Yeni Üyelik
42.
Bölüm

37. O olabilir miydi?

@kambersizyazar

 

Yorum ve beğeni yapmayı unutmayınız.

 

Hadi başlayalım...

____________

Melek'in biten serumunun ardından doktor fizik tedavi ile ilgili bilgiler vererek, odasına tekrar döndü. Esila, rahatsız edici sandalyenin üstünde uyuya kalmıştı. Gözlerini aralayıp bebeğin çığlıklarını duymamazlıktan gelmek için yarım saat önce hemşireden aldığı pamuğu iki kulağına tıkadı. Artık sesten çok kulağı tırmalayan uğultu vardı. Melek ilaçların verdiği rahatlamanın hissiyle kolunu sallayarak gülümsedi. Yediği bir araba dayağa rağmen vücuduna kalıcı zarar vermemişti. Doktor ilaç tedavisini beş kere söylediği için aklında kalan tek bilgi buydu. Göz ucuyla baktı ağlayan bebeğe, nasıl da içli, içli ağlıyordu! Etrafta doktor veya hemşire silueti görmeyince bebeğin olduğu tarafa yataktan destek alıp topallayarak geçti. Bebeğin annesi dayanılmaz ağlama krizleri eşliğinde, kısık sesli ninniler okuyarak rahatlatmak istese de bu mümkün değildi.

Kadın akıttığı gözyaşlarını silip hıçkırarak devam etti okuduğu ninniye.

"Neyi var bebeğin?" Diye atıldı Melek. Yanlış cümleyle soruyu sormuştu. Sinirle bebeğine yüklenen annenin, tepkisiz yüzü sayesinde, sorunun yanlış aksettirdiğini öğrenmiş olsa da, çok geçti.

Melek dudağını ısırıp Esila'nın olduğu tarafa baktı. Yardım etmesi için mahçup bir tavırla gözlerini kırpıştırıp önüne döndü. Yardımcı olacağını umduğu kişinin sandalyeden kalkıp yardım etmeye niyeti yoktu.

"Şey, sakın yanlış anlamayın. Yani insan sinirli olunca, ona yöneltilen her soruya karşı önüne sed koyma ihtimalini anlayabiliyorum." Kadının sus ve defol diyen bakışları altında ellerini nereye koyacağını şaşırdı.

" Şey... Ben bir yıl öncesine kadar küçük bebek baktım. Bakıcı gibi bir şeydim." Gülümsedi karşısında tepkisiz yüze rağmen.

"Bir dakika bebeğinizin yanına geçebilir miyim?" Bir adım yaklaştı ki kadın oflayarak saçlarını karıştırdı.

"Hayır tabii ki..." dedi gözlerinde ki yaşları silerken.

"İki adım arkada olacaksınız. Bebeğe siz yakındayken zarar vermem. Lütfen izin verin ağlamaktan yüzü morarmış."

"Beş dakikalık kalkacağım. Senin konuşmanda umut sezdiğim için değil, bir şeylerin güzel gitmesini umut ettiğim için." Yatağın kenarından kalkıp sandalye'ye oturdu.

"Delirmek üzereyim çünkü..." Melek onu anladığını göstermek için bütün vücudunu adamıştı. Bebeğin yattığı yatağın yanına yaklaştı. İki kaşın arasına işaret parmağıyla gel, git hararetleriyle masaj yapmaya başladı. Sakinleştirmek için kulağına doğru annesinin ağlamaktan yarım bıraktığı ninniyi söyledi.

"Uyu yavrum yine sabah oluyor.

Uyumazsan güzel yüzün soluyor.

Babası da gelmiş bize bakıyor.

Uyu yavrum yine sabah oluyor." Bu arada bütün hastaların hatırlarını sorarak Serpil hanım ve Sibel iki dakika önce acil bölümüne girmişlerdi. Melek'in canını, dişine takmış haline baktılar. Yara, bere içindeyken bile bebeği düşünmesi tam ona göreydi.

