@kambersizyazar
|
Yorum ve beğeni yaparak destek olur musun? ________
"Melek Kapya isen içeri gel. Yoksa çabuk kapının önünü boşalt." Murat cümlesini bitirdiği gibi gülümseyerek içeriye girdi. Gördüğü şey karşısında ağzı açık kalacağını düşünmemişti. Böyle bir hediyeyi bir kıza sadece Murat Arsel'in vereceğini hatırlayıp bıkkın bir halde yanına yaklaştı. Şaşkın bir ifadeyle bakıp gözleri bu saçma sapan şeyde nedir diye sorguluyordu. "Beğendin mi?" diye sordu, dalga mı geçiyor bu adam? Karşısında bir kız olduğunu ne çabuk unutmuştu. "Beğendim desem inanır mısınız?" "İnanırım." diyerek Melek'in saçlarına baktı. Kendinden dalgalı saçları vardı. Doğal güzellikte kalabilen nadir kızlardandı. Gözlerinden sonra, en çok Murat'ı bu yönü etkilemişti. Doğal, kendinden emin bir duruş çiziyordu. Ne kendini eziyordu, ne de ezdiriyordu. "Seninle alakalı birçok şeye kendimi yalanda olsa inandırdım. Sende yapabilirsin..." demesiyle Melek'in kolundan kırılacak bir dalmış gibi tuttu. "Vur." dedi kolunu bırakırken, Melek gözlerini devirip genç adama döndü. "Çok saçma olduğunu düşünmüyor musunuz? Neden gereksiz yere vurayım?" Homurdanmaya başladı. "Sinirini başkasından alma diye. Başkasına zarar verdiğini düşünürken, kendi hayatını ve benim hayatımı yıkma diye. Hadi benim hatırım için vur." Tatlı bir baskı uyguluyordu. "Çok saçma, nedensiz yere vurmak akıl işi değil. Birbirimizde hatrımız kalacak bir durum yok." Odadan arkasına bakmadan çıkmak istedi. Hediye almasına almıştı ama neresinden bakarsa baksın hediye gibi durmuyordu. "Lütfen yanlış anlayın beni, bu tür hediyeler bana göre değil. Yanlış anlayın ki bir daha aynı hatayı yapmayın." diyerek sinirle saçlarını karıştırdı. Yanlış anlamasını istiyordu. Yaramaz patronunun, kendisini deli olarak gördüğü için her söylediğini, argo kelimelerle aktarmak istesede sırf hediye diye nezaket kuralları çerçevesinde cümleleri kurarak aksettiriyordu. Murat farkında olsa da Melek'de ki isteksizliği, 'Tamam istemiyorsan git' diyemedi. Belkide hoşlandığı adam almış olsaydı bu hediyeyi bu şekilde tepki vermezdi. Ya da tek tepkisi sıkıca sarılıp, mutluluk gözyaşlarını akıtmak olurdu. Murat kafasında onu yemeye çalışan hayalleri kovalayıp Melek'e baktı. "Nedensiz değil. Nasıl ki Suzan hanımı döverken bir nedenin varsa... Bu kum torbasına vururken de bir neden bulabilirsin. Ben senin canını acıtan nedeni bulana kadar sinirini sadece bu kum torbasından çıkartıp başkasına zarar verme. Şimdilik aklıma gelen en iyi hediye bu. Bir kadına aldığım tek hediye bu aslında." Kızın olumlu yönde yapacağı hareketi bekliyordu. Melek hediye edilen kum torbasına döndü. Evet ayaklı kırmızı, siyah renkte bir kum torbası hediye etmişti. İsteksiz baktığı kum torbasından kafasını kaldırdığı gibi Murat'ın gözleri dikkatini çekti. Hadi vur diyerek bütün mimikleriyle gülümsüyordu. Bu adam her manada çekici davranarak, Melek'in aklını kurcalamanın peşinde miydi? Evet kesinlikle, peşinde olduğu şey onun aklı ve başkasına ait olduğunu sandığı kalbiydi. Kendini