@kambersizyazar
|
Yorum ve beğeni yapmayı lütfen unutmayın.❤❤❤❤ ________________ "Ya canımsın, ben onun için tatlı bir kelebeğim o da benim için toraman." Murat kaşlarını çatıp bir şey söylemek istedi. Toraman diye sevgi sözcüğümü olurdu. Durumu bozmamak için karşısında bu sabaha kadar susmayan ve her zamanki gibi öylesine kovduğu sekreterine bakıp başını onaylar biçimde sallayarak Mahir bey'e döndü. "Gördüğünüz gibi onun çiçek gibi kalbinde büyüyen toramanım." Oynadıkları oyunu isteksiz bir şekilde sahneye koymaya başlamıştı. Şimdi Mahir bey önden gidiyordu konuşmak istedikleri bir konu varsa rahat konuşsunlar diye. Aralarına uzaklık girdiği gibi avını bekleyen avcı gibi sessiz bir tonda bağırmaya başladı Melek; "Kelebek nedir ya, başka canlı mı yoktu? Hem ne bu samimiyet, ahtapot gibi sardığın elini çekermisiniz kolumdan? Yoksa eliniz artık size faydası olmayacak." diyerek Murat'ın elinin bileğinden tutarak döndürdü. Cimcikleyip kolundan attı. Murat kızaran eline gülerek bakarken, konuşup sinir etmeyide ihmal etmiyordu. "Haklısın aslında lama demeliydim. Bu hayatta yaşayan tek ruh ikizin, o familya ne de olsa. Konuşmasa bile geviş getiren. Konuştuğu, sinirlendiği zaman etrafı tükürük yağmuruna tabi tutan. Olmadık yerde olmadık hareketler yapan. Biricik aileni söylemek neden aklıma gelmedi ki." Kahkaha atıp devam edecekti ki, Mahir bey kahkaha attıklarını gördüğünde barıştıklarını anlayıp yanlarına gitti. "Aranız düzeldi mi gençler?" diyerek tek kaşı havada gülmeye başladı. Melek iyiden iyiye sinirlenmeye başlamıştı. Evlilik ve kavuşturma ortamına bağlamıştı bu adam, ve barış sağlamadan yaptığı sinir bozucu taktikleri bitmeyecekti. Bir de dünyanın tanınan iş adamları arasında olacaktı. Yuh yani bütün patronlara yuh. Zaten bela ve Melek kardeş gibi olmuştu. Mıknatıs gibi bütün dengesiz patronları üstüne çekiyordu. "Biz çok iyiyiz... Baksanıza Murat bey nasılda sevgi dolu bakıyor bana. Aramızı eskisi gibi düzelttiginiz için çok teşekkür ederim. Şimdi toplantı odasına geçelim mi? " dedi konuyu sonuçlandırmak istiyordu. Yoksa işkenceye daha fazla tahammül edemeye bilirdi. İnat edip ne Murat'ın boş üslubunu kaldıracaktı. Ne de sevgi kelebeği gibi etrafta mutsuz insanları barıştıran adamla karşı karşıya gelecekti. Mahir bey içi rahat bir şekilde toplantı odasına nihayet geçiş yapmıştı.
