@kambersizyazar
|
Lütfen,lütfen, lütfen yorum ve beğeni yapmayı unutmayın. ______ "Seninle ne zaman yemek için çıkma konusu açılsa." Ofladı. "Başıma bir iş geliyor. Üzgünüm başka biriyle yemeğe çıkman..." Murat daha fazla beklemeden Melek konuşmaya devam ederken hafifçe eğilip sevdiği kadının saçlarına küçük bir buse kondurup yanağını okşadı. "Demek istediğim yemek için çıkma teklifi değil. Benim hayatım da olur musun? Ben günlerdir senin hayatına dahil olmak istiyorum, izin verirsen. İzin vermezsen de bir günlük anlayışlı olup diğer gün kendime aşık etmek için çabalamaya başlarım. Benimle çıkar mısın?" Melek'in kokuya hassas burnunu sıkıca öperek öylece kaldı. "Benim hayatım da olur musun?"
"Benim hayatım da olur musun? Benim hayatım da olur musun? Benim hayatım da olur musun?" Melek ne diyeceğini bilmeden, bir cümle, beş kelimenin güzelliği karşısında başı döndü. Birkaç dakika böyle geçmişti sessiz ve konuşmadan. Sonra maruz bırakıldığı durumu farkedip dişlerini sıktı. Burnunun üstündeki dudakların verdiği rehavetle elini Murat'ı itmek için kaldırdı. Şu an da tek istediği, burnunu öperek bekleyen adamı kendinden uzaklaştırmaktı. Ne yazık ki ellerinde uzaklaştırmaya yetecek cesaret yoktu. "Cevap verecek misin?" Yoksa bir kez daha mı öpeyim?" Şimdi de gözlerini içine çekerek öptü. Burnunu Melek'in burnuna değdirdi. Kadının bakışları nasıl ki yerdeyse Murat'ın bakışları o derece üstündeydi. Melek zor olsa da kendine gelip. "Rica ediyorum, öteye kay... Cevap vermekte zorlanıyorum." dedi nefes almakta güçlük çekiyordu. Murat'ın deniz misali parlayan gözlerine bakarak. "Ve sakın aklında ki yanlış olan davranışı yapma..." "Bir şey mi yapmam gerekiyor? Şimdiye kadar doğaçlama olduğu için, unutmuş olduğum önemli bir şey mi var?" Genç adam dudaklarını bükerek Melek'e baktı. Aklından geçen tabii ki de dudaklarına kapanmak olsa da, masum ayaklarına yatmaya karar vermişti. Yapmak istediği Melek tarafından edepsiz fantazi olarak isimlendirile bilirdi. "Hıı." Melek şaşkınlıkla çocuktan farksız adama bakarken, İçinden kendisiyle monolog halindeydi. 'Beni ne sanıyor, öpmesini istediği mi düşünmesi sinir bozucu. Kendini beğenmiş ukala şey!' Derin bir nefes alıp, kendi düşüncelerine gülümsedi. Genç adamın bütün benliği, karşısında afallamış kadın için tutuşsa da, kendine sahip çıkmayı başarmıştı. Nasıl dudaklarını öpebilirdi ki, burnunu öptüğü gibi sevdiği kadın titremeye başlamıştı. Yaşadığı şey saf tutkuydu. Sonra kendini tutamayarak gözlerine dudaklarını bastırmış, burnuna dokunmuştu. Bu fazlasıyla yeterliydi... Kendi için değil Melek için durması gerekiyordu. Murat, en azından birkaç adım uzaklaşması gerektiğini farketti. Bu kadar yakın olmak, durum karşısında tehlikeli bir hal alabilirdi. Hem kendi egemenliği olsun diye, aklıyla girdiği düşünceleri uygulayamazdı. Ona sahip olmak için güvenini ve kalbini kazanmalıydı. Melek de istiyordu ama güvensizlik böcek misali aklını kemiriyordu. Murat, kendini toparlayıp duvara dayandı. "Ciddi anlamda bir kıza teklif etmedim. Belki bilmek istersin diye şimdiden söylemek isterim. Bil işte dünya üzerinde ilk