Yeni Üyelik
50.
Bölüm

40. Salih

@kambersizyazar

 

Yorum ve beğeni yaparak destek olur musun lütfen?

 

İnsanlar için gözlerini feda etsen zaten kördü derler.

 

Başlayalım 🤍

 

_______________

 

Melek, yaşadığı vahim hadisenin ardından geçen günlerde fizik tedavi sayesinde, bacağı az da olsa eski haline gelmişti. Bacağında ki ateli gece haricinde kullanmamak da bir nebze rahatlık versede, tam anlamıyla iyi olduğu söylenemezdi. İki gün Serpil hanımın yanında kaldıktan sonra başka bir yalanla kendi evine dönüş yaptı. Hayri bey bacağında ki ateli gördüğü gibi korku içinde sorular sormuş Melek de Sibel ile alışverişe gittiklerini, bir anlık dalgınlıkla merdivenden düştüğünü söyleyerek geçiştirmeye çalışmıştı. İşe de yaradı. Hayri bey düştüğü için bir saat kızına öğüt verdi. Her zaman ki sakarlıkları olduğunu düşünerek hiçbir soru sormadı. Zaten kızı sakarlıkta, önüne bakmadan yürümede sınıf birincisi olacak nitelikteydi. O yüzden öğüt en doğru hareket olacaktı.
"Allah bilir hangi mağazanın vitrinine alık alık baktın da, yere düştün. Bir yere giderken bir kere de dikkat et. Yürüdüğün halde önündeki engellerden uçtuğunu sanma. Kızım, toprak verdiğini almak ister. İnsanoğlu rüya aleminde yaşarsa berzah alemine ayak basar der büyükler." Melek, babasının her sitemine, her öğüdüne güldüğü için boşuna nefesini tüketmek yerine kızına sıkıca sarıldı.
"Dikkat et kendine. Benim senden başka kimsem yok."
"Korkma baba, seni bırakmak gibi bir niyetim yok. Daha gelinlikle bu evden çıktığı mı, sonra ki gün bavulumla eve geldiği mi göreceksin?"
"Şaka yapma deli kız... Seni alan adam çok şanslı." Birlikte güldüler.
"Seni seven, senin sevdiğin adamla mutlu ol yeter bana. Bir kez daha kalbin acımasın. Bir kez daha kalbin kırılmasın." Melek anlamıştı kimden bahsettiğini. Eski nişanlısı, babasına benzettiği tek adamdan bahsediyor olmalıydı. Ailesinin yanlışına ortak olan adam. Babasına benzettiği için gidişiyle utandıran adam. Birkaç cümleyle terk eden adam. Melek yaşla dolan gözlerini kırpıştırıp babasının omuzuna daha da sıkı sarıldı.
"Baba." Sitem ederek başlamıştı.
"Unutmaz, kahrolur dediğin kızın unuttu. Sen daha halen unutmadın." Melek başını hafifçe kaldırıp, babasının yanağından öptü.
"Herkes kendi yolunu çizdi. Kendini üzme, o insana, o aileye değmez. Durduğu yerde mutlu olsun." Hayri bey kızının iki yıl içinde nasıl da güçlendiğini anlamıştı. Annesinin ölümünün akabinde onu terkeden adam hakkında ilk defa konuşuyor, ağlamıyordu.

 

