Yeni Üyelik
45.
Bölüm

38. Benimle Çıkar Mısın?

@kambersizyazar

Sizden tek ricam yorum ve beğeni yapılması...

Başlayalım

Aşk karşılığı varsa güzeldir tek taraflı ise ızdıraptan başka bir şey vermez.

 

____________

 

"Buyur dedim, evde koca bekleyen iki turşum var, seç beğen al. Turşu sevmediği için kaçtı gitti. Capimino seviyormuş..." Koltuğa yaslandı.

"La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyül azim. Kapımdan kovdum, davet edecek değildim ya." Melek saçlarını karıştırdı. Kıvırcık saç, mavi göz, garip konuşan biri. Aklına gelen tek kişiyi çağrıştırıyordu. Gözlerini belertip, kahkaha attı.

"O olabilir miydi?" diye düşünmeden edemedi...

"İmkansız." Gözlerini kıstı.

"Sebep yok niye gelsin ki?" Yutkundu.

 

***

 

Murat elinde çiçekle beş dakika önce yüzüne kapanan kapının ardında beklemeye devam ediyordu. Ne yaptığını bile anlamamıştı. Her kadın, kaç yaşında olursa olsun çiçeklerle şımartılmayı severdi. Yüzüne tokat misali kapanan kapının sebebini ne kadar düşünse de anlamsız geliyordu. Hastaneden çıkarken Hacer'i aramış. Melek'in adresini mesaj atmasını istemiş. Elinde ki adresle Melek'in sokağını bulmak zor olmamıştı. Arabanın içinde sıkıntıyla etrafına baktı. Binalar en fazla üç katlı ve eski yapılardan oluşuyordu. Her kapının önünde ağaçlar vardı. Birçoğu kış budaması yapıldığı için çırılçıplak duruyordu. Güzel ve temiz bir sokak olduğu belliydi. Binaların penceresinden vuran ışığa bakarak hangi ev olduğunu çıkarmaya çalıştı. Yoldan ayıcıklı pijamasıyla dokuz, on yaşlarında, elinde iki ekmekle koşturarak evine giden çocuğu gördüğü gibi arabanın penceresini sonuna kadar açarak çocuğa seslendi.

"Melek Kapya'nın evi burası mı?" diye sordu. Çocuk akan burnunu koluyla silerek, dil çıkardı.

"Sen kimsin? Neden Melek abla'yı arıyorsun? Zaten ben Melek diye bir abla tanımıyorum." Yalan söylediğini pek ala Murat anlamıştı. Küçücük yaşına rağmen, mahalle'de ki abilerden öğrendiği racona göre mahalle kızlarını koruma işine koyulduğu belliydi. Murat cebinden iki yüz lirayı çıkartıp, çocuğun göreceği tarzda uzattı.

"Cevap verirsen, sana bu parayı veririm." Küçük çocuk parayı gördüğü gibi söylediği yalanı bir an da unutup heyecanla gülümsedi. Hem o küçücük bir çocuktu, ona mı kalmıştı mahalle kızlarını korumak.

"Burası abi, hadi ver parayı..." Elini arabanın içine uzattı.

"Eğer evde bulamazsan beni bul, para karşılığında ben bulurum."

"Sorun değil, mutlaka kapıyı açacak birileri vardır." Elindeki parayı çocuğa verdi. Çocuk parayı pijamasının ön cebine sıkıştırıp hızla uzaklaştı. Murat, Melek gibi parayı seven çocuğun, gösterdiği eve bakıyordu.

"Şimdi o cadı burada mı kalıyor?" Elleri terlemişti, pantolonunun üstüne silip etrafa baktı. Havanın inanılmaz derecede soğuk olması sebebiyle sokakta kimseler yoktu. Arabadan çıkıp elinde çiçekle iki katlı, fazla olmasa da eski, dubleks evin basamaklarına çıktı. Ne kadar kapıyı çalsa da açan biri yoktu. Kapıya kulağını dayadı, bilerek mi açmıyordu, yoksa Melek de mi evde değildi? Basamakları tekrar inerek, etrafa baktı. Arkasında nazikçe omzuna dokunan kişinin verdiği tedirginlikle hızla arkasına döndü.

