Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Yeniden

@kambersizyazar

Yorum ve beğeni yaparak destek olur musun?

____

"Yemin ederim, hiçbir şey anlamadım..." dedi Melek kaldırımın başlangıç noktasında, zor olsa da dengesiz bir halde yürümeye çalışıyordu. Beş dakika önce Merve'nin kendi yanında kalacağını söyleyen Serpil hanım, bir anda Melek ile birlikte eve yollamıştı. Yetmezmiş gibi tavuk kıçından yumurtayı çıkarmadan Serpil hanımın evinde olmasını tembih etmişti. Merve meraklı bir şekilde dip dibe dizilmiş eski binaları izlemeye başladı. Çocuklar soğuk olmasına rağmen ip atladığını görünce, küçükten dudakları kıvrıldı. İzlemek istiyordu eski günlerde ki gibi birkaç dakika... Adımlarını yavaşlatıp, ip atlarken mızıkçılık yapan kızın, küçük burnuna baktı. Soğuktan kızarmış olmasına rağmen, olmayan hakkını istiyordu.

"Cadı.." diyerek gülümsedi. Kendisine benzetmişti. Küçükken ip atlarken yandığı zaman kendini haksız da olsa müdafa ederdi. Şimdi haklı olduğu savaşta, kendini müdafa edemiyordu.

Melek ise dikkatlice yeni arkadaşlığına alıştığı kıza baktı. Gülümsüyor muydu? İki gündür ilk defa mutlu gördüğü için oyun oynayan kızlara döndü. Baş parmak ve işaret parmağını birleştirip, açtığı ağzına götürdü. Dudaklarını kapatıp, tüm gücüyle ıslık çaldı.

"İki oyuncu daha geldi. Hadi sallayın bakalım ipi." diyerek ürkek arkadaşının koluna girip konuşmaya devam etti.

"Merve eğer yanarsan, mahallede ki bütün havam yerle bir olur. Sana güveniyorum." dediği gibi bir tarafa Merve'yi yerleştirdi diğer tarafa kendisi geçti. Eliyle üçe kadar saydığı gibi;

"Atla..." diyerek sallanan ipin içine girdi. Merve daha halen yerinde durduğu görünce dudaklarını büzerek Merve'ye baktı.

"Hadi gel... Ay yoruluyorum, konuşturma hadi... Kızlar yavaş saklayın. Valla yanarsam, ipi alır saklarım." demesiyle Merve'de ipin içine girdi. Dakikalarca atladılar, güldüler. En sonunda gülmekten, Melek ipe takılıp yere düşünce ikisi de kahkaha atarak gülmeye devam ettiler. Küçük kızlar İpleri çalınacak diye, korktuklarından fırsatı değerlendirip, arkalarına bakmadan kaçıyorlardı.

"Kız yükseklerde çok takıldın da aşağı mı çakıldın." Melek arkasında duyduğu ses ile kendini toparlanıp ayağa kalktı. Daha halen sesin geldiği tarafa dönmemişti. Üstünü silkedikten sonra, yarım ağzıyla gülerek tahmin ettiği kişinin yüzüne bakmak için ona doğru döndü.

"Nezaket abla... Bende diyorum kaç gündür nerede bu kadın." Merve'nin koluna tekrar girdi. Başını gidelim mi der gibi sallayarak arkadaşına baktı. Merve, kadının laf sokmak için yanında durduğunu, az da olsa anladığı için aynı şekilde başıyla tamam diyerek yürümeye başladı.

"Kim ki o?" Arkalarında bıraktığı kadını çok merak ettiği için sormuştu kim olduğunu.

"Mahallenin korkulu rüyası, dedikoducu komşumuz. Meraklı karı, kızını alıp ev ev dolaşırlar. Sokakta uçan, kaçan bu kadından sorulur." Muzipçe gülümseyip, tekrar konuşmaya başladı.