Melek kaç gün geçtiğini, günlerden hangi gün olduğunu bilmeden gözlerini ovuşturup yatağından isteksiz bir halde kalktı. Kahverengi saçları yatakta dönmekten birbirine girmişti. Sanki ağzı da kokuyordu. Elini ağzının önüne götürüp üfledi.
"Offf..." Oturduğu yatağın kenarında elleriyle yatağa vurmaya başladı.
"Akşam sarmısaklı makarna yedikten sonra dişi mi neden fırçalamadım? Öz bakım diye diye çürümüş patates oldum. Bunun diğer evresine geçmem, inşallah." diyerek odanın içine dolan toz kabarcıklarına baktı. Dolabın önüne topallayarak geçip, banyodan sonra giyeceği kıyafetlerini ve kremleri çıkardı. Bacağına sürdüğü ağır krem kokusuna alışamamıştı. İstemediği halde banyo için hazırlıklarını yaparak banyonun yolunu tuttu. Babasının mutfakta türkü söyleyen sesini duyuyordu. Bu halde görünmek istemediği için ilk iş olarak banyoya geçti. Kovaya sıcak su doldurup üstünde ki kokudan baygınlık geçirmiş kıyafetleri bir çırpıda çıkardı. Ayakları yünlü çorabı yüzünden siyah küçük yünler ile kaplanmıştı. Ayak parmaklarını oynatıp beyaz duş kabinine girdi. Üstüne maşrapa ile su döküp vücudundan çıkan kire baktı.
"Gerçekten vücudum kir üretiyor. Başka açıklaması olamaz." diyerek suyu dökmeye devam etti. Sonra aklına yan komşularının köye gitmeden önce iki yaşındaki çocuklarına açtığı şarkı geldi. Üç günde bir, küçük çocuğun sevdiği şarkıyla banyo ettiriyordu. Annenin banyo edeceğini haber veren şen sesiyle küçük çocuk ağlıyor, şarkıyla birlikte ağlaması bitiyordu. Melek kafasına pirinç tanesi kadar şampuan döküp köpürtmeye başladı. Tabii ki başarısızdı. Saçları gür ve uzun olduğu için yeterli değildi. Avucuna biraz daha döküp saçlarını karıştırdı. Sonra küçük çocuğun rahatlamasına sebep olan şarkıyı söylemeye başladı.
"Mis gibi olmak için, yıkanmayı çok severim. Annemle banyoya girip bir güzel temizlenirim. Şampuanımı döküp, saçlarımı köpürtüp. Vucudumu sabunlarım sonra mis gibi kokarım.
Cıbı Cıbı Cıbı Cıbı Cıbı yıkanırım, yıkanmaya bayılırım." Şarkısı bitince gülmeye başladı.
"Banyo da şarkı söylemek neden şimdiye kadar aklıma gelmedi ki?" Söylediği şarkının çocuk şarkısı olduğuna aldırış etmiyordu. Onun için birçok türkçe ve yabancı şarkıdan iyiydi. Banyo ile işi bitince, saçlarını kurutma makinasıyla kurutup, klozetin üstüne oturdu. Kahverengi gür saçlarını taramaya başladı. Sabah ki uyku mahmurluğu da gitmişti. İki kolunu açıp, esnedi. Aynanın önünde yarım saat önceye göre temiz haline baktı. Ten rengi iç çamaşırı, pembe dizleri üstüne kadar bir elbise giyerek banyodan çıktı. Kendi odasına geçerek boy aynasından kendine tekrar baktı. Gayet alımlı ve güzel duruyordu.
Dudağını ısırıp hafifçe dudaklarını aynaya doğru uzatarak rujunu sürerken Murat aynada gülümseyerek belirdi. İrkilerek arkasına döndü kimse yoktu.
"Yok artık sanrı görüyor olamam değil mi? O kadar yanıp tutuşmuş da olamam. Öyle olsam bilirdim." diyerek bir yandan etrafa bakıyor bir yandanda düşünüyordu. Aynanın karşısında gözlerini kırpıştırıp karşısında biri varmış gibi omzunu indirip kaldırmaya başladı.
"Ne oluyor? Aklım benimle oyun oynasa bile ben bu oyunlara gelmem." Gözlerini yere indirdi. Kahkahalarla elini beline koyarak aynaya baktı.
"Sen, evet, evet, sen... Onu görmek için bu kadar istekli olman, normal değil." Şimdi de gözlerini kıstı.
"Sen bu değilsin. Murat Arsel için bir şey hissetsen bile sonucu bu olmamalı. Onun hayalini görmek fazla üst seviyede aşık olmanın göstergesi, ama ben aşık değilim. Acaba şirkete bugün uğramasam mı? Kesinlikle dün Sibel ile konuştum diye böyle kafam karıştı. Bu ben değilim." Yatağın kenarına oturdu.
"Eminim onun yaptığı tek iş yatağa atmadığı, bir elin parmaklarını geçmeyecek kızları ayartmaktır? Benim halime bak." Duvardaki saate gözü çarptı.
"Saat daha dokuz buçuk ve şimdiden delirmeye mi başladım?"
"Melek, kahvaltı hazır yemeğe gel." Hayri bey'in sesiyle ayağa kalkarak elini kalbinin üstüne koydu.
"Tamam baba hemen geliyorum." diyerek tekrar aynaya baktı.
"Murat'ı uzaktan görürüm, inşaallah o beni görmez. Bu halim iyiye alamet değil. Çok belli ederim. Şimdiden böyleysem o zaman ne halde olurum. Düşünmek bile istemiyorum." diye aynada ki yansımasına göz kırptı. "Kısacık bir gezi olacak ötesi yok."

