Yeni Üyelik
55.
Bölüm

42.Cadı ile Pazarlık

@kambersizyazar


Yorum ve beğeni yapmayı lütfen unutmayın.

'Hayat bazen bitti dediğin yerde başlar.'

Başlayalım.

________________

Sibel, Melek'in omuzunda inecekleri durağa kadar başını kaldırmadı. Arada göz ucuyla Melek'e bakıp kafasında onu tarumar edip bitiren Ahmet hakkında konuşmak istiyordu. Ne çok sevmiş, ne çok sevmeye devam ediyordu. Ahh birde zamanında kendi doğruları hariç başkasının doğru dediklerine de kulak kabartıyor olsaydı. Şimdi tüm şarkılar ayrılık ile baş köşeye konulmazdı.
"İyi misin?" diye soran Melek'e başını sallayarak evet demesinin ardından Melek kurumuş dudaklarını diliyle ıslatıp devam etti.
"Sorun ne? Yoksa her yere koca burnunu sokan Ahmet mi?" Sibel yanaklarından düşen yaşları silip camın dışında ki hareketli dünya'ya baktı. Nasıl bir adama aşık olmuştu. Dünya'da ki tek dostunun hayatını alt üst etmesine istemeden de olsa, nasıl alet olmuştu. Şimdi yanı başında oturan arkadaşının yüzüne bakmadan ağlıyordu. Gözlerini ayırmadan otobüs camının arkasından izlediği hayatı Melek'in koluna dokunmasıyla ayırdı.
"Durağa geldik."