"Bak burası bizim ev. Hadi babam bizi bekliyor olmalı." Merve tedirgin olması sebebiyle yavaş yavaş beş basamaklı merdiveni çıkmaya başladı.

"Babam çok tatlı adamdır."

 

***

 

"Lütfen efendim buraya imza atın, sadece. Babanız iki saattir dosyayı bekliyor." Baş sekreterin bütün uğraşlarına rağmen oyun konsolunda hırsla Melek krallığını yıkmaya çalışıyordu Murat. Bugün imza atmayacak, gerekli bütün dosyaları içinden çıkılmaz hale getirecekti. Bir buçuk saattir, baş sekreter ne yaptıysa başını dahi çevirmeden, duymamazlıktan gelmişti.

"Efendim sadece bir imza. " Daha fazla dayanamayıp Fahri bey'in yanına gitmek için müsade isteyerek dışarı çıktı. Kapının kapanmasıyla elindeki oyun kolunu bırakıp ellerini saçlarına gezdirerek, koltuğa uzandı.

"Bugün olmasa da yarın mutlaka geleceksin. Arayamıyorum da kesinlikle açmaz. Başına ne geldiyse öğrenip halledince eski haline dönersin. Şimdiden seni göreceğim için heyecanlanmaya başladım." diyerek aklında tasarladığı planın üçüncü evresi için ayağa kalktı. Telefonundan Fahri bey'i aradı. İlk çalmada açılan telefona gülümseyip.

"Baba, Mahir bey ile olacak toplantıyı ne zaman istersiniz ayarlayın. Ben artık o işte yokum."

"Senin yaptıkların iş ahlakına uygun değil, evlat. Bugün sadece veto yapmakla meşgul oldun. O kızı bu şekilde mi işe geri getireceksin? Bu şekilde mi beni ikna etmeyi düşünüyorsun? Sen orda, Salih burda baskı yapınca kabul edeceğimi mi nasıl düşündün? Baş sekreterin elinde ki dosyaları çabuk imzala." Murat tavrını daha fazla umursamaz yaptı.

"Salih'e söyle benim yaptıklarımı yapmasın. Üvey oğlun doğaçlama nedir bilmiyor mu?" Sandalyesine oturup devam etti.

"Ben yurtdışına gitmeyi düşünüyorum. Senin sayende rahat bir halde yarın sabah gideceğim. Hadi iki hafta sonra görüşürüz." Fahri bey'in üstüne telefon kapandığı gibi ak düşmüş kaşlarını çatıp, odada volta atarken konuşmaya başladı.

"Benim sayemde yurtdışına gidecekmiş peh... Bu yaşta peşinden koşturuyor beni." diyerek kenarda tebessüm ederek bakan Salih'e döndü

"Sen ne zamandan beri, benim sığırın dediklerini onaylar oldun. Ben sanki keyfimden kovdum kızı. Dövmeseydi, ben kovmak zorunda kalmazdım. Suzan ile konuştun mu, ne diyor? Kızı şikayet edecekmiymiş? Şikayet etse haklı kızın pestilini çıkarmış."

"Ruh haline göre değişiyor."

"O ne demek?" diyerek masaya kendini sabitleyip Salih'e baktı.

"Serum yediğinde kafası rahatlıyor. O zaman etmeyeceğim diyormuş. Ama serum'un etkisi geçince şikayet etme ihtimalim var diyormuş."

"Suçsuz dayak yediğini düşünmüyorum ya neyse. Tamam ben yarın mutlaka Suzan'la konuşur ikna ederim. Git şu sığır oğlanın, kulağını tut, de ki... Yarın için söz veremem ama ertesi gün için gelmesini sağlayacağım. Yaşlı babasını bırakıp, yurtdışına çıkmasın." Salih duyduklarını iletmek için, sevinçle odadan çıktı. Murat'ın bu hali hiç olmayacak adamı bile heyacanlandırmıştı. Murat Arsel'in kapısını çalmadan gizlice içeriye girdi. Murat boydan boya uzanmış pencereden dışarıyı izliyordu.