 


Yine hem göze hem mideye hitap eden yemek masasında, kahvaltısını yapıyordu. Sucuklu yumurtasını yedikten sonra diğer çeşitleri yemeye başladı. Ağzında ki zeytinin çekirdeğini tabağının kenarına bırakıp ekmek diliminin yarısını ağzına götürdü..
"Ben bugün dışarı çıkacağım." diyerek ağzına peynir attı.
"Karanlık olmadan gelirim." Çayını içmeye başladı. Hayri bey, tedirginlik kokan sözleriyle Melek'i bunaltmak istemiyordu. Bir şey söylemeden susmak da ona göre değildi.
"Kendine dikkat et. Tam olarak iyileşmedin, gideceğin yer yakında olsa taksi kullan, otobüs bu saatlerde kalabalık olur." demeyi uygun gördü.
"Tamam." demişti Melek, hazırlanmak için masadan kalkıp odasına geçti. Göz kalemi, allık ve dudak parlatıcısı sürüp son kez aynanın önünde durdu. Şimdi holding için hazırdı. Lalezar sokağı için uyanma vakti'ydi. Saat neredeyse on olmuş, evlerin pencereleri açılmış, kocalar işlere gönderilmişti. Temizlik yapan kadınlar kadın programları eşliğinde iş yapmaya başlamıştı.
Yan binanın üçüncü katındaki Cemile hanım Melek'i görünce şen sesiyle seslendi.
"Melek tatlım nereye?" Melek başını yukarı kaldırıp otuz beş, kırk yaşlarında, siyah saçlarının üstüne pembe tülbentiyle etrafa gülücükler saçan genç kadına selam verdi.
"İş yerine, birkaç belge imzalamam gerekiyor, Cemile abla." dedi, genç kadın kendini olduğundan daha yaşlı görüyordu.. Ayyaş kocası vefat edince dayaktan kurtulduğu için bir hafta beş ailenin karnını doyurmuştu. Hali vakti babasının ona bıraktığı dört ev sayesinde yerindeydi. Kocası bütün parasına çökmeden ölmüştü. Fakirlere daha halen yardım etmek için çırpınıyordu.
"Nezaket abla, koca peşinde koşarken bacağını kırdığını millete yayıyordu."
Melek omuzlarını dikleştirip.
"O dediyse külliyen yalan olduğunu daha öğrenemedi mi, millet?" Kendi etrafında dönerek sesli bir şekilde elini hoparlör gibi ağzına götürüp konuşmaya başladı.
"Koca peşinde değil, yürüyen merdivenden düştüm. Kırık yok, sapasağlam ayaktayım, duyduk duymadık demeyin. Nezaket abla, açtırma ağzımı!"
"Ayy sen çok yaşa Melek, hadi nereye gidiyorsan daha fazla geç kalma." Cemile hanıma el sallayarak arka sokağa gitti.

