Hadi başlayalım...
Zor geliyor olsa da yorum ve beğeni yaparsanız çok güzel olur.
_____________________
"Sibel kolonya nerede?" diyerek Melek beşinci kez sarstığı uyku aşığı arkadaşına yalvarıyordu. Bir yandan da kolonya varmı diye Selim'in odasına göz gezdiriyordu.
"Off Melek kolonya ile intihar mı edeceksin? Boşuna deneme, hastanede mideni yıkadıkları gibi geçiyor. Hem illa bir halt yiyeceksen git kendi evinde intihar et. Annem bacaklarımı kırar burda ölürsen." Cümlesi bittiği noktası konduğu gibi, Sibel yarı baygın gözlerini devirip yine yatağa gömüldü. Melek son birkez daha sarsmayı denedi.
"Merve, sinir krizi geçiriyor. Ne yapacağımı şaşırdım, kolonya'yı aramam için yardım et, acil... Her zaman böyle an'larla karşılaşmıyorum. Kendine zarar verecek, kalk şu yataktan Sibel..." dedi lafını tamamlayıp, yanından kalktı. Onu kaldırmaya çalışırken baya zaman harcamıştı. Bir an önce lanet olası kolonya'yı bulup Merve'ye yetiştirmesi lazımdı. Hızlıca misafir odasına geçip etrafta kolonya aramaya başladı. İki dakika içinde tedirgin bir ifadeyle Sibel de yanına gelmişti. Ne kadar uykuyu sevse de kayıtsız kalamayacağı bir durum vardı. Koridordan geçerken saat'e gözü ilişti. Uyku gözlerini o kadar halsiz yapmıştı ki, üç veya dört gibi görüyordu. Kaç olursa olsun bu saatler onun kıçında sineklerin uçuştuğu saatlerdi. Kısa bir aramanın ardından, kolonya'yı buzdolabının içine sıkıştırılmış halde bulmayı başarmışlardı. Sibel'in annesi Serpil hanım, menopoza girdikten sonra kolonya'yı yanından eksik etmiyordu. Mutlaka soğuk ve ferah olması için buzdolabında bekletiyordu. Konu Serpil hanım olunca bütün hal ve hareketler normal boyutlarda görünmek zorundaydı. Hızla Sibel'in, Merve ve Melek'e bu günlük tahsis ettiği misafir odasına koştular. Serpil hanım, Nimet bey, kardeşi Selim memleketleri Gaziantep'e düğüne gittikleri için evde yoklardı. Bugün ve yarın düğün sahibi olan akrabaların yanında kalacaklar, iki gün sonrada döneceklerdi. Ellerinde su ve kolonya ile odaya girdikleri gibi yerde iki büklüm olmuş Merve'yi gördüler. Giydiği eteğin altında bacakları titriyordu. Soğuk zeminde, bedenini un ufak etmiş, sessizce hıçkırarak ağlıyordu. Arada elleri arasına almış olduğu, başını kaldırıp nefes alıp yine küçücük hale getiriyordu. Melek, yavaşça kolonya'yı koklaması için eline döktü. Gözlerinden muson yağmurları gibi yaşlar akıyordu. Kızlar sildikçe yeni damlalar Merve'nin gözlerine yerleşiyordu. Sibel de artık dayanamayıp yanında ağlamaya başlamıştı. Birkaç cümleyle içinde ki nefreti kusmak istiyordu. Sibel titreyen dudaklarına aldırmadan Merve'nin boynuna sarıldı ve konuşmaya başladı.
"Şerefi olan hiç kimse, aciz, güçsüz, savunmasız bir kadına bunu yapmaz. Hiçbir kadına bunu yapmaz. Hangi kutsal kitapta, hangi din adamı bu yapılan şiddeti savunur? Onları da doğuran, büyüten bir kadın değil mi?" Sibel'in söylediği cümlelerle Merve'nin ağlaması daha da şiddetlendi. Melek gördüğü bu ortamın rehavetinden artık yeter demek istiyordu. O'da acı çekiyordu. Her adım attığında sırtına aldığı darbe daha da kanını emiyor nefes almakta dahi zorlanmasına sebep oluyordu. Ama hepsi buydu... Şimdi vücuduna aldığı acıyı söylese Merve'nin acısını takmıyor gibi gelirdi. Sadece yerde ağlayan kızlara bakıp acı içinde dişlerini sıkarak dayandığı duvarda onları izledi. Yarım saatin ardından Merve rahatlamış az da olsa ağlaması kesilmişti. Ağlamasını durduramayınca Serpil hanımın sakinleştirici hapını içirmişlerdi. Melek'in çekinmeden söylemeye çalıştıklarını, sulu gözlerle başı yerde dinliyordu.