****

Esila nereye gideceğini bilmeden sürüyordu arabasını. Nihayet bir yerde durdurup, arabadan inerek sinirle kapısını kilitledi. Etrafına ağlayarak bir süre baktı. Yine bildiği bir yer olan kulübe gelmişti. Hiç düşünmeden içeriye girdi. Personelin hararetli bir şekilde akşam hazırlıklarını yapmasına aldırış etmeden saçlarını düzeltip merdivenlerden aşağıya indi. Hakan, bar sandalyesine oturmuş önünde ki malzeme listesinden eksiklere bakmakla meşguldü. Kendini işe verdiğinden Esila'nın ağlayarak geldiğini farketmemişti. Bir iki adım kala kulağını dolduran topuklu ayakkabının sesiyle başını hafifçe arkaya doğru çevirmek için hamle yapmıştı ki, Esila başını sırtına dayadı.
"Lütfen kıpırdama çok kötü durumdayım." Hakan olduğu yerde sessizce bekledi. Hareket dahi etmiyordu. Esila'nın ağlamaklı sesi her zaman ki gibi canını acıtmıştı.
"Yine ne oldu diye sormak istemiyorum. Onun yerine Salih yine ne dedi?" Esila'nın ağlaması şiddetlenince Hakan konuyu değiştirmeye çalıştı.
"Sana bir şeyler ısmarlama mı ister misin? Meyve suyu veya meyveli soda gibi." diyerek ıslanan sırtını oynattı.
"Şimdi sadece başımı yasladığım sırtın ve konuşmadan beni dinleyecek olan senin varlığın yeterli." dedi, göz yaşları Hakan'ın sırtını ıslatmaya devam ediyordu.
"Ondan uzaklaşmazsam bu ülkeden gideceğini söyledi. Bunalttığım için benden nefret ediyor. Ne yaptım da bu kadar nefret ediyor anlamıyorum." Hakan tam arkasını dönerken Esila başını daha da yasladı.
"Şu anda çok çirkinim, yüzümü görmeni istemiyorum. Lütfen şimdilik yaptığım tüm hareketlere katlan."
"Ağlama o zaman... Bulunduğum ortamda ağlayan bir bayanı görmeyi istemiyorum. Hem ne bu hal, bizi bilmeyen farklı bir durum sanacak." Esila, Hakan'ın sözüyle kesik kesik gülmeye başladı.
"Tamam ağlamak yok. Zaten yeni bir başlangıç yapmam gerekiyor." diyerek Hakan'ın yanında ki sandalye'ye oturdu.
"Ağlama mı istemediğine göre, ne ısmarlıyorsun? İhtiyacım olan tek şey unutmak o yüzden viski olsun." dedi koluyla gözünden akan yaşları sildi.
"Zikkım iç Esila... Her dertlendiğinde bir halta sarılmak, sizin ailenin olmazsa olmazı. Tabii ki dengesiz ruh halinizi saymıyorum. O huyunuz bir baş yapıt. İçki içmek yok... Derdini anlatmak istersen, ses çıkarmadan dinlerim." Esila yüzünü buruşturup önüne döndü.
"Senin sevgilin bunları yapmıyor diye başkasının acısını hafif görüyorsun. Kıskandırmak için yanımda gezdireceğim bir erkek bile yok."
"Kullanmak için adam mı arıyorsun? Salih sizi birlikte görüp kıskansın diye mi? Kadınların yüz karası olduğunu bu kadar belli etme. Adam seni sevmediği için kıskançlık gibi tepkiler vermek yerine sizi tebrik eder." demesiyle Esila'nın başına işaret parmağını birkaç kez dokundurdu.
"Seni sevmek için bekleyen onlarca erkek bulabilirsin. Seni aşağılamayan, küçük görmeyen birini sev... Büyü artık Esila!" Konuşurken cebinden bir dal sigara ve çakmağını çıkardı. Ağzına aldığı sigarayı içmekten vazgeçip cebine tekrar koydu.
"Esila küçükken sigara içmek istermişsin, Murat söyledi. Daha halen bu isteğin devam ediyor mu? Yoksa isteğini yerine mi getirdin?"
"O dengesiz bukalemun söylemedi mi? Bir kere içtim. Orangutan görünümlü Murat beni yakaladı. Ceza olarak kulağımın arkasında ki saçları ben uyurken jilet ile kazıdı." Elini istemsizce eskiden çok ağlamasına neden olan uzun saçlarına götürdü.
