordun dostum. Yanlış anlama ama sekreterine çile çektireceğine orta yolu bulsan... Aşık olursun demedi deme, bu inat hayra alamet değil. Sonra başını taşlara vurma sakın." Konuşması bittikten sonra Hakan tekrar kahkaha atmaya başladı. Murat küçük olsa da içine korku düşmüştü. "Gerçek olabilir mi?" diyerek kendini yeni bilinmez soruların içinde çaresiz halde buldu. En son isteyeceği şeydi aşık olması, böyle ağzı bozuk bir sekreterle dost olmak dahi istemiyordu. Hakan'ın dedikleri Murat için anormal bir durum değildi. Birisinden ilk başta nefret ediyorsa sonu mutlaka dostluk ile bitiyordu. Herkes için geçerli olmasa da Murat için geçerli bir sebepti. Kendi kendine düşündü. Salih'i küçükken çok severdi. Bir zamana kadar en yakın arkadaşı, abisi, sırdaşıydı. Ta ki Salih iş yerinde küçük işlerde çalışmaya başlayıncaya dek. Salih yükseldikçe Murat aralarına mesafe koydu. Murat zorunlu yurtdışı seyahatine çıktıktan sonra araları hiç düzelmeyecek şekilde bozuldu. Onun lügatında dostu olması için önce nefret etmesi ve birbirine diş bilemesi gerekiyordu. Salih bunlara uymadığı için dostluk devam etmemişti. Hakan ise tamı tamına uyduğu için kaç yıldır en iyi arkadaşıydı. Bunun olmasına izin veremezdi. Melek'ten nefret etmemeli, tam tersine ona karşı nazik olmalıydı. Tüm hayatı için önemliydi,hayatını dengesiz bir sekretere emanet edemezdi ama çaresiz kendi kafasında planlar kurarak kurtuluş için yenilgiyi kabul etti.
*** Melek, Lalezar sokağının kaldırımında yürürken farketmeden Sibel'in evinin önünde kendisini buldu. Ne çok anlatmak isterdi şimdi patronu ve görünmez işkencelerini. Başını umutsuzca sallayarak yoluna devam ederken aklına bir fikir geldi. Yerde bulduğu taşı pencereye atacak bu sayede Sibel'i gördüğü gibi aşağıya çağıracaktı. Bir kere attı kimseler çıkmadı. Bir kere daha attı yine kimseler çıkmayınca çaresiz yoluna devam etti. Yorgundu sanki akşama kadar inşaatta taş taşımış gibi sırtı ağrıyordu. Eve gidince yemek yemeden uyuyacak sabah olunca da istifa dilekçesini verecekti. Ortalıkta olmayan birinin sekreteri olmak canını fazlasıyla sıkıyordu. Yarın zor olsa da, istifa etmenin en doğru karar olduğunu, bu sayede deli bir patrondan kurtulacağını kendine kabul ettirdi. Evet yarın ilk iş olarak Murat Arsel'in istediğini gerçekleştirecekti. Evin önüne geldiğinde kapıya hayattan bıkmış halde sessizce vurdu. Çok geçmeden gülen yüzüyle Hayri bey kapıyı açıp alnına öpücük kondurduktan sonra içeriye aldı. Elindeki çantayı kaldıracak gücü bile yoktu. Kendini oturma odasına atıp kahverengi koltuğa uzandı. Başını kaldırana kadar her şey günlük akışa uygundu. "Geç kaldın Melek, yarım saattir seni bekliyorum." Gözlerini yarım açıp sesin geldiği yöne baktı. Gözleri faltaşı gibi açılmış, karşısında gülen yüzüyle Sibel'i görünce birden yattığı yerden kalkarak ne yapacağını bilmeden Sibel'e sarıldı. Melek için aile ve dostu oldu mu gururu bir kenarda beklerdi. Kimsenin düşüncesine aldırış etmeden kalplerini kazanmak için savaşırdı. Özlemişti hemde çok özlemişti. Tek dostunun gözünde kötü olduğunu düşündüğü anda bile özlüyordu. Birkaç dakika birbirlerine sıkıca sarılıp, öyle kaldılar. Sibel ellerini yere indirip Melek'e bakarken bir yandan ağlıyor diğer yandan özür diliyordu. Odasında