"Elinizde bu mükemmel çiçeklerle, birisini mi aramıştınız?" Murat, davetkâr bakışlı, kızıl saçlı genç kadına üst seviyede bir bakış atıp, başını yukarı kaldırdı. Mahallenin dedikodu kraliçesinin kızı Sima, bakkaldan çıkarken önce son model kırmızı arabayı sonra hayallerinde bile birçok kıza parmak ısırtacağı, elinde çiçekle Hayri bey'in evine odaklanmış adamı gördü. Böyle yakışıklı bir erkeğin çiçeklerlen genç bir kızın yaşadığı eve bakmasına acayip derecede kıskanmıştı. Sima, göğüslerini dikleştirip, deniz misali dalgalar eşliğinde sallanan kayık gibi kalçasını bir oradan, bir oraya salladı. Karda yürüyüp, izini belli etmeyen türden biriydi. Yirmili yaşların ortasında olmasına rağmen fazla kadınsı bir duruşu vardı. Annesinin yanında bile çaktırmadan erkek tavlaya bilirdi. Şimdi ömür boyu ağına düşürmek istediği adama dudaklarını diliyle ıslatıp bakmakla son derece meşguldü. Murat, gözünün önünde kendinden geçen kadına isteksiz bir tavırla, Melek'in evini gösterdi.

"Ben bu evin sahiplerini arıyordum."

"Hayri amcanın evi, tanıdığı mı oluyorsun?"

"Yoo ama olmayı planlıyorum." Gözlerini kaçırarak eve tekrar baktı.

"Tanıdık diyelim."

"Gördüğüm üzere ışıkları kapalı... Hayri amca kahveye gitmiştir. Dümdüz giderseniz Salyangoz kahvehanesi yazılı tabelayı görürsünüz." Utanarak söylemişti, genç adamın sıkılmış bakışlarını görünce gözlerini kırpıştırıp devam etmek zorunda kaldı.

"Kızı ise her zamanki gibi boş muhabbet yapmak için arka sokakta oturan arkadaşının yanındadır. Sokağın sonunda ki bakkala Serpil hanım nerede oturuyor derseniz, binasını gösterir. " Murat'ın kolunu edepsizce okşadı.

"Tabi öncelikli işiniz, benimle gelmek olacak... Buyrun sizi evimde misafir edeyim. Annem de evde değil. Belki sıcak dostluğunuz sayesinde tek başıma yemek yemem. Sonrası daha sıcakta geçebilir." Genç adamım cevabını sabırsızlıkla bekliyordu.

"Ne alaka hırsız, arsız, sapık olma ihtimalimi düşünmek yerine evine mi davet ediyorsun? Ben bugünlerde ucuz et yemeği bıraktım. Hem beni niye gözüne kestirdin, elimde çiçek olduğuna göre başım bağlı." Gözlerini kıstı Murat.

"Bunaldım öteye kay bıraksam ağzıma gireceksin. Kandırılmaya müsait yüzüm olduğunu, düşünmüş olman çok ucuz bir hareket. Çekil önümden!" Kızın şoka girmiş yüzüne bakmadan yanından uzaklaştı. Sima arkasında çığlık atmak istese de sessizlik içinde evine gitti. Koruması gereken temiz bir imajı vardı. Murat, kadından uzaklaşınca bakkalın tarif ettiği evin kapısına dayandı. Işıklar çok şükür yanıyordu. Elinde ki çiçekleri düzeltip, kapıya vurdu. Saniyeler geçtikçe vurma hızını arttırmıştı. İçeriden sesler geldiği halde kaç dakikadır bekliyordu.

"Patlama, patlama açıyorum." Nihayet ses kapının arkasından gelmişti. Serpil hanım homurdanarak açtığı kapının karşısında ki adama baktı.

"Hayırdır oğlum kimsin? Elinde çiçekle çalıyorsun kapımı?" diyerek boş zamanlarında yaptığı oya'lı tülbentini düzeltti.