 

Sibel'lerin sokağı, Lalezar sokağına göre çok sessizdi. Kendi aileleri hariç, etliye, sütlüye karışan kimse yoktu. Dedikodu yok denecek kadar azdı. Sokakta oynayan çocukların anneleri pencere kenarlarında oyuna dahil oluyordu. Omuzlarına düşürdüğü örgülerine, mavi kurdele takan küçük kızın, tombul yanaklı annesi, ela gözlerini yuvalarından çıkarmış gibi pür dikkat kızının oynadığı oyunu izliyordu. Arada müdahale etmeyi de unutmuyordu.
"Rüya bak arabanın arkasında arkadaşın."
"Anne yerini gösterme. Bu zaten saklambaç."
"Valla ben göstermiyorum." Eliyle halen işaret ediyordu.
"Off anne ya."
"Anneye off denmez. Biraz önce düştün bir şey demedim. Hemen eve, yeni yıkanmış kıyafeti çamur ettin." diyerek tehditkar bakışlarıyla parmağını salladı. Küçük kız buğulanan gözlerini eliyle kapatıp evine doğru koştu. Küçücük çocukla yaptığı savaşı kazandığını zanneden kadın, başı dik penceresini kapatıp içeriye girdi. Arkasında ne olduğu dahi anlamayan altı çocuk bırakmıştı. Melek soğuk havayı içine çekip, üfledi. Aklına yine annesi gelmişti. Oynadığı oyuna ses çıkarmadan, perdenin arkasına geçer sessizce kahvesini yudumlarken izlerdi. Yere mi düştü, kavga mı etti, düştüyse kalksın, kavga etmeyi biliyorsa, barışmak için çabalamayı da bilsin derdi. Her zaman yanında kendisi olmayacaktı. Bunu biliyordu öylede olmuştu ölünce kızı çok güçlü bir kadın olmuştu. Sibel'in evinin önüne gelerek zile bastı. Asansör olmadığı için yukarı çıkacak gücü yoktu. Sibel yarım açtığı pencerenin perdesini açarak.
"Bekle geliyorum." diye seslendi. Dün akşam karar vermişlerdi şirkete gitmeye. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilmeden heyecan içinde Murat ile karşılaşacağı anı bekliyordu. On beş dakika sonra Sibel kapıdan çıktığı gibi Melek'in koluna girerek yürümeye başladılar.
"Köşeden taksi çevirelim." Melek onaylar bakış atıp yürümeye devam etti.

 

_______

 

