@kambersizyazar
|
Selam güzel bir bölümle karşınızdayım. Beğeni ve yorum yapmadan geçmeyin lütfen. ______ Melek ve Murat içlerini soğuyana kadar laf geveziliği yapmış. Mahir bey akıllarına gelince de, bir kaç saat susmak için kendilerini geri çekmişlerdi. Melek kapattığı telefona arkası dönük bir halde, birkaç küfür daha etti. Yüzünde ki kasvetli halden saniyeler içinde kurtulup, Mahir bey'in yanına geldi. "Bizi dört gözle bekliyor." diyerek baktığı yıllara meydan okumuş soğuk, siyah gözlerden tepki bekledi. Oysa ki Mahir bey, burnu havada oralı olmayan bakışlarla telefonu ile ilgileniyordu. İstediği tepkiyi alamayınca, yüzü al'dan mor'a mor'dan al'a dönerek, tepki almış gibi tebessüm edip, yürümeye başladı. Çıldırmaması içten bile değildi. Bu hayattaki bütün patronlar neden bu kadar düşüncesiz olmak zorundaydı. Gülümseyerek cevap verip işine devam etmek çok mu zordu? Hiyerarşinin bütün varoluşunu Murat sayesinde görmüştü zaten. Şimdi de biraz önce derdini dinleyen bu adam kendini bir halt sanıyordu. 'Yüksek mertebede olabilir ama ikimiz de aynı cinsten insanız. İkimiz de bir kadının karnından dünyaya gelmiştik ne bu havalar?' dedi içinden öfkeyle. Genç kızın gördüğü hiçbir patron çalışana karşı güleryüzlü konuşmuyor hep burun kıvırma, hep bir isteksizlik vardı hamurlarında. Arabaya suratı beş karış biçimde oturdu Melek. Bugün zaten koca bir bebek ile uğraş verecekti. Birde bu yaşlı adamı kafaya takmak gibi bir isteği yoktu. Dakikalar sonra hiçbir şey olmamış gibi seslendi Mahir bey. "İyi misin kızım?" Başını sesin geldiği yere çevirdi. Yine ilgisiz hali gitmiş umursayan bir ruh haline tekrardan bürünmüştü. Bütün patronların, dengesiz olduğuna artık tamamıyla inanıyordu. Evet bu evrendeki bütün patronlar, Melek'in nazarında artık dengesizdi. Ağladığı zaman üzülmüştü bu adam. Ama hemen ardından sorulan sorulara cevap dahi vermemişti. Şimdi de yetmezmiş gibi iyi olup olmadığını soruyordu. İyi değildi Melek hemde hiç iyi değildi. "Çok iyiyim." dedi iyi olmadığını söylemek mantıklı bir davranış olmayacaktı. Sonra soru sorduysa da duymamazlıktan geldi, ne de olsa Mahir bey'de böyle yapmıştı. Sessiz geçen kırk beş dakika boyunca dışarda ki yazın bittiğini haber veren havayı içine çekti dördüncü kez. Ne güzel bir gündü. Bu gecenin sonu da bu hava kadar güzel olacağını umdu, küçük bir an. Sonra nerde diyerek iç geçirdi içinden. Murat gibi bir patron varken iş hayatında, keyifli, rahat nefes aldığı bir gün geçirmesi olanaksızdı. Hele ki kovulmuş olması ağır bir vuruş ile karşı karşıya kalacağının da belirtisiydi. Nihayetinde holding'e gelmişlerdi. Otopark'a girmek için holdingin zemin katına doğru yol aldı şoför.