konuşmak için Sibel ile oturma odasından çıktılar. Anlatacak çok seyleri, paylaşacak çok anıları vardı. Yatağın üstüne oturup,sohbet etmeye başladılar. "Bana kızdığını, benden nefret ettiğini düşünüyordum. Ağzıma s*çar dedim." Sibel utanarak söze başladı. "Ne,ne,ne senden niye nefret etmem gerekiyor ki? Sadece arada evine gelip seni eşşek sudan gelinceye kadar dövmek istedim." diyerek muzipçe dil çıkardı. Bu söz Sibel için yeterliydi. Oturdukları yerden birbirlerine sarılıp sohbet etmeye devam ettiler. Yaptıkları hareketlerin ne kadar çocukça olduğunu düşünüp kahkahalarla gülmeye başladılar. En sonunda Melek sıkılarak Ahmet'e getirdi lafı. "Nişanlının keyfi nasıl... Daha halen sana ne yapman gerektiğini anlatıyor mu?" "Hayır yapmıyor." "Neden,en sevdiği hareket aslında. Her şeye mutlaka burnunu sokardı." Sibel bu sorunun ardından sağ elini uzatarak, yüzüğün olmadığı gösterdi. Melek bu duruma ne sevindi ne üzüldü. Omzuna dokunup teselli verdiği saniyelerde nedenini öğrenmek istiyordu. "Kafam karıştı nedeni ne? Oysa evlenmenize çok az zaman vardı." "Boşver onu şimdi. Aşk bir yere kadar sabrın da bir sonu var. Başka zaman uzun uzun anlatırım. Şimdi sen anlat bakalım çalışmaya başlamışsın. Nasıl gidiyor?" Melek, Sibel'de ki oluşan ani değişikliği farketmişti. Anlatmak istemediği için birkaç gün sormayacağına dair kendi kendine söz verdi. Ahmet'ten ayrıldığına göre çok kötü bir şey olması lazımdı. Sibel ise sorduğu sorunun cevabını alamayınca tekrar etti. "İş nasıl gidiyor?" Melek kafasında ki sorulardan sıyrılıp, gülerek; "B...k gibi, kelimenin tek anlamıyla tarif edecek olursak. Bende o b...kun içinde çıkmaya çalışıyorum." Sibel şaşırmış halde bir kahkaha patlatıp; "Baban dedi çok iyi gidiyormuş. Ben bu işten bir şey anlamadım. Anlatsana Melek ne oluyor?" "Ne mi oluyor? Dengesiz bir patron bana savaş açtı. Bende tabi ona savaş açtım. Tek sorun bu değil tabi..." Derin bir of çekti. "Savaş açtıktan sonra korkak bir kral gibi savaş alanını terk etti. Şimdi tek başına savaşılmadığı için teslim olmamı bekliyor. Yani lağam çukuruna düşmüş bir asker gibiyim. Yani istifa edeceğim." Sibel gülerek; "İğrenç bir tanım olsa da lağam sözü. Seni tanımıyor o zaman, yoksa yılmadan lağamın içinde bekleyeceğini bilir." "Tam tersine teslim olacağım.Yarın istifa dilekçemi vereceğim." "Ne yani kabul edecek misin teslimiyeti?Ben mi seni yanlış tanıdım? Sen mi değiştin? Nerde benim dişli dostum. İki tane yumruk atamadın mı ağzının ortasına." "Adamı iki haftadır gördüğüm mü var... Valla elime geçmesin, beni attığı lağama kafasını sokmadan istifa dilekçemi vermeyeceğim. Versem bile evinin adresini biliyorum. Gözüne bir yumruk yemeden benden kurtulamaz." Melek iki haftadır şiştigini anlamıştı. İçine atan biri değildi. Babası üzülmesin diye söylemiyor, başkasına da iş ahlakı sarsılmasın diye anlatmıyordu. Sibel ile eskisi gibi olunca beyninde anlatılmak için bekleyen bütün konuları yavaş yavaş çıkarmaya başladı. Gece sadece Murat Arsel'e yapacağı işkenceleri anlatmakla geçmişti. Sıra hoşlandığı Salih'e gelmişti ki. Selim ablasını almak için odaya girdi. Birbirlerine tekrardan sarılıp, başka gün konuşmak için söz verdiler. Çaresiz uyuduktan sonra sabahın ilk ışıklarıyla işe gitmek için hazırlandı. Uykuyu