Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim

@kambersizyazar

Yorum ve beğeni yaparak destek olmandan mutluluk duyarım.

________

Sonra da kulağına dolan beyninin bütün nöronlarını bitiren ses ile odadan çıktı.

"Kenan bey merak etmeyin. Bu yaptığın iyiliği ödemez olur muyum? O kız artık bu iş yerine adım atamaz. Diğeri de piyango oldu önümüz açıldı. İkisinden de sayenizde ömür boyu kurtulduk." Ve akabinde şuh kahkaha atarak sohbeti sonuçlandırdı. Melek'in eli ayağı boşalmıştı. Bu insanların biraz bile üzülerek, yaptığı ucuz ama ağır hata yüzünden pişman olur diye düşünüyordu. O zaman bir ihtimal affetmesi olağan olabilirdi. Melek nefret edemeyecek kadar bitkin, çaresiz olduğu yerde kaldı. Bir ihtimal sadece lanet olası bir ihtimal olarak düşündüğü yalanla karşı karşıya kalmak ne demek, şimdi daha iyi anlayabiliyordu. Görünürde kimseler yoktu. Asansör tarafına doğru ilerlemeye başlamıştı ki, bir an da Suzan'ı karşısında gördü. Elindeki telefondan heyecanla mesaj atmaya uğraşıyordu. Demek ki, rica ve minnetini göstermek için çene yapan bu kızdı. Hışımla elindeki telefonu aldığı gibi, yazdığı mesaja baktı.

[ Kızlar dünkü plan on numara işlemiş. Merve artı Melek cadısı tarihin tozlu sayfalarına isimlerini kazıdılar. :) :) ] diyerek iyi bir davranış biçimi gibi, son paragrafta gülücük koyarak sonuçlandırmıştı. Melek tek kaşını kaldırıp derin bir nefes alarak, yanında duran, korkudan küçük dilini yutmuş Suzan'a telefonu verdi.

"Şimdi, ben sana ve senin kumaşından olan arkadaşlarına ne yapayım? Öldürüp, gömsem içim acımaz... Sizin mideniz nasıl aldı, günahsız bir insanın hayatını mahfettiniz?" dedi adım, adım yaklaşarak konuşmaya devam etti.

"Siz bela aradınız öyle mi? Zevkle belanızı bulacaksınız." demesiyle Suzan'ın saçlarına asılıp, asansöre doğru sürüklemesi bir oldu. Kız korkudan karşılık vermemesi, Melek'in işini fazlasıyla kolay hale getirmişti. Gelen asansöre ilk kızı attı. Sonra da üstüne çeki düzen vererek kendisi içeriye girdi. Asansör kapandığı gibi kızın saçlarını tekrardan tutarak, yüz hizasına getirdi. Okkalı bir tokat attı. Kız çığlık atarken bile yalvarıyordu. Kızı yere düşürüp, üstüne çıkarak yüzüne seri bir şekilde tokat atmaya devam etti. Elleriyle o kadar hızla vuruyordu ki sanki o anı tekrar, tekrar yaşıyormuş gibi hissetti.

Sırtına giren ağrıyla afallayıp, elini çelik tabana koyarak güç almaya başladı. Göbeğine yattığı kızın acı içinde çığlıkları bile kendi üzerinde baskı yapan acıyı hafifletmiyordu. Nihayetinde giriş kata gelmiş ve kapı açılmaya başlamıştı. Dişlerini sıkarak son bir çabayla kalkmaya çalışsa da pek başarılı değildi. Elini tabandan çekip kızın çenesini tuttuğu gibi açılan kapının diğer ucundan ses geldi.

"Sen nasıl asansöre binersin?" Melek acı içinde kafasını açılan kapıya çevirmeden kimin konuştuğunu anlamıştı. Zaten anlamasa da onu kaldıran güvenlik görevlileri sayesinde gerçek ile yüzyüze gelme şerefine nail olmuştu. Patronunun sorduğu veya sorması gereken soru bu olmamalıydı. Murat'ın yanında şaşkınlıktan baka kalan Salih, Murat'ın gördüğü manzaraya değil de başka nedene şaşırması ve gözünde büyüyen Melek gibi bir kızın bu halde olması, cansız bir ruh gibi odaklanmasına sebep olmuştu. Salih yerde acı içinde bayılmış kadını hastaneye götürmesi için güvenliğe talimat vererek çatılmış kaşlarını Melek'e çevirdi.

"Bir açıklama istiyorum. Derhal! Bu konuyu konuşmak için odamda bekliyor olacağım." diyerek yanlarından uzaklaşırken, Murat, Salih'in önüne geçerek konuşmaya başladı.

"Pardon ama kimin sekreterinden açıklama istiyorsun? Bu holding de hesap vereceği tek insan, benim... Sen bu konudan fazlasıyla uzaksın. O yüzden gördüklerini kendi kafanda bitir." diyerek Melek'e döndüğü gibi konuşmasına devam etti.

"Gördüğüm manzara karşısında nutkum tutuldu. Sen ne hakla iznimi almadan asansöre bindin? Bu yaptığın hatanın hesabını vereceksin. Şimdi tıpış, tıpış çıkışa gidiyorsun. Arka tarafta ki yangın merdivenine çıkarak odamda oluyorsun." diyerek Melek'in omzundan tutup kapıya gönderdi. İyi bir şey başarmış gibi, Melek uzaklaşırken asansöre bindi. Toplanan insanların ve Salih'in gözünde, dayaktan çok Murat Arsel'in davranışları anormal duruyordu. Melek başı yerde kapıdan çıkarak arka tarafa doğru ilerlemeye başladı. Hıncını alamadığı için de kendini kaybetmiş gibi küfür ediyordu.

Yangın merdivenlerinden sırtındaki ağrı dolayısıyla yavaş yavaş çıkıp kendi katında ki kapıdan içeriye girdi.

Murat Arsel'in odasına doğru yürürken başından terler akıyordu. Keşke dövmek için bugünü es geçseydi, diye aklından geçirerek, canı yana, yana tebessüm etti. Patronun kapısına gelerek kapıyı iki kere tıklayıp beklemeye başladı. Aklında uygun gelen bir bahane planı dahi yoktu. Doğaçlama mevzuya giriş yapmak en başarılı olduğu kısımdı.

"İçeriye gel." Sesi duyduğu gibi derin bir nefes alarak içeriye girdi. Murat koltuğa kurulmuş halde nedensiz yere Suzan'ı neden dövdüğünü düşünüyordu. Bu kızın şiddet eğilimi vardı ama bu denli bir şiddete kesin bir tavırla karşı olduğunu biliyordu. Hali, tavrı diğer günlere göre çok yabancı olması da tuz biber olmuştu. Bir şey olduğu belliydi. Birkaç dakikanın ardından ayağa kalkıp Melek'in önüne geçerek, kendisinden beklenmeyen sakin bir üslubla konuşmaya başladı.

"Şimdi, neden o kıza vurdun bayan şiddet? Ağzından çıkan cümleler yetmediği için mi yoksa?" Melek yutkunarak bir iki adım kendini geri çekti.

"Önemli bir mevzu değil efendim... Sadece bana aptal dedi. Aramızda halletmemiz gereken bir konuyu dışarıya yansıttığımız için kusura bakmayın." diyerek başını eğdi. Söylemek istiyordu, söylediği saçma bahaneden çok, gerçeği... Bir insanın hayatını mafetmek için plan kuran insanların huzur dolu davranışlarını tahammül edemiyordu. Lakin Merve'ye söz vermişti, anlatmaya kalkarsa kötü sonuçlar doğura bilirdi. Hatta Merve'nin hayatı, içinden çıkılmaz hale gelebilir diye susmayı tercih etti. Hem söylese ne değişecekti. Yardım etmek yerine insanların ağzına sakız edebilecek potansiyele sahip bir patronu vardı karşısında. Kimsenin haberi olmasa daha iyi olurdu.