"Başına bela açmasa, kendine biraz çeki düzen verse, huyu biraz tatlı olsa, işve, cilve, naz yapmasını bilse tam evlenecek kıvamda bu kız." diyerek gülümsedi Serpil hanım.

"Anne daha ne kaldı? Kızın felsefesi didişmek erkek tarafı bunları kabul ederek gelmeli." dedi, daha halen dikkatle Melek'i izliyorlardı. Melek, kollarına sardığı bebeğin az da olsa ağlama krizleri geçirmişti. Boynuna küçük bir öpücük kondurup karşısında aglamaktan hitap düşmüş kadını çağırdı.

"Buyrun paşa şimdilik sustu." dedi kadının ağlamaklı gözlerine bakarak.

"Sizin haklı olarak, stresli, huzursuz haliniz çocuğa geçtiği için bu kadar rahatsız. Bak her yerim mosmor ama dünya umurumda değil." Küçük bebeğin acısı azalsın diye bildiği bütün kısa sureleri okuyarak yüzüne üflemişti. Annesi her yıl üç aylık okul tatillerinde Kuran kursuna gönderdiği için, kendisini bu konuda şanslı hissediyordu. Esneyerek çocuğun annesine baktı.

"Nazar da olmuş tatlı, güzel paşa." dedi.

"Baksanıza üç dua okudum esnemeye başladım." diyerek tekrar esnedi.

"Teşekkür ederim." Kadının sesi bile yaşadığı sıkıntı yüzünden bitkin düşmüştü.

"Önemli değil. Yanına uzanın ikinizde dinlenmiş olursunuz." dediği gibi Serpil hanım ve yakın arkadaşını gördü.

"Hoşgeldiniz..." diyerek, birkaç dakika önce tanıştığı, genç yaşına rağmen beyaz saçlarla dolu, hüznünü saklayamayan bebeğin annesine veda edip, topallayarak heyecanla digerlerinin yanına geçti.

"Sen bize hastanenin acil bölümünde misafir perverlik mi yapıyorsun? Ahh kuzum ne çekilmez cilen varmış." Serpil hanım kuzum lafını fazla uzatmıştı. Herkes sevgiyle kucaklaşan, aile gibi görünen, lakin gerçek hayatta aile dostu olan insanlara imrenerek bakıp önlerine döndü.

"Yok be Serpil teyze, bakma halime iyiyim. O kadar iyi durumdayım ki yatakta kalamadım." diyerek yattığı tarafa götürdü. Esila gelenleri görünce geldiğinden beri uyumuş olmasına rağmen, sanki hiç uyumamış gibi gözlerinden akan uykuyla ayağa kalkıp, ne kadar isteksiz olsa da konuşmak için dudaklarını yaladı.

"Hoşgeldiniz. Nasılsınız, iyisinizdir inşallah?" siyerek elini uzattı. Zengin bir balo'da hemcinsine el uzatır gibiydi. Soğuk ve kendini beğenmiş.

"İyidir kızım, sen kimsin?" dedi Serpil hanım baştan aşağı süzdü elini isteksiz sıkarak.

"Ben mi? Ben patronuyum." Kasılarak söylemişti.

"Arkadaşı olsan, sandalye'ye yapışmak yerine yanında olurdun zaten. Belli patron olduğun..." Duyduğu cümleler üzerine Esila gözlerini devirerek Melek'e baktı.

"Offf! Hayatına dair herkes ile bağım felaket olmak zorunda mı?" Ellerini giydiği pembe İmitasyon deri ceketine koydu.

"Neyse laf dalaşına giremeyecek kadar yorgunum. Ailen geldiğine ve burada durmaktan daha önemli işlerim olduğuna göre ben gidiyorum." dediği gibi Murat geldi aklına. Eve giderse kesinlikle öldürülürdü onun tarafından.

"Neyse gitmesem de olur." Yalancı bir gülüş savurup telefonuna baktı.

Serpil hanım gözlerini devirerek kızın yüzüne bakmadan konuşmaya başladı.

"Hadi kızım boş boş konuşacağına bize iki çay al. Uzun yoldan geldik."

"Ben mi???" Dudaklarını yaladı.