Sinsice yanına gidip, kulağına asılarak konuşmaya başladı.

"Sığır, yarın için söz veremem ama ertesi gün için gelmesini sağlayacağım. Yaşlı babasını bırakıp, yurtdışına çıkmasın, dedi baban." Sözü bitince asıldığı kulağı gülerek bıraktı. Murat tek eli kulağında Salih'e omuz atarak durdu.

"Kulağı mı niye tuttun? Güzel haber verirken bile hanzosun birader." diyerek masanın üstündeki şişede ki suyu ağzına dikti. Birkaç damla su tişört'ün yakasından, içine girerek ürpertse de, umursamadan kana kana içmeye devam etti.

"En son üç yıl önce demiştin bana, birader. Karım'ın cenazesinde, yağmur senin kucağında ağlarken... "

"Arada şaşırtmak iyi oluyor. Unutmadan yarın senin bela geliyor." Dediği gibi Salih üzüntülü halinden bir anda geçti.

"Bende diyorum Esila cadısının neden sesi, soluğu gelmedi. Fahri bey mi çağırdı, o cadı'yı?"

"Nasılda biliyor kendi belasını... Senin için ben çağırdım. Baktım babamın gönderdiği yerde akşama kadar çekirdek cıtlatıp seninle alakalı planlar kurarak, yaşlanıyor. Dedim o kadar uzakta durmanın manası yok. O kadar plan yapmış. Şimdi onları uygulamaya başlasın. Allah bilir seni nasıl evlenmeye ikna edecek. Kaç çocuk doğurmak isteyecek. Başına nasıl belalar açacak. Ne beddualar edecek."

"Siz ailece delisiniz... O kız kafa karıştırmak için her yolu dener. Beddua ederek, adam bile öldürür."

"Eee ne yapsın. Kız da haklı. Baktı güzellikle olmuyor. Kafanı karıştırıp, nikah masasına oturtucak. O da olmadı, kesin çözüm, bir, iki okuyup,üfler seni. " diyerek kahkaha attı. Salih'in değişen yüz hatlarına baktıkça daha çok gülüyordu.

 

***

 

Melek'in hiç susmadan konuştuğu, akşam yemeğinden sonra Merve ile mutfakta ki masanın üstünde olan tabakları toplamaya başladılar. İlk defa gelse de hoşuna gitmişti, eski, ama sıcak kalpli insanların yaşadığı bu ev... Çeşmenin önünde köpüklü su yapmakla meşgul olan Melek'e bakıp, iç geçirdi.

"Ben yıkayayım, sen durula. Sonra da kahve yapıp içeriz." Melek'in çekinmeden kurduğu cümleyle kapıya asılı olan diğer önlüğü giydi. Köpüklü tabakları tek tek, durgun akan suda durulamaya başladı.

Bardaklar, tabaklar olması gerekenden bir kaç kademe daha renkli gelmişti. Tabaklar rengarenk çiçekler ile bardaklar çeşitli komik hayvan figürleriyle... Ortak noktaları rengarenkti. Hepsinin içinde değişik desenler çizilmiş. Hepsi yıkanmaktan hasar görmüştü. Elinde ki bardağa baktı. Bağdaş kurmuş düşünen panda cizimli bardağı alıp, köpükle savaşan Melek'e döndü.

"Nerde buldun bu bardakları, tabakları. Çok renkli ve tatlılar" dediği gibi Melek gülmeye başladı.

"Ben çizdim o resmi. Dört ay önce farkettim ki çok düşünüyorum. O zaman kendime izin verip panda rahat bir şekilde düşünsün diye çizmiştim. Tabakların hepsinde de annemin imzası var.

"Çok renkli ve çok güzeller." Eline kusan inek desenli bardağı alıp gülümsedi.