"Böyle bir durum yüzünden, haklı yere, beni kovmak gibi bir düşünceniz varsa? Kırk sekiz günlük tazminatımı bugün almak istiyorum, efendim..." diyerek ellerini sıkmaya başlamıştı. Bu kadar küçük düşürülebileceğini hiç tahmin etmemişti. İçinden, dün yaşanılan bütün olaylara küfür savurdu. İzin istemeden, arkasına dönerek çıktı. Arkasında, sekreterinin deli, şiddet eğilimli,gizemli biri olduğunu düşünen bir patron bırakmıştı. AMurat fazlasıyla şaşırmıştı aslında, asansör de gördüğü manzara karşısında. Ne denilebilir di o anda, ölçüp, tartmadan. Kimse sekreterinin üzerine gitmesin diye, yangın merdivenini bahane ederek insanların kafasını karıştırmak istemişti. İstediği olmuştu. Yerde kendinden geçercesine yatmış kızı düşünmek yerine yangın merdiveninden gelmeyen sekretere dert yanması, anormal gelmişti bir çoğuna. Tabii bir kaçına gizemli davranış olarak algılamış olmasına neden olduğunun farkında değildi. Melek sekreter odasına geçerek masaya serdiği dosyaları toparlamaya başladı. Etrafta ona bakmakta olan diğer kızları ilk birkaç dakika farketmemişti. İncelemeden şeffaf dosyaya koyduğu kağıtları masanın kenarına bırakırken, ilk gördüğü, suçlamadan, objektif bakan Hacer di... Tebessüm ederek bakıyordu. Hacer, Melek'in boş yere dayak atmadığına emindi. Mutlaka Suzan bir hareket yapmıştı. Şiddete karşı olsa da, bu durumda Melek'e daha çok üzülmüştü.

Elinde ki son dosyayı, diğer dosyaların yanına yerleştirirken küçük görürcesine bakan diğer kızları farketti. Kendine sahip çıkması gerekiyordu. Şimdi onlarında hakkından burada gelse, sonuç karakol olabilirdi. Gözlerini devirerek, tahminen bugün son defa oturacağı sandalyeye kuruldu. Bilgisayardan iş aramak için birkaç yere mesaj yollamaya başladı. Bu işlemi beş şirketin mesaj kutusuna göndererek sonlandırdı. Alayla bakan Ayşe ve Yaren'e göz kırparak önüne döndü. Melek'in yaptığı davranış ikisini de sinir etmişti. Gerçeği bilip, bilmediğini düşünmekten konuşamayan kızlar Suzan'a yapılanın aynısı olacak diye tedirgin ama belli etmemek için alaylı bakışlarla Melek'i inceliyorlardı.

"Neden bana bakıyorsunuz hanımlar?" diyerek Melek ayağa kalktı. Seri adımlarla Yaren'in masasına doğru eğildi. İkisi de aynı yerde olması tedirgin olduklarını kanıtlayan nedenlerden bir tanesiydi. Bu Melek'in işine geliyordu. Onları dediğine inandırmak daha kolay hale gelmişti.

"En yakın arkadaşınızı dövdüğüm için bana düşman olmadınız değil mi? Bana yanlış yaptığı için dövdüm. Neden dövmek zorunda kaldığımı düşünüyorsanız? Söyleyeyim... Salak arkadaşlarına benim hakkımda mesaj atmış. Ben görünce hemen sildi. Kime attığını görmediğim için arkadaşları şanslı. Ama Suzan için bunu söylemek saçma olur. " diyerek mahcup bir edayla gülümsedi. Arkasında onları izleyen Hacer ne olduğunu, neden böyle davrandığını çözemediği halde müdahale etmiyordu. Başkası olsa bu davranış karşısında kaba bir tabirle uyarıda bulunabilirdi. Ama şimdi sadece izlemek yeterli gibi gelmiş olacak ki, birkaç dosya ile sekreter odasından çıkmıştı. Yanyana yapışmış ikizler gibi, titreyen kızlardan, ilk Yaren konuşmaya başladı.

"Biz, biz, sana küs değiliz... Gerçekten yanlış anlama bizi. İyi yapmışsın dövmekle." diyerek duvara yapışmış halde Melek'e bakıyordu

"İyi o zaman yanlış anlaşılma yoksa sevindim." Tekrardan göz kırpıp odadan dışarıya çıkarak, lavaboya doğru yavaş adımlarla gitti. Etrafı üstün körü gözetleyip, telefondan Sibel'i aradı. İlk çalmada açılan telefonuna, cevap vermeden, son bir defa kapıda gelen biri varmı diye bakarak cevap vermeye başladı.

"Alo Sibel nasılsın canım?" dedi lavabonun önündeki aynada yüzünü inceleme başladı. Yediği tokat'ın izi kalmamış demek istese de dikkatlice bakıldığında az da olsa belli oluyordu.

"Ben iyi değilim. Ama Merve düne göre çok iyi." demesiyle sustu Sibel. Rolleri değişmiş olduklarını düşünüyordu.

"Ne oldu? Sorun mu var?"

