Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Ağır Yaralar

@kambersizyazar

 

Hoşgeldiniz beğeni ve yorum yapmadan lütfen sayfadan uzaklaşmayın. Hikaye sahibi üzülüyor🫣

______

Melek öncelikle kendi evine gitti. Babasını getireceği misafire karşı psikolojik açıdan ön hazırlık yapması gerekiyordu. Kaç gün kalacağı belli değildi. Merve'nin bu dönemi kolay atlatsın diye bütün olanakları önüne sermeye hazırdı. Aslında elinde ki olanaklar kısıtlıydı. Aynı odada kalabilirler, aynı tencere de aynı yemeği yerlerdi. Derdini tam manasıyla dinleyebilirdi. Fazlası yoktu, fazla bir şey beklediğini düşünmeye de gerek yoktu. Merve sadece, dinlenmek ve ağlamak istediği zaman yanında duracak bir omuz istiyordu. İki gündür misafir gibi geldiği kendi evinin anahtarını bohça misali çantasından çıkartıp, el hızıyla kapıyı açtı.

"Baba..." diyerek birkaç kez bağırsa da evde kimse yoktu. Kahveye gitmiş olduğunu düşündü. Karnının guruldayan açlığına yenik düşüp mutfağa geçti. Hayri bey sabah kahvaltı yaptıktan sonra, mutlaka öğle ve akşam için yemek yapardı. Annesinden sonra bu huy babasına geçmişti. Yemek yapmaktan, altı kararmış, tencerenin kapağını açtı. Acılı bamya yemeğini içine çekti. En sevdiği yemeklerden biriydi. Heyecanla diğer tencereye de baktığı gibi dolaptan çatal çıkartıp. İkinci baktığı tenceye daldırıp, çıkardı.

"Gel bakalım çubuk makarnası annenin midesi bayram etsin." diyerek kocaman açtığı ağzına çatalı götürdü. Dış kapının açıldığını, Hayri bey'in geldiğini bile farketmemişti. Birkaç çatal aldıktan sonra çatal'ı bamya tenceresinin içine daldırdı. Çatal'ın her tarafından bamya yemeğinin suyu akıyordu. Büyük bir iştahla ağzına götürerek, biraz karnını doyurmuştu.

"Bak hele tencere canavarı yine iş başında. Tabağa koy, yemeğin bereketi kaçmasın, deli kız..." demesiyle masanın kenarına dayandı Hayri bey.

"Aman Baba bana mı diyorsun canavar diye? Şahane yemekler yaparak bu hale gelmemin tek sebebisin. Tencerenin içinde ki destanlar tabağa sığmayacak kadar güzeldi." Çatal'ı tezgahın üstüne bıraktıktan sonra, şımarık bir kız çocuğu gibi babasının koynuna başını koydu. Hayri bey'de sıkıca sarıldı hayatta ki tek varlığına... Melek'in kalbi sıcacık olmuştu. Ahh birde sırtının ağrısı bu kadar acımasaydı.

"Canım acıyor baba." diyerek o'nu her daim seven büyük adamdan ayrıldı. Hayri bey her çizgisinde hayat vadeden mimikleriyle ne olduğunu sordu. Hiç bir şey dedi gözleriyle. Hiç bir şey yoktu, acı vardı, gözyaşı vardı ama hiçbir şey yoktu. Babasının koluna girerek, oturma odasına doğru geçtiler. Döşemelerini yeni yaptırdığı, koltuğa oturup babasını da karşısına alarak konuşmaya başladı.

"Akşama iznin olursa, misafirimiz var."

Hayri bey, kızının kahverengi saçlarına dokunarak tamam der gibi gözlerini kırptı. Misafiri her zaman sevmişti. Her zaman kapıları açıktı. Yine de kızının canı neden acıdığını merak etmekten kendini alamıyordu.

"Baba, arkadaşıma ne olursa, olsun soru sorma! Ne yaparsa, yapsın ses çıkarma desem de yine kabul eder misin?"

"Hoşgeldiniz derim sadece kızım... Başka soruya ne gerek var." Hayri bey zor durumda kalan biri olduğunu anlamıştı. Başını sallayarak, gülümsedi. Sonra da ayağa kalkıp, odanın dışına çıkarak Melek'e döndü.

"Sen iyi misin, gül yanaklı kızım?" Kızına şefkatle bakıyordu. Melek tebessüm ederek, iki baş parmağını kaldırıp gülümsedi.