"Şimdi zamanı değil ama... Biliyorum, kendini kötü hissetmene neden oluyor. Offf ya, valla susarsam delireceğim. Yarın ilk iş olarak polis karakoluna gidiyoruz. İhbar edeceğiz, cinsel istismar, fiziksel, duygusal ve psikolojik şiddet uyguladılar diyeceğiz. Görgü tanığın da benim zaten, bana şiddet uyguladıklarını gösteren elimde kapı gibi delil var." diyerek sırtını kastı. Merve başını kısa bir ara kaldırıp tekrar yere indirdi. Gücü o denli tükenmişti.
"Kimseye söylemek istemiyorum. Unutmak en iyi çözüm. Aynı hatayı tekrar yapamazlar zaten." diyerek zor olsa da yerden kalkıp Sibel'in yatağına uzandı. Merve'nin korktuğunu daha fazla canı yanacağını tahmin ediyordu. Ama yine de onların yaptığı yanına kalma konusu Melek için tartışılırdı.
"Ben bir araba dayağı üstüne sünger çekmek için yemedim. Ve sen bu duruma düşmeyi, hiçbir kadın gibi haketmedin. Sen SANA YAPILANI SİNEYE ÇEKERSEN başkasına da susar diye yaparlar." Melek sinirine engel olamamış ve yine aklında söylediği cümleyi diline dökmüştü. Sonra Sibel'in sus işareti yapmasıyla hatasını anlasada iş işten geçmişti. Merve yataktan kalkıp oturur pozisyon aldıktan sonra gücü olmasa da zar zor konuşmaya başladı.
"Karakola gitsek ne farkedecek? Bize inanırlar mı sanıyorsun? Hadi inandı diyelim... Polis yakalasa hakim, savcı serbest bırakacak. Görmüyor muyuz? Hapse girse bile..." Boğazını ıslatıp yutkundu.
"Sonra ne olacak? En fazla bir hafta demir parmaklıklar arkasında kalacaklar. O da en iyi ihtimal. Onlarda para var gerisi yalan. Holdingin haberi olursa ne olacağını düşünüyor musun? İki şık arasında gidip gelecekler. Holding ve çalışanlar... Bizi seçip o adamları bitirirlerse insanlıkları, holdingi seçip üç maymunu oynarlarsa maddi kazançlarının sekteye uğramayacak. Ben zaten istifa edeceğim, senin de işine son verirler. Ya patronların haberi olursa ne olur? Fahri bey'e söylersem, adamları işten kovar ama ikimize daha fazla bela açmalarına sebep olur. Salih bey'e gelince en fazla bir iki ay korur, sonra da unutulup gideriz. Murat bey'i hiç söylemiyorum bile sadece bize yapılanla dalga geçer. Küçük patronun tek bildiği insanlarla dalga geçmek. Esila hanım olsaydı. Tamamıyla kibirli olsa bile kesinlikle yanımda olacağını bilirdim. O çalışanını korur." diyerek gözünde akmakta olan yaşları yanına indirilen peçeteyle silerek devam etti.
"Ama biz unutmayı başarırsak her şey düzelir. Sadece korku, endişe, güvensizlik kalır. Başka bir şey kalmaz. Lütfen kimseye söz etme... En azından bir, iki hafta kimsenin haberi olmasın. Kendime geleyim, o zaman düşünmek istiyorum. Ne olursun..." Melek, başıyla onayladı sadece. Esila'nın kim olduğunu bile sormak aklına gelmedi. Dediği kelimenin sadece Murat olan tarafında aynı fikirdeydi. Gerçekten de yaşadıklarıyla dalga geçerdi. Diğerlerini gerçek olabileceğini duymak istemedi. Ne demek, korku, endişe, güvensizlik bu duygular boş bir hayatın başlangıcı olurdu. Her anlamda çökmüş kıza baktığında kendi kendine susmak adına söz verdi. Ama Merve'yi ikna edecekti. Sadece bir hafta alışma evresi için sessiz kalmanın en doğru davranış olduğunu düşündü. Sibel ile Melek yere serdikleri yer yatağında sarılarak yatarken Merve de gözlerini her kapattığında Kenan bey'in söyledikleri aklına geliyordu.
"Bakalım Suzan'ın övdüğü gibi var mısın?" diyerek ağzını tutup odaya götürmüştü. Sonrası zaten paramparça, düzensiz bir yapboz gibi gelişmişti.