"Murat ve sen iki erkek olarak beni anlamıyorsunuz. Salih hiç ama hiç anlamıyor. Üç erkek, beni uzaylı gibi görüyorsunuz. Yaşadığım her şeyi, yaptıklarımı saçmalık olarak nitelendiriyorsunuz."
"Ne acını ne de yaptıklarını hafif görüyorum. Salih seni sevse, herkes tamam diyecek, ama bal gibi görüyorsun sevmiyor. Adamı zorla seninle evlendiremeyiz ki." Önünde ki kağıdı katlayıp cebine sıkıştırdı.
"Bak Esila, dediklerimi yanlış anlama, seni hep sevmişimdir. Aramızda kan bağı olmasa da, kardeşim gibi severim. Kibir ve beddua konusunda master yaptığın halde senden uzaklaşmadım. Şimdi Salih'e olan karşılıksız sevgine saygı duymadığı mı söyleyemezsin. Oldu ki kaç kere kendi kafandan sevgili olduğumuzu ortalıkta söyledin. Bir kere yapmaman gereken konuları ulu orta müdahale ettim mi?" Cevap vermesi için Esila'ya baktı. Düz siyah saçları yüzünü görmesini engelliyordu. Önüne düşen bir tutam saçı Esila'nın kulağının arkasına sıkıştırdı. Konuşmak istemediğini belirten yüz hatlarını görünce gözlerini yumdu.
"Zehra evleniyor... Ettiğin beddua kabul oldu." Qdediği gibi ayağa kalkıp yürümeye başladı. Bu bilgi Esila da şok etkisi yaratmıştı. Hızlıca yerinden kalkarak Hakan'ın önüne geçti.
"Ne dedin? Zehra evleniyor mu? Kiminle evleniyor, sen ne olacaksın?" Hakan başını hafifçe sallayarak cevap vermeden yürümeye devam etti. Esila da ayağa kalkmıştı. Hakan'ın kolundan tutup kendine doğru çevirdi.
"Hani deli gibi seviyordu seni."
"Yine seviyor..."
"O zaman ne b...k yemek için sevmediği birisiyle evleniyor? Ben sevmediğim için kavuşamıyorum siz sevdiğiniz için kavuşmak istemiyorsunuz. Ne saçma hayat." Hakan olduğu yerde acı içinde gülümsedi. Esila elini beline koyarak gözlerini devirdi.
"Neden sen değil de başkasıyla evleniyor? Ailesi mi bilmiyor diyeceğim ama biliyor demiştin."
"Çok sordum." diyerek sandalye'ye tekrar oturdu.
"O kadar sordum neden ailene beni ne olursa olsun seveceğini söylemiyorsun diye, cevap hep aynı sesle çıkıyordu.
Üzgünüm, sana olan sevgime sahip çıkamıyorum." Başını masaya indirerek yavaş ritimli bir şekilde vurmaya başladı. Hakan, iki ay'dır yüzünü, sesini duymadığı sevdiğinin haftaya evlenecek olması acı çekmesine neden olsa da dayanıyordu. Üç ay önce Zehra'nın babası, Hakan'ın yanına gelip yalvararak kızının peşini bırakmasını istemesi yüzünden oluyordu. İşlettiği kulüp onların her şeylerine ters olduğunu söylemişti. Kızının bu tür ortamlarda yaşayan bir kocası olursa hem ailesi hemde tanıdıklar kötü gözle bakardı. Hakan, Zehra'dan umudunu kesmişti.
"Benim yapabileceğim birşey var mı?" diyerek Hakan'ın saçlarını çocuk sever gibi karıştırdı.
"Ne gibi?" dedi Esila'ya tek kaşını kaldırıp tamamen döndü.
"Seni dinliyorum kibirli hanım."
"Yani diyorum ki küçük fikirler sunalım. Mesela kaçırmak gibi, kızı kaçıra bilirim. Sonra mutlu olmanız için kimseye yerinizi söylemem." Küçük çocuklar gibi ağzını gülümseyerek kocaman açıp cevap veya alkış bekliyordu. Hakan abartma der gibi bakıp başını masadan kaldırdı.
"Senden de bu beklenir." diyerek saçlarını elleri arasına alıp etrafa baktı.
"Hadi tamam düğün günü Zehra'yı kaçır. Sonra babası da." Esila'nın alnına işaret parmağıyla dokundu.
"Alnının çatısından seni vursun."
"Vursun, en sonunda arkamdan ağlayacak ne annem var ne babam... Amcam çok üzülür ona da bir şey yapamam. Murat ölüp ölmediği mi bile kontrol eder. Beni kalbiyle seven biri de yok. O yüzden çok bile yaşadım." diyerek göz kırptı.