"Kendinizle gelen kişiye söyleyin lütfen." dedi Sibel'i işaret ederek. Esila soğuk havaya rağmen, ceketinin altında askılı pembe diz üstünde biten elbisenin kırışmış tarafını düzeltmeye çalışıyordu. Dediği kelimelere pişman olmayacaktı. Zaten pişman olması için karşısında ki yaşlı kadının şekli, şemali'de izin vermiyordu. Serpil hanım, Melek bu haldeyken, buranın hastane olması sebebiyle tabi ki ağız dalaşına girmeyecekti.

"Patron olmuşsun ama yüzünde birçok godamanın yüzünde oluşan maşrapa duruşu var." diyerek acilden sorumlu hemşirenin yanına gidip üç kızı arkasında bıraktı.

"O kadın bana ne demek istedi? " Melek başını hafifçe kaldırıp.

"Hiç bilmiyorum." dedi. Konuşma uzamasın diye Sibel sıkıca sarıldı arkadaşına. Öptü morarmış yanaklarını, ne çok acı çekmişti Allah bilir.

"Nasılsın?" dedi Melek'e bakarak.

"Aynı..." Gözleri buğulanmıştı.

"Sen nasılsın?" Sibel arkadaşının burnunu çekip.

"Bu haldeyken bile hatrımı soruyorsun? Aptalsın kızım sen, aptal." Gülmeye başladılar. Esila gözlerini devirerek sandalyeye geri oturdu.

"Melek, ailen geldiğine göre ben dışarıdan yemek yemeye gideceğim. Bir saat içinde gelirim." Çantasında taşıdığı küçük not kağıdına kendi telefonunu yazdı.

"Misafirlerin gitmeden beni aramaya kalkma." Yerinden kalktı, saçlarını toparlayıp notu Melek'in eline uzattı. Sonra kulaklarına koyduğu pamuğu cebine koyup, acil kapısından çıktı.

"Tam dayaklık bir kadın bu. Melek bu kimdi Allah aşkına?" dedi Sibel.

Melek yakasını silkerek.

"Dedi ya, kasım kasım kasılarak. Saygı değer patronice." Dalga geçer tarzda dil çıkardı.

"Tuvalet kağıdı gibi koparıp, koparıp suyun içinde yumuşatıcı etki ile kaybolmasını istiyorum." Yatağına oturdu. Kahkaha atarak, kaldıkları yerden sohbete devam ettiler. Serpil hanım bu arada doktor ile konuşup, doktorun bütün itirazlara rağmen çıkış işlemlerini halletmişti. Serum ve yapılan müdahale için ödenecek parayı şirketin ödeyeceğini duyunca biraz tartışma çıkarsa da, bu konuyu fazla uzatmanın önemli olmadığına karar verdi. Doktor Melek'in bacağına yarım atel takıp iki hafta boyunca geceli, gündüzlü takacağını ve şişkinlik olmasın diye birkaç gün aralıklarla soğuk kompres yapması gerektiğini anlatmıştı. Atel ayak bileğinden başlayarak dizine kadar gidiyordu. Doktorlar bu şekilde acıyı en aza indirgemek istemişlerdi. Melek bir kolunda Serpil hanım, bir kolunda Sibel ile, topallayarak taksiye bindi. Hastane macerasının sonuna nihayet gelmişlerdi. Bindiği taksi ne kadar hızlı gitmeye çalışmış olsa da, akmayan trafik yüzünden dakika başı frene basarak eve getirmişti.

"Dur kardeş, dur..." Serpil hanım homurdanarak çantasına uzandı.

"Valla oradan, buraya kadar, nasıl bu kadar para tuttu, anlamadım." diyerek cüzdanından taksimetre de yazan parayı adamın eline uzattı.

"Ben eve geçince borcumu veririm."

"Kız ne diyorsun birde ben mi seni döveyim. Kızım gibi gördüm diye öyle dedim. Sana harcadığım her para helal hoş olsun." Kapıyı açıp Melek'in elini hafifçe tutarak dışarıya doğru çekti. Nihayetinde eve gelince üçü bir ağızdan çıkmışcasına 'şükür' etti. Sibel, Melek'i oturma odasına götürürken Serpil hanım bir bahane bulmak için Hayri bey'i aradı.