Planlanan bir komploya maruz bırakılmıştı. Zaten oyalamak için Yaren ile Suzan yardım istemek bahanesiyle herkes çıkana kadar bilgisayar başında oyalamışlardı. Hepsini tek tek düşündü. Bir kadın başka bir kadına nasıl böyle bir intikam yolunu seçerdi. Ortada intikam alınacak bir durum yokken hiç mantıklı değildi. Aldığı nefesi düşünmekten vermeyi dahi unutuyordu.
"Biliyor musun?" diyerek daha halen acıyan sırtı yüzünden uyuyamayan Melek'e seslendi. Bugün yaşanılan acı, belli ki ikisini de uyutmayacaktı.
"Neyi biliyor muyum?" dedi Melek gözlerini uykusuzluktan kırpıştırarak.
"O adam... Kenan beni odaya sürükledikten sonra yere attı." diyerek derin bir nefes aldı. O anları sanki yaşıyordu tekrardan.
"Sonra da ayağı ile sağ elimi ezmeye başladı. O an da tek duyduğum cümle, bakalım Suzan'ın dediği kadar var mısın?" demesiyle çeşmenin önünde dolan bir sürahi gibi, göz yaşlarını yastığa akıttı.
"Hadi uyu sen bunları düşünme." demişti Melek, aslında daha fazla anlatıp üzülmesini istemedi. Kadın kadının düşmanı diye boşuna söylenmiyordu. Ne kadar acı çekse de yarın Merve için işe gitmeliydi. Sonrası kendi kafasında ölçüp, tartıp suallere dökecekti. Gözlerini kalan iki saat için uyumasına izin verdi. Melek, kurbanlık koyun gibi korkuyordu ama bazılarını korkutması da gerekiyordu.
***
"Bak demedi deme?" diyerek bira dolu bardağını bir dikişte içip pisti izlemeye devam etti Murat.
"Ben insan sarrafıyım birisini gördüm mü şıp bütün hayatını görürüm. Melek'i de gördüğüm de dedim bu kız çok canavar ruhlu öyle çıktı."
"Senin gözün kör gibi hiçbir halt gördüğünü görmedim. Ne desen yanlış çıkıyor."
"Bak demedi deme..."
"Oğlum yarım saattir demedi deme diyorsun. Valla şimdi bir şey diyeceğim. Anladık sarhoşsun, anladık kalbine, kolay çalışmayan aklına bir şeyler oluyor ama yeter. İçki içme daha. Sayende bebek bakıcısı oldum." diyerek önce Murat'ı sonrada barmen'e içki vermemesi için ikaz etti.
"Oğlum buradan içki siparişi alma."
Murat dudaklarını büzerek Hakan'ı ikna etmeye çalışıyordu. Bu hali diğer masalarda ki kızları cezbetsede Hakan için geçerli değildi. Kendini hamile sevgilisini terk etmiş ve sevgilisi tarafından ikna ediliyor gibi görüyordu. İçki gerçekten de bütün kötülüklerin anası olduğuna bir kez daha onayladı. İşaret parmağını baş parmağı içine alıp Murat'ın alnına doğru vurdu. Murat alnını bir iki kez eliyle okşayıp, kaşlarını çatarak önüne döndü.
"Şimdi sen ne yapmaya çalıştın? Alnımda izi kalırsa, seni burun deliklerine gömerim." İkiside bir dakika susup birbirlerine baktılar. Sonra da klübün içinde yankı yaparcasına gülmeye başladılar.
"Murat ne yapmayı düşünüyorsun?" diyerek gülmesine son veren ilk Hakan olmuştu.
"Hangi konuda?"
"Nasıl hangi konuda? Sekreter, çılgın, hoşlanma, Melek bunların hepsiyle cümle kur. Hangi konu da olduğunu anlarsın."
"Ne düşüneceğim o deliyi, başka derdim mi yok? Susmayan çenesini başıma dert edeyim. Gözleri güzel ama diğerleri bütün kızlarda var. Mesela para çok seviyor sonra şiddet yanlısı... Dudakları, söylediği argo sözlere rağmen fazla şekilli. Gururu yok, kapıdan kovuyorum bacadan giriyor. Fahri bey ve değerli patron yalakası Salih'in gözüne girmek için beni harcıyor. O yalakaya aşık olduğunu bile düşünüyorum. Konuşması bile insanı içine çekmiyor. O cadı ne zaman ağzını açsa bende kovma hissi uyanıyor. İşten kendi isteğiyle çıksın diye, zamanında yapmadığım kalmadı umurunda değil. Böyle bir şirkete böyle bir sekreter asrın hatası olduğunu da düşünüyorum." dedi Hakan'ın saçlarını muzipçe dokunarak devam etti.