resmi sevgilim olacaksın." Ne dediğinin farkında tam olarak değildi. Ya da söylediği cümlenin nereye gideceğini tahmin etmemişti. Melek tek kaşını ona doğru kaldırıp. "Teklifin yüzünden bir an uzaylı olmak istedim. Lakin teklif etme hariç kızlarla her halt yapma özgürlüğünü kendine sunduğun için, uzaylı şakası yapmıyorum. Kızlara teklif etmeden önce yatak muhabbetleri yapıyor olma olasılığı da var tabii ki... Bana teklif ederken ne düşünüyordun?" "Seni!" Gözleriyle işaret etti. "Derin mevzulara geçiş yaptığın için uzay ve uzaylı şakasına girmiyorum. Kadınlar konusunda yüzde elli haklı olabilirsin. Lakin kendini benden uzaklaştırmayan bir kadına, kabaca yanımdan git demem, demezdim. Onlar istediğimi vermek için yarışırlar, bende alırım. Sonra en yakın kapıdan gitmesi için telkinlerde bulunurum. Ama artık bu işlere tövbe ettim." Melek dudağını ıslatıp alay edercesine yüzüne baktı. "Tövbe, yap yap yap sonra tövbe ettim. Yine de mide bulandırıcı olduğu gerçeğini değiştirmiyor." Konu yine hangi tarafa gidiyordu. Murat başını bilerek dayandığı duvara birkaç kere vurdu. Şu an da kavga etmek ne kadar doğruydu? Teklif etmişti, hiçbir kadına söylemediği bir teklif olmasına rağmen, cevap vermekten kaçınan kıza baktı. Daha on dakika önce kendisi de, buraya neden geldiğini söylemekten kaçınmıştı. "Onları hiç bir şey için zorlamadım." Melek'e bakmak için kafasını çevirdi. "Hayır diye yanımdan uzaklaşan bir kadına arkamı dönüp bakmadım. Bir çoğu kendisi geceyi beraber geçirmemizi önerdi. Onlar onurlarını korumuş olsaydı. Sabah kalktığımda yanımda değil kendi yataklarında olurdu." "Sevmiş olabilecekleri aklına gelmiyor mu?" "Para için ise, mutlaka aşık bile olmuşlardır." Sessizlik hüküm sürdü, daracık merdiven köşesine. Merdivenin ışığı kapandıkça hareket eden Murat, tekrar başını duvara vurmaya devam etti. Melek içinde zor bir durum olmuştu. Cevap vermek istiyordu. Sonra aklına Murat'ın rehberine kayıtlı kızlar listesi geldi. Melek de kıskançlıkla başını hafifçe duvara vurmaya başladı. "Seni anlamıyorum." dedi Melek, anlamakta güçlük çekiyordu. Murat sesli gülerek. "Ben seni sanki anlıyorum..." diyebildi. Melek'in aklına birden kapının arkasında ki kişi geldi. Sibel uyuya mı kalmıştı? "Artık kapıyı açar mısın?" Murat başıyla onaylayarak yerinden kalktı. "Başka çarem mi var?" Burnunu dikleştirip Melek'i oturduğu yerden kalkması için yardım etti. Genç adam anahtarı cebinden çıkardığı gibi içeriden Serpil hanımın sesinin gelmesiyle panikle Melek'e baktı. Melek de panik olmuştu. Serpil hanım, Sibel ile kavga ederek kapının kulpuna asıldı. Birkaç kere hamle yaptıktan sonra içeriden seslendi. "Melek kızım aç kapıyı...Bak bu da geçecek kuzum. Allahım sen koru, kör olası depresyona mı girdin?" Sesinde bariz korku vardı. Serpil hanımın sesini Sibel'in hüzünlü sesi durdurmuştu. "Melek, lütfen aç kapıyı, seni anlıyorum tek başına kalmak istiyorsun. Annem ve ben seni çok merak ediyoruz. Depresyona girdiysen yarın seni hocaya götürürüz. Yeter ki şimdi aç... Etrafındaki birileri musallat olduysa üç ihlas bir Fatiha oku." Sibel, Melek'e zor olsa da anlata bilmeyi