Bahane hazırdı. Yüksek ihtimal Sibel'in nişanı attığından haberi olmadığını düşündüğü için, teselli, dayanak olsun diye Melek'in yanında kalmasını rica edecekti. Zaten arada kalıyorlardı sorun etmezdi.

 

***

 

Murat, son model kırmızı arabasını hastanenin garaj bölümüne bırakıp, arkaya attığı ceketini giyerek dışarı çıktı. Akabinde Hakan ve Salih de arabalarını kalabalık garaja bırakıp çıktılar. Salih, Murat'ın omzuna dokunup.

"Daha halen güzel bir gün." dedi.

"Melek aldığı darbelere rağmen çok güçlü." diyerek kollarını açıp esneme hareketleri yaptı. Murat, sinirle karışık şaşkınlıkla baktı Salih'e. Keşke hastaneye gideceğini onun duyacağı şekilde söyleyip peşinden gelmesini sağlamasaydı diye içinden geçirdi. Melek'i mi düşünüyordu bu adam yine?

"Sen git şirkete... Evet, evet şirkete git. Hani işin vardı, hastane adını duyunca ceylan gibi seke seke peşimden geldin." Konuşmasını beklemeden arkasında bırakıp, Hakan ile hastanenin acil kapısından içeriye girdi.

"Saçma sapan konuşma. Kızın haline bak senin derdine bak." Salih'in Melek'i görmesini, iyi dilekte bulunmasını kaldırabilecek güçte, şimdilik değildi. Öncelikle sekreterinin Salih'e karşı beslediği saçma hislerini buhar olması için, kendisine aşık etmeli. Sonra kafasında, Salih'in zararsız erkek sinek olduğunu benimsemesi lazımdı. Yoksa kafayı yiyecektirl. Koridorda, elinde karton bardakla kahve içerek oturan kuzenini görünce uzaktan seslendi.

"Hişt Melek nerede?" Esila göz ucuyla Murat ve Hakan'a baktıktan sonra ayağa kalktı.

"Vallahi almış götürmüş koca karı." dedi.

"Aaa, Hakan nasılsın." Konuyu değiştirmek istiyordu. Hakan'a sıkıca sarılarak çıkışa doğru yürüdü.

"İşler nasıl gidiyor. Sevgilin varmı? Ne zaman elimi öpmeye gelecek." Yavaş yavaş arayı açmıştı. Ya da öyle sanıyordu.

Murat arkadan Esila'nın saçlarını acıtmadan tuttu.

"Sen, bana hesap vermeden nereye kaçıyorsun?" diyerek çekiştirmeye başladı.

"Bırak saçımı dengesiz, benim suçum yok. Geldiğimde akrabası mı komşusu mu olacak kadınla gitmişlerdi."

"Kim götürdü? Hem sen nerdeydin, o kadın, elini kolunu sallayarak götürürken."

"Yemek yiyordum oldu mu? Tek suçlu ben değilim ki. Bırak saçımı öküz... Zaten her yaptığıma bütün kıvırıyordu çok bile kaldım yanında." Murat elini Esila'nın saçlarından anı bir şekilde çekip, Hakan'a doğru Esila'yı itti.

"Götür şunu ameliyata, beyin nakli yapsınlar." diyerek koridorun diğer tarafına döndü. Melek'in numarasını aramak için telefonu eline aldı. Unutmuştu, telefonun kırıldığı için kapalı olduğunu. Esila kuzeninin arkasından dil çıkartarak Hakan'ın geniş omuzlarına kendini iyice ne bastırdı.

"Dengesiz valla benim kuzenim. Bir an önce sevgili yapmam lazım." Sinsice güldü.

"Sonra ilk iş olarak Murat'ı dövdüreceğim." diyerek muzipçe gülümsedi.