******
Murat, baş sekreteri arayıp, Mahir bey'in en iyi şekilde karşılanması için kısa bir bilgi verdikten sonra, odasında zaman öldürmek için oyun konsoluna kurulmuş savaş oyunu oynamaya başladı. Kendince savaştığı güçlü ama silahsız grubun adını Melek krallığı takmıştı. Savaşa hazır ama mühimmat olmayan bir krallıktı. Melek gibiydi boş konuşuyor ama elde tutulan bir şey yoktu. Boş buldukça savaş açıp, birkaç adamı öldürüp gevşiyordu. Yüzünde hayali krallığı bitirmeye az kaldığını gösteren gülümsemeyle kendini rahat koltuğa iyice ne yerleştirdi. Melek ile uğraşmak, farkında olmadan hoşuna gitmeye başlamıştı. Gerçek hayatta yetmemiş gibi oyun aleminde de Melek'e kafayı takmıştı. Bu krallığı bitirse diğer krallıklara da Melek ismini takacağını düşünerek kahkaha atarken, Fahri bey hararetli bir şekilde içeriye girdi. Tebrik etmek istiyordu. Mahir bey'i holding'e getirmek için fazlasıyla çaba harcadığını düşünüyordu. Tabii kapıyı açtığında gördüğü rahatlık karşısında yapacağı tebriği tamamıyla unutmuştu. Oğlunun bu rahatlığını birkaç dakika izledi. Bu kadar servete rağmen bu denli umursamaz bir evlada sahip olduğu için bir küfür sıraladı dişlerinin arasından. Hemen akabinde de fişi çekti oyunun. "Yuh anasını satayım... Benim savaşım bitmedi daha. Ne oldu bu aptal oyuna?" diyerek yaşadığı şoku dile getirdi. Nihayetinde Melek krallığını yok etmesine çok az kalmıştı. Şimdi yine sil baştan, hepsini kılıçtan geçirmesi lazımdı. Yayılarak oturduğu koltuktan sinirle kalkıp, sesli bir küfür daha sıraya koyacaktı ki... Babasının sinirden tek kaş haline gelmiş memnuniyetsiz yüzünü farketti. Kıvırcık saçlarını elleri arasına alıp, aynı hızla yerine oturdu. Aklında ki soruların olmamasına dua edip, babasının ayakta ki siluetine bakıp sinirle gülümsedi. "Gerçekten boş zamanım vardı. On dakika stres atayım kafam rahatlasın." Fahri bey elindeki fişi gösterip; "Oyununu yarısında kapattığım için kusura bakma haşmetli padişahım. Keyfini kaçırdım." "Bir daha yaparsan tez başını veririm cellat'a. " diyerek muzipçe gülümsedi Murat. "Baba gevşe biraz gerçekten zaman var boş durmayayım dedim." "Zevzeklik yapma Murat. " "Zevzeklik yapmak için geniş alanlar açma o zaman baba. Bana güven." diyerek masanın üstünde ne olur ne olmaz diye sekreterin üç gün önce yabancı ortaklara hazırladığı taslağı gösterdi. Tam olarak hazır olmasa da Mahir bey'i yanlarına çekmek için güzel bir sunum yapılabilirdi. Sonrada ilgisiz bir ifade ile konuştu; "Biliyorsun Mahir bey geliyor buraya." dediği gibi Fahri bey'den bakışlarını çekti. "Biliyorum sekreter söyledi. Büyük bir başarı olacak holding için. Ne olursa olsun yanımıza çekmemiz lazım. Seni tebrik etmek istesem de... Bu halini görünce, kendine çeki düzen ver demek daha mantıklı geliyor. Hiç kimse oyun konsoluna, kadınlara aşık bir patronla, ciddi iş konuşması yapmaz. " "Tam istediğim cümleye parmak bastın. Baba, benim görüşmem demek işi maf edeceğim anlamına geliyorsa senin için. Yani diğer şekilde söylemek gerekirse iş sarpa saracaksa. Salih ve sen toplantıyı pek ala yaparsınız." diyerek oturduğu yerden cevap bekledi. Haklı olduğunu düşünüyordu. Hoşlanmazdı, kasvetli gelirdi iş ile alakalı bütün konular ama istediği anda kimse eline su dökemezdi. Fahri bey, dosyalarda yazan ne ise onlara sadece göz atmıştı. Murat bunun içindeydi her şeyden bilgisi vardı ama ilgisi, mesleki aşkı yoktu. Holding için önem teşkil eden bu adamı, sırf sıkılıyor diye gönderemezdi. "Sen yap en iyi şekilde yapacağına inanıyorum." dedi inanmak istercesine. "Bana güvenmediğin halde işi bıraktığına göre bana inancın bitmemiş." Babası Mahir beyi kendi safına çekmek istiyorsa görüşmeyi büyük bir zevkle yapabilirdi. Fahri bey