mavi gözlerin büyüsüne kaptırıp, hafifçe vurdu. Dudağını ısırıp ayaklı kum torbasını kısa bir süre sallanmasını izledi. Melek inanılması zor olsa da şımarık patronunun yanında terliyordu. "Çok kibar vuruyorsun." demişti Murat, tek yumrukta kum torbasını bükerken... Melek kollarını bağlayıp başını dikleştirdi. "Senin de iyi vurduğun söylenemez." Kıkırdadı sonra elini ağzına götürüp ben ne yaptım der gibi baktı. Bu kız farkında değil miydi bu adamın yanında yavaşça soğukluğunu kaybettiğini? Murat, kıza bakarak. "Sana itiraz kabul edemeyeceğim bir konuyu açıklamak istiyorum. Kimsenin yanında gülme." dediği gibi birkez daha vurdu. Melek patronunun neden böyle davrandığını anlamaya çalışırken sallanan kum torbasına bakıp susmak zorunda kalmıştı. Sonra konu değişsin diye. "Teşekkür ederim hediye için." dedi, sesi istemediğini belirtiliyordu. "Nerede duracak bu farklı hediye?" "Tam burada duracak. Ne zaman sinirlenirsen kapıyı çalmadan içeriye girip iki vurup rahatlarsın. Hayatının kaçınılmaz fırsatı bu, elinin altında dayak yemeği bekleyen kumdan bir adam." Diyerek baktı, bakışları nasıl bir işkence şeklini tanımlıyordu? Aşk kokuyordu, tutku, inat, şımarıklığı katıksız yansıtmıştı. Murat çok değil iki ay öncesine kadar romantik bir erkek değildi. Odun, kalas diye hitap edilecek biri de katiyyen değildi. Sadece hani rüyalarda gördüğümüz, çok muzur, tatlı, yakışıklı ve ormantik olan koloni içine giriyordu. Şimdi bu gruba romantik ve tutkuyu da eklemişti. "Olmaz demek istiyorum ama başka yer yok." Melek odanın içine baktı, zaten genç odası tarzındaydı. Hediye buraya cuk oturmuştu. "Tamam burada kalsın, hem iki adımlık yerde her sinirlendiğimde gelirim. Tabi sizin karşınızda kum torbasına vurmak... Yani ne bileyim saçma gelmedi desem yalan olur." Çok mu kontrolünü kaybetmişti. Ağzı düşecek gibi bakmaktan kendini toparlamak aklına nihayet gelince. Öksürerek bir iki adım uzaklaştı. "Ben gidipte işlerimi halledeyim." dedi sıcak bir üslupla. "Yemeğe gidelim mi?" Adamın ani cümlesiyle Melek olduğu yerde kalmıştı. "Çıkma mı teklif ediyorsunuz?" diyerek deyim yerindeyse gözlerini yuvalarından çıkarttı. "Ayy ya-yani yanlış anlamayın öğle yemeğine davet ediyorsunuz ya o yüzden söyledim. Yemeğe çıkalım mı derler ya ondan işte. Yemek, çıkma aynı cümleler içinde birbirlerine dost, kanka gibiler." Git gide rezil mi oluyordu? Başını eğerek devam etti. "Ben gelirim yani, karnım çok aç." dedi utanıp gülümseyerek. Murat kızın çenesini nazikçe tutup kendisine döndürdü. "Sen gülme... Senin basit anlamda gördüğün gülüşün, benim için fazla özel... Mesela, tek başına bulduğun kuytu köşelerde gül... Ama ne benim yanımda ne de başkasının yanında gülme. Kontrollü bir erkek hiç değilim. Şimdilik bana ait olmayan gülüşünde kaybolmak istemem." dedi ve nazikçe tuttuğu çenesini bıraktı. "Hıı..." diye bilmişti Melek. Romantik bir kelime mi kullanmıştı bu adam? Başını eğerek çıktı dışarıya, başka ne yapacağını bilmiyordu. Sekreter odasına geçip tam sandalyesine oturacakken, Hacer birinci