"Kolay gelsin." Salih'in ucundan tepki kokan cümlesiyle Esila sevinçle kendini güvende hissettiği kollardan çekti.

"Sen niye buradasın? Yani kimi görmeye geldin? Yoksa beni almaya mı geldin? Mükemmel ben hazırım." diyerek Salih'in omzuna kafasını indirdi. Salih alışılagelmiş biçimde kendini bir adım geriye çekti. Esila'nın her zaman ki gibi başı boşta kalmıştı. Gözlerini kısarak o da arkasına döndü.

"Allahın cezası herif. Biraz kibarlık öğrenmesi lazım hemcinslerinden. Yoksa ondan vazgeçebilirim." Esila'nın kısık sesine rağmen Salih onu duymuştu.

"İyi olur, başkasıyla evlenirsen senden kurtulurum." Arkasına bakmadan giderken, Esila olduğu yerde kalmıştı. Hakan, koluna girerek boş koridorda kafası dağılsın diye sohbet eşliğinde birlikte yürümeye başladılar. Salih acil kapısının önünde sinirle duvara yumruğunu vurdu. Esila'nın varlığını umursamıyor olmasına rağmen on beş gündür alışmıştı peşinden koşmasına. Şimdi ise Hakan'ın omzuna dayanmış yürüyorlardı. Acı mı vermeye başlamıştı? Evet ucundan da olsa acı çektiğini düşünüyordu. Başını dikleştirip devam etti yürümeye.

 

****

 

Murat tekrar tekrar telefon numarasını aradıktan sonra nihayet kabul etmişti. Kırılan bir telefonun kapanma özgürlüğü olduğu ihtimalini. Sinirle, gri düz çizgilerin hakim olduğu yer döşemesine mavi spor ayakkabısı ile vurdu. Koridorun boğuk hali bir anda gözüne batmıştı. Yerler iç açıcı değildi, duvarlardan hafif çatlaklar baş göstermişti. Belli ki, yılların deformasyonu bu hastanenin duvarlarına kendi acı yüzünü göstermişti. Bu zamana kadar bu hastanenin faliyet göstermesi bile korkutmuştu Murat'ı. Yine de dünya'da ki birçok rakibine rağmen doktorları sayesinde ve araştırma hastanesi olması sebebiyle benimsenmesi yüzünden buraya gelmişlerdi. Yok, yok yakın olduğu için buraya geldiği belliydi. Hakan'a, Esila'ya sahip çıkması için mesaj atarak, ilaç kokularının, baş ağrısına sebep olduğu yerden çıktı. Arabasına bindiği gibi radyo'dan Nostalji fm açarak gaza yüklendi. Akşam yedi civarı olduğu halde, kış olması yüzünden zifiri karanlıktı. Arabaların ışıkları, kaldırım önlerine koyulmuş direk lambaları, uzun kalabalık yolda baş ağrısına, okkalı bir yumruk atabilen cinstendi. Gözlerini birkaç salise yumdu. Radyoda çalan şarkıya, eşlik etmeye başladı.

"Aklım kaldı yolunda.

Uykularım da onunla.

Kararlıyım en sonunda.

Gelecez, alacaz vallahi.

 

Evlere şenlik, kızınız var.

Bizim de onda gözümüz var.

Belki biraz da nazımız var.

Almaya gelecez vallahi."

 

******

 

Melek vücuduna nüksetmeye başlamış ağrıyla baş ederken, Serpil hanım mutfakta Melek'in en sevdiği yemeği yapmakla meşguldü. Hayri bey'i arayarak, Sibel'in zor zamanlar geçirdiğini ve en ihtiyaç duyduğu insanın Melek olduğunu söylemiş, bu şekilde iki günlük izni koparmıştı. İki gün yeter mi, yetmez mi şimdilik belli değildi. Kahverengi eskimiş dolaptan üç kase, üç tabak çıkartıp tezgahın üstüne koydu. Kocası ikindi saatlerinde işe gittiğinden, evde yoktu. Oğlu ise, öğretmenin verdiği yığınla ödevi bitirmek için odasında ders çalışıyordu. Geç de yemek yemişti. Geriye üç kişi kalmıştı.;Melek koltukta boylu, boyunca uzanmış, elinde ki kumandayla reklam olmayan bir kanal arıyordu. Elbirliği yapmış gibi, dizi veren bütün kanallar iki dakika sürecek dediği reklamları, sekiz dakika boyunca izlettirerek, ekran başında olan büyük çoğunluğun bedduasına maruz kalmıştı.