"Uzun yoldan geldim. İçeriye davet ederseniz, konuşuruz. Hem havada çok soğuk. Sıcak bir cappuccino vermek zor olmasa gerek." Elinde ki çiçeği gülümseyerek uzattı.

"Bu çiçekleri en içten duygularımla size aldım."

"Tövbe estağfurullah... Yanlış adrese mi geldin, kimlerdensin. Anan kim babam kim?"

"Doğru adrese geldim içeriye buyur edin de gireyim."

"Emrin olur paşam!" Baştan sona süzdü.

"Karşında ki koca karıyı ayartmaya çalıştığına göre, yürek yedin oğlum. De get oklava ile peşinden koşturma beni." dedi çiçeği almadan. Kollarını birbirlerine dolayıp, içeriye doğru başı ve gövdesini döndürdü. Murat ne olduğunu anlamadan. Aptal gibi çiçek ve kadına bakıyordu.

"Hadi yoluna git. Birde yüzüme baka baka capumino mudur nedir onu istiyor züppe." Kapı sertçe yüzüne kapandı.

Murat, sersemleşmiş bir halde eliyle kafasını kaşıdı. Kadın o yaşına rağmen, kendisinden genç, zengin oldukça yakışıklı bir erkeğin kapısına gelip ayartmaya çalıştığını mı düşünmüştü?

"Robinson Crusoe sandı herhalde beni, yıllardır Cuma ile bir adada ipsiz, sapsız durduktan sonra, genç yaşlı demeden bütün kadınlara yürüyeceğimi düşünmüş olmalı." Oflayarak merdivenin basamağına oturup, çiçeğe baktı.

"Acaba aldığım çiçeği mi beğenmedi? Keşke, orkide almak yerine Juliet gülü alsaydım." Gülümsedi.

"Dünyanın parasını versem de, çiçeği beğeneceğini sanmıyorum. Melek de bu evde var mı yok mu belli değil."

 

*** 

 

Melek, bacağında ki ateli çıkarmak için bacağını koltuktan aşağıya indirdi.

"Ne yapıyorsun Melek?" Sibel'in cümlesiyle başını hafifçe kaldırıp.

"Murat gelmiş." diyerek gülümsedi.

"Murat mı, hani senin sevimsiz, çapkın, dayaklık dediğin patronun Murat, Öyle mi?" Onaylar biçimde kafasını salladı.

 

"İyi de, neden atel'i çıkartıyorsun? Bu heyecan da ne? " Serpil hanımın odasına baktı.

"Valla annem görürse sende ki bu heyecanı seni köylerde, camilerde düğün yemekleri yapılan kazanlarda kaynatır."

"Bir kere bakıp geleceğim." Dağılmış saçlarını elleriyle düzeltmeye çalıştı.

"Nasıl görünüyorum?"

Sibel baştan aşağı süzüp.

"Dayak yemiş, aptal aşık gibi." Kıkırdadı.

"Mükemmel..."Koltuktan destek alarak ayağa kalktı.

"Sen düşman olarak gördüğün adama, aşık mısın?"

"Yüzde yirmi, olabilir..."

"Ya o?"

"Murat'ın davranışlarını ele alırsam, yüzde elli beş, olabilir." Sehpanın üstündeki bardakta ki suyu hızla içti.

"O kıvırcık, seni yatağa atmak için mi, aşık etti? O tür erkeklerin tek istediği." Dudağını hata yapmış gibi ısırdı.

"Neyse boşver, ben sana güveniyorum."

"Tabii ki hayır. Beni yatağa atmak istese..." Düşündü olabilir miydi? Pek ala olabilirdi. Onunla yaşadığı anlar, gözlerinin önünde film şeridi gibi geçti. Melek ne kadar kötü davransa da, her zaman Murat yanında olmak istiyordu. Melek'e karşı, sonsuz bir sabrı vardı. Başka açıklaması yoktu. Omuzlarını düşürüp Sibel'e baktı.

"Haklı olabilirsin. Koyun sürüsü gibi yatağına attığı kızların listesi var. Beni de sürüye katmak istiyor, herhalde." Koltuğa geri oturdu.