"Ya bunun hikayesi nedir?"

"Ciddi anlamda hiç sevgilim olmadığı için, sevgililer gününde bütün çiftlere bakış açımdı."

"Nerden öğrendin, hepsi çok güzeller?"

"Annem, cam boyama kursuna gitmişti. Evde hobi olarak yaparken, bende öğrendim. Elimde cam boyası veya oje olması kafi. Gerisi senin mizah veya sanatsal gücüne bağlı." Kıkırdadı.

Tatlı sohbetin ardından yıkadıkları bulaşıkları, tezgahın kenarına dayayıp cezvede üç fincan kahve yaptılar.

Hayri bey, salonda elindeki kitabın sayfalarını çevirirken odaya elinde tepsi gülerek giren kızlara baktı. Kitabını yanındaki sehpaya bırakıp kahve fincanını alarak, Merve'nin mutluluktan küçülmüş gözlerine döndü.

"Melek'in senin gibi cici bir arkadaşı olduğu için çok sevindim. Arada böyle gel." Elindeki fincanı dudaklarına götürdü. Merve duydukları sözleri hoşnut bir tavırla.

"Teşekkür ederim efendim." Başını eğerek karşılık verdi. Bugün Merve için bambaşkaydı. Onu tanımadan bile sevecek insanların varlığını bilmek. Farkında olmadan mutlu etmişti. Saat gece yarısını geçince Hayri bey'den izin isteyerek kızlar odalarına geçmişti. Birbirlerine sarılıp, uyuyarak, bugünü de bitirmişti.

"Hadi Merve kalk... Geç kalırsak, Serpil teyze bizi mafeder." diyerek arkadaşının sırtını yavaşça sıvazladı. Merve, elini yüzüne geçirip birkaç esneme hareketinden sonra tebessüm ederek gülümsedi. Yeni arkadaşlığına alıştığı kıza baktı. Melek hızla dolabı açıp, kendine kot pantalon, uzun kollu badi çıkarttı. Merve'ye de kumaş geniş bir pantolon, kalın bir penye verdikten sonra giyinmesi için odadan çıktı. Üstünü lavaboda giydiği gibi, babasının odasının önüne gelerek yavaşça kapıyı açtı. Hayri bey seccadenin üzerine oturmuş, ellerini kaldırabileceği kadar açmış dua ediyordu. Melek'in gölgesi duvara hafiften yansıyınca ellerini yüzüne götürüp, şefkatle kızına baktı.

"Babam, dua'nda beni de eksik etme. Biz şimdi Sibel'lere geçiyoruz."

"Bu saatte Sibel mi olur kızım. Daha tavuk bile yumurtlamamıştır. "

"Zaten olay o. Tavuk kıçından bir şey çıkarmadan Sibel'lerin evinde olmamız lazım. Serpil teyzenin kesin emri ve uymayan olursa askeri eğitim yaptırabilir. Hadi görüşürüz baba." Yanağına kocaman öpüp, babasının onayladığı gözlerine bakıp evden çıktı. Hızlı adımlarla arka sokağa doğru yürürlerken Melek hiçbir kelime etmeden düşünüyordu. Neden bu saatte çağırıyordu. Sessiz kalmasının tek sebebi Merve'nin sorgusuz,sualsiz dün akşam kabul etmesiydi. O kabul ettiğine göre mutlaka altından mantıklı olgu çıkacaktı.

Serpil hanım pencerenin önünde kızları gördüğü gibi kapıyı açıp içeriye aldı. Kendisi ve Sibel'de hazır olduğu için vakit kaybetmeden çağırdıkları taksiye bindiler. Melek hariç hepsinin nereye gideceği konusunda fikirleri vardı. Bir buçuk saatlik yoğun trafiğinin ardından. Özel hastanenin önünde durdular. Kapıdan girmeden Melek neler döndüğünü anlamıştı. Serpil hanıma hırsla dönerek.