***
"Anlaşma yaptığım hiçbir şirket ile arama sed koymam. Bütün konuları en ince ayrıntısına kadar sorarım. Bu konuda anlaştık mı?" diyerek Mahir bey genç adama baktı. Murat, onaylar biçimde başını sallayınca, Mahir bey'de memnun olduğunu belli edercesine, devam etti konuşmasına. "Öncelikle neden ortaklarınız ile görüşmeyi sonlandırmalıyım? Sonraki konu, bana şirketiniz ne vadediyor? Çünkü eski ortaklarınız ile görüşmeyi bitirirsem sizinle devam etmekte isteyebilirim." dedi kurulduğu koltukta sorduğu soruların cevaplarını beklemeye başladı. Bu süre yirmi saniye kadardı. "Ben her şeye sil baştan başlamak adına öncelikle tekrardan hoşgeldiniz demek istiyorum." Cümlesini bitirdiği gibi oturduğu baş koltuktan kalkıp Mahir bey'in karşısında ki koltuğa oturdu. "Müsaadenizle, kendimi tanıtayım... Ben bu şirketin ikinci yetkili ismi Murat Arsel. Sizi gerek iş toplantılarında, gerek ekonomi haberlerinde, gerek gazetelerde isminizi, başarınızı bilen biri olarak, burada ki varlığınız bizim için şeref olduğunu bilmenizi isterim." Murat söylediği kelimelerden sonra Mahir bey'in bakışlarındaki hoşnut olan tavrı gördüğü gibi kaldığı yerden devam edecekti. Yani konuşmak için hamle yapmıştı ki, Melek ile göz göze geldiler. Murat ilk defa sinir bozucu sekreterinin gözlerinin rengine odaklanmıştı. Kızın gözleri etrafında gördüğü birçok renkle aynıydı. Ama bakışlarında bulunan sıcaklık, gözlerinde ki renkle buluştuğunda hiçbir yüz'de rastlamayacak türden bir hal alıyordu. Bu kız kahverengi gözleriyle bakıyordu ama baktığı yeri tarumar etmeden belli ki rahat etmiyordu. İlk defa bu kadar sıcak, anlamlı, etkileyici bir çift göz görmüştü. Hemde kahverengi gözlere anlamlı gören insan, ta kendisiydi. Başını öne eğerek yarım ağız bir tebessüm ile sohbete kaldığı yerden devam etti. "Bizimle çalışmakta olan ortaklar, irtibatı kesmeden, bizimle son bir kez toplantı yapmadan eksikleri düzeltmemiz için öneri sunmadan gittiler. Size gelmeleri sizin içinde tehlike arz ediyor olmalı. Zaten antlaşma onlar tarafından fes edildi. Biz antlaşma tarafına gitmeye çalışsakta, imzalar karşı taraftan sizinle görüşmek için randevu alındığı gibi bize danışmadan atıldı. Şimdi bu konuyu da size bırakıyorum. Ama siz onlarla devam ederseniz şimdiden sizin için toplantı benim için sohbeti bitirelim." demesiyle Mahir bey'den cevap beklemeden Melek'e döndü; "Sekreter hanım bize lütfen iki bol köpüklü kahve." diyerek tekrardan Mahir bey'e döndü. "Kahveyi çok sevdiğinizi duymuştum. O yüzden cüretimi mazur görün. Size sormadan kahve dedim. Eğer başka bir şey arzu ederseniz." Lafını tamamlamasını beklemeden eliyle Murat'ın omzuna dostane dokunup Mahir bey cevap verdi. "Evet kahve çok severim. Sohbetimize kahve ile devam ederiz. Melek hanım sade olsun lütfen." diyerek sohbetine kaldığı yerden devam etti. Melek başıyla onaylarken, olanlara anlam veremiyordu. İnsanı konuşması ile hayran bırakan kişinin kendi patronu olduğuna inanmak kolay değildi. Tanıdığı patronu şimdiye kadar çoktan arkasına bakmadan kaçıp gitmişti. Şimdi ya birisinin koynunda yada oyun konsolunun başında keyif çatıyor olmalıydı. Bu değişiklik hoşuna gitmiş olacak ki gülerek dışarı çıkıp elinde bulunan şirket telefonundan iki sade türk kahvesi istedi.