Holding de bir ilk yaşanıyordu. Murat baş sekreteri arayıp toplantı yapacağını bildirmişti. Fahri bey göğsünü gere gere duyduğu gibi soluğu toplantı odasında aldı. Bu günleri göreceğini söyleseler inanmazdı. On dakika içinde diğer kıdemli çalışanlar geldikten sonra Murat elinde dosya, arkasında Hacer ile içeriye girdi.
"Hacer hanım, lütfen herkese dağıtın." diyerek dosyaları gösterdi. Hacer başını hafifçe sallayarak dosyaları tek tek dağıttı. Bölümlerden sorumlu yetkililer, dosyanın kapağına bakmakla yetinmişti. Murat'ı halen tam yetkili patron olarak görmeyi reddediyorlardı. Salih ise, Murat'ın devam etmesini bekliyor, anlattıkça içeriğe bakmayı planlıyordu. Esila ve Fahri bey dosyanın içeriğine bakmaya ellerine geçtiği gibi başlamıştı.
Murat kravatını gevşetip, yerine oturdu. Yabancı ülkede yaşarken zorunlu olarak bir kere kravat takmıştı. Bugün konular ciddi diye kendisi de ciddi görünmek istiyordu.
"Beni holding'de herkes tanıdığı için lafı uzatmayacağım. Dünyaya açılmak istiyorum. Sizin desteğinize ihtiyacım var." diye söze başladı. Esila ve Fahri bey haricinde herkes onaylamayan bakış atıp önlerine döndüler. Salih sarf edilen cümle ile, dosyaya bakmadan itiraz etti.
"Evet sizi çok iyi tanıyoruz. Neyse konumuz sizin karakteriniz değil. Dosya içeriği güzel görünüyor tabii anlatmanız da ikna edici olmalı." diyerek dosyayı Murat'ın şaşkın bakışları arasında önüne yavaşça itti.
"Şimdi yurtdışına açılmak isteyebilirsin ama şirket riskli bir durum altına girer. İsim olarak Türkiye'de bir itibarımız zaten var. Yerle bir etmiş olmaz mıyız? Bununla alakalı bir planın olacak mı?" Diğerleri de Salih'den güç almış gibi konuşuyorlardı. Murat gözlerini kısıp nefes aldı.
"Neden kötü olacağını düşünüp plan yapayım?"
"İşte Murat Arsel bakış açısı... Bile, bile lades demenin mantığı bu olsa gerek. A ve B planın yoksa dosyanı incelemek yersiz olur." dedi, dosyaları kendilerinden uzaklaştırırken. Esila elini hızla masaya vurarak saçlarını karıştırdı.
"Sinir olmaya başladım..." demesiyle Hacer'e döndü.
"Murat ve amcama türk kahvesi, bana ağrı kesici, diğer arkadaşlara da papatya çayı getir." Adamların homurdanmaya başlamasıyla devam etti.
"Sizi ancak papatya çayı kıvama getirir, rahatlamanız lazım. Benim de ilaç içip sakinleşmem. Salih bey, bak üstüne basa basa söylüyorum Salih bey, toplantı bitmeden ne diye bu kadar karamsar konuşabilirsin? Sen müneccim misin?"
"Öngörü diyelim."
"Yok demeyelim biz buna kıskançlık diyelim. Ödün patlıyor güzel bir sunum ortaya çıkacak diye." Kollarını birbirlerine birleştirip Murat'a baktı.
"Sen devam et kuzen. Dinlemeden hüküm vermenin bir cezası olsa keşke." Salih'e bakarak söylemişti.
"Esila sakin ol. Farklı fikirlere açık olmalıyız." Murat kurduğu cümleyle gülümseyerek dosyayı kenara bıraktı.
"Bana karşı durmanız, beni kötü yönde etkiledi. Haklısınız... Bende olsam önce güven aramakla başlardım." Stres yüzünden terleyen alnını masanın üstünde ki peçete ile silerek ayağa kalktı.
"Türkiye'de birçok rakibimiz ile yaptığımız savaşları kazanmış bir şirketiz." Adamların sıkılmış yüzlerine tek tek baktı. Konu onları alakadar etmiyor gibi isteksiz dinliyorlardı.
"Altı yıl önceye kadar yurtdışında kalıyordum. O süre zarfında size yardımcı olamadım." dedi, Salih yarım ağızla Murat'ın sözünü keserek konuştu.
"Altı yıldır buradasın yine hiçbir konuda yardımın yok. Tam tersine az kala iflasa sürüklüyordun." Ceketinin tek düğmesini açıp, sandalyeden kalktı.
"Aaa yeter ama ne yapmaya çalışıyorsun sen?" Esila da öfkeyle ayağa kalkıp devam etmek üzereyken dayısının mimikleri ile yaptığı otur ikazı fark edip yerine oturdu. Murat yumruğunu sıkarak korkusuzca konuşan Salih'e bakıyordu. Salih, Fahri bey'e başıyla selam verip kapıya yöneldi.
"Gitmem gereken toplantım var, izninizle." Kapanan kapının arkasında bu hareketi hepsi üzerinde şok etkisi yaratmıştı. Murat nefes alıp boğazını yılan gibi sıkan kravatını çıkartıp babasına baktı. Kendisi de şu an da çekip gitmek istiyordu. Fahri bey, oğlunun bakışlarından gözünü çekmeden.
"Her şirkette birkaç farklı fikir çıkar. Önemli olan senin bundan sonra ki davranış biçimin. Devam edecek misin? Yoksa ertelemek mi istersin?" dedi. Murat konuşmadan Esila amcasının yüzüne bakıyordu. Salih'e hiçbir şey demeden göndermesine şaşırmıştı. Ayağa kalkıp herkese selam verdikten sonra Murat'ın omuzuna dokundu.
"Murat'ın sunacağı öneriyi kabul ediyorum. Şimdi izninizle dışarı çıkıp nefes alacağım." diyerek hızla toplantı salonundan çıktı.
"Başka dışarı çıkmak isteyen biri varsa, şimdi çıksın." Murat kurduğu cümleyle kendini toparlayıp, adamların yüzüne bakmadan beklemeye başladı. Sandığının aksine kimse çıkmamıştı.
"Şirket yönetimini ergen tavırlarımla zamanında zor durumda bıraktığım için özür dilerim. Hadi biraz iş konuşalım." Cesaretini toplayarak dosyayı eline aldı. Aynı anda yönetim çalışanları da ellerine aldı. Murat gülümseyerek başını dikleştirip.
"Dosyanın içeriğini benimle birlikte burada bulunan insanlara anlatmak için sabırsızlanıyorum." Sunum an itibariyle başladı.

 

******

 

Esila, adımlarını direk Salih'in odasına yöneltti. Murat'la ne hakla herkesin içinde dalga geçercesine konuşurdu. Kapıyı çalmadan içeriye girdi. Telefonla konuşan Salih, Esila'nın içeriye girmesiyle gözlerini devirerek susması için elini ağzına götürdü. Konuşma bitince koltuğuna yaslanıp Esila'ya baktı. Genç kadının hızla nefes alıp veren hareketleri yüzünden inip, çıkan göğüs bölgesine gözü takıldı. Anında kafasını başka yöne döndürüp.
"Toplantı odasında olman gerekmiyor mu?" dedi ciddiyetle.
"Kimse sana hesap sormayınca ben yanına geleyim dedim. Hani acil toplantıya gidecektin, çok önemli diyerek kaçtın ya toplantıdan. Yalancı!" Alay ederek söylemişti.
"Yine mi hesap sorma, offf? Ne bedduası edeceksen et ve git." Esila inanamaz gözlerle Salih'e bakıp karşısında ki sandalyeye oturdu.
"Hesap sorarken beddua etmeme gerek yok. Bu şirkette hangi konumda olduğunu hatırlatmam yeterli. Amcam yüzünden her şeye karışmak isteyebilirsin. Duracağın yeri unutma. Sen burada çalışan elemandan başka biri değilsin. Her şeye burun kıvırıp her şeyde kulp arıyorsun. Senin gözünde mükemmel hiç mi bir şey yok? Kendimi senin yanında çöp gibi hissediyorum." Salih sinirle kahkaha atıp dışarı çıktı. Esila ilk defa bulunduğu konum hakkında bu kadar sert konuşuyordu. Genç kadının kalbini kırmak istemediği için odadan çıkıp nereye gideceğini bilmeden yürüdü. Esila da arkasında onu takip etti. Asansör düğmesine basıp Esila'ya döndü.
"Ne bekliyorsun, konuşman bitmedi mi?" diyerek düğmeye bir kere daha bastı.
"Esila, sana çöp muamelesi yapmamı istemiyorsan çöp gibi davranma. Peşimi bırak!" Esila ayağını yere vurarak arkasını dönüp gitti. Toplantı odasının önünde bir sağa,bir sola küfürler ederek kendini teskin ediyordu Esila. Kapının kulpuna dokunup, odaya girdi. Başı önünde yerine oturdu. Murat'ın ne dediğini duymuyordu. Herkes ayağa kalkıp Murat'ı tebrik ederken, Esila gözlerini kısarak dünyayı kurtarmış gibi kasılan Murat'a homurdanarak baktı. Kendi duyacağı tonda konuşmaya başladı.
"Keşke bu kıvırcık salatasını korumak için Salih'e bir araba dolusu söz söylemeseydim. Şuna bak, balon gibi şişti. Birde benim halime bak eriyorum kimse görmüyor." diyerek kollarını birbirlerine bağladı. Toplantı odasında güçlü sözler duydukları için mutlu olan yönetim üyeleri huzur içinde yerlerine gidiyordu. Toplantı odası boşalınca Fahri bey, oğluna duyduğu güven yüzünden sarılıp konuşmaya başladı.
"Salih bugün seni zorladı, değil mi?" diyerek, masada Murat'ın önüne bırakılan suyu içip devam etti. "Zorlamak demeyelim içimden geçti. Niye öyle davrandı?"