"Bana ne zaman söyleyecektiniz? Dünden beri ne olduğunu düşünüyorum. Nerde beni üzecek durum var ilk benim haberim olur. Ama nerde eğlence, aksiyon olsa en son benim haberim olur. Offf ya boşuna stres yaptım kendime. " dediği gibi ellerini yumruk yapıp devam etti.

"İntikam almayı sevmem ama ödeşmek adettendir." diyerek gülümsedi.

"Valla deli bu kız."

"Sen ne sandın anne. Zır deli bu zır deli."

"Ben hiç kimseyi dövmedim." Merve'nin söylediği sözle şaşkın bir ifadeyle hepsi kıza baktı. Serpil hanım karşısında dudağını dişleyen kızın şefkatle yanağını okşayarak konuştu.

"Biz dövmeye gitmiyoruz ki kuzum. Sadece sohbet edeceğiz. Hem sen buradaki doktora görünmen gerekiyor. Hadi içeriye girelim." Merve'yi psikiyatri kliniğine Sibel ile gönderdi. Kendileri yatış katına çıktılar. Uzun koridorun bir kenarında üç hemşire ellerindeki dosyaları incelerken Serpil hanım yanlarına giderek seslendi.

"Selam'un aleyküm. Suzan Cankan'ı görecektim."

"Tabii teyze, koridorun sonundaki oda. İki arkadaşı daha yanında." Sinsi bir gülüşle Melek'i yanına alıp odaya doğru yürümeye başladılar. Melek, kapının önünde eliyle bir iki üç yaptıktan sonra bodosloma içeriye girdiler. Karşısında Suzan haricinde Yaren ve Ayşe'yi de gördü. Melek bu durumda daha bir mutlu halde yatağın yanına oturdu.

"Nasılsınız kızlar. Hasta ziyareti yapmaya ge..." Sözünü tamamlamadan Serpil hanım dur dercesini elini kaldırıp diğer kızlara döndü.

"Siz benim kızlarımın hayatını yok edersiniz öyle mi? Sizin gibi kançık kızlar yüzünden benim kızlarım iki gündür ağlıyor değil mi? Sizi kepçük ağızlı kızlar sizi. Hiç utanmadınız mı bu olanlara?" diyerek ayakta ki kızların kollarını cimciklemeye, vurmaya başladı.

"Hele bağırın hastaneyi başınıza yıkarım."

Melek'te korku dolu gözlerle etrafı izleyen Suzan'a döndü.

"Yarım bir şey kaldı mı seninle tatlım? En son bayıldığında seni bırakmak zorunda kalmıştım." diyerek tek kaşını kaldırıp Suzan'ın irkilen gözlerine baktı.

"Lütfen bize zarar vermeyin, ahh kolum. Ne isterseniz yaparız." Suzan'ın söylediği sözlere yemin edermiş gibi Ayşe ile Yaren'de aynı anda söylüyordu.

"Lütfen bizi öldürmeyin."

Serpil hanım ayağını yere çarparak titreyen üç kıza da baktı.

"İt iti yemiş kuyruguna gelince bizim it demis, diye boşuna dememişler. Sizde bir ananın kızısınız. Bir daha beyninizi şeytana satarsanız kendinizi cellata teslim edersiniz. Yani evlatları için kana susamış bana... " Melek ağzına doldurduğu tükürüğü Suzan'ın yüzüne atarak elini beline koydu.