"Süperim... Biz akşama doğru geliriz." dedi. Hayri bey'in içi az da olsa rahatlamıştı. Babası salona geçerken Melek de arkasından sokağa çıktı. Kaldırımlarda ki arabalara küfür ederek yolun ortasından yürümeye başladı. Ne dertleri vardı Allah aşkına... Tretuvar'larda sadece yayalar yürümesini normal olandı. Şimdi ise kaldırımlar, açık otopark yeri olmuştu. Düşünüyordu, başına gelen bütün olaylara rağmen bu kaldırım mevzusunu da düşünüyordu. Nihayetinde Sibel'lerin evinin önüne gelerek, kapıyı çaldı.

Fazla geçmeden Sibel kapıyı açarak, kolundan tuttuğu gibi içeriye çekti. Üstünde ki montu çıkartırken konuşmaya başladı.

"Serpil teyze ne yapıyor?" diyerek askılığa montunu asıp, Sibel'in koluna girdi.

"Ne yapsın canım... Sabahtan beri Merve'ye baktıkça beni dövüyor. Ne popom kaldı. Ne de işlev gören beynim. Yedi bitirdi, altı saatte beni." Melek tam ağzını açıp, konuşmaya başlayacağı anda Serpil hanım odadan çıktı. Melek'in kulağından tuttuğu gibi kalçasına birkaç şaplak attı. Melek ne dediyse kar etmeyen kadının ellerini tutup yalvaran gözlerle konuşmaya başladı.

"Serpil teyze, yapma kurbanın olayım. Valla yeni doğmuş bebek gibi popom kıpkırmızı olmuştur. Önce dinle sonra ister döv, ister yanımda ol. Zaten Merve'yi almaya geldim." diyerek Sibel'in arkasına saklandı.

"Siz bu kızı buraya getirmek yerine, hastaneye götürseydiniz ölür müydünüz? Sinirden daraldım sizin yüzünüzden, valla ateş bastı. Açın pencereleri..." demesiyle içeriden kolonya almaya gitti. Sibel'de salonun penceresini sonuna kadar açtı. Melek'in yanında hazır ol vaziyette beklemeye başladı. Serpil hanım elinde ki kolonya ile yüzüne, gerdanına döküp, sesini yükseltip devam etti.

"İki kıçı kırık kız kendi kafalarından iş yapıyor. Estağfurullah ve nimel vekil." diyerek giydiği penyesinin yakasını çekiştirmeye başladı. Melek ile Sibel yan yana azarlanmayı bekleyen çocuklar gibi başları yerde bekliyordu. Serpil teyze fena bir kadındı. Kavgası, siniri, insanı korkuturdu. Ama sevdiği insanın canına bir şey olsa dünyayı başlarına yıkardı. Şimdi sadece bir anne olarak sakin bir deniz gibi bekliyordu. En sakin hali buydu. Kızı gibi sevdiği Melek'in yapılanların kaçta birine maruz kaldığını söylemesini bekliyordu.

"Polise gidiyoruz. Hadi, hadi, hadi çabuk şikayet edeceğiz." demesiyle Melek'i çekiştirip dışarıya doğru götürmeye başladı. Bu arada Merve'de olan biteni, kapının eşiğinde ağlayarak izliyordu. Yük olduğunu düşünmüş olacak ki odaya geri dönerek eşarbını yapıp Sibel'in verdiği hırkayı giyerek odadan çıktı. Hepsi aslında gördüğü manzaranın anlamını bilecek kapasitedeydi. Yine de anlamazlığa vurdular kısa bir süre.

Serpil hanım Merve'nin yanına gidip sakince sırtını sıvazlayarak konuşmaya başladı..

"Hava almaya mı çıkacaksın? Dur Sibel'de seninle gelsin. Markete filan uğrayıp, gelin. Bende bu deli kızla konuşayım." diyerek Sibel'e döndü.

"Ne bekliyorsun? Birde ne yapman gerektiğini sana mı anlatayım kızım?" dedi, Sibel hayır diyerek kısa yeşil montunu giymek için dış kapının önündeki askılığın yanına gitti. Merve eğdigi başını kaldırmadan ayakkabısını giydikten sonra önce Melek ve Sibel'e sıkıca sarıldı. Sonra ağlamaktan kızarmış gözleriyle Serpil hanıma döndü.

"Ben eve gidiyorum. Her şey için çok sağolun. Rahatsız ettiğim için özür dilerim." diyerek dış kapıyı açıp çıktı. Melek yanına gitmek için hamle yaptığı anda Serpil hanım onu durdurup, kendisi peşinden gitti. Kolundan tuttuğu gibi içeriye getirdi.