"Birçok davranışı erkek gibi, insan kadın diye koluna takmaz. Keza taktı diyelim yerin dibine sokar o kız seni. Şimdi ben bu kız için ne düşüneceğim?" diyerek kendini haklı çıkarmak için uğraş veriyordu.
"Daha ne düşüneceksin? Kızın, karakter sicilini önüme döktün. Demek bu kadar gözüne batıyor. İyi, şimdilik bu da güzelmiş kardeşim."
"Oğlum iki dakika benim tarafım da dur. Biz sana kardeş diyelim. Sen yeme, içme başım belaya girsin diye dua et. Valla gerçek kardeş olsan sevilmezsin..." Hakan gülüp geçiyordu dostunun söylediklerine. Farkında değildi aptal arkadaşı, inkar etmeye başladığına göre ilk kademeyi yürürlüğe koymuştu. Güldü sadece boş boş güldü... Hakan'ın çalan telefonu ve telefonun diğer ucunda konuşan insanın Hakan'a ihtiyaç duymasıyla gitmek zorunda kalmıştı.
Murat dostunun gitmesiyle oturduğu sandalyeden hafif bir baş dönmesiyle kalkıp, birkaç dakika olduğu yerde gözlerini kırpıştırdı. Derin nefes almaya çalışıyordu ama umutsuz bir vaka olarak klübün ortasında kalmıştı. İçki içen biri olmasına rağmen her defasında içkinin dozunu kaçırınca baş dönmesi ile uğraşmak zorunda kalıyordu. Koluna giren kişiyi bile farketmemişti. Hatta sabahı tanımadığı bir kadının yatağında geçirmek bu sabah görmek isteyeceği en son şeydi.
***
Melek alarmın çalması üzerine telefonu eline alarak iptal düğmesine basıp yastığının üstüne attı. Saat yedi buçuk olmuştu ve banyo yapması lazımdı. Kan kokuyordu kendi kanı fazla akmamıştı ama Merve'yi getirene kadar kan üstüne sinmişti. Sibel'in pijamaları bile bu kokuyu alt edememişti. Sibel horlayarak, Merve ise ilacın etkisiyle ölü gibi sanki nefes almadan uyuyordu. Tebessüm edip odadan çıktı. Banyonun önüne geldiğinde elbiselerinin dünkü hali aklına geldi. Banyodan çıktıktan sonra bir şekilde başka kıyafetler ayarlayacaktı. Duş kabinine girip köşede duran tabureye oturdu. Mavi kovaya önce sıcak suyu sonra ılıklaştırmak için soğuk suyu açtı. Yavaşça vücuduna ılık suyu banyo tası ile dökmeye, duş aparatının üstüne koyulmuş lif'i alarak kalıp sabunla ovalamaya başladı. Elindeki lif köpürünce canı yansa da vücuduna bastırarak ovuyordu. İstediği gün boyunca çekeceği bütün acıyı küçücük yerde çekmekti.
İstediği olmuştu canı olmadığı kadar yanmıştı. Acı içinde titreyerek duşakabinden çıktı. Sibel'in pembe kelebekli bornozunu üstüne geçirip, bugulanmış aynayı eliyle silerek bitkin yüzüne baktı. İyi görünmüyordu yine de haline gülümsedi. Tekrar odaya geçtiğinde Merve de, Sibel de bıraktığı gibi duruyordu. Dolaptan aldığı, kot pantolon ve gömleği üstüne geçirdi. Küçücük odada kalem aramaya başladı. Yatağın yanında ki küçük çekmecenin üstünde post_it ile yanındaki kalemi alıp yazmaya başladı.
"Merve merak etme, dün seni görmedim. Bir hafta ne olursa olsun sessiz kalıp, senin kendini hazır hissetmeni bekleyeceğim. Kendine iyi bak. Lütfen kendini üzme. Bir yol bulacağım. İşten çıkmayı aklından geçirme. Sen değil onlar çıkacaklar." diyerek yatağın başına yapıştırdı. Yeni bir not yazmak için kalemi tekrar eline aldı.
"Sibel kıyafetlerini ödünç aldım. Bu yüzden sakın arkamdan atıp, tutma. Ben eve gelene kadar Merve sana emanet. Hadi sulu sulu öptüm." diyerek Sibel'in boşta kalan eline gülerek yapıştırdı.
Saat daha geç olmasın diye oyalanmadan hızla evin kapısını kapatıp aynı hızda iki sokak üstte evine koşuyordu. Temposu hiç bitmeden çantasında bulunan anahtarı çıkartıp nefes nefese içeriye girdi. Hayri bey mutfakta büyük bir keyifle çayını içerken Melek'i gördüğü gibi bütün yüz kaslarını tebessüm ettirerek kızına baktı. Tam konuşmak için ağzını açmıştı ki Melek ondan önce davrandı.
"Baba işe geç kaldım. Kıyafetimi giyip hemen gitmem lazım." diyerek elini ağzına götürüp öpücük attı. Babasının hareketini beklemeden, odasına koşarak kapısını kapattı. Dolapta uygun kıyafet ararken sırtındaki acıyı daha çok hissediyordu. Yine de çektiği acıyı beynini odaklarsa evden çıkması daha zor olabilirdi. Hatta evden çıkarsa en yakın hastanenin acil bölümünde yatıyor olurdu. Beynine, aldığı acının yüzde ellisini hissetmesi için komut vererek krem rengi gömleğin altına siyah kalem eteğini giyip odadan çıktı. Babasına veda etmek için mutfağa yöneldi. Mutfak evyesinin önünde ağzında kürtçe türküyle, bulaşıkları yıkıyordu Babası. Askerliğini, kendi memleketi Konya Akören'de yapmıştı. Askerlikte, devrem dediği Güney doğulu çakı gibi delikanlı iken, düşmanca şehit edilmiş Sefer arkadaşından öğrendiği kürtçe şarkıyı yıllardır söylüyordu. Az da olsa bir şeyler anlıyordu söylediği türküden. Şimdi bildiği iki kürtçe türküden birini içi yana yana okuyordu.
Ev çi derdeki be dermane seremin.
(Bu ne dermansız derttir başımda.)
Tû zalimi tû bê bexti yaramin
(Sen zalimsin , sen bahtsızsın yarim.)
Be te zore we dünyaye halemin, tû ji dilêmin dernakevi yaramin...
(Sensiz bu dünyada halim zor sen yüreğimden çıkmayacaksın yarim.)
Melek sonuna kadar dinlemek isterdi. Severdi, Anadolunun kendini has türkülerini. Ama holding diye bir gerçek onu bekliyordu. Babasının yanağını öpüp, yolcu etmesine izin vermeden evden çıktı. Nihayetinde otobüse binmiş kırk beş dakika içinde de holdinge yetişmişti. Dokuza on vardı. Bir buçuk ay içinde, ilk defa erken gelmişti. Hızla asansöre doğru koştu. Ne de olsa Murat bey bu saatte gelmezdi. Onu yedi yirmi dört takip edecek durumu da yoktu. Gelen asansöre tam adım atıyordu, güvenlik şefi Halil bey, koşarak mahcup ifadeyle kıza baktı.
"Melek hanım, patronun talimatı var. Yangın merdiven kapısından sizin girişiniz yapılacak." Hiç kafa yormuyordu Melek, gözlerini devirip, ses çıkarmadan içinden, aklına gelen bütün küfürleri ederek yangın merdivenine gitti. Sırtı bugün aldığı tempoya ayak uyduramayacak kadar güçsüzdü. Merdivenden çıkmak başlı başına eziyet haline gelmişti. Merdivenin trabzanına tüm gücüyle destek alıp nihayetinde koridorun içine girmişti. Nefes nefese sekreter odasına doğru ilerledi. İkinci odanın kapısı açıktı. Dünden kalan hiçbir kırık, dökük yoktu etrafta. Demek ki düzenlemişlerdi, hayat onlar için devam ediyordu. Ağlamak gibi bir hataya düşmesin diye, burnunu çekip sekreter odasına geçti. Masasına yavaşça oturup bilgisayarı açtıktan sonra. Şımarık patronunun odasını temizlemek için sandalyeden kalktı. Kapıyı çaldı ses gelmeyince içeriye girerek, tam kapıyı kapayacaktı, kulağına dolan beyninin bütün nöronlarını bitiren ses ile odadan çıktı.
"Kenan bey merak etmeyin. Bu yaptığın iyiliği ödemez olur muyum? Sizin sayenizde önümüz açıldı. O kız artık bu iş yerine adım atamaz. Diğeri de piyango oldu alan genişledi.. İkisinden de ömür boyu kurtulduk."
Ve akabinde şuh bir kahkaha ile sohbeti sonuçlandırdı...
_____
Yorum ve beğeni yapmayı unutmayın. Yeni bölümde görüşmek üzere.