Murat'a olan sonsuz güveni zedeleniyor olsa da hiçbir zaman bitmiyordu. Tamam beceriksiz, kendini beğenmiş, iş ile alakası olmayan bir oğlu olduğunu biliyordu. Ama istediği şey için sonuna kadar savaş verdigini de her zaman görmüştü. Bu işi istemediğini biliyor olsa da, kendi için elinden geleni yapacaktı. Aklına gelen ilk fikri odanın soğuk duvarlarının duyacağı şekilde devreye soktu. "Bu işi hallet sonra çık tatile." "Ne bu okulda taktir al tatile gidelim gibi. Sen Salih ile anlaşma sağlayın herkesin içi rahat olsun." "Doğru söylüyorsun. Tabii Salih iş için şehir dışında olmasaydı ve ben şimdi başka görüşmeye yetişmek zorunda kalmasaydım, dediklerini büyük bir zevkle yerine getirirdim. Ama ortada ne Salih var ne ben. İş sana kaldı." Otoriter bir tavırla, cam ile çevrilmiş tarafa geçti. Murat'ın duydukları hiç hoşuna gitmemişti. Babası burda olsa sorun yoktu, o olmasa bile Salih'e bir kere söylerdi. Gerisi onları ilgilendirirdi. Şimdi işler tamamıyla boyut değiştirmişti. Bu işi ne olursa olsun halletmesi gerekiyordu. Bıkkın bir halde nefes verip, konuşmaya başladı. "Tamam ben hallederim o zaman. Olmazsa da Mahir bey'in zararı. İş olursa bir dileğim gerçekleşecek tamam mı?" "Kabul." Çok sık yapmadığı hatta hiç yapmadığı dosyalara bakarak Mahir bey ile görüşeceği işin olur taraflarına göz gezdirmeye başladı. Fahri bey, oğlunun ciddiyetle dosyalara baktığını görüp, sessizce odadan çıktı. Söylediği yalan anlaşılmaması için, baş sekretere yetki vererek, asansöre bindi. Bu yetkiye dayanarak Salih bugün ortalarda görünmeyecek ve Fahri bey'in gideceği işe aceleyle kendisi gidecekti. Fahri bey'de odasında oturup toplantı odasına taktığı kameradan Mahir bey ile yapılacak toplantıyı izleyecekti. Bu kadar önemli bir iş adamının neden fikrini hemen değiştirip, holdinge geldiğini sormak aklına gelmemişti. Yabancı ortakları kaybetmiş olabilirlerdi ama Mahir beyi kazanma ihtimalleri vardı. Murat da nüyük bir ışık gördüğüne emindi. Hem sekreter Melek niye etrafta yoktu. Oflayıp sinirle kimseye görünmeden odasına geçti. Pürüzleri bu iş bittikten sonra aklı selim bir şekilde düzene koyacaktı.
*******
"Efendim sizden bir konuda istirham edebilir miyim?" dedi Melek, asansöre ilerlerken, boş sandığı çırpınışları eşliğinde debeleniyordu. Mahir bey çatık gri kaşlarını onaylar biçimde indirip karşısında titreyen kıza dikkat kesildi. Normalde kimseyi dinleyen bir adam değildi. Ol derdi adamlarına olurdu. İlk defa kendisi halletmek istemişti. Kızına yaptığı hatayı, alakası olmasa da bu kıza yapmayacaktı. Yine de kolay yumuşak bir ifadeye bürünemiyordu. Melek ise naif olmayan bozuk ağzını korkudan değiştirmişti. Lügatına ait olmayan kelimeler dökülüyordu. "Efendim, iş konuşmak için geldik buraya. Yani sizin de anlayacağınız gibi." diyerek asansöre bindiler. Devamını getiremiyordu. Anlamıştır herhalde aşktan meşkten bahsetmenin yeri olmadığını diye düşünerek dördüncü kata gelmişlerdi. Yine de beynini didik didik yiyen küçük korkak nöronlarına söz geçiremiyordu. Murat Arsel'in kapısına gelmeye saniyeler vardı ki, hızlı bir hamleyle Mahir bey'e döndü. "Lütfen Murat bey ile ilişkimizi konuşmayın. Sizden çok ama çok rica ediyorum. Bizim aşk durumumuzun adı dahi geçmesin. Ne de olsa iş konuşmaya geldik başka konulara zaman yok. Siz çok saygılı bir iş adamısınız aşktan meşkten bahsederek isminize leke sürmezsiniz." diyerek beyninin bütün yağlarını eriten Melek, bu dipnot ile Mahir bey'i susacağını umuyordu. "Öyle diyorsan öyle olsun." Mahir bey başka tepki vermeden yoluna devam etti. Anlamamıştı bu kızı. Saatler önce aşkı için yalvaran kız değildi sanki. Susmasını istemesinin tek sebebi olmalıydı. Fakir ve muhtaç olduğu için ayrılma korkusu yaşıyor olmalıydı. Kimse bu iki aşığı ayırmaya gücü yetmeyecekti. Gerekirse gücünü ortaya koyacak ama bu aşkı kimsenin küçük görmesine müsade etmeyecekti. Nihayet kapının önüne geldiler. Kötü bir durumda patronunu bulmamak umuduyla kapıyı çaldı Melek. 