umuyordu. Annesi olan biteni öğrenirse, ibreti alem için ikisini de kıtır kıtır kesecekti. Murat sevdiği kadının panikten kızarmış gözlerinden gülerek öptü. "Sanırım arkadaşın beni koruyor." dedi sessizce Melek omuzlarını dikleştirip tehditkar bir üslupla Murat'ı merdivenin boşluğuna doğru itti. Merdivenin trabzanına tutunup son an da düşmeden kendini kurtardı. "Genç, zengin ve yakışıklı olduğum halde bana yaptıklarına inanamıyorum. Ciddi ciddi öldürmek için elinden gelen bütün çabayı harcıyorsun. Kız arkadaşım olmadan hapislerde çürüme işini unut." "Ölmemek için bir düzine nedenin olduğunu hatırla ve beni öpmekten vazgeç." Gözlerini ovuşturdu. "Hem seni değil beni koruyor. Buradaki musallat olan sensin. Davranışların yüzünden Sibel zor durumda kaldı. Şimdi gitmek için ne bekliyorsun?" "Allahım, bu kıza kapılacak nasıl bir günah işledim? Araba sürerken istemeden birini mi öldürdüm? Birisini işten mi attım? Bir kızı evlilik hayalleriyle oyalamak suretiyle terk mi ettim? Beni öldürmek isteyen birine neden bu kadar bağlandım?" Ellerini dişlerinin tamamı görünecek şekilde gülerek saçlarına geçirdi. Melek gördüklerine daha fazla sinirlenmemek için burnunu çekip arkasına döndü. "Derdin ne senin? Benden ne bekliyorsun?" "Beklentilerim fazla olmamasının yanı sıra ölçülü olduğunu düşünüyorum. Teklifime cevap vermeni, bana güvenmeni, kalbinin içinde küçükte olsa yerim olmasının imkansız olmadığını söylemeni, bekliyorum." diyerek anahtarı cebinden çıkartıp, Melek'in avuçlarına bıraktı. Melek, kapıdan gelen seslere kulağını tıkamak istedi. Sadece bir dakika herkes inzivaya çekilse. Karşısında Murat aynı şekilde kalsa belki cevabını verebilirdi. Murat'ın geçmişine ne kadar sinir olsa da yanında kalmak için güçlü olurdu. Ama şimdi sesler, olaylar, sevdiği adamın etrafında olan kadınlar durmasını ister gibi Melek'e ruhen baskı yapıyordu. Elini tutsa bile ilk yanlışta bırakmaktan, bırakılmaktan korkuyordu. Murat'ın şimdiye kadar kimseye bağlanmadığını biliyordu. Melek her konuda güvenmek için kendini tuttu. Bu adamın ilk defa dile getirdiği içtenliğine güveniyor olmak, bütün hayatı boyunca kimseyi takmayan, umursamayan bir adama güvenmek anlamına geliyordu. Bacağında ki acıyı es geçip, Murat'a baktı. "Lütfen gider misin? Kapıyı açmam gerekiyor." diyerek bakmaya devam etti. Murat gülerek kurumuş dudaklarını diliyle ıslattı. Bu kız ne inatçı, ne dediği dedikti? Akşama kadar yalvarsa cevap vermeyeceğini bildiği için tamam dercesine kafasını salladı. "Yarın seni görmeye geleyim mi?" "Hayır." "Ertesi gün." "Hayır." Melek kısık sesle genç adama cevap verirken, daha halen kapının diğer tarafında Serpil hanım, ikna ettiğini zannedip yalvarıyordu. "Bir hafta sonra görüşürüz, o zaman." "Hayır." "İşe geldiğin gibi çaresiz benimle bol bol görüşeceksin dememe herhalde itiraz etmezsin..." Melek hiçbir şey söylemeden kapıya vücudunu döndürdü. "Sus, pus durduğuna göre, git diyorsun. Hiç bir cevap vermeden, nasıl git dersin? O kadar hukukumuz var, kaç dakikadır diz dize oturuyorduk. Tutku dolu anlar yaşadık." "Yalan söyleme! Kendi başına yaşadın, üstüme atma!"