"Ne mi oldu ? Düğün iptal edilmiş. Bizimkiler birgün önce geldi. En önemli mevzuya geliyorum. Merve küçük çaplı sinir krizi geçirirken bil bakalım kim bana yardımcı oldu? Dur tahmin etmeden ben söyleyeyim, Annem! Duydun mu annem... Şimdi Merve'nın yanına uzanmış, sakinleştirmeye çalışıyor." diyerek tekrardan sustu.

"Annen bizi çiğ çiğ yiyecek. Son olarak Merve, şimdi nasıl? Daha halen aldığı darbeler açıyor mu?"

"İyi canım merak etme. Aldığı darbelerden çok, yaşadığı travma etkilemiş onu. Annem doktor edasıyla bu tanıyı koydu. Annem konusunda haklısın, yarım saat bana vaaz verdi. Akşam gelince sana da sela verecekmiş. Hadi akşam gelince görüşürüz. Bakkaldan bir şeyler alacağım, çok işim var." Telefonu kapattığı gibi elini yüzünü yıkayarak dışarı çıktı. Sekreter odasına geçip, sandalyeye oturacağı anda Yaren kısık bir tonda Melek'e seslendi.

"Melek tatlım, Fahri bey seni odasında bekliyor." Yaptığı yapmacık tavırlarıyla gülümsemekte olan kıza baktı. Melek bu kızın da üzerine atlayarak, arkadaşını gönderdiği yere göndermek istedi. Lakin alan'ı boş bulmasınlar diye kendine sahip çıkarak sessiz bir şekilde başını kaldırıp dışarıya çıktı. Asansör yasak olmasının yanı sıra normal merdivenleri kullanmak da yasaktı. Yavaş hareketlerle yangın merdivenine doğru ilerlemeye başladı.

'Ne diye asansör yasağını kabul ettim ki.'

 

***

 

"Murat sen ne saçmalıyorsun? Onu işten çıkartma demek nedir? O kız ne hakla herkesin önünde çalışanlardan birisini döver?" diyerek odada volta atan Fahri bey'in kulağına bir buçuk saat önce yapılan şiddet söylenmiş ve acil şekilde kovulmasında karar kılınmıştı. Murat, babasının bulduğu çözüme son anda fikrini değiştirmesi için son bir gayretle dil döküyordu. Belki Murat ne olduğunu bilseydi daha fazla yardımcı olabilirdi. Ama saklı kutu gibi, sessizlik içinde şiddet uygulamayı seven bir sekreterin ağzından laf almak... Tahmin ettiğinden daha zordu. Bir sebebi olduğunu düşünüyordu. Melek yürüyen bela olduğu halde fiziksel şiddet kolay kolay uygulamazdı. Düşman başına diye, beddua edeceği, şiddetli ağrı yapan bir çenesi vardı sekreterinin. Fiziken şiddet uygulaması için, hele ki bir kadına şiddet uygulaması için büyük bir neden olmalıydı. Zaten ruh hali de iyi durmuyordu. Sanki büyük bir olayın altından kalkmaya çalışsada altında kalmış gibi duruyordu. Kafasında kurduğu sorularla baş başa kalmak, çok zordu. İlk defa birisi için kendini çaresiz hissediyordu. Melek'in yaptığı tartışmasız yanlış olsa da mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Kovulmaması için elinden geleni yapacaktı. Yapmalıydı bu sayede bu kızı yanında tutup cenesini büyük bir zevkle dinleye bilecekti. Bir çare düşünmesi gerekiyordu.

Çare.

Çare.

Çare.

Bir çare düşünmesi ve bu konuyu anlamak için zaman kazanması gerekiyordu.

"Baba iyi düşündün mü? Melek hanımı gerçekten kovacak mısın?" diyerek tedirgin bir şekilde, cevabını bildiği soruyu sormuştu. Fahri bey başını, öne doğru sallayarak, kovacağını söylediği gibi Murat;

"İyi nasıl istersen... Onun sayesinde iş yerine adım attığımı söylediğim halde, kovmak istiyorsan... Sen bilirsin. Bana iyi gelen birisini bu kadar kolay asıp kesemezsin." dedi ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Bir çözüm bulmalı ve kökünden bu saçmalığa son vermeliydi. Kapının kulpunu tutarak hızla açtığın da Melek ile karşı karşıya gelmişti. Murat, bu deli kızın gözlerine bakmadan dayanabilecegi ihtimaline bile sinir olmuştu. Yine de sessizce konuşmadan yanından geçip gitti.