"Sen iki kelam ederek mi gidiyorsun kuzum? Sana yapılanları sineye mi çekeceksin? Söyle kuzum söyle ki bende zayıf mı güçlü mü olduğunu bileyim." diyerek odaya geçti. Hemen arkasından da Merve peşinden gitti. İki kız kapının dibinde öylece kalakamıştı. Dış kapıyı örtüp, yanlarına doğru gittiler.

"Bak kızım taciz, tecavüz kurbanlarının açığı, kapalısı yoktur. İnsan olduğunu öğrenmeyen, şerefsiz erkekler vardır. Sana yaptığı cezasız kalacak dersen susarım kuzum. İçim yana yana susarım. Ama Melek'e yapılanlar için söz veremem. Sende hakkım yok yapma dersin yapmam ama bu kız benim evladımdır." diyerek Merve'ye sıkıca sarıldı.

 

*********

 

Murat Arsel masanın kenarına dayanmış vaziyette baş sekreterin bugünkü olayların, zararını dinliyordu. On dakikadır Melek için sarf edilen, iş ahlakına ters düşen kelimeleri bitirdikten sonra nihayet merak ettiği konuya gelmişti. Murat işitme organını sonuna kadar açıp, dinlemeye başladı.

"Murat bey, Suzan hanım cezasız kalmaması taraftarı... Şu anda ki durumunun tek sebebi Melek Kapya olduğu için şikayet dilekçesi vereceğini bildirdi. Sizin emriniz doğrultusunda, birkaç gün beklemesini rica ettim. Zaten Salih bey'de özel olarak arayıp şikayet dilekçesini bir kez daha düşünmesi için rica ve küçük çaplı tehdit etmiş. Şimdi ne yapma mı emredersiniz?" diyerek Murat'ın her cümlede değişen yüz hatlarını inceledi. İki adamın da, bu kadar ilgili davranmalarını anlamamış olsa da, nedenini sormayacak kadar akıllıydı.

"Çekilebilirsin..." Murat içinde bulunduğu ortamın rehavetini sadece kendisine ait görüyordu. Kendi sekreteri zor durumda olduğuna göre, sadece bu işle kendisi uğraşmak istiyordu. Dayandığı yerden kalkmadan, iş yerinin telefonunu eline alarak, Salih'in oda numarasına bastı. Saniyeler içinde telefon açılıp, ses gelmişti.

"Söyle bakalım küçük patron..."

"Sekreter ile aranda ne var?" diyerek bodoslama söze girdi. Salih'ten ses çıkmayınca Murat biraz daha sinirlenip, cümleyi tekrar etti.

"Benim sekreterim ile aranda ne var?" Yine ses yoktu, telefonu hışımla kapatıp odadan dışarıya çıktı. İki oda sonra ki kapıdan, hızla içeriye girerek Salih'in önüne dikildi.

"Murat sen benim odama teşrif edermiydin? İş hakkında konuşmam gerekiyordu. Buraya geldiğin iyi oldu." dedi Salih aralarında ki mesafeyi bir nebze açtı. Murat hiç gözlerini ayırmadan bakmaya devam ediyordu. Oluşan sessizliği Salih'in sesi tekrar bozmuştu.

"Toplantım var mesele ne? Öldürecek gibi bakmaktan vazgeç ve konuş..." diyerek önündeki dosyayı alıp sandalyesine oturdu. Birkaç dakikanın ardından sinirle nefes verip, tekrardan ayağa kalkarak Murat'ın dibine kadar geldi.

"Sen konuşmak için gelmemişsin... İyi ben konuşmaya devam edeyim. Sekreterin ile aramda bir şey yok. Kendi kafandan kurup burada oyunculuk sergileme. Kimse ile aramda bir şey yok." dediği gibi Murat tek eliyle yeter diyerek konuşmaya başladı.

"O zaman neden Suzan hanımı arayıp şikayet etmemesi için tehdit ettin."

"Neden mi? Tanıdığım şımarık, bencil, yeni doğmuş bebek gibi davranan adamın, Melek'in masum olduğuna tüm kalbiyle inanması ve bu yüzden babasına karşı gelmesi yüzünden diyelim."

 

****

 

Merve ağlamaktan bitkin düşen vücudunu koltuğa uzatmış halde on dakikadır kestiriyordu. Serpil hanım yavaşça yanından kalkıp mutfakta yemek yapmakla uğraşan kızların yanına gitti. Kapının önünde Melek'in soluk yüzünü şefkatle inceledi. Kafasını kemiren binlerce soru vardı. En önemlisi Melek ne kadar darbe almıştı. Kızlar, Serpil hanımı farkettiği gibi yanlarına geçip, tencerede ki yemeğin kokusunu, eliyle burnuna doğru götürdü. Eli istem dışı Melek'in sırtına hafifçe çarpınca 'ahh' diye bir ses duydu. Artık az da olsa anlamıştı kızı gibi sevdiği yavrusunun canını yakmışlardı. Hışımla Melek'in esmer pürüzlü elini tutup yatak odasına geçti.