***
Geçen on beş dakika içinde, bol köpüklü kahveler gelmiş, keyifle içilirken... Bir yandan da ellerinde ki dosyalara göz gezdirmek ile meşgullerdi. "Taslağı inceledim... Yalnız aklıma takılan soruyu sormak istiyorum. Siz dünya'da ki kumaş pazarlamasının kalbi olacak niteliğinde çalışıyorsunuz. Tasarladığınız kıyafetler de dünya üzerinde kayda değecek yüksek verimli potansiyel var. Tek sorun benim ilgi alanım dışında bir iş kulvarı bu konu. Sebep öyle olunca istemeden de olsa şüphe yer ediniyor. Ve ben hiçbir işimde şüpheye mahal vererek başlamam." diyerek Mahir bey, kahvesinin telvesi kalana dek içti. Kozmetik, ev dekarosyonu, organik catering şirketleri ve ortak olduğu birçok şirketi vardı. Ama aralarında giyim ve kumaş ile ilgili bir iş alanı, bilgisi yoktu. Murat, adamın yüzündeki endişeyi anlamış olacak ki, yanında getirdiği dosyayı masaya koyarak okuması için eliyle buyur etti. Melek olan bitene film izliyor gibi bakıyordu. Bütün ayrıntıyı düşünmüştü kendisi ve baş sekreter. Bütün filmlerde olan bütün ana temalar işleniyordu burada. Yarım ağızla gülerken, Murat ile yine göz göze geldiler. Melek o anlarda tükürüğünü bile yutamayacak hale gelmişti. Gözlerini ilk kaçıran yine Murat olmuştu. Mahir bey büyük dikkatle sayfaları tek tek incelerken, Murat aklındaki fikirleri kafasını sayfalarda bırakan Mahir bey'e anlatıyordu. "Dünya'ya sizinle de açılmak istiyoruz. Uzun zamandır bu fikir aklımızda. Sizin adınız bizim kaliteli kumaş ile üretilmiş kıyafetlerimiz sayesinde iki tarafta büyük paralar kazanabilir. Siz bizim dünyaya açılan vücudumuz olacaksınız." diyerek aklındaki fikri açıklamıştı. Mahir bey yine de hoşnut değildi. İnanmadığı bir işin içine girmeyecek kadar tecrübeli bir adamdı. Ayağa kalkarak hiçbir şey demeden odada tur atmaya başladı. "Neden ben ve neden şimdi?" Murat'a baktı. "Nedenlerini bilmiyorum. Ama bizi yarı yolda bırakmak için çaba harcayan, Amerikalı ortaklarımızın farkında olmadan oluşturdukları destek ile diyelim. Olması gereken, karlı bir ortaklık olacağını söylemek de istiyorum tabii ki." Melek iyice ne sıkılmıştı. Demek patronlar da yaptığı işlerde bu kadar mız mız davranabiliyordu. Kabul etse sanki ne olacaktı. 'Eşek yükü kadar paraları var. Daha halen kaybetmekten ödleri patlıyor.' Kedi gibi sinmiş bir halde, gülmeye başladı. Murat ve Mahir bey önlerinde gözü kapalı gülen kıza bakarken. "Aklınıza gelip sizi bu kadar güldüren nedir?" demişti Mahir bey, kızını ne kadar özlediğini anlamıştı bu kız sayesinde. Her yerde gülen olmadık hareketler yapan bir kızı vardı. Yüzlerinin benzemesine gerek yoktu. Hal ve hareketleri tamamen benziyordu. Melek eliyle hayır dercesine salladı. Söylerse eğer Murat bey zaten kovardı. Birde Mahir bey'i kendinden nefret ettirmek istemedi. "Bu hafta Türkiye de kalacağım. İş görüşmesi yapmam gereken insanlar var. Hafta içinde bir kere daha görüşmek için randevu ayarlarsanız mutlu olurum Murat bey." diyerek son kez el sıkışıp. Kapıdan asansöre kadar yürümeye başladılar. Mahir bey nihayet gelen asansöre