"Ben sizin yaptıklarınızı unutmayacağım. Ama siz bizim yaptıklarımızı unutun. Eğer unutmam derseniz... Bir daha ki ziyaret için birkaç misafir daha eklemiş olursunuz. Herkes benim gibi affedici olmaz, ona göre." diyerek Serpil hanıma göz kırptı. Artık emin oldukları için, üstlerine düzeltip dışarıya çıktılar. Arkada korku içinde bıraktıkları kızlar ömrü billah, ne etliye ne sütlüye karışacaklardı. Koridorda yürürlerken kendi kendine gülmeye başladı Melek. Gülerken acı içinde sırtına dokunmayı da ihmal etmiyordu. Serpil hanım boğazını temizleyip koridorun kenarında ki oturağa oturttu gözleri dolu dolu olan kuzusunu. Sibel'in en sevdiği arkadaşıydı. Lakin Serpil hanımın yavrusu, yetim olmaya mahkum olmuş kızıydı. Bazen Sibel'den çok güvenir, öz kızından çok sırrını anlatırdı. Ağzı sıkı, eli ağır, atarlıydı. Güçlü karakterine uymayan tek özelliği gülerken ağlamasıydı.

"Sen heç kafaa dakma, o gudurmuş avratlar senin b(.)gunu yisin Meleğem." Serpil hanımın Antep şivesiyle söylediği sözlerin ardından burnunu çeke çeke gülmeye başladı Melek. Ne zaman sevdiği insanlar mutsuz olsa Serpil hanım kendi yöresine ait şekilde konuşarak, ortamı yumuşatırdı.

"Şimdi biz bunları dövdük. Bana veya Merve'ye bir yararı olmayacak ki. Ben kovuldum, Merve'nin durumu belli değil."

"Boşver kuzum yeni bir iş bulursunuz. Sizin gibi kızları kaybettiği için onlar yansınlar." Melek niye üzüldüğünü bile anlamamıştı. İçinde bir yerlerde, farkında olmadan birini mi özlüyordu? Özlese ne olacaktı ki? Dün akşamdan beri kimse arayıp sormamıştı. Dün, kalması için elinden geleni yapan Murat Arsel bile aramadıysa oraya ait olmadığını anlamış olmak mecburiyetindeydi. Neden bunları bir kenara atıp, sadece iş yerine gitmek isteyen bir insan olmuştu? Hastane bahçesinde Sibel ve Merve ile buluşup karınlarını doyurmak için yakınlarda pastaneye gittiler. Bir ara Merve izin isteyerek kenara geçip yarım saat telefon görüşmesi yaptı. Sonra kahvaltı yapıp eve gitmek için tekrar sokağa çıktılar. Hepsi az da olsa bitkindi eve vardıklarında. Koltuğun bir tarafından Melek bir tarafında Merve gülerek birbirlerine bakıyorlardı.

"Ben nişanlıma ve aileme her şeyi anlattım..."

"Ciddi misin! Nişanlın ne tepki verdi?" diyerek şaşkın halde ayağa kalktı.

"Her adam gibi adamın vereceği tepkiyi verdi. Beni utandırdı ben sandım suçlu kim diye ararlar. Onlar anlattığım gibi bu işin içindeki kurban olduğumu kabul ettiler. Yaşadığım talihsiz olayda, yanımda olmadığı için kendine birçok kötü kelime kullandı. Beni çok sevdiğini söyledi. Annemlerde şehir dışından dönüyorlar. Onlarda yanımda olmadıkları için kahroldu. En son olarak iş yerinden çıkmayı düşünüyorum. "

"Polise ne zaman gideceksin? "

"Polisi şimdilik işin içine katmayacağım. Nişanlım ve ailem kim olduğunu duyarsa, sağ bırakmaz öldürür o pislikleri. Ellerini kana bulasın istemiyorum. Allah'a havale edeceğim."

"Allah'a havale et tabii ki ama... Bunu sineye çekme onlar yaptıklarını çeksin."

"Haklısın Melek, sen olmasaydın hayatım sırf çıkarları için elimden alınacaktı. Ne yazık ki sistem suçluyu çoğu zaman koruyor. Adaletli bir sonuç çıkmayacaksa neyin savaşını vereceğim? İş yerinden kovulmana sebep oldum başına iş açtım hakkını helal et."

"Helal olsun. İyi ki ben oradan geçiyordum iyi ki sesini duydum."