****

"İlk cemre düştü mü Melek."
"Hepsi düştü... Dünya'dan haberin yok." Melek elini ağzının önüne götürüp kıkırdadı. Yürüdükleri yol boyunca bir araba arkalarında onları takip ediyordu. Melek çaktırmadan bakmaya devam ederken Sibel'in korkmaması için normal sohbetini eksik etmiyordu. Ayakkabısının bağcığına gözü ilişti. Dudağını ısırıp, takılmış gibi yaparak yere düşme noktasına gelip durdurdu kendini.
"Ay, ay, ay Melek az kalsın düşüyordun."
"Ayakkabımın bağcığı çözüldü diye düşüyordum." Başını yana doğru büktü.
"Sana zahmet olacak ama, eğilerek ipi bağlar mısın?" demesiyle Sibel hemen yere çöktü.
"Saçmalama ne zahmeti." diyerek bağlamaya başladı. Melek etrafa bakıyor gibi arabanın olduğu tarafa bakarak bir anda çığlık atmaya başlamıştı.
"Ahmet!!! Sen mi bizi takip ediyordun?" Melek'in cümlesiyle Sibel de sinirle ayağa kalktı. Ahmet saklandığı yerden mahcup bir ifadeyle çıkarak önlerine geçmiş ne diyeceklerini bekliyordu.
"Sen niye bizi takip." diyerek konuşmaya devam edecekken Sibel bir adım öne doğru çıkınca sustu.
"Sen karışma Melek, yabancı insanlarla konuşup kendini üzme... Ben hallederim." dedi Ahmet'in yanına yaklaşıp başını yana döndürdü. Yüzüne görmek bile istemiyordu. Melek bir kaç adım ötede gözlerini kırpmadan olan biteni izlemek için duvarları dökülen binaya yaslandı.
"Biz ayrıldık, neden takip ediyorsun?" dedi Sibel, güçlü durmak için elinden geleni yapıyordu.
"Annen yanlış anlayıp bizi ayırdı. Biz ayrılma konuşması yapmadık." dedikten sonra Ahmet başını aşağı yukarı kaldırıp gözlerini yumdu.
"Annen yüzünden, sana olan aşkımı ne hakla çöpe atarsın?" diyerek sesini bir desibel daha yükseltti. Melek yanlarına gitmek için birkaç adım yaklaştı. Yine de tam olarak yaklaşamıyordu.
Sibel'in gücü tükenmiş gibi eliyle başını ovaladı. Gözleri dolu doluydu.
"Benim sana olan aşkımın içine ettin. Birde ayrılık konuşması mı yapacaktık? Anne mi ağzına alma." Ahmet'in göğsüne güçsüz elleriyle vurdu.
"Seni sevdim diye, bütün hayatım zehir oldu." Birkez daha vurmak için elini yukarı kaldırdı. Vurmadan yere indirdi.
"Değmez, duydun mu sana vurmaya bile değmez. Annem yüzüğü önüne atmasaydı, birkaç gün sonra dayanamayarak ben atacaktım. Senin kadar kötü birini görmedim." Aralarında kısa bir sessizlik oluştu. Ahmet cebinden telefonunu çıkartıp Sibel'e uzattı.
"Rehber de ismin halen 'birtanem' yazıyor. Tek istediğim küçücük, elle tutulabilecek bir ışık. Sonra peşinden ömür boyu gelirim."
"Üzgünüm... Allah senin de, benim de dengime göre nasip etsin. Seninle denedim, olmadı. Her şeyden firkat ettim, yine olmadı. En yakın arkadaşımdan nefret edecek raddeye geldim, yine olmadı. Olmuyor, olmayacak gibi de görünüyor. Ben değişmek istemiyorum. Sende beni değiştirmek istiyorsun, olmuyor. Ben zaten seni değiştiremiyorum." diyerek Melek'in sokağın ortasında arafta kalmış haline baktı. Sibel, acı çektiğini belli etmeden yanına gitti.
"Hadi gidelim. Biraz daha burada kalırsam Ahmet'in hatalarını affedeceğim. Benim için kendini düzelt diye yalvarmak istemiyorum. Yaptığın yanlışları bende omuzlayayım demek istemiyorum." Melek arkadaşının sırtını sıvazlayarak koluna girdi.
"Nasıl istersen?" Arkasına döndü Ahmet gözünü ayırmadan gidişlerini izledi. Melek'in bir tarafı seviniyor olsa da, diğer tarafı bir şeyler yap diye çırpınıyordu. İçinde ki sesin yalvaran tonunu kısıp, yürümeye devam etti.
"Kalbim ne zamana kadar can çekişecek?"
"Bilmiyorum, herkesin acı çekme biçimi farklı." dedi Melek, evinin önüne geldiğinde Sibel dudaklarını bükerek sarıldı.
"Önce kendin için, sonra benim için dua et." diyerek hızlı adımlarla yanından uzaklaştı. Melek de arkadaşı uzaklaştığı gibi merdivenin basamağına oturup düşünmeye başladı.
"Aralarını düzeltmek için savaş vermeli miyim? Yoksa oh iyi oldu diyerek hiçbir şey olmamış gibi devam mı etmeliyim?" Başını arkaya doğru attı.
"Çok zor..."
"Neymiş o zor olan? Hem sen bu soğukta merdiven köşelerinde neden konuşuyorsun?" Babasının sesini duyduğu anda merdiven basamağından güç alıp, ayağa kalktı.
"Haftaya piknik var babacığım. Gitmek zor geliyor."
"Ettiğin derde bak. Serpil hanıma söylersin gitmek istemediğini." Kızının yanaklarını sıktı.
"Hadi eve çıkalım." Melek yine yalan söylemek zorunda kalmıştı.