katta giriş işlemleri için imza atması gerektiğini hatırlattı. Sessizce zorunlu görevi yerine getirmek için asansöre yöneldi. Aklına getirmek istemediği adamları hatırladı. Göbeğini sallayarak pişkin bir şekilde gülen Kenan sapığı ve ruh hastası Ayhan. Kenan bey için işler iyi gitmediğini sabah Esila hanıma kahve alırken duymuştu. Bu tür şirketlerde, dedikodu çabuk yayılırdı. Polisler ipucu aramak için odasına geldiklerinde elleri boş gitse de, arkalarında dedikodu için bol ve detaylı ipuçları bırakmışlardı. Karısının iki abisi ve polisler köşe bucak arıyormuş. Karısını, tuttuğu katil ruhlu bir adama saatlerce dövdürek bir şeyin intikamını almış. İki gündür komada yatıyor ve doktor gözetiminde bilerek uyutuluyormuş. Vücudunda sekiz kırık ve iç kanama tehlikesi daha halen devam ettiği için aile eşrafı perişan halde hastane koridorlarında gelecek güzel haberleri beklemekteymiş. Polisler ne Kenan'ı bulmuşlar, ne de arkasında iz bırakmadan kaçan tehlikeli psikopatı. Melek, tecavüz girişiminin ertesinde yapılan bu davranışı akıl sır erdiremese de kimseye kendisiyle alakalı bir şey söylemeden sadece kadın için üzüldüğünü belirtmişti. Gerçekten üzülmüştü kimsenin, kimseyi dövme gibi bir üstünlüğü yoktu. "Mutlaka o yaşlı sapığın tuttuğu adam Ayhan olmalıydı. Ne de olsa Kenan bey'in tek cümlesiyle, Merve ve beni öldürmeye kadar götürmüştü. Kaçmasaydık, Allah bilir bize küçücük ofiste ne işkenceler yaparak öldürürdü. Sonra da birbirlerini öldürdü diye yalan haberlerle insanları kandırıp bizden nefret etmelerini sağlardı." Kulağını çekip tahta aradı. Bulamayınca kafasına vurup, batıl inanç olsa da ritüelini bitirdi. Asansörün açılan kapısıyla dışarı çıktı. Derinden nefes alıp üç boş cam bölmenin ardından ayakta dosyaya bakan dördüncü bölmede ki adamın olduğu odaya girdi. "Merhaba, ben bugün işe başladım. Yani kovulmuştum tekrar başladım." demesiyle siyah saçlı, yeşil gözlü, orta yaşların başında olan adam Melek'e döndü. "Sizi tanıyorum sekreteri döverek hastanelik eden, diğer sekreter değil misiniz?" diyerek alaycı bir gülümsemeyle bakıp elindeki dosya'yı masaya bıraktı. "Yasemin hanım da dosyanız. Yemeğe çıktı birazdan gelir. İkinci odada bekleyin." dediği gibi bakışlarıyla kapıyı gösterdi. Nazikçe kovmanın en centilmen yolu olduğunu düşünüyordu bu aptal adam. Melek'in bir sekreteri hunharca dövdüğünü ve bu olaydan kurtulduğu duyduğunda muhasebe bölümü olarak iyi karşılamayacaklarını göstermek istiyordu. Başardığını, kızın bu muamele yüzünden kötü hissettiğini düşününce kendini mutlu hissetti. Melek, yapılan tavıra bozulmak yerine gülüp geçti. O kız suçsuz değildi. Ve bu durum hiç umurunda olacak bir şema çizmiyordu. İçten bir şekilde gözleriyle teşekkür edip kapıdan çıktı. İkinci odaya girdiği gibi aynı hızda geri dönerek adamın önünde dikildi. "Adım Melek Kapya, benim adım diğer sekreter değil. Beni biliyorsanız bu dipnotu da bir köşeye yazın. Malum aşağılarken işinize yarar." Kendinden emin adımlarla yerine geçti. Geçen on dakikanın ardından, sıkıldığı