"Zaten ben o çam ağacına yüzde yirmi aşık değilim. Sana şaka yapmak istedim." Atel'i geri takarak, başına battaniyeyi örttü. Kendini kullanılmış hissediyordu. Gözleri dolu dolu bir düzine küfür sıraladı. Ne bekliyordu, kendine hayrı olmayan bir patronun sevgisini mi? Sekreterlerin para delisi olduğunu kendisi söylemişti. Böyle söyleyen adam para karşılığında ahlak sınırlarını zorlayan isteklerde bulunabilirdi.

 

Sibel, arkadaşı uyuma numarası yaptığı gibi yavaşça kapıya doğru ilerledi. Kapının önünde kimseler yoktu. Balkona geçti, dışarıda birisi varmı diye merak ediyordu. Balkonun kapısını yavaşça açıp, aynı yavaşlıkla kapattı. Demirlere tutunup aşağıya doğru bakarken, düzgün, spor giyinimli bir adam dikkatini çekti. Kapının önünde dikilerek, kendi kendine konuşuyordu. Mesafe yüzünden sesi gelmesede, kendisini biraz daha demirden sarkıttı. Saçları kıvırcık, vücudu mahallenin erkeklerine göre çok iyiydi. İçeriye girip, Melek'in yanına oturdu.

"Düzgün giyinimli, yakışıklı, kıvırcık saçlı biri, dışarıda seni bekliyor." Melek'den ses çıkmadı.

"Belki yatak konusunda abartıyor olabilirim. Seni seviyor da olabilir." Yine ses yoktu.

"Yatağa atmak isteyen bir erkek, annemin bakışlarından korkup kaçardı. Az da olsa seven erkek, bir umut bu soğukta görmek için bekler." Melek battaniyeyi heyecanla yere atıp.

Sibel'e baktı.

"Sana söylemiştim, beni cinsel obje gibi görmüyor." Saçlarını tekrar düzeltti. Şimdi Sibel'de yardım ediyordu.

"İyi de ben merdivenden birkaç gün inemem ki... Yani inerim ama zor inerim. Yukarı çıkarken senin belini, Serpil teyzenin omzunu kırıyordum. Ne yapacağım? En iyisi hiç bir şey yapmamak, evet, evet hiç bir şey yapmadan, uyumak." Sibel, Melek'in heyecandan ne yapacağını bilmeyen haline kahkahalarla güldü.

"Sakin ol Melek, balkondan eve davet ederim."

"İkimize yetecek kadar, büyük kazan kaynamak için, kendini de mi feda ediyorsun?"

"Biraz öyle oluyor." Sibel yerinden kalkıp göz kırparak annesinin odasına geçti. Üç dakikayı aşmayan sürede odadan çıkarak.

"Anneme yine hararet basmış." Gülmemek için iki kızda ağzını tuttu.

"Burada ki pencereyi açamıyor diye odasının penceresini yarım açmış. Erkenden serin serin kendi odasında uyuyacakmış. Yani annem kafasını yastığa koydu mu daha kalkmaz." Melek heyecanla koltuktan güç alarak ayağa kalktı.

"Kalk, otur günlük fizik tedavi mi yaptım." Boynunu ovaladı.

"Yarım saat oldu, gitmiş olabilir mi?" Sibel balkona tekrar çıkıp etrafa baktı. Kimseler yoktu sokağın boş, soğuk sesinden başka. Gitmiş olmalıydı... İçeriye girdiğinde, Melek daha halen kendini düzeltmekle meşguldü.

"Dışarısı çok soğuk. Herhalde beklemekten yoruldu."

"Gitti mi?" Gözlerini kıstı.

"Yediğim dayakların acısını o zamparadan çıkarmak istiyorum. Ne bekledim ki Allah aşkına beni beklemeye devam edeceğini mi?" diyerek pencerenin olduğu tarafa doğru yürüdü. Dışarısı gerçekten de soğuk görünüyordu. Pencereyi açarak yüzünü vuran soğuğun tadını çıkardı.