En sonunda kapatma düğmesine basıp, kumandayı kenara koydu.

"Sibel, ilaç içmem lazım. Şu getirir misin?" Sibel elinde ki peçeteleri masaya indirip, mutfağa geçti. Kupa bardağına su doldurup ilaç küpürlerini büyük bir dikkatle okuyan Melek'in önüne koydu.

"Ağrın varmı?" diyerek koltuğun kenarına oturdu Sibel.

"Damardan verilen ilaçların etkisi geçiyor olmalı. Bacaklarım ve kollarım da gördüğüm morluklar iyi görünmediğimi söylüyorlar." Dudaklarını öne doğru çıkardı.

"Ya canım çok tatlı. Ya da eşek sudan gelinceye kadar dayak yediğim için canım çok yanıyor." diyerek aç karnına içilmesi gereken ilacı içti. Gülmek istiyordu ama şu an da yapılacak doğru bir hareket olmadığını düşündü. Her olaya gülerek bakma alışkanlığı nerden çıkmıştı? Yemek saati en sonunda gelmişti. Yemeğin baş kahramanı fırında çubuk makarnası olsa da, kereviz ve bol kemik sulu mercimek çorbası da enfes olmuştu. Melek iki kase çorba, bir tabak makarna yedikten sonra karnını ovuşturarak, başını masanın üstüne koydu.

Serpil hanım hararetten yakasını çekiştirip Melek'in saçlarını okşadı.

"İki hafta sonra pikniğe gidelim diyorum."

Sibel içtiği suyu dışarı püskürtüp.

"Anne bu kışın ortası pikniğe mi gidilir?"dedi.

"Mahalleli öyle istedi." Serpil hanımların bulunduğu Çiçek mahallesi her yaz kolu komşu pikniğe giderlerdi. Serpil hanım, üç yıldır Melek'i de kendisiyle götürüyordu. İlk defa kış biterken pikniğe gideceğini duyduğu gibi başını masadan kaldırdı Melek.

"Soğukta güzel olur." diyerek muzipçe gülümsedi.

"Senin tuzun kuru teyze. Zaten her gördüğümde yanıyorsun. Soğuk sana işlemez. Bizim gibilerden de ancak kardan adam olur." Sibel ve Melek kahkahalarla gülmeye başladılar.

"Valla ne derseniz deyin pikniğe gidilecek. Komşularla bu yıl kış biterken birde yaz ayının ortasında yapmaya karar verdik."

"Kim karar verdi?" dedi Sibel.

"Tövbe Allahım, kim olacak? Komşular ile karar aldık diyorum ya!" Konu, itiraz kabul etmeyen Serpil hanım sayesinde halledilmişti. Melek ayağa kalmak için kendini sandalyenin üstünden kaldırdı. Serpil hanımın yardımıyla yerine geçti. Sırada tok karnına içeceği ilaçları vardı. Önce hap'ını sonra şurubunu içti. Geriye vücuduna süreceği krem kalmıştı. Tek başına yapamayacağı için, Sibel'in mutfakta işlerinin bitmesini bekledi. Beklerken bacaklarına sürmeyi de ihmal etmiyordu. Sibel geldikten sonra önce sırtı sonra kalan yerlere iyice ne yedirerek bitirmesiyle, banyoya geçti.

Melek de ilaçlar sayesinde azalan acısını fırsat bilip, uyumak için yumuşak yastığa kafasına gömdü.

"Kapı çalıyor. Kız açsana kapıyı, ellerim köpüklü." Serpil hanım mutfakta kalan tencereleri yıkarken, alacaklı gibi vuran kapı tokmağının sesiyle, elinde ki köpüklü su bardağını yere düşürdü.