****

Melek fizik tedavi süresinin ikinci haftasını bitirmişti. Ayağı koşacak durumda olmasa da kimsenin yardımı olmadan gayet rahat yürüyordu.
Akşam altı buçuk civarı yıkadığı çamaşırları gelişi güzel astıktan sonra kıyafetlerini giymek için odasına geçti. Üstüne dışarıda giydiği tabanı siyah, çiçekleri mavi, eşofman takımını, üstüne de montunu giyerek dışarı çıktı. Hava gündüze göre soğukluğu bıçak gibi yüze vuruyordu. Melek kapşonunu saçlarını içine alıp başına geçirdi. Bu sayede az da olsa üşüme riski azalacaktı. Sibel'lerin binasının önüne geldiğinde Ahmet'in kapının önünde elinde ki sigarayı içerek havaya doğru üflediğini görüp söylenmeye başladı.
"Ne o, efkarını sokak serserileri gibi milletin kapısının önünde mi yapıyorsun? Öteye kay geçeyim." Ahmet sigaranın kalan izmaritini yere atıp ayağıyla ezerek ayağa kalktı.
"Çarpıldın mı sen, ne bu yüzünün halı?"
"Cin çarptı sana da yollayayım mı? Seni bir ters düz etsinler."
"Kalsın. Sibel'ler senin gibi cadının hangi yönünü seviyorlar anlamış değilim."
"Anlama sen, rica ediyorum benimle alakalı konuları bir zahmet anlama." diyerek açık bırakılan dış kapıdan içeriye girdi. Birkaç basamak çıktıktan sonra, pişman olmamak için Ahmet'in yanına gitti.
"Yarın pikniğe gel." dedi ayağını yere vurarak.
"Orada kuyruğum gibi peşimden ayrılma." Ahmet sol kaşını kaldırabileceği kadar havaya kaldırıp.
"Başka derdin var mı?" diyerek arkasına döndü.
"Var... Pikniğe kimse seni çağırmadığı halde ben insiyatif kullanarak seni çağırıyorum. Yarından sonra sevdiğin kadının hayatına müdahale etme. Kendini baştan aşağıya düzelt. Sibel zaten düzgün onu değiştirmeye kalkma." Birkaç saniye sustu. Sonra muzipçe saçlarını karıştırdı.
"Sevdiğin kadının her şeyiyle kadınlar gibi ilgilenme." dediği gibi gülmeye başladı.
"Ne!!!" Ahmet yumruğunu sıkıyordu.
"Diyorum ki." Ellerini kullanarak ördek ağzı yaptı.
"Sen çok fazla konuşuyorsun, Sibel'i kazanmak istiyorsan..." Elini şimdi de ağzına götürüp fermuar çekti.
"Boş konuşmaktan ziyade, çeneni kapa."
"Melek! Ağır olmuyor mu dediklerin?"
"Benimle nedensiz yere uğraşırken, bana yönelttiğin ithamlar kadar ağır değil. Sana yardım ettiğim için ayağıma kapansan yeridir ama ben yüce gönüllü olduğumdan göz ardı edeceğim." Kapının ucuna döndü. Ahmet'in yüzü arkasında kaldığı için tepkisini görmüyordu.
"Yarın pikniğe gelirken Sibel'in sevdiği bir şey yap. Annen ve ablana yaptırma, kendin yap."
"Ne yapmalıyım?"
"Yaprak sarması veya kısır ikisini de seviyor."
"Hangisi daha kolay."
"Tabii ki yaprak sarması en kolayı." Yalan söylemişti. Biraz burnunu sürtmek istiyordu.