 

***

 

Murat titreyen vücuduna artık sözünü dinletemiyordu. Biraz daha beklerse, kimsesiz insanlar gibi ölüp gidecekti. Saçlarını avuçları arasına alıp, oturduğu yerden kalktı. Binanın yeşil eski siluetine baktı. Bütün pencereler sıkıca kapatılmış, perdeler örtülmüştü. Elleri cebinden sokakta ıslık çalarak yürüdü. Melek'in evinin olduğu sokağa gelerek, park ettiği arabasına bindi. Birkaç dakika sonra vücudu kendi ısısına nihayet kavuşmuştu. Arabayı çalıştırıp, arka sokağa sürdü. Soğukta beklemek yerine sıcak arabada bekleye bilirdi. Boş olan yere park ettikten sonra koltuğu geriye doğru indirip bakışlarını apartmandan kaçırmadan uzandı. En sonunda görmek istediği kişiyi pencereden dahi olsa görmüştü. Sinirle etrafa bakıyordu. Bu hali hoşuna gitmiş olacak ki gülümseyerek baktı. Arabanın içinden çıktığı gibi Melek'in göreceği şekilde el salladı.

"Hışt güzellik buradayım, burada!" diye el sallamaya devam ediyordu. Melek en sonunda Murat'ın zıplayıp, el sallayan vücudunu görmüştü. Sibel'e dönüp.

"Gitmemiş çocuk gibi şen hareketlerle aşağıda bana bakıyor." Yine aşağıya dönerek elini ağzına götürüp sus işareti yaptı. Murat, daha halen sanki Melek'e yetişecekmiş gibi zıplayıp, el sallıyordu.

"Kapıyı açayım mı?" Sibel'in kendine güvenen sesiyle Melek başını Murat'dan çevirmeden.

"Bilmem, sence açalım mı?" dedi istiyordu yanında olmasını. Yine de sonradan pişman olmamak için kesin cevap vermemişti. Sibel o an ki ruh haliyle otomatiğin düğmesine bastı. Murat kapının açılmasıyla, arabadan çiçeği alıp merdivenlerde ikişer ikişer çıkmaya başladı. Derinden bir nefes aldıktan sonra kapıyı tıklattı. Esmer tenli, minyon tipli, ağzı kulaklarında gülen kızı görünce kendisi de güldü. Sibel ilk defa yakından gördüğü adamın yakışıklı yüzü, denizleri andıran gözleriyle olduğu yerde bir an afalladı. Melek bu adama mı kıvırcık salatası demişti? Kendisini toparlayıp kapıyı sonuna kadar açarak;

"Hoşgeldiniz." dedi Murat çiçeği arkasına saklayıp.

"Hoş buldum, Melek için gelmiştim." diyerek içeriye bakmaya çalıştı.

"Buyrun lütfen, annem uyudu sessiz olursanız sevinirim. Bizi öldürüp sizi de ortadan ikiye ayırmasın."

"Ayakkabılarını çıkarmadan içeriye girmek için adım atmıştı ki, Sibel'in ayağına baktı. Ayakkabı yoktu, sadece kalın çorap giymişti. Yaptığı davranışın yanlış olduğunu anladığı gibi, dışarı çıkararak ayakkabısını çıkardı. Binanın dış görüntüsünün aksine, içi temiz ve ferahtı. Fazla eşya yoktu, olan eşya da eski ama temiz kullanılmış olduğu belliydi. Utana, sıkıla oturma odasına geçti. Aslında utançtan eser yoktu. Lakin öz güveni düşük bir şekilde hareket ederse, kimse onu bu evden kovma teşebbüsüne girmezdi. Melek, Murat'ın sesiyle eli, ayağına dolaşmış koltuğa oturup beklemeye başladı. Çok hasta gibi mi görünmeliydi? Yoksa eşek sudan gelinceye kadar dayak yediği halde, güçlüyüm izlenimi mi vermeliydi? İki şık arasında gidip gelirken. Birden odadan içeriye önce çiçekçi de yapılmış çiçeklerin üstüne sıkılan parfümün ve Murat'ın pahalı ve ağır parfüm kokusu girdi. Olmadık yerde hassaslaşan burnu kaşınarak, arka, arkaya hapşırmaya başladı. Murat içeriye girdiği gibi Melek'in yanına yaklaşarak, çiçekleri uzattı.