binerken Murat kapanan asansör kapısında Melek'e bakıyordu. İkisi birlikte toplantı odasına doğru yürümeye başladı. "Efendim size bir şey itiraf edebilir miyim ? Tabii kızmak yok." diyerek etrafta kimse varmı diye bakıyordu. Bir yandan da Murat'ın yüzüne bakmaya çalışıyordu. "Söyle. Ama kısa olsun, başım ağrıyor..." dediği anda, gözlerini devirip, heyecanla konuşmaya başladı Melek. "Tamam, on saniyede bitecek konuşmam. O kadar başarılıydınız ki, konuşurken gözlerimi ikinizden de alamadım. Sizin sekreteriniz olmaktan şimdiye kadar gurur duymasam da, mini minnacık iyi hissettim. Bu sayede ikramiye alma ihtimalim bile yükselebilir. Siz, Mahir bey ile konuştuğunuzda, kendi kendime kafamda kurup, düşünmedim desem yalan olur. İlk defa ciddi iş konuşması yaptınız ve ilk defa başarılı oldunuz. Hemde karşı cinsten de değildi. Kadın olsa niyetiniz kötü diyebilirdim. Uçan, kaçanı affetmediğiniz için... Ama Mahir bey kadın değil ve siz Mahir bey'e yürümediniz. Çok şükür, istediğiniz zaman patron olabileceğini kanıtladınız. Efendim kızmadan bir şey daha söyleyeyim, Mahir bey konuşmanın başında, aramıza sed koymam dedi ya... Adam tecrübeli, sed koymadı aranıza bildiğin Çin seddi dikti. Bütün patronlar illa her işin başında bu şekilde homurdanır mı? Ben olsam karşımda bu kadar ikna edici ortağı bırakmazdım." diyerek gülmeye başladı. Murat bu kıza bakarken, bir taraftan sinirleniyor, bir taraftan hayran gözlerle izliyordu. Bu kadar açık sözlü olması sinir etmişti. Ama hiç susmadan oynattığı dudaklarına bakmaktan kendini alıkoyamaz hale geldiği de, an itibariyle kanıtlanmış bir gerçekti. Başını sağa sola sallayarak, kafasında kurduğu düşünceleri bertaraf edip, konuşmaya başladı. "Destan yazmaktan başka bir işe yaramıyorsun. Kafam şişti lakin, car car konuşuyor olmana da kızmıyorum. Sadece konuşmak istediğin zaman yanında, bir adet ergen sözlüğü getir." dedi Murat, hınzırca gülümseyerek devam etti. "On saniye konuştun zannedip on dakika laf gevezeligi yaptın. Bu da yetmedi, iyi bir şey mi söyledin, yoksa kötü birşey mi geveledin, anlamadım? Yani övmüş gibi yapıp sözlerinle sövdün hissine kapıldım. Sözlük olsaydı, hemen bakardım ne dediğine. Seni anlamak çok zor..." "Sözlüğe gerek yok. Anlamamakta ısrar ediyorsanız bilemem. İlk defa sizi desteklediğimi söyledim. Tabii her zamanki gibi pişman oldum." "Senin anlaşılmayan düşüncelerini ele alırsam... Sakın patron olma, yok yok senin yeteneğini baz aldığıma göre, fazla açılmamak lazım. Doğru düzgün sekreter olabilecek dahi kapasite yok sende. Politik bile cevap vermiyorsun. Ne dediğin, ne yaptığın belli değil. Bu dünya'ya fesat sekreter olarak gelmişsin, fesat sekreter olarakta gideceksin." dediği anda Melek tek kaşını kaldırıp ; "Başarılı olduğunuzu söylüyorum. Bu kadar, beni küçültüp, söylediğim sözleri büyütmeyin. Hem siz başarılı olduğunuz müddetçe, ben ikramiye alabilirim. Mahir bey'in holding'e ayak basması için ne kadar çok çektim. Bu iyiliğimin karşılığını vermek gibi bir incelik yapacaksanız herha..." Melek daha