seven biri olsa da, kısa sürede iş saatlerine alışmıştı. Bugünde boş bir şekilde masada,bilgisayar başında beklerse delire bilirdi. Kendi kendine Murat Arsel'in iş yerine gelmesini umut ederek, kahvaltı yapmadan evden ayrıldı. Hemen gidip eğer yerinde yoksa sabahtan istifa dilekçesini hazırlamak istiyordu. Tıklım,tıklım otobüse binerek holdinge ulaştı. Asansöre giderken karşısında dün akşam dövmek için yeminler ettigi Murat ile karşılaştı. Etraf kalabalık diye daha tenha bir yere gidene kadar bekledi. Hızlı adımlarla önüne geçip topuklu ayakkabısını Murat'ın dizine geçirdi. Acı içinde yere düştüğü gibi Melek yakasını tutarak; "Yeter artık savaş açtığın cepheyi bırakmak ne demek biliyor musun? Kafanı kessem yeridir. Kendi holdingin için yaptığın oyun ne kadar mantıklı sence? Sen bunu mu anlatmak istedin insanlara? Demek ki baban olmasa senin sayende holding batar." Murat kendi çabasıyla ayağa kalkıp birkaç gözün onlara bakıp rezil olduğunu bildiği halde sonrasını düşünerek konuşmaya başladı. "Haklısın... Ama sana dizime vurma hakkını kimse vermiyor." Sağ elinin işaret parmağını sekreterin alnına değdirdi. "Bu kadar fazla konuşma hakkını da... Benim sekreterimsin, patronum değil." Etrafına üşüşen küçük insan topluluğuna bakarak gitmeleri için ellerini ileri geri yaptı. Herkes dağılırken Murat odak noktasına geri döndü. "Davranışlarına dikkat etmen gerektiğini kimse söylemedi mi? Burası senin fakir sokağın değil, bunu öncelikle beynine sok. Bir daha kaba kuvvete başvurursan aynı şekilde bende yaparım. Sonuçları senin için iyi olmaz. Şimdi işin özüne dönecek olursak." "Nazik biri gibi davranmayın Murat bey. Çünkü sizinle savaşırken nazik davranmayı düşünmüyorum." Melek omuzlarını dikleştirip tehditkar bir duruşla savaş için butona basılmasını bekliyordu. Buton, patronunun kendisini küçük düşürmesini devam etmesiyle basılırdı. Murat dişlerini kıracak gibi sıkarak korkusuzca tehdit eden kadına baktı. Sonrasını düşünmek ve aralarında bir bağ oluşmasın diye yalandan gülümsedi. "Her şeyi unutalım. Ben işe geldim, beyaz bayrak sallıyorum sende kabul edersen, baştan başlayalım. Tabi şiddet içermeyen hareket ve cümleler eşliğinde kurallara sadık kalarak tamam mı?" Melek fazlasıyla şaşırmıştı. Yumruk yaptığı ellerini açtı. İstifa lafını açıp beyaz bayrağı siyaha boyamaya gerek yoktu. "Tamam...Yani işe gelecek misiniz? Yani artık her gün işe geleceksiniz?" Murat, evet der gibi gözlerini kapattı. Melek kaldırdığı omuzlarını huzurla düşürdü. Artık bir adım daha yaklaşıyordu başarıya. "O zaman size karşı uyguladığım kaba kuvveti unutun. Sizin bacağınıza vurmak istemedim. Yani biraz vurmak istedim ama şimdi pişmanım. Çok pişman değilim ama pişmanım." Gözlerini kısarak devam etti. "Bende sizin saçma sapan önceki konuşmalarınızı unutuyorum. Eğer bir barış imzalanacaksa, benim kurallarım da olacak tamam mı?" "Off ne bu çar çar tamam her şey kabul. Yeter ki nefret edecek duruma getirme. Ben miyim patron, yoksa sen misin belli değil." diyerek yanından geçerek gitti. Melek şaşırmıştı. Aklında kötülük olduğunu düşünse de işe ihtiyacı var diye çaresiz kabul etti. Ya bu deveyi güdecekti. Yada bu diyardan gidecekti.
___________
Devamlılığı için yorum ve beğeni yapmayı lütfen unutmayın...
|
0% |