 

"Başarılı olman için, Salih'e ben rica ettim. Bu şekilde sana karşı olan adamları görür ve ikna yeteneğini onların önünde denersin diye." Beyaz kirli sakallarını sıvazlayarak güldü.

 

"Bende diyorum toplantıdan önce beni arayıp 'seni zorlayacağım gardını sakın düşürme' demekle ne demek istedi, bana oluşacak durumu haber vermiş." Murat'ın da bu durum hoşuna gitmişti. Salih olmasaydı, hepsi boş boş dinleyecek sonra itiraz dolu bakışlarla istemediklerini belirtecekti. Şimdi ise hepsinin holding ile ilgili endişelerini dinleyerek, dünyaya neden açılmak istediğini var gücüyle anlatmıştı. İşe'de yaramış olacak ki, yanında olduklarını belirten bakışlarla dağılmışlardı. Esila duyduklarını sindirmesi bir tarafa dursun Salih'in onu ömrü billah affetmeyeceğini düşünüyordu.
"Bana bunu nasıl söylemezsiniz? Ben..." Yutkunamıyordu. Söyledikleri gözünün önüne geldi.
"Ben ona demediğimi bırakmadım. Ya benim halime niye kimse acımıyor? Dayı, onun kalbini kıracağı mı hiç mi düşünüp halime acımadın?" Ellerini saçlarına geçirip odadan hızla çıktı. Esila'nın her zaman ki hali olduğunu düşündüğü için, Fahri bey kafasına takmadan sohbete devam etti. Murat ise bu durumdan hoşnut değildi.
"Baba bana anlatmamanı anlarım ama Esila'ya söylemen gerekiyordu. Onu biliyorsun, nefes almak için çıktığında yanına gidip bir şeyler söylemiştir. Eminim güzel cümleler değildir."
"Esila'nın büyümesi gerek. Salih, ne dün ne bugün onu eş olarak görmedi, görmek de istemiyor. Bu aşkın peşinde kafayı yiyecek. Bu durum için üzgünüm istem dışı gelişti ama iyi oldu. Konu tartışmaya kapalı."

 