"Burnunu öperken kuş gibi titriyordun dudağını öpeceğim o an geldiğinde, uzun bir süre kalmak istiyorum." Merdivenden aşağıya doğru inmeye başladı.
"Öyle bir an olmayacak." Murat merdivenden yukarı hızla çıkıp Melek'in dudaklarına yaklaştı. Mesafeyi yok denecek kadar az bırakıp, öylece durdu. Kocaman açtığı gözleriyle Murat'ın deli cesaretini izliyordu.
"Bak yine kuş gibi titriyorsun. Demek ki öyle bir an olacak. Belki yarın belki yarından da yakın ama olacak. Bu konuda sana söz veriyorum. Bu dünyada seni benden koparacak tek bir kişi bile tanımıyorum, tanımayacağım." Dudaklarına değmeden iç çekerek uzaklaştı. "Gidiyorum bak... Yoksa kaçan kovalanır diye mi böyle davranıyorsun? Şimdiden çektirme işlemlerine başladın. Böyle giderse sevgilim olmadan, yılın trip kraliçesi olacaksın. Son bir soru, Serpil hanım mı ben mi? Lütfen bir karar ver." İçten içe gülüyordu. Melek kendini toparlayıp cevap veremiyordu. Düşüp bayılmadan kalan nefesini dışarı bıraktı. Gözlerini devirerek kollarını beline koydu. "Tabii ki Serpil teyze. Off ya nasıl kafamı hallaç pamuğu gibi karıştırıyorsun." Eliyle git işareti yaptı. "İşte şimdi keyfim yerine geldi. Kafanı karıştırıyorsam kalbinde karışmaya başlamıştır. Benim geçtiğim kademelerden geçmen sebebiyle, ödeştik o zaman." Murat ikişer ikişer merdivenleri inerek gözden kayboldu. Melek, için zorlu bir dönem başlamıştı. Elini kalbinin üstüne koydu. Savunmasız kalbi, çok fazla hızlı, çok fazla korkak duruyordu. Aklını yitirmesine sebep olacak düşünceleri şimdilik kenara koydu. Sonradan delirmek üzere, diğer konuya odaklandı. Kapının önüne geldiğinde ayağında ki acıya karşı elini kapıya götürdü. "Serpil teyze, iyiyim. Şimdi kapıyı açacağım." diyerek anahtarı, kapının deliğine taktı. Kapıyı açtığında Serpil hanım, Melek'i kendine doğru çektiği gibi sarıldı. "Sen tek başına ne yapıyordun, kuzum?" Sibel'e döndü. "Kız bir bardak su getir. Yavrum, gencecik yaşında neler çekti ki, tek başına kalmak için üzerimize kapıları kilitledi." Melek başını Serpil hanımın omzuna eğerek, çaktırmadan Sibel'e baktı. Elinde bir bardak suyu uzatırken, tatlı bir sinirle elini boğazına götürüp sen öldün, bittin diyordu. Öpücük atarak Sibel'in gülmesi için hamleler yapsa da, arkadaşı fare görmüş kedi gibi avına bakarak dil çıkardı. Yavaşça koluna girdiler. Koltuğa uzanmasına yardım edip nefes alması için alan açtılar. "Ahh kuzum ter içinde kalmışsın. Saçların, yüzün, sırtın su içinde niye acı çektin merdiven köşesinde." Serpil hanım, neden tek başına kalmak istediğini ayrıntılı konuşmak istiyordu. Sonradan daha fazla kötüleşmesin diye üstünü kapatmayı uygun gördü. On beş dakika sonra Serpil hanım elinde, ıhlamur, anason, zencefil karışımı bitki çayını bardağa koyup Melek'in içmesi için önüne