Melek karşısında konuşmaya devam eden kızın her cümlesini sükut içinde sadece dinliyordu. Merve'nin yer yer haklı olduğu gerçekti. Onun hayatı olduğu için tek kelime etmedi. Ayhan'ın bir deli olduğunu bile söyleyerek korkutmak istemedi. Merve psikolojik açıdan biraz rahatlamıştı. Telefonu çalınca ayaklandı dışarıda bekleyen nişanlısına gitmek için Melek'e sıkıca sarıldı. Dışarı çıkarak nişanlısının göğsüne başını yasladı. Genç adam kırılacak bir şey gibi dikkatlice şoför koltuğunun yanına geçirip, hızlı bir şekilde gaza basarak uzaklaştılar.

 

Dört saattir uzandığı koltuktan kalkmamıştı. Canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Çantasında ki telefonun sesini duyduğu gibi sersem hareketlerle kalkıp telefonunu çantadan çıkarttı. Bilmediği numara olduğu için, üstüne kapattı. Tam yerine geçerken, tekrar çaldı. Umursamaz halde tekrar kapattı. Üçüncü çalışın da açıp.

"Alo kimsin?" dedi esneyerek...

"Öhö öhö ben." Telefonun diğer ucundaki, lafını bitirmeden Melek öksürmeyi yanlış anlayınca söze atıldı.

"Valla sizden bıktım. Sapık insanların nefes veya öksürerek konuşması nedir? İyice nostaljiye kaçtı ülke ya. Sizin gibi sapıkların doksanlar da var olduğunu söylerlerdi, yine türediniz."

"Tövbe estağfurullah... Sekreter hanım kızım, benim Fahri Arsel. Dilinizin kemiği yok anladık. Neyse sizi ara..." Yine sözü bitmeden. Melek telaşlı bir şekilde konuştu.

"Ayy özür dilerim vallahi bilmeden konuştum. Kendimi size karşı mahcup hissediyorum. Ne derseniz yapmaya hazırım. Ay çok özür dilerim."

"Öncelikle sus kızım ve dinle... Yarın aynı saatte iş yerine gel. Suzan hanım sizi kışkırtığı için dayak yediğini söyledi. Yalvararak sizi işe almamı istedi. Bende bu şekilde düşünüyordum ama bu kadar kolay beklemiyordum. İş yerinde ki insanların size karşı tavrını da bir şekilde bertaraf edeceğim. O sizi affetse de bu tavrınız çok yanlıştı. Lütfen bir daha böyle bir şey olmasın. İyi günler." diyerek telefonu kapattı. Melek, böyle bir haberi duymasının ardından hiç olmadığı kadar mutluydu. Orada onu bekleyen Ayhan gibi akıl hastası olduğu halde düşünmek aklına bile gelmiyordu. O delinin onu beklediğini bilse yine gider miydi, meçhuldü.

 

________________

 

Kısa sohbet

Bölümler sizi sıkmıyordur umarım. Ben çok eğleniyorum yazarken. Merak etmeyin kimsenin yaptığı yanına kar kalmayacak unutulmayacakta. Gerçek hayatta unutuluyor bari kitapta cezalarını verelim. Şimdi Murat ile Melek de yan yana olamıyorlar. Aralarında bir şey yok o yüzden ikisi de sadece yapmak istediklerini düşünüyor yapmaya cesaretleri yok. Cesaretleri olunca her şeyi yapmaya güçleri de olacak. Kafamdaki kurgu bu şekilde ilerliyor fikir belirte bilirsiniz buna çok açığım. Çok uzun cevaplar yazıp sizi usandıra bilirim, onu da söyleyeyim. Bir de yazım yanlışlarına dikkat eden arkadaş varsa gözüne çarptıkları yüzünden hakkını helal etsin. Baştan savma olmadığını, elimden geleni yaptığımı bilin.

Loading...
0%