sözünü tamamlamadan, Murat kahkaha atarak. "Ben seni işten kovdum...Yandı gülüm keten helvam. Sen ikramiye mi düşünüyorsun? Maaşını alırsan eğer iki rekat şükür namazı kılarsın." "Ne beni kovdunuz mu? Ne hakla, kim size bu yetkiyi verdi? Bugün ne kadar yoruldum biliyor musunuz? Beni Fahri bey kovabilir sadece. Hem sen kim oluyorsun ki benim maaşım ve ikramiyem hakkında atıp tutuyorsun? Ben olmasam Mahir bey buraya gelir mi sanıyordun? Dünyaca tanınan adamı getirdim, tamam toplantıya başlamadan sed koydu ama bu bile holding için lütuf." Burnu dik halde atar yaparken. Murat artık tanımaya başlamıştı sekreterini. Tanıdıkça parayı seven sekreterini sinir edecek konusuda artıyordu. Yanına bir iki adım yaklaşıp işaret parmağını gözüne sokacak gibi sallayarak konuşmaya başladı. Murat yaklaştıkça, Melek geri yürüyerek mümkün oldukça uzağa ilerliyordu. "Senin yüzünden kovulduk oradan. Hem sanki iş olmuş gibi davranmam ne kadar pasif bir davranış. Bana bak deli sekreter, gördüğüm en belalı çalışansın. Antika diye müzeye koymak lazım seni. Seni koydukları fanusun içine de patronların kanını emen sekreter diye yazı yazacaksın." Söylenen her söz Melek'in ellerini yumruk halinde sıkmasına daha fazla yer açarken. Bir yandan da karşısında, sekreter imha etmek için çaba gösteren patronuna gözü kayıyordu. Melek konuşmasa bile yüz mimikleri başına bela olurum der gibi bakıyordu. Sıkılı dişlerini hafifçe açıp. Antika kelimesini afiyetle yedirmek için konuşmaya nihayet başlamıştı. "Bana antika diyene bak. Sizde nesli tükenmekte olan Dugong'sun." Şimdi gülme sırası Melek'de sinir olma süresi Murat'ay dı. "O ne demek? Yine hangi eşya, hayvan veya bitkiyi bana benzettin." diyerek karşısında kahkaha atan Melek'in daha fazla üzerine yürümeye başladı. Bu kızın değişik kelimeleri her zaman kendisini alaşağı ediyordu. Bir buçuk aydır birlikte çalışmasına rağmen, bazen öldürmek istiyordu. Susması için para teklif etmek bile aklına gelmişti. Bazı zamanlarda da tatlı olduğu tartışmaya gerek olmayacak bir konuydu. Murat iki haftadır farkında olmasa da, geldiği günlerde sadece yarım saat geç kalıyordu. Ay'da bir kere bile işe gelmeyen adam, gelmediği son üç günü saymazsak, iş saatlerine alışmış gibi görünüyor ve bu olay holding de şehir efsanesi olmaya yetiyordu. Tabii şimdi panik suratıyla duvara yapışmak üzere olan sekreterini köşeye sıkıştırmış. Söylediği kelimenin sonuçlarını gösterecekti. Melek gözünü üstünden ayırmayan patronuna sinirle bakıp, kaçmak için arkasına döndü. Kafası duvara çarpacağı anda kolunu tutup yanına çekti Murat. Tek nefeslik mesafede hiçbir şey yapmadan sadece gözlerine bakmaya başlamışlardı. Şimdi birbirlerine hesap sormak için ne bekliyorlardı? İşaret parmağını Melek'in sinirden çatılmış kaşlarının ortasına değdirip kısa bir tebessüm etti. Kalbi düzensiz atmaya başlamıştı kızın. Son bir hamle ile tekrar kapıya doğru döndü. Hızlı ve panikle yürümeye başladı. Asansörün düğmesine basıp, beklerken. Murat'da ıslık çalarak yanına gelmişti. Bu adam tam dengesizdi. Şimdi