için ayağa kalkıp adamın olmayan varlığını aradı. "Nereye gitti bu adam? Yasemin hanım gelene kadar burada kalsaydı." Kendine belli etmese de korkuyordu. Ayhan bu kattan sorumlu güvenlik memuru olduğu içindi tabii ki bu korkusu yersiz değildi. Etrafa göz gezdirmek için ayağa kalktı. Sürpriz adına yapılan hiçbir şeyden hoşlanmazdı. Ve Ayhan bir köşeden ceee diye çıkarsa şuracıkta düşüp bayıla bilirdi. Dudaklarında bir türkü mırıldanıp zamanın geçmesini isterken, etrafına bakmaya başladı. "Bahar gelir gudurursun Kızılırmak seni seni Ne uyursun ne durursun Kızılırmak seni seni
Gelin yedin kızlar yedin Nice ela gözler yedin Seksen doksan yüzler yedin Kızılırmak seni seni
Gençler yersin goca yersin Gündüz yersin gece yersin Hakim benden sormaz dersin Kızılırmak seni seni..." Nerden gelmişti bu türkü? Sinirden gülmeye başladı. Babasının Aşık Veysel sevdası farkında olmadan kendisine de geçmişti. Türkü sevmek güzeldi ama bu durumda bu türküyü söylemek hiç mantıklı değildi. "En iyisi sonra gelerek imza atarım." diyerek asansörün olduğu tarafa hızla yürüdü. Kendi canını sokakta bulmamıştı. Burada biraz daha kalsa Ayhan gelmese bile korkudan inme inecekti. Bu durumu, Merve açıklamayı kabul edene kadar alışması gerekiyordu. Lakin bugün, o gün değildi. Asansöre yaklaşmıştı ki kapısı açıldı. Hızla sürdürdüğü adımları bir anda buz tuttu. Tanıdık ve korktuğu birisine ait ses gelmişti. "Merak etmeyin siz..." demişti sesin sahibi. Yavaşça kendini toparlayıp arkada ki tarafa koşarak saklandı. Kalbi şu anda altmış veya seksen civarında atması gerekiyordu. İşaret parmağını ve orta parmağını birleştirip köprüçük kemiğinden nabzına baktı. Bir yaşındaki bebek gibi yüz kırk civarı attığına emindi. Sakinleşmesi gerekiyordu, ama nasıl? Yere çöküp kulaklarını kapattı. Sesi duymazdan gelirse bir nebze de olsa korkusu hafiflerdi. Gözlerini yumdu ve söylediği türküye devam etti.
"Yakının var ırağın var Zemherirde bir çağın var Bir de budan tuzağın var Kızılırmak seni seni...
Parça parça etsem seni Fabrikaya tutsam seni Deniz olsan yutsam seni Kızılırmak seni seni...
Söyle Veysel sözü sana Yılda kıyan üç beş cana Selleri eylen mahana Kızılırmak seni seni..." Başını dizleri arasına alıp birkaç dakika daha durdu. Sonra sesler çoğalmaya başladı. Yemekten gelirken, sohbet ederek görev yerlerine geçen insanların sesleri ninni gibi gelmişti. Kendini toparlayıp saklandığı yerden önce başını uzattı. Cam bölmelerin içinde insanları görünce. Yavaşça asansörün olduğu tarafa yürüdü. Aklında tek plan vardı. Şimdi kimseye görünmeden gitse konuştuğu suratsız adam etrafta ki insanlara Melek'i sorduğu anda Ayhan bu duruma kuşkuyla yaklaşıp başına bela olabilirdi. Saklandığını kimse ama kimse bilmemeliydi. Asansörün dibine gelip derinden nefes aldı. Kalbi normal seviyede atmasa da iyi durumda görünüyordu. Yavaşça sanki asansörden inmiş gibi, cam bölmelerin olduğu tarafa yürüdü. Direk ikinci odaya girerek boş sandalyeye oturdu. Ona soru yöneltilmeden konuşmaya başladı. "Beklemekten sıkıldım