"Piknikte Sibel'in yanına yaklaşıp dayak yeme ihtimalini yüksekte tutma. Varlığın orada olsun, her şeye muhalefet olan çenen değil. Son olarak evden çıkana kadar beni burada bekle. Ne de olsa Sibel'in kardeşi gibiyim." Yapması gerekenleri sırayla söyledikten sonra cevabını beklemeden yukarı çıktı. Baya yorgundu gece Murat'ı düşünmekten dört gibi uyumuş göz altı torbalarına mor halkalar halay çekiyordu. Kapıyı çaldığı gibi Sibel çatık kaşlarıyla Melek'e kapıyı açar açmaz içeriye çekti.
"Bu ne hal? Çarpıldın mı kız?"
"Bugün bu lafı bir saat bile olmadı duydum." Gülümsedi.
"Kimden?" demişti ki Serpil hanım seslendi.
"Nerdesin sen Melek? Börek ve çiğköfte bize ait... Soğan doğramaktan öldük." dedi, Melek üstünde ki mantoyu çıkartıp odaların hepsine sinmiş kıyma, soğan, sarmısak kokularını koklayarak mutfağa geçti. Serpil hanım, çiğköfte tepsisinin içinde malzemeleri yedirmek için sert bir şekilde malzemeleri ovuyordu. Hal hatır sorularını geçtikten sonra mutfak önlüğünü giyip soğan doğramaya başladı. Sabah altı buçuk gibi evden çıkılacağı için herkes kahvaltı hazırlıyordu. Bütün mahallenin börek ve çiğköftesi'ni Serpil hanım üstlenince, yedi tepsi börek yapımı için malzemeler de o derece çoktu. Sekiz kilo soğan, üç kilo kıyma, çeşitli baharatlar. Melek soğanları doğrarken Sibel yapılan malzemeden bir tepsi börek attı fırına. Her kırk beş dakika da bir yeni tepsi eklediler. Gece on iki gibi bütün hazırlıklar bitmişti. İki genç kız, yorgunluktan koltuğun üstüne kendini attılar. Melek uyku ile savaş veren gözlerini kırpıştırıp daha fazla geç kalmadan ayağa kalktı.
"Bu saatte nereye gidiyorsun? Dur oğlanı kaldırayım seni eve götürsün." Serpil hanım, tepsiden aldığı bir dilim böreği eliyle üçe bölüp. Bir parçasını Melek'in ağzına tıkadı. Diğer parçayı kendi ağzına atarken Sibel'in bütün kuvvetiyle açtığı ağzına son parçayı verdi. Börek sıcak olduğu için lezzetine varamadan ejderha ağzı gibi alev alev olmuştu.
"Ya anne, yeni çıkan tepsiden niye kestin? Börek önce hiç suçu olmadığı halde dilimi, sonra damağı mı en son boğazımı yaktı geçti. Midem de yanıyor." Su içmek için mutfağa koşarken Sibel, Melek de, anne sıcaklığını eksik etmeyen kadının yanaklarını öptü.
"Arka sokak ben tek başıma giderim. Şimdi börek hakkında konuşacak olursam. Serpil teyze çok güzel yapmışız." Parmağıyla mutfakta söylenen Sibel'i gösterdi.
"Hem o ne anlar? İlk tadım sıcak olmalı. Yoksa ne anladım o işten?" Serpil hanım, Melek'i kendine çekip sıkıca sarıldı.
"Ahh kuzum neler çekiyorsun. Yine de mutlusun. Sen böyle oldukça ben kendimden utanıyorum." Melek de ellerini kadının sırtına götürdü.
"Annemin suçu olmalı. Beni çok güçlü yetiştirmiş." İç çekti Serpil hanım, kendini uzaklaştırmak için geri çekildi.
"Doğru söz, eksik cümle söyledin. Annen kendisi gibi seni de yetiştirdi. Akıllı, güçlü, dirayetli bir kızı olduğunu görse, ne mutlu olurdu."