"Geçmiş olsuna geldim." diyerek koltuğa oturdu.

"Lütfen çiçeği burnumun dibinden kaldırır mısın?" Burnunu çeke çeke tebessüm ederek Murat'a baktı. Bu hareketleri yapmak istemese de elinde değildi.

"Kusura bakma." Melek'in hassas burnunu öpmemek için kendisiyle savaşıyordu. Bir an koku bakımından kullandığı bütün eşyaları ne yapacağı düşündü. En iyi yol küçük bir servet verilmiş olsa da parfümlerini çöpe atmak olmuştu Çiçeği kenara bıraktı.

"Canın yanıyor mu?" Kaşlarını çattı, hesap sorması gereken bir konu vardı.

"Neden bana haber vermeden hastaneden çıktın?"

"Neden mi? Hastaneleri sevmiyorum." Melek gözlerini kısarak devam etti.

"Siz neden bu kadar zaman dışarıda hemde bu soğukta bekliyordunuz?" Cevabını hızla atan kalbi sabırsızlıkla bekledi. Murat bilerek Melek'e cevap vermeden ikisini dikkatle izleyen bugün tanıştığı kıza döndü.

"Sizinle tanışmadım..." Ayağa kalkarak Sibel'in elini nazikçe sıktı.

"Murat Arsel, sizinle tanışmak büyük bir zevk." Elini hafifçe bırakıp yerine oturmak için hamle yaptığı an da Melek sinirle söylendi.

"Saat geç oldu, lütfen evimden çıkar mısınız? Dinlenmem gerekiyor." diyerek Murat'a baktı. Genç adam ne diyeceğini şaşırmıştı.

"Ne?" diye bildi.

"Diyorum ki!" Sesi sinirden titriyordu.

"Ben sizi kovmadan evinize gidin. Bir kaç gün iş yerine gelemeyeceğim. Doktor dinlenmem için rapor verdi." Sibel'e döndü.

"Dosyaların içinde ki raporu getirir misin?" Sibel annesinin çantasında ki dosyalardan raporu çıkartıp Melek'e uzattı.

"Bana verme, patrona ver canım." Sibel, ne yapacağını bilmeden duran adamın önüne uzattı.

"Bilmeden bir şey mi yaptım?" diyerek uzatılan raporu aldı.

"Geldiğiniz gibi giderseniz sevinirim." Sibel de istem dışı mesafe koymuştu genç adama. Çapkın olduğu çok belliydi. Bakışları öyle göstermese de, konuşması her kızı ağına düşürme yetisini sahipti.

"Beni dışarıya kadar yolcu edersen, sevinirim." Murat raporu cebine koyup birkaç adım uzaklaştı. Melek, Sibel'e bakarak bugün kaçıncı kez kalktığı koltuktan doğruldu. Gururunu hiçe sayarak yolcu etmek için peşinden gitti.

Murat ayakkabısının bağcıklarını oflayarak bağlarken Melek tek ayağı çıplak, tek ayağı fosforlu pembe renkteki balıklı çorabıyla bekliyordu. Yorulmuştu odadan, kapıya gelene kadar. Murat'ın gözünün önünde defolup gitmesini istiyordu. Sinir olmuştu, sorusuna cevap vermemesine. Üstüne birde konu kapansın diye Sibel'e dönüp konuşması yok muydu? Melek'in gücü olsaydı, yakasına asılıp kovardı. İyi de şimdi, sevdiği adamı yolcu eden kız profili neden çiziyordu? Murat bir adım yaklaşıp Melek'in belini kavrayıp kapının iç tarafından dışarı doğru kaldırıp bıraktı. Melek panikle Murat'ın göğsüne hapsolmuş vaziyette dururken genç adam kapının anahtarını alıp kendi tarafından kilitledi. Melek kendini ağır kokunun baygınlık etkisine karşı es geçip Murat'ın göğsüne eliyle yumruk attı.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun?" Birden ayağı tökezleyip poposunun üstüne düştü. Murat gülmemek için kendini zor tutuyordu. Yetmezmiş gibi Sibel'in "Kapıyı açın." diyerek kapıyı zorlayan sessiz çığlıkları işin içinden çıkılmaz hale getirmişti. Murat yerde debelenen kızın yüzüne baktı. Her baktığında kalp atışı daha yükseliyor, daha heyecanlanıyordu? Yanına oturup, Melek'in elini tutup kalbinin üstüne koydu.