bende yukarı yemek yemeye çıktım." Sesini herkesin duyacağı şekilde yüksek çıkartmıştı. Etrafa kısa bir süre göz gezdirip, onu gördüğüne memnun olmayan kadına gülümsedi. "Şuraya imza at, birde şuraya at... Bu kadar gidebilirsin." "Teşekkür ederim." diyerek oturduğu sandalyeden kalktı. Yüzüne dahi bakmayan insanları arkasında bırakıp asansöre yönelerek hızla bindi. Ve yine dejavu, tek farkla... Şimdi ikinci binen Ayhan değil Melek olmuştu. Kontrolünü kaybetmeden, korkusunu belli etmeden köşeye sindi. Ahhh Merve, kendisi düğün hazırlığı yaparken Melek'in susması için elini ayağını nasıl da bağlamıştı. Başını yere eğdi, başka bir şey düşünmesi gerekiyordu. Murat olabilirdi mesela... İç sesinin yardımıyla konuşmaya başladı. 'Hediye almıştı, anlam yüklenecek bir hediye olmasa da, düşündüğünü belli eden bir hediyeydi.' Kafasını başka bir olaya odakladığı için, aklına yanındaki adam gelmeyecekti. "Yine karşılaştık ne tesadüf." dedi soğuk itici sesiyle Ayhan. 'Hediye diyordum, kum torbası büyük bir kum torbası.' Diyerek duymak istemediği sesi bertaraf etmeye çalışıyordu içinden. "Şimdiden vücudun da ağrı bırakan erkeğin yüzüne mi bakmıyorsun? Çok ayıp güzelim çok ayıp. Ben kırılırsam seni de kırarım." diyerek saygısızca söylemlerine devam etti. 'Yemeğe davet etmişti. Güzel bir başlangıç olabilir bu yemek. Kum torbası hakkında da konuşabilirdim...' Duraksadı içinden bile cümleler bitmişti. Sonra akmak için savaşan göz yaşlarını yanaklarından bırakıp. 'Ben çok güçlü biriyim.' diyerek devam etti.. 'Annemin ölümünden daha fazla bir şey beni yaralayamaz. Güçlüyüm güçlü görünmek zorundayım.' Asansör nihayet bir asır gibi gelen yolculuğu bitirmişti. Açılan kapının ardından özgürlüğe koşmak için adım atmıştı ki, omzuna aldığı baskıyla asansörün demir duvarına yapıştı. Akabinde ağzını koca bir el sıkıca tutarak hareketsiz kalmasını sağladı. Kalbi yine bir bebek gibi savunmasız atıyordu. Ağlayarak gözlerini yumdu. 'Hediye aldı bana duygusal anlamda değildi ama bir hediye. Anlam yüklemiş değilim yine de hoşuma gitti.' "Dudakların elimin altında balık gibi oynuyor. Masumiyetini anlatamayan kızlar gibi ağlamayı bırak. Söylediğin cümleleri bana da söyle? Çok merak ettim." diyerek Melek'in omzunda ki baskıyı arttırıp kahkaha attı. Gözlerini açmadan Murat'ı düşünüyordu. Sonra aklına babası geldi. Her konuda yanında olmaktan zevk alan babası... Gücünün tükendiğini hissediyordu. Bitmek üzereydi güveni, kendi kendisine sağladığı huzuru...Durdu, ona sunulan saniyelerde düşünmeye başladı. Ne zamandan beri korkularına karşı gözlerini yumuyordu? Bu Melek'in yaptığı bir hareket kesinlikle değildi. Korkusuz kıza ne olmuştu? Nerede ve kimin arkasına saklanıyordu? Sıkıca yumduğu gözlerini açıp, tek nefeslik mesafedeki adama baktı. "Aaa en sonunda varlığımı hissettirmeyi başardım. Çok merak ettiğim bir soru soracağım. Senin gibi burnu havada kızlar, sonunu bilsin diye kimsenin dayanamayacağı işkenceler yapmak istiyorum. Birkaç önerin varmı? Gözlerini evet der gibi salladı. "Söyle