"Neyse, salya sümük ağlamadan ben gideyim." Kapının önünde yarın için sohbet ettikten sonra Melek merdivenin demirlerine tutarak indi. Ahmet'in gittiğini düşünüyordu. Yanlış düşündüğünü kapıyı açtığı gibi görmüştü.
"Sen burada beni mi bekliyorsun?" diyerek adımlarını durdurdu.
"Bilseydim daha erken gelirdim."
"Aaa, olur mu erken gelmen varoluşuna ters. Lütfen, beklemek bir erkeğin görevleri arasında. Canıma okumadan bana iyilik yapar mısın, asla." Kaşlarını çatıp Melek'in yanına yaklaştı.
"Sulamaya mı geldin?" Melek anlamda ki ima'yı anlamadığı için cevap vermeden gülümsedi. Ahmet, Melek'in hiçbir şeyi takmayan tavrına sinir oluyordu. İşaret parmağını, baş parmağına değdirip alnına vurdu.
"Kök saldım burada, gelmeseydin." dedi.
"Ahh, canım acıdı. Ne biçim iş bu? Bana yalakalık yapman gerekiyor. Şiddet uygulaman değil." Kendini toparlayıp olabildiğince uzakta yürümeye başladı.
Ahmet ise arkasında homurdanarak onu takip ediyordu. Lalezar sokağının başına gelmişlerdi. Melek üstüne düzeltip birkaç adım uzağında çatık kaşlarıyla Ahmet'e döndü.
"Sibel sevdiği adamın her şeyini kabul etmişti. Sevdiği adamda onun her şeyini kabul eder sandı." Sokağın solgun yüzüne bulaşan kesik araba seslerini kulağını verdi. Düşünmesi için zaman tanıyordu. Ahmet ellerini yüzüne götürüp öylece kaldı.
"Neyse artık, senin yanında Sibel'i çok iyi tanıyan biri var." Ahmet ellerini yüzünden çekip mimikleriyle kim diyerek sordu. Melek gözlerini devirerek elini beline koydu.
"Kim olacak ben... Yarın sakın unutma pikniği." Elini havaya doğru götürüp baş parmakları hariç, bütün parmaklarını avuçlarının içine kapattı.
"Yarın değerli kayinvalide adayından yüksek ihtimal dayak yiyecek olsa'nda, ben senin yanında duracağım. Büyük planlarım var seninle alakalı." Arkasına dönerek yürümeye başladı.
"Sen benim yanımda olacaksan. Neden dayak yemek zorundayım? Beni dövmeleri için mi yanımda duracaksın?" diye seslendi Ahmet...
"Off tamam... Boşuna debelenmek yerine kabul ediyorum. Cadı ile anlaşma yaptığıma inanmıyorum. Senin gibi tehlikeli bir kızın başıma açacağı belalara karşı sabırlı olacağım. Sende barışma konusunda ciddi olduğunu göstereceksin, tamam mı?" Cevap vermek yerine Melek'in arkasına bakmadan yürüdüğü görünce ayağını sertçe kaldırıma vurdu.
"Melek! Yanımda olacaksın, beni öldürmek için değil ama Sibel'le barışmam için. Bunu unutma!" Ayağını sertçe yine vurdu.
"Senin gibi bir cadıya güvenmek saçma gözükse de, kahretsin sana güvenmekten başka yapacağım bir şey yok."
"Bana güven... Sibel'le barışmak için dibine kadar acı çekeceğini şimdiden bilmen yeterli..." dedi elinde ki başarının tabii ki keyfini çıkaracaktı.


_____________
________________
Yorum ve beğeni yapmayı lütfen unutmayın.

Yeni bölümde görüşmek üzere

Loading...
0%