bıraktı. Dumanı üstünde bardağın kulpunu tutarak, üfleye üfleye içmeye başladı. "Hadi sen git teyze... Yaptığım yanlıştı, daha dışarı çıkmam." Esneyerek çaydan bir yudum daha aldı. "Şimdiden uykum geldi, birazdan yatarım." Serpil hanım Sibel'i göz hapsine alıp içeriye çağırdı. Serpil hanım önden, Sibel arkasından odaya geçip konuşmaya başladılar. "Bugün Melek'in yattığı koltuğun karşısında ki koltukta sen yat. Ne olur ne olmaz bir daha dışarı çıkarsa engel olursun." "İyi de anne, o koltuk açılmıyor. Bende yedi yaşında değilim. Boy pos hepsi çok şükür bende var, nasıl sığarım minnacık yere..." "Gören de sanacak manken, boyun bir altmış bile yok. Üstüne tıknaz olmanı da annen olduğum için söylemiyorum." "Allah razı olsun söylemediğin için. Şimdi yüzüme pat pat söyleyen cinler olmalı." demesiyle Serpil hanım Sibel'in kollarını cimciklemeye başladı. "Kız ben sana ne diyeyim... Üç harflileri evimize davet ediyorsun. İsmini bir daha sakın söyleme. Sana musallat olmazlar, Melek'in yakasına yapışacaklar." "Kollarım morardı, vallahi billahi bir daha isimlerini anmam bırak." Serpil hanım, kızının yakarışları yüzünden değil hararetlendiği için cimciklemeyi bırakmıştı. "Sanki üç harflilerin yakın tanıdığıyım ben." "Sana zaten ismi mübarek kendisi mendebur eski nişanlın musallat olmuş başka üç harfliye gerek yok. Seni eş geçerler Melek saf garibanın biri yanına gelse sarılalım diye yanaşır."Giydiği eski geceliğini yakasını çekiştirip pencerenin perdesini sonuna kadar açtı. "Senle benim tanıdığım Melek çok farklı." diye gülmeye başlamıştı ki annesi ağzına vurdu. "Anne ya! Her gün dayak yemekten salak olacağım. O koltukta yatmam sen yat." "Merak etme, demedim ki yatağı nüfusuna geçir. Bir günlük vücudunu sere serpe yatırma. Hadi git kız tek başına kalmasın." Sibel baskın karakterli annesine her zamanki gibi ses çıkarmadan odadan çıktı. Annesi her şeye karışırdı... Yediği yemeğe, aldığı kiloya, gittiği arkadaşlarına, konuştuğu insanlara. Birgün annesinin karşısına geçerek mahallenin atarlı gencine aşık olduğunu söylemişti. El bebek gül bebek büyüttügü kızı şaka yaptığını düşündüğü için gülmüştü. Nasıl olabilirdi, Sibel mantıkla hareket eden bir kız olmasının yanı sıra Ahmet, sevmediği insanlara karşı hep bir söylem hep bir küçük düşürme endişesi içindeydi. Kendi içinde Ahmet iyi bir adam olabilirdi. Ama mantık namına tek bir hareketi görülmediği için insanların bir kısmı ondan korkuyordu. Serpil hanım ne kadar hayır dediyse de sözünü ilk defa kızına dinletemedi. Sibel'i istemeye geldiklerinde, tek sözüyle on adamı hizaya çeken kadın ses çıkarmamış, isteme konusunda bütün yetkiyi kocasına vermişti. Kızı mutlu olduğu için zor olsa da sessiz kalmayı seçmişti. İçini yakan Ahmet ile alakalı konulardan bir