bakalım, beğenirsem onları uygularım." dediği gibi elini ağzından çekti. "Burası ring değil. Ben senin rakibin değilim. Bu yaşadığımın kabus olma ihtimali de sıfır. Bırak beni, başına dert alma." dedi, şimdilik kurtulmak istiyordu. "Biliyor musun? Sinir olduğum kızların vücutları dikkati mi çekmezdi. Ama senin dolgun olmayan, çirkin vücuduna bakıyorum da, kafana karton geçirerek iş görür." diyerek kahkaha attı. "Korkma, korkma öldürmek istediğim veya dövdüğüm hiçbir kadına tecavüz etmeye çalışmam. Birde senin gibi asi bir kadına tecavüz etmek... Kendimden nefret etmeme sebep olur." Kulağına eğildi. "Koynuma alacağım kadın. Aşırı korkak ve konuşmamalı. Sen bu profilin yanından geçmiyorsun. Sana elimi cinsel anlamda sürmem." Rahmetli yeşilçamın kötü adamı Erol taş kahkahası attı. Melek'in sinirden gözleri dolmuştu. Korkudan değil, panikten hiç değil sinirden dolmuştu. "O yaşlı tekenin eşini para karşılığı sen mi dövdün?" dedi tüm gücüyle. Ayhan afallamıştı, bu kızın artık canını sıktığını hissediyordu. Asansörün dar alanında kızın boğazını sıkıp, on saniye içinde bıraktı. Yarım yamalak güldü Melek'in ateş saçan gözlerine bakıp sadece gülümsedi. "Sen mi dövdün?" dedi hızlı nefesler alıp tekrar ederek. "Plaket vereceksen evet ben dövdüm. Yaşlı kokoş kadın konuşma konusunda iyi olmasına rağmen yüzüne aldığı tek yumrukta bayıldı. Sonra uyurken pis, yağlı vücuduna vurmak fazla zevk vermese de, görev diyerek teknik bütün el becerileri mi denedim. Birkaç kırık ve riskli bir iç kanama ile benden kurtuldu." dedi pişkin bir şekilde. "Merve ve beni de Kenan bey'in emriyle sen dövdün." "Eee ne olmuş? Bilmediğin bir şey mi? Canın yine mi dayak istiyor?" dedi. Fazla olmuş olacak ki Melek kontrolünü kaybedip diziyle adamın iki bacak arasına tekme geçirdiği gibi Ayhan yere çöktü. Acı içinde bağırarak küfretmeye başladı. "Yine bana vurdun aptal kadın." "Sakın bir daha benimle uğraşma. Bu sana son uyarım." dedi Melek, elindeki telefonu gösterdi. Ayhan'ın ettiği hiç bir küfre kulak asmıyordu. Akan yaşlarını yanaklarından silip devam etti. "Eğer bir daha beni rahatsız edersen emin ol, telefonda kaydettiğim sesini bütün polisler duyar. Kendi iyiliğin için benden uzak durrr." İlk defa Ayhan sükut içinde başına büyük bela olacağı kızın gidişini izliyordu. Bu son kurtuluşuydu. Artık başına buyruk sekreter için ölüm canları çalmaya başlamıştı. Melek panik ve korku içinde asansörden uzaklaştıktan sonra duvara dayanıp titremeye başladı. Ne yapmıştı? Nasıl böyle bir hataya mahal verdi? Kendi, kendisine verdiği gazla belayı katlayıp önüne sunduktan sonra, şimdi bunu düşünmek boştu. Artık yaşayan bir ölüydü. Ölecekti hemde vahşice öldürmek için bekleyen adamın elinde ölecekti. Telefonu elinde olmasına rağmen kayıt düğmesine basamamıştı. Şarjı biten bir telefon normal olarak kayıt düğmesine basma yetisini kaybetmiş oluyordu ve hayatının en kötü yanlışı olacaktı. Murat Arsel'in odasına doğru giderek kapıyı çalmadan içeriye girdi. Murat telefonla hararetli bir sohbetin içinde