Melek arkasından baktığı adama buruk bir gülümseme ile son kez baktığını varsayarak önüne döndü. İçeride bekleyen büyük patronun yanına geçti. Artık kovulacağı gün gibi ortadaydı. Tek başına koca holdinge kafa tutacak kadar güç yoktu elinde. Ya Merve'nin kolu kanadı kırılacak ya da Melek hiçbir şey yokmuş gibi davranarak kendi sonunu getirecekti. Kendi ipini çekmeyi seçmişti. Bu da susmasını gerektiriyordu. Ayakta verilecek kararı beklerken dakikalar içinde, kapı ardına kadar açılarak içeriye Murat Arsel girdi. Babasına selam vererek Melek'in önünde konuşmaya başladı.

"Babam seni kovmak konusunda kararlı. Holding için doğru olanı yaptığını ben düşünmüyorum. Yaptığın davranışı kime sorarsan sor yanlış olabilir. Ama benim için senin kovulman daha yanlış. Mutlaka yaptığın davranışın makul bir sebebi olmalı. Sen boşu boşuna hem cinsine vuracak biri değilsin. Anlatmadan bile senin yanındaysam düşün, anlatmaya başlarsan bütün gücümle senin yanında, holdingin karşısında nasıl olacağımı. Nedenini söylemezsen bile, küçük bir ipucu ver. Peşinden gelecek sebebim olsun. Ben sana şu anda bile inanıyorum. İstersen sadece bana yada babama anlat. Seni sonuna kadar dinleyeceğim. Anlat, yoksa kafayı yiyeceğim." dediği gibi Melek üç damla yaş akıttı gözlerinden. Murat şimdi daha iyi anlıyordu. Mutlaka bir nedeni olmalıydı. Ve o nedeni bulduğunda, gözlerine bakmaya doyamadığı kadının, gözünden akan her yaşın hesabını soracaktı. Bakmaya devam ederse, karşısında ki kadın gibi güçsüz hale gelebilirdi diye babasına doğru dönerek devam etti konuşmasına."

Melek hanım, lütfen ağlamayı bırakın. Mahir bey'den randevu aldınız mı?" Melek sorulan soruya şaşırsa da, cevap vermek için kızaran burnunu çekti.

"Hayır efendim almadım... "

"İyi ki almamışsın. Görüşme bitmiştir ben artık dahil değilim." diyerek babasının yanına geçti. Murat'ın davranışlarından odada olan hiç kimse bir şey anlamamıştı. Fahri bey sabah traş olduğu yüzüne elini sürerek somurttu.

"Murat, olan bitene aklın almıyor mu asansörde biri dövüldü sekreterin tarafından ve cezasız mı kalmalı?." diyerek koltuğundan kalkarak devam etti.

"Ben de istemiyorum Melek Hanım'ın gitmesine ama başka çare yok kuralları böyle bir şey için esnetemem."

"Konuş artık ne olduysa neden olduysa anlat tamamen senin yanındayım. Gör bak seni nasıl koruyacağım." dedi Murat Melek'e döndü genç kadın titreyen dudaklarını araladı. Konuşmak anlatmak istiyordu. Başını hayır dercesine salladı.

"Şimdi asıl meseleye dönelim. Melek Kapya, taktir ettiğim işbirlikçi tavrınıza rağmen şirket kuralları gereği, bugün yaptığınız vukuat dolayısıyla, işinize son vermiş bulunmaktayım. Muhasebeye uğrayarak, çalıştığınız süre zarfında ki emeğin karşılığını alarak gidebilirsiniz."

Gözleri dolu dolu tebessüm ederek, arkasında iki patronu bırakıp, dışarıya çıktı. Konuşmaya gücü yoktu. Ağzından ilk çıkan kelimeyle ağlayacağını biliyordu. İşten haksız yere çıkartıldığı için herkese sinir olmuştu. Oysa ki hiçbirinin suçu değildi. Melek'in suçu hiç değildi. Şimdi bu işyerinden gitmek hiç istemiyordu. Murat Arsel'in konuşmasına kafası takılmış olacak ki. 'Gitmek istemiyorum.' diye söz çıktı kurumuş dudaklarından. Yangın merdivenlerinden basamakları inerken kendi kendine konuşmayı da ihmal etmiyordu.