"Sırtını aç..." diyerek komut verdiği gibi Melek hayır dercesine başını sağa sola salladı.

"Göstermeyecek misin? Tamam sen bilirsin kuzum..." Kelime bitmeden üstündeki tişörtü yukarıya doğru sıvadı. Sırtını hızla kendine çevirdi. Nefesini tutmuştu, gördüğü morluklar yüzünden. Nefesi kesilmeye başlarken elini ağzını götürdü.

"Tamam kızım sen mutfağa git." Ne diyeceğini, ne yapacağını bilmiyordu. Ne yapması gerektiğini de, sırtında ki morlukları görene kadar boylu boyunca düşünmek aklına gelmemişti. Ne hale gelmişti, bu kadar morluklara rağmen nasıl susuyordu. Oysa geldiğinden beri bütün davranışları anormal derecede normaldi. Başkası acı çektiğine için kendi acısını hafife mi almıştı? Arka arkaya gelen yaşları penyesinin yardımıyla silerek odanın penceresini sonuna kadar açtı. Nefes almalıydı... Ciğerleri hiç olmadığı kadar nefese ihtiyaçı vardı.

Melek'in içi nedense rahatlamıştı. Serpil hanımın gözlerinde hissettiği sevgiyi, şefkati, korkuyu hissetmesi hoşuna gitmişti. Ne de olsa anne'ydi. Sevdiği için bu kadar korumacı davranıyordu. Sırtını açtıktan sonra kapatırken aşırı şefkatliydi. En önemlisi bir anne gibi evladına zarar gelecek diye korkmuştu. Yaşadığı bu kadar drama rağmen tebessüm ederek Sibel'in şaşkın bakışları arasında mutfağa girdi.

"Annem ne dedi?" Sibel'in meraklı yüzüne bakıp sorduğu soruya vereceği cevabı düşündü. Çektiği acıyı en yakın arkadaşını da gösterse iyi olacaktı. Kendisi için üzülen kişi ikiye çıkması daha iyi hissetmesine sebep olabilirdi. Ellerini tişörtüne geçirip sırtını gösterdi. Biraz açıyor olması bile şimdilik umurunda değildi.

"Allah belasını versin. Melek kim yaptı bunu? Yoksa sende mi tacize maruz kaldın." diyerek iki adımda yanına gidip sıkıca sarıldı. Melek bir anda sarılan arkadaşını kendinden uzaklaştırmaya çalışıyor bir yandan konuşuyordu.

"Dur kız yapıştın, pardon ama daha halen acıyor. Tacize değil şiddete maruz kaldım." dediği gibi Sibel çatık kaşlarıyla kendini geri çekti.

"Sen iki tane ağzına çakamadın mı? O kızı geberteceğim. Hastaneyi o kızın başına zindan edeceğim."

"Sakin ol... Beni ne zaman bir kız dövdü ki, o salak kız dövsün... Erkeklerden dayak yeme ihtimalim daha yüksek." Dişini dudağına geçirip, muzip bir tavırla göz kırptı. Canı acıdığı için dişlerine eziyet etse de Sibel anlamasın, daha fazla canının yandığını düşünüp, üzülmesin diye şakaya vurmuştu.

"Ben senin sadece dudağını gördüm. Daha fazla bir şey olduğu aklıma gelmedi. Canım benim dün akşamdan beri ne kadar canın yanmıştır Allah bilir."

"Acısı devam etse de azalıyor. Üzülmene hiç gerek yok. Ben çok iyiyim. Hem bir tane ağrı kesici aldım." Kızlar hüzünlü bir sohbetin içindeyken Serpil hanım Merve'nin yanına gidip aklında ki planı en hafif haliyle karşısında ki kıza anlattı. Plan şimdilik Suzan üstüne kurulu olacaktı. Merve'nin de haberi olmasını istiyordu. Kendini kötü hissetsin diye değil. Değerli olduğunu, canı acıtanın aynı şekilde canı yanması gerektiği... Yoksa daha kötü bir yola kendini atabileceğini anlatıyordu. Kabul etti Merve, başını ürkek bir tavırla sallayarak.

__________

 

Yorum ve beğeni yapmayı lütfen unutmayın. ❤❤

Kısacık bir süre günde iki bölüm yayınlayacağım. Sonra bir bölüme devam edeceğim. Diğer bölümde buluşmak dileğiyle Allaha emanet olun.

 

Loading...
0%