"Lan kıracaksın kapıyı! Kırıldı güzelim çeyizlik bardak, öff!" Lazım olduğu zaman ortalıktan kaybolan kızına sinirle tekrar seslendi.

"Sibel aç şu kapıyı, kör olasıca bardağı kırdım." Her zaman ki gibi ya banyo ediyor ya da uyuyordu. Kapı çalmaya devam edince ellerini çeşmenin önünde yıkayıp el yordamıyla kapının eşiğine koyduğu süpürge ve faraş ile hızla yerde kırılan bardağı temizledi. Ellerini, üstünü silkeledikten sonra söylenerek kapıyı koştu.

"Patlama, patlama açıyorum." Kilidi açıp çatılmış kaşlarıyla, elinde kırmızı koca bir buket ile duran adama baktı.

"Hayırdır oğlum kimsin? Elinde çiçekle çalıyorsun kapımı?" diyerek boş zamanlarında yaptığı oya'lı tülbentini düzeltti.

"Uzun yoldan geldim. İçeriye davet ederseniz, konuşuruz. Hem havada çok soğuk. Sıcak bir cappuccino vermek zor olmasa gerek." Elinde ki çiçeği gülümseyerek uzattı.

"Bu çiçekleri en içten duygularımla size aldım."

"Tövbe estağfurullah... Yanlış adrese mi geldin, kimlerdensin. Anan kim babam kim?"

"Doğru adrese geldim içeriye buyur edin de gireyim."

"Emrin olur paşam!" Baştan sona süzdü.

"Karşında ki koca karıyı ayartmaya çalıştığına göre, yürek yedin oğlum. De get oklava ile peşinden koşturma beni." dedi çiçeği almadan. Kollarını birbirlerine dolayıp, içeriye doğru başı ve gövdesini döndürdü.

"Hadi yoluna git. Birde yüzüme baka baka capumino mudur nedir onu istiyor züppe." Kapıyı yüzüne sertçe çarpıp içeriye girdi. Melek uyanmış televizyonda program izlerken, Sibel banyodan çıkmış, kulağına taktığı kulaklıkla müzik dinliyordu. Sibel'in kulağında kulaklığı çıkartıp, koltuğa oturdu.

"Menopoz beni çok zorluyor. Yetmiyor birde sen zorluyorsun kızım." Söze başlayış biçimi iki kızında dikkatini çekmişti.

"Sorun ne anne?"

"Bir şey mi oldu Serpil teyze?"

"Dışarıda, kıvırcık saçlı, hamsi tipli, deniz gözlü, garip konuşan bir adam, elinde buketle kapıma geldi. Capimino istiyormuş te Allah'ım."

Sibel lafa atıldı.

"Eee nerede bu balık. Kim acaba merak ettim. Yakışıklı mı bari?" Pencereye bakmak için hareket yaptı sonra annesi dövmesin diye geri oturdu.

"Bugünlerde kimse kimseye çiçek almıyor. Bizde çiçek getiren erkek şansı yok kesinlikle yanlış adrestir." Melek ile birlikte yalandan iç geçirerek kıkırdadılar. Serpil hanım koltuğun kenarında ki iki yastığın, bir tanesini Melek'e diğerini Sibel'e attı.

"Buyur dedim, evde koca bekleyen iki turşum var, seç beğen al. Turşu sevmediği için kaçtı gitti. Capimino seviyormuş..." Koltuğa yaslandı.

"La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyül azim. Kapımdan kovdum, davet edecek değildim ya." Melek saçlarını karıştırdı. Kıvırcık saç, mavi göz, garip konuşan biri. Aklına gelen tek kişiyi çağrıştırıyordu. Gözlerini belertip, kahkaha attı.

"O olabilir miydi?" diye düşünmeden edemedi...

"İmkansız." Gözlerini kıstı.

"Sebep yok niye gelsin ki?" Yutkundu.

 

_____________

 

Yorum ve beğeni yapmayı unutmayınız :)))))

Loading...
0%