hiçbir şey olmamış gibi ıslık çalıp telefonu ile oynaması da ne demek oluyordu? Melek içinden sayı sayarak yanındaki adamın varlığını unutmak istese de telefon tuşlarının sesi, çaldığı ıslığın sesi, yetmezmiş gibi kendi ritimli kalp sesini bile duyuyordu. Olacak veya olması gereken bu değildi. Asansör nihayet geldiğinde ilk önce Murat bindi sonra sinirle Melek bindi. Bindiği gibi de Murat tarafından omzundan tutulup dışarıya atıldı. Yüz ifadesi evden atılan kedi gibi masum ve çaresizdi. "İki kere izin verdim diye asansörü tapulu malın mı sandın? Hem iki kere rahat binmenin cezasını çekeceksin. Yangın merdiveninden bugün ve yarın gideceksin. İki gün boyunca normal merdivenleri kullanırsan maaşından keserim. Çalıştığın süre zarfında asansör sana yasak. Dediğin lafı unutmadım ben toramanım öyle mi?" diyerek kapanan asansörden gülerek umursamaz bir tavırla eliyle git der gibi hareket yaptı. Aşırı sinir olmuştu Melek. Her şey üst üste geliyordu. Ayaklarını süre süre merdivenlerden alt kata indi. İneceği tek kat olması sorun değildi. Sorun patronunun anlamsız asansöre ambargo koyma tavrıydı. Birde tapulu mal olarak görmesi yok mu? Bütün çalışanların ortak yararlanacağı bir araç olduğunu düşünemeyen bir patrona ne anlatabilirdi. Anlatsa ne kadarını anlayabilirdi. Denileni tabii ki yapacaktı. Maaşını almaya iki gün vardı. Blöf yapan biri değildi blöf yapıyor olsa bile parasını riske atamazdı. Direk sekreter odasına geçip birkaç evrak çıktısı hazırladı. Saat akşam sekiz olmuştu ve iki saat geç paydos ediyordu. Toplantı yüzünden ne kadar geç olduğunu da farketmemişti. İki saatlik mesai parasını düşünüp bir nebze de olsa sevindi. Kollarını esneterek birkaç gevşeme hareketi yaptıktan sonra bilgisayarını kapatıp etrafa küçük bir göz gezdirip boş olan odadan çıktı. Saat altı olunca yarım saat içinde kimseler kalmazdı. Sekreter odasında da düşündüğü gibi kimse kalmamıştı. Patronunun odasına her ihtimalle karşı bakmak için kapısını çaldı. Ses gelmeyince kimse içeride yoktur diye girerek. Yapılması gereken küçük işleri halledip oradan da çıktı. Nihayet oflaya puflaya uzun koridoru geçtikten sonra yangın merdivenine gelmişti. Akşam olduğu için kimseler de yoktu. Tam merdiven kapısını açıp demir basamaklardan inecekti. Odaların birinde yardım isteyen bir çığlık sesi kulak zarını parçalayıp, kalbini ok gibi deldi. Hiç düşünmedi beklemeyi bir insan bu denli çığlık atıyorsa ya şiddet görüyordur yada tecavüz ile karşı karşıyadır. Kendi katındaki ikinci odaya yaklaştıkça sesler koridorun her santimini aşıp beyninin bütün işlevlerine yer edindi. "Yardım edin Allah rızası için..." diyerek canhıraş haliyle çare arayan sese ulaşmıştı. Kapıyı hışımla açıp odanın içine girdi. Kimse haketmiyordu bu halde olmayı... Kimse böyle bir azabı görmemeliydi. Yalnız ve çaresiz halde şerefsiz bir adamın eline bırakılmıştı bir kadın ama artık yanlız değildi. ____ Beğeni ve yorum yapmadan sayfayı kapatmayın lütfen. Diğer bölümlere göre uzun bir bölüm yazdım. Kendinize iyi bakın.
|
0% |