kaçı, kıskançlık, Melek ile Sibel'i birbirlerine düşman etmesi olmuştu. Melek'in zamanında içki içerek kendisine zarar verdiğini biliyordu. Arada içkili halde babasından utandığı için buraya geldiğini. Sibel'in isyan eden, bağırma seslerini küçük oğlundan duymuştu. Araları daha kötü olmasın, Melek daha fazla acı çekmesin diye sessiz kalmıştı. Bir gün Ahmet'in her şeye müdahale etmesine, kıskançlıklarına dayanamayıp nişanı attı Sibel. Ya da işin iç yüzünü o zaman bilmedikleri için öyle sandılar. Sibel'in çok sevdiği halde nişanı atmasına ailecek şaşırmışlardı. Serpil hanım için konu evlatları olunca sessizliğe gömülüyordu. Sibel'in Ahmet'i silmesinin daha önemli bir nedeni olduğunu gün gelecek ona anlatıldığında öğrenecekti. Oğlu Selim hariç, iki kızı ve kendisi bu gerçekle yüzleştiğinde ayrılıklar baş gösterecekti. Ahmet sırf nefret ediyor diye zamanında Melek'in ellerinden en sevdiği insanı alarak büyük bir günah işlemişti. Annesinin ölümüyle mafolan genç kızın hayatını o evrede bir kademe daha altüst etmişti. Sibel odadan omuzlarını dikleştirip çıktı. Arkadaşının uzandığı koltuğa kendini sıkıştırdı. "Anlat bakalım... Teklifine ne yanıt verdin?"dedi. Melek gözlerini kaçırırken, dudakları gülerek açılmıştı. "Cevap vermedim... Tam boşluğuma geldi cevap verecektim son an da aklımı başıma topladım sinir olsun, sürünsün diye sustum." Sibel'e yer açtı oturması için. "Annen nasıl kalktı?" "Tuvalete gitmek için kalktı. Nasılsın diye hatrını da sormak isteyince İndiana jones maceramız başladı. Sen kayıp kristal kafatasıydın annem seni arayan Jones ben ise Mac veya bütün azarı yiyen figüran oldum." Omzunu ovaladı. "Merdiven köşelerinde kur yaptığını anlamasın diye, tek başına kalmak istediği söyledim. Bu yüzden işkenceye tabii tutuldum." "Çok mantıklı." "Bir de bana sor. Sana sahip çıkmadım diye tuvalet ihtiyacını ağzımda giderecekti." diye cemkirirken Melek kollarını açıp arkadaşını yanına çağırdı. "Teyzem benim yüzümden seni mi harcadı?" Sarıldılar. "Oyy, oy yazık benim arkadaşıma..." Sibel kendini uzaklaştırıp Melek'in yanağından makas alarak. "Benim çektiğim acıyı bırak, oran kaç oldu şimdi?" Melek elini kalbinin üstüne koydu. "Beni soracak olursan. Yüzde kırk dokuz, nokta dokuz." "Baya yükselmiş. Patronun kaç oldu tahminen." "Yüzde yüz..." dedi kesin bir tavırla. "Eskiden yüz kızartıcı davranışlar yapmış olabilir. İnkar etmiyor, etmediği için düzelme ihtimali var. Bana bakarken, kimseye bakmadığı gibi bakıyordu. Şefkatle, sevgiyle, aşkla... Öpücükleri bile inanılmaz derecede masumdu." Eli daha halen kalbinde duruyordu. "Adam seni öptü mü? Ne hakla, sen nasıl vurmadın, üstüne iyi halt yemişsin gibi ballandırarak anlatıyorsun?" Melek kollarını birbirlerine birleştirip başını koltuğun kenarına