***
"İşte benim şirketim, burası." dedi Melek, Sibel'in koluna kendini sabitleyip yürümeye başladı.
"Ben burada kaybolurum." demişti Sibel etrafta tanıdık birisi ararken...
"Tanıdık birisi de yok. Akşama kadar sıkılır insan burada. Hele ki senin bünyen nasıl adapte oldu, anlamadım."
"Aman Sibel, alışınca kıç kadar geliyor, bu devasa gördüğün holding. Nefes alamadığım zamanlar bile oluyor."
Asansöre binip dördüncü kata geldiler. Koridorun kasvetli havasını heyecanla içine çekip sekreter bölümüne geçtiler. Hacer, Melek'i gördüğü gibi ayağa kalkıp sarıldı.
"Bir hafta sonra bitmiyor muydu raporun?"
"Şey yapmam gereken işler vardı." diyerek geçiştirmeye çalıştı. Murat için geldiğini kimsenin bilmesini istemiyordu. Hacer başını tamam der gibi sallayarak Sibel ile tokalaştı. Fahri bey, Hacer ve diğer çalışanlara, Melek ve Merve'nin yaşadığı olaylar üstün körü anlatılarak kesin olarak bu konunun iki sekretere de açılmaması konusunda sert bir tavırla emir vermişti. Boş boğazlık eden olursa istifa dilekçesini muhasebeye götürülmesi konusunda da kararlıydı. Melek masasının önünde dikilerek koridorun sonunda ki odaya bakıyordu. Aklında pişman olduğuna dair sorular çıkmaya başlamıştı.
"Yerinde mi acaba? Yoksa klüpte mi?
Belki de evinde bir kızın koynunda yatıyordur. Ne kadar aptal olduğumu düşünmesi de kuvvetle muhtemel." Sibel'e çevirdi başını. Yaren ve Ayşe ile selamlaşıyordu. Elini alnına koyarak arkadaşının yanına yaklaştı.
"Siz halen akıllanmadınız mı?" Cümlesini sert yüz ifadesiyle birleştirip korkmuş iki kadına baktı. Sibel ne olduğunu anlamadığı için gözlerini devirerek Melek'in koluna girip kulağına eğildi.
"Melek ne yapıyorsun?"
"Zorunlu ziyaret ettiğimiz kızlar ile tanışmışsın." Tek kaşını havaya kaldırıp kızlara bakarken konuşmaya devam etti.
"Serpil teyze ile hastane ziyareti yaptığımız kızlar. Anladın mı?"
"Aaaa bunlar onlar mı? Mal gibi duruyorlar."
"Zaten öyleler, hadi boşver işimi bitirdim, gidelim." Yaren ve Ayşe'nin duyacağı tonda.

 

"Ben sizi şikayet etmiyorum elbet bir şekilde ayağınız tökezleyecek. İşte o zaman ilk tekmeyi ben atacağım. Gidip istifa ederseniz ne mutlu size." Hacer ile vedalaştıktan sonra Sibel'in tekrar koluna girdi. Boş koridorda tekrar yürürken Sibel adımlarını durdurdu.
"Ne oldu?" Melek'in cümlesiyle Sibel sinsice gülerek arkadaşının saçlarını karıştırdı.
"Aşkı muhabbet etmek için çırpındığın adamın odası hangisi."
"Yapma şunu Allah aşkına... En sonda Murat'ın odası ama vazgeçtim." Yanakları kırmızı olmuştu. Kolunu, kırılmış bir tavırla Sibel'in kolundan çekti.
"Benim için böyle mi düşünüyorsun? Aşk için aptal gibi kıvranan biri gibi görmen beni kırdı."
"Sen aptal isen ben gerizekalının önde gideniyim. Ahmet ile birlikteyken, en yakın dostumun kötü gün dostu olmaktan kaçındım." Melek'in kolunu kendisine çekti.
"Annem dedi, eğer kolunu bırakırsam kalçam da beş parmak izi olacakmış. O yüzden böyle yürümeye devam edelim. Hem Murat'ı haftaya pikniğe davet edeceğim. Annemden izin aldım."
"Saçmalama lütfen, o kim bizim pikniğe gelmek kim? Lüks bir restorant'da branç keyfi yapmayacağız. Ormanda çimlerin, boş bulursak masanın üstünde yemek yiyip dedikodu yapacağız. Sakın çağırmayı düşünme, sakın..." Sibel başını tamam dercesine sallayarak Murat'ın odasına doğru yolunu çevirmişti. Birkaç adım sonra kahverengi kapıyı tıklayıp Melek'i odaya iterek beklemeden içeriye girdiler.
____________

 

Size uzun bir bölüm ile veda ediyorum. Sizde kısa bir yorum atabilirsiniz. Bende fikirlerinizi duygularınızı öğrenmiş olurum.

Loading...
0%