"Asansör yasak diyen bir patron ile kavga etmeyeceğim bu sayede... Hem bana iş mi yok. Oh be kurtuldum, canım sağolsun... Bir buçuk ay Murat Arsel'i dövmeden durduysam hiçbir patron önümde duramaz. İlk defa beni koruyup, güzel konuşmaya başladı diye önce ki yaptığı hareketleri unutacak kadar aptal değilim. Neden üzülmüş gibi davranayım. Bugün benim bayramım olarak ilan ediyorum." dediği gibi merdivene çökerek ağlamaya başladı. Bu holding'den gitmek, bir buçuk aydır şımarıklığını çektiği adamı bırakmak istemiyordu. Hıçkırıklar içinde dün yaşanılan bütün olaylara, bugün yaşamak zorunda kaldığı bütün olaylara lanet okudu. Yine zengin ve kötü olan taraf kazanmıştı. Suçsuz insanlar yine pis bir atık gibi dışarıya atılmış halde bırakılmıştı. Kendi için fazla üzülmüyordu. Hayatının baharında zor bir döneme maruz bırakılan Merve için katbekat üzülüyordu. Hıçkıra, hıçkıra ayağa kalkarak birinci katın kapısından içeriye girdi. Muhasebe bölümünün önünde ki sandalyede beklemeye başlamıştı ki, karşısında sırtında ki acıya neden olan adamın bakışlarını üstünde gezinirken gördü. Gözlerinde ki tek tük olan yaşları eliyle silip, güçlü bir şekilde kaşlarını çatarak, adama baktı. Zaten kovulmuş olması ağır bir yüktü. Birde kovulması gereken adamın karşısında gülerek bakması vücudundaki bütün kanın donması gibi etki yapmıştı.

"Aaa sizi burada görmek ne büyük şeref, Melek hanım... Size dün şefkatle, bu konuyu kapatmanızı, söylediğimi hatırlıyorum. Kapatmadığınız için, bunları yaşamak zorunda kalıyorsunuz. Unutmadan, Merve hanımın saçı da bende kalmış." Cebinden saç tutamını çıkarıp önüne attı. Yerdeki tutamı alıp avuçları arasına sakladı. Karşısında ki adamın söylediği sözleri duymamazlıktan gelmeye çalışsa da çaresiz bir şekilde dinlemesine engel olmuyor du.

"Defol buradan embesil pislik!" diyerek bakışlarını yere kaydırdı. Daha fazla belaya sebebiyet vermek istemiyordu. Sırtı bu kadar ağrıyorken, belanın önünde dik duramazdı. Ayhan dün yaptıkları tehdit, tacizi büyük bir hevesle kıza yaşatmak için can atıyordu. Şiddeti oldu olası sevmişti. Kadınların güçlü olmasından, güçlü görünmesinden nefret ediyordu. Güçlü kadın onun gözünde ölmek için çaba harcayan kadındı.

Annesi güçlü olmadığı halde güçlü olmaya çalıştığı için, babası öldürürken büyük bir keyifle yardım etmişti. Sonra da, on beş yıl önce ölen dedesinin mezarının üstüne gömerek her şeyi halletmişlerdi. Zavallı kadın dayak yediği kocasını boşayarak tek oğlu olan Ayhan ile başka memlekete kaçarak kurtulduğunu düşünüyordu. O zaman on üç yaşında olduğu için, onu büyüten kadına karşı nefret dolmuştu. Annesi çalışarak daha güçlü oldukça nefreti katlanıyordu. Babasının barışmak için geldiği o lanetli günde, annesi barışmaya yanaşmadığı için babası ile birlikte öldürmüşlerdi. İlk kan ellerine bulaştığında bu zevki her zaman tatmak istedi. Onun hayatında olan her kadına zevkle fiziksel şiddet uygulardı. Kadınlar, onun gözünde güçlü görünmeye çalışan aciz yaratıklardı. Melek de öldürdüğü annesi gibi onun gözünde hırçın ve güçlü bir yaratık olmaya çalışıyordu. Ona karşı gelmişti. Ve daha halen eğmeden başı dik ona bakıyordu. O yüzden bir yolunu bularak, annesini gönderdiği yere yollamalıydı. Güçlü sadece erkek olabilirdi. Zaten Melek'i kendisinden koruyacak biri yoktu. Bu iş onun için çocuk oyuncağı olacaktı.

"Seni tuttuğum anda elimden biri alsın da göreyim."

___

Beğeni yapmadan geçmeyin lütfen.

 

Loading...
0%