Hakan'a bir şeyler anlatırken, Melek'in titreyerek gelmesiyle ayağa kalktı. Yanına giderken Melek de kum torbasının önünde durmuştu. Hızla kum torbasına vurmaya başladı. Yaptığı hareketi Murat sessizce izledi. Neden sinirlendiğini bilmiyordu ama kum torbası her vuruşta yere düşme noktasına gelip ayağa kalkıyordu. "Ellerin acıyacak, lütfen dur." dedi Murat yanına yaklaştırımadığını bildiği için gidemiyordu. "Neden tek suçlu kendim olduğumu hissediyorum? Ben bir şey yapmadım." diyerek yere çöküp ağlamaya başladı. "Birisi sana bir şey mi dedi? Esila, Salih, babam veya başkası hangisi söyle ben onlarla konuşur çözerim." "Hayır, kimse bana bir şey demedi." dedi burnunu çekerek. "O zaman ağlama... Bu işten çıkarken gözümün önünde akıttığın damlaların daha hesabını soracağım. Seni şimdi ağlatan kişiyle o zaman ağlatan kişi kim olursa olsun hesabı sorulacak. Sadece anlatman için sana zaman tanıyorum. Şimdi ağlama olur mu?" "Ol-olur ağlamam." dedi kekeliyerek. Her şeyin konuşarak çözeceğine inanan patronundan nefret etti. Ölecekti ne çözümü? Adrenalin yüzünden kuruyan dudaklarını tükürüğü ile ıslatıp bakışlarını mağrur bir hareketle kaldırdı. "Ne de olsa ölümlü dünya, bugün varım yarın yok olabilirim. Hem her şeyi konuşarak çözemeyeceğinizi anlayın. Bazen bütün çözümlerin elinizde patladığını görürsünüz. Büyüyün artık hayat, çözüm, para ve kadından ibaret değil." Başını dikleştirip Murat'a baktı. Gülümseyerek kendisini azarlayan kızı dinliyordu. "İlk defa birisi bana bağırırken mutlu hissettim. Nedensiz yere azarlanıyorum ve tamamen anlamadığım dilden konuşuyorsun. Yine de fazla iyi hissettirdi. Lütfen devam et ben seni dinliyorum." Gülmesi bütün mimiklerine yayılmıştı. "En iyisi ben gideyim. Seni mutlu etmek için bağırmak gibi fetiş düşüncelerim yok." Reverans yapıp yaramaz çocuk gibi göz bebeklerini yukarıya kaldırdı. "Gidiyor musun? Tam da bu durumdan hoşlanmaya başlamıştım." "Ayy ne sinir bozucusun." Tamam Murat'ın yaptıkları normal hiç değildi, saçlar parlak, kahverengi renkte ve kıvırcık olunca aşırı tatlıydı. Bu adam istem dışı sempatik olma yarışmasına katılsa açık ara birinci olabilirdi. İçinden gülümsedi Melek, eskisi gibi küçük bir kız olarak gülümsemek istedi. "Teşekkür ederim sayenizde biraz daha iyiyim. Kum torbasının işe yaradığını görmek mutlu etti beni." Bu kadar duygu karmaşası yaşadığı halde söyleyeceği tek cümle minnettar olduğuydu. Murat kızın omuzlarını tutup kendine çevirerek dudaklarını büktü. "Ben adam yemem. Benden böyle kaçma kötü hissediyorum." Elini çenesinin altına yerleştirdi. "Hele ki, asi kül kedisinin cam ayakkabısını giydirmeden, asla kaçmayı düşünme. " diyerek göz kırpıp iki adım uzağa gitti.
_________ Niye bilmiyorum çok zor yükledim. Beş başarısız denemeden sonra yarına bırakacaktım altıncı da oldu. Bölümü sevip bana fikirlerinizi iletirseniz çok sevinirim. Yeni bölümde görüşmek dileğiyle. Taciz olayına da yarınki bölümde bodoslama giriyoruz. Artık ortam biraz ekşın olsun.🤪 Beni ve hikayemi yalnız bırakmayın.🫣 |
0% |