götürdü. "Kızdım, kızmam mı, hem de çok kızdım." Göz göre göre yalan söylemeye devam etti. "O'da zaten uzaktan öpücük kondurdu. Temas yok, olamaz. Zaten güvenmiyorum" Sibel kafasının altında ki yastığı Melek'in yüzüne fırlattı. Melek bu hamleyi beklemediği için dudaklarını bükerek. "Ya, doğru söylüyorum. Sen beni tanımıyor musun?" "Daha fazla konuşma bence, biraz önce sı...tın şimdi sıvadın." dedi. "Yat uyu, yarın bir sürü işimiz var." Odasına geçti, yastık ve battaniyesini alarak geri döndü. "Annem psikolojin bozulmasın diye beni bu bozuk koltuğa mahkum etti. Sende anlatma." Enine ve boyuna göre daracık koltuğa kendini sığdırdı. Battaniyeyi kafasına kadar kaldırıp öylece kaldı. "Yemin ederim ama etmiyorum. En sonunda her şeye yemin edilmez. Sakın seni kandırdığımı da düşünme ciddiyim öpmedi. İnan bana gerçekten öpüşme yok." "Uyu..." "Masum olduğuma inanmadığın halde. Nasıl uyurum..." Sibel ayağıyla battaniyeyi yere fırlattı. Sonra ayağa kalkarak tuvalete gitti. İki dakika sonra da yanında bulunan banyoya. İşlerini bitirdikten sonra Melek'in yanına yaklaştı. "Öpmedi yani..." diyerek gülümsedi. Melek sevinçle kendisine inanan arkadaşına. "Tabii ki öpmek gibi yakın temas olmadı." dedi, yalan söylediği her halinden belliydi. Melek ne kadar yalan konusunda lisans yapmış olsa da Sibel'i kandırmak için kırk fırın ekmek yemesi gerekiyordu. Sibel sinsice gülerek annesinin tülbentini başına geçirdi. Vitrinin üstünde ki Kuranı kerimi eline alarak üç defa alnına değdirip Melek'e baktı. "Kuran'a el bas..." "Ne???" "Bu kadar masum olduğunu düşünme mi isteğine göre, isteğim makul olsa gerek." "Allahım söylediğim yalan için beni affet." Dudağını ısırdı. "Vallahi saçımı, alnımı birde gözümden öptü." Sibel Kuran'ı yerine indirdikten sonra. Melek'in saçlarından küçük bir tutam kendine doğru çekti. "O çapkın kıvırcık seninle evlenecek, o kadar..." dediği gibi koltuğun üstüne çıktı. Sessizce, elini mikrofon varmış gibi yumruk yaparak selam verdi. "Saygıdeğer Kapya ve... Melek, kıvırcığın soy ismi ne?" "Arsel." "Öhö öhö kusura bakmayın sayın konuklar. Saygıdeğer Kapya ve Arsel ailesi için bir büyük alkış alalım." Melek ses çıkmasın diye parmaklarıyla alkışladı. "Evlenmeniz için bir mani olmadığını üzülerek söylemek isterim." Melek'e dil çıkardı. "Sevinçle söylemen gerekiyor." "Gelin hanım, kır dizini otur. Zaten kırmışsın." Yalandan kahkaha attı. "Nerde kalmıştık. Siz Melek Kapya, eviniz hergün kızlar tarafından basılacak olsa da, zengin, şımarık adamı, kocalığa kabul ediyor musun?" Hayali mikrofonu koltuktan inip Meleğe uzattı. "Evet, aptal gibi kabul ediyorum." Yine parmaklarıyla kendini alkışladı. Sibel saçını tekrar çekip. ____ Lütfen beğeni ve yorum yapmadan geçmeyin. Bana destek olan herkese teşekkür ederim... |
0% |