"Çok hızlı anlatacağım iyi dinle! Kalbim inanılmaz hızlı atıyor. Özellikle senin olduğun zamanlarda davul gibi diğer organlarımın çalışmasına engel oluyor. Nefes alamıyorum, bazen aklım çalışmıyor bazen de tüm gün, gece uyumadan seni düşünüyorum. Sence sorun ne?" diye sordu. Melek gözlerini devirerek elini çekti.

"Doktora görün bana ne?"

"Nasıl sana ne? Seninle alakalı olduğunu düşünüyorum. Bak kalbime ne halde." diyerek tekrar Melek'in elini tutarak kalbinin üstüne koydu.

"Senin ki de benim için atıyor mu?" dediği gibi kızın sol göğsüne doğru elini uzattı. Sonra Melek'in hırsız ile göz göze gelen korkmuş bakışlarını görünce, elini kendine doğru geri çekti. Doğru bir hamle olmadığını, hatayı yapmadan önce öğrenmesi iyi olmuştu.

"En iyisi sen sadece elini kalbimde tut. Bir ara bende bakarım." diyerek elini göğsüne bastırdı.

"Ne hissediyorsun?"

"Atan bir kalp... Hem sen bir ara neye bakacaksın? Murat bey, basıl bir üsluba sahipsin?"

"Hoşuna gitmeyen ne söylediysem unut ve bana odaklan." Melek gözlerini lazım olmadığı sürece kırpmadan Murat'a bakarak, elinin altında ki kalbin hızlı atışlarını dinledi. Sözleri, sesinin tınısı sert olsa da gözleri söylediklerinin tam tersi davranıyordu.

"Sen yanımda olduğunda bu kadar hızlı atıyor. Sağlığıma zararlısın."

Elini çekti Melek.

"O zaman git... Sanki seni tutan var burada." Başını sağa kaydırdı. Sibel'in bıkmadan konuşan sesiyle tebessüm etti.

"Arkadaşımı niye kilitledin? Anahtarı ver." Dudaklarını bükerek çemkiriyordu.

"Zaten evde değil miydi? Hem bana kapıyı açarken de kilitliydi. Arkadaşın neden hiçbir şey olmamış gibi içeriye giderek kitap, film, müzik etkinlikleri yapmıyor? Aldığım çiçeği vazoya koyabilir, mesela." Melek düştüğü yerden daha halen kalkmadığını farkedince yerinde kıpırdanmaya başladı.

"Yardım et şuradan kalkayım." Yardım isterken bile yüzüne bakmıyordu.

"Benimle çıkar mısın?" Konu neydi ne olmuştu? Melek yok artık der gibi Murat'a baktı. Sibel'in sesi de kesilmişti. Yüksek ihtimal kapıyla et ile kemik gibi yapışmış, cevabı bekliyordu.

"Seninle ne zaman yemek için çıkma konusu açılsa." Ofladı.

"Başıma bir iş geliyor. Üzgünüm başka biriyle yemeğe çıkman..." Murat daha fazla beklemeden Melek konuşmaya devam ederken hafifçe eğilip sevdiği kadının saçlarına küçük bir buse kondurup yanağını okşadı.

"Demek istediğim yemek için çıkma teklifi değil. Benim hayatım da olur musun? Ben günlerdir senin hayatına dahil olmak istiyorum, izin verirsen. İzin vermezsen de bir günlük anlayışlı olup diğer gün kendime aşık etmek için çabalamaya başlarım. Benimle çıkar mısın?" Melek'in kokuya hassas burnunu sıkıca öperek öylece kaldı.

 

____________

Yorum ve beğeni yapmadan lütfen geçmeyin.

Nasıl gidiyor, beğendiğiniz veya beğenmediğiniz bir şey var mı?

 

Loading...
0%