'Bir kadın kucağında oturmasın. Oyun konsolunun başında kendinden geçercesine oyun oynamasın. Zor bir ihtimal de olsa iş yapıyor gibi gözüksün Allahım.' Aklına gelen bütün duaları okumuştu. Her şeyin iyi gitmesini istiyordu. Bu işi başarmaları demek Murat için dönüm noktası olacaktı. İlk defa tek başına, yani arkasında Fahri bey veya Salih olmadan bir işi hallettiğini gösterecekti. Umurunda olmasa da patronu yüzünden taşın altına elini koymuştu. Kapıyı tekrar çalıp, akabinde önce Mahir bey'i sonra da kendisi içeriye girdi ses gelmesini beklemedi. Zaten baya beklemiş oldukları için deyim yerindeyse direk içeriye daldılar. Murat elinde ki dosyayı masanın üstüne koyup, giydiği lacivert takım elbisenin ceketini düzelterek, ayağa kalktı. Mahir bey'in yanına geldi. Melek çabuk kabul olan duası için şükür etti. İş ile uğraşırken, patronunun ne kadar karizmatik olduğunu anlamamıştı. Takım elbise içinde ilk defa görüyordu. Hem hangi ara takım elbise giymişti. Sabah parka giden yaramaz çocuklar gibi giyinmişti. Adam gün geçtikçe, hatta saat aralığı arasında değişiyordu. Bu adam tembel, sorumsuz olmamalıydı. Bu adamın, elinde dosya, aklında iş haricinde başka bir düşünce barındırmayı yasaklanmalıydı. Kadınlara, aşık olmayı bekleyen ve öğreten bir erkek gibi de bakmamalıydı. Adam bildiğin saf kan karizma gibi dolaşması da tehlikeliydi. Düşündüğü kelimelerin içeriğine tükürüp. Göz göze gelmemek için bakışlarını çekti Murat'ın önünden. Yoksa kendine, düşüncelerine gem vuramamaktan korkuyordu. Tokalaştıktan ve küçük bir sohbetten sonra konuşacakları için toplantı odasına doğru gitmeye başladı iki güçlü adam. Melek de kafasında hizaya girmiş binlerce soruyla arkalarından yürüyordu. Koridora çıkmadan Mahir bey tebessümlü gözlerini, Murat Arsel'e döndürüp bir eliyle de Melek'i yanına getirerek konuşmaya başladı. "Siz önce barışın. Sonra toplantı yapalım." dediği gibi Melek'i bir anda Murat'ın yanına getirdi. Zaten çaresiz kaldığında güçsüz oluyordu Melek. Eliyle bir iki itmesi bile yeterli gelmişti. "Bence bizi umursamadan devam edelim." "Olur mu evladım. Bir saat önce yana yakıla sevdiğin adam için ağlıyordun." "Anlatmasak mı? Orada olan orada kalır. Utanıyorum." "Timsah gözyaşları olmasın o. Birde utanıyorum diyor senin yüzün kızarır mıydı?" dedi Murat mırıldanarak. "Seni çok seviyor bu kız." "Öyledir çok sever beni." "Konuyu kapatalım." diye Melek rica etse de Mahir bey barıştırmakta kararlıydı. "Sevdiği adam için bu denli çırpınan biri zor bulunur. Para için aşkını bırakacaksan iş konuşmaya gerek yok. Oradaki maf olmuş hali gözümün önünden gitmiyor." "Allah aşkına iş dışında konuşmak yasak mı olsa." "Ben onu parası olmadan da çok severim. Siz merak etmeyin Mahir bey. O benim tatlı kelebeğim." Öfkeyle birbirlerine bakıp hızla önlerine döndüler. "Ya canımsın, ben onun için tatlı bir kelebeğim o da benim için toraman." Murat kaşlarını çatıp bir şey söylemek istedi. Toraman diye sevgi sözcüğümü olurdu. Durumu bozmamak için karşısında bu sabaha kadar susmayan ve her zamanki gibi öylesine kovduğu sekreterine bakıp başını onaylar biçimde sallayarak Mahir bey'e döndü. "Gördüğünüz gibi onun çiçek gibi kalbinde büyüyen toramanım." Oynadıkları oyunu isteksiz bir şekilde sahneye koymaya başlamıştı.
*** Akşam yetiştirebilirsem 20. bölümü de yayınlayacağım yetiştiremezsem yarın yayınlarım. Yorum ve beğeni yapmayı lütfen unutmayın. ❤❤❤ Yeni bölümde görüşmek üzere....
|
0% |