Yeni Üyelik
59.
Bölüm

43. Kural 1 Hadi Oradan

@kambersizyazar

Rica ediyorum, BEGENİ VE YORUM yapmadan lütfen geçmeyin.

​​​​​​Aşık olan her insan biraz aptallaşır. Akıllı insanın harcı değildir aşk (KambersizYazar)

Başlayalım

___________

Melek, babasının telefonuna kurduğu alarmın sesiyle gözlerini ovuşturup, yatağından doğruldu. Boş gözlerle duvara asılmış saate baktı. Beş olduğunu görse de yastığa tekrardan başını indirdi. Bir süre yatakta gözleri kapalı istem dışı Murat'ı hayal ediyordu. Başını yastığın üzerinde deli gibi sallayarak bağırmaya başladı.
"Melek, bu kadar yeter, saçmalama artık... İyice ne şizofrene bağladın. Gideceğin yeri bildiğin gibi duracağın yeri de bil." diyerek kendisine akıl verdi. Beş dakika arayla çalan alarmın üstüne Serpil hanımın dakika başı araması da eklenmişti. Altı buçuk gibi otobüs kalkacaktı. Hızla yataktan tekrar doğruldu. Sibel'e mesaj atarak tuvalete gitti. Dün yatmadan önce hazırladığı, pembe badi, mavi ince kot pantolonunu üstüne geçirdi. Piknikte koşmaktan, oynamaktan üşüyeceğini düşünmüyordu. Saçlarını aynanın karşısında eliyle şekil verdikten sonra at kuyruğu yaparak hazırlanma işlemini bitirdi. Bütün işlerini bitirmesiyle odadan hızla çıktı. Yatağının üstünde Murat'ı gördüğü gibi aynı hızla başını dikleştirip, aslan gören geyik gibi etrafa tedirginlik kokan bakışlarla bakmaya başladı. Yatakta dağınık çarşaf, düşmek üzere olan yastık haricinde et veya kemiğe bürünmüş kimse yoktu.
"Burada benden başka kimse var mı?" diyerek kapının kulpuna asılmış uzaktan görebileceği her tarafa bakıyordu. Küçük adımlarla odanın içine girdi.
"Neydi şimdi o?" dedi eğilerek yatağın altına baktı. Dolapların içine, perdenin arkasına...
"Murat'ı gördüğüme eminim! Yatağıma uzanmış bana gülümsüyordu. Farkında olmadan delirmeye mi başladım? En iyisi kimseyi görmedim diyerek kendimi teskin etmek. Kimseyi görmedim, kimseyi görmedim, kimseyi görmedim." Yumruk yaptığı elini başına vurup odadan koşarak çıktı. Bir haftadır, bütün odalarda, geçtiği sokaklarda, bazen bakkal olarak, bazen inşaatçı olarak Murat'ı görüyordu. Hiç ummadığı yerlerde Murat'ı görmekten inanılmaz derecede korkmaya başlamıştı. Melek'in aklında bu duruma sebep olan iki işaret vardı. Ya deliriyordu ya da stres yüzündendi. Aşık olduğunu kabul etmediği için bu ihtimalini aklından geçirdiği söylenemezdi. Hayri bey, sabah namazını kıldıktan sonra yattığı için kalkmamıştı. Babasının yanına sokulup sakallarla çevrili yanaklarını öptü.
"Babacığım ben gidiyorum." Hayri bey'in gözlerini açıp onaylayarak bakmasıyla odadan çıktı. Sokağın sessizliği Melek'in içini ürpertmişti. Sisli, az da olsa soğuktu. Soğuk ve sisli havayı içine çekerek karşı apartmanın önünde Ahmet'in beklediğini gördü.
Yanına uğramadan sokakta yürümeye başladı. Ahmet de arkasından takip ediyordu. Sibel'lerin sokağına girmeden Ahmet'in yanına gelmesini bekledi. Geldiği gibi küçük gören bakışlar eşliğinde konuşmaya başladı.
"Ne yaparsam yapayım başını eğerek acıların çocuğu gibi davranmayı unutma. Seni ne kadar küçük düşürürsem o derece Sibel senin yanında olmaya çalışır."
"Yani diyorsun ki, fırsat ayağıma geldi. Ne mutlu sana. Ezebildiğin kadar ez." Gözlerini kısarak devam etti.
"Ne yaparsan yap sesimi çıkarmayacağım."
"Senin iyiliğine olur."
"Sarma işi gibi olmasın. Sabaha kadar sarma sarıp pişirdim. Vicdansız."
"Oh canıma değsin. Sana müstahak, ismi mübarek kendisi melun ex enişte."
"Ah ah zor durumda olmasam ben bu hallere düşer miyim?"
"Ah vah şu anda işine yaramaz. Bana inan, çetrefilli işe yarar yolu sunuyorum." Ellerini birleştirip anlaştıkları için tokalaştılar. Melek için güzel olacağa benziyordu. Zamanında canını her daim sıkan adamın, iplerini eline almıştı. Ahmet, güvenmediği halde inanmak istiyordu. Zamanında Melek'in üstüne birçok bela açmıştı. Başını eğerek, kendisi için olmasa da, Sibel için yardımcı olacağına kanaat getirdi.
Mahalleli kiraladıkları eski, sarı minibüsün önünde toplanmıştı. Birkaç kişinin de kendisine ait arabası olunca, otobüs tıkış tıkış olmadan ormana gidilecekti. Ahmet arkada, Melek önde topluluğun içine girdiler. Sibel, Ahmet'i gördüğü gibi, sinirle söylendi. Varlığını görmemezlikten gelmek en iyisi olduğuna karar vermişti.
"Melek, buradayım canım." İki arkadaş birbirlerine hiç görmemiş gibi sarıldıktan sonra kendi merdivenlerinin olduğu tarafta oturdular. Sibel beyaz bir gömlek, açık mavi kot pantolon giymişti. Gömleğinin ustünde turuncu çiçekler vardı.
"Ahmet de gelmiş, kim getirdiyse?" dedi Sibel, bakışlarını arkadaşlarıyla konuşan Ahmet'e çevirmişti. Siyah uzun kollu v yaka tişört, siyah pantolon giymesi canını sıkmıştı. En çok Ahmet'e siyah'ı yakıştırıyordu. Ne de olsa bu kadar yakışıklı olması Ahmet'in suçu değildi. İstediği gibi giyinir, istediği gibi konuşabilirdi. Sibel başını bulutlarla çehrelenmiş gökyüzüne kaldırdı.
"Hangi yarım akıllı bu adamı buraya çağırdı. Bizim mahalleden bile değil."
"O yarım akıllı benim... Ağzının payını vermek için ben gel dedim. Tereddüt etmeden koşarak geldi." Melek bir ayağını diğer basamağa uzatarak, Sibel'in sinirlerini inceden inceye zorlamak için devam etti.
"Sana çok aşık olduğunu söyleyince aklıma mükemmel bir fikir geldi. Pikniğe davet ettim orada yapmadığım eziyet kalmayacak. Bana yaptıklarının aynısını ona yapacağım. Sesini de çıkaramaz, yazık olacak." Kıkırdadı Melek, arkadaşının yüzüne bakmadan ayağa kalktı. Sibel de arkasından kalkarak sessizce mırıldandı.
"Melek, sen baştan sona kadar haklısın. Bu konuyu benim yanımda konuşma, ilgi alanıma girmiyor. Hadi bizde hazırlıklara yardım edelim." diyerek dudağını ıslatıp otobüsün önünde toplanmış insanlara baktı. Kalbi bin parça olsa da, yüzünde en küçük sevgi kırıntısı göstermiyordu.
"Tamam." dedi gülümseyerek otobüsün önüne geçtiler. Melek, beklemediği bu durum karşısında biraz tedirgin olmuştu. Boşuna mı barıştırmak için debeleniyordu? Ahmet'e boşu boşuna eziyet etmek de istemiyordu. Hakketse de ucunda rezil olmak vardı. Yarım saat içinde bütün komşular bakkalın önünde toplanmıştı. Dedikodu yaparak otobüse binmeye başladılar. Melek son poşeti de bagaja koyduktan sonra otobüsün içine girdi. Geçen yıl Sibel'lerin arabasıyla pikniğe gitmişti. Bu yıl görünüşe bakılırsa arabada yer yoktu. İsminin tam tersine nezaketten yoksun Nezaket hanım ile kendini dünyanın en güzel kızı olarak gören Sima, Serpil hanımların arabasında yerlerini almışlardı. Bu mahalleden bile değillerdi. Otobüs camından hiçbir aktiviteyi kaçırmayan anne kıza isteksizlikle bakıp yerine oturdu. Melek otobüsün en arkasında kendine yer bulmuştu. Ahmet, ön tarafta arkadaşlarıyla sohbet etmekle meşgul olduğunu görünce sevindi. Piknikte rezil edeceği için yeterince mutlu olması gerekiyordu. Sonra utancından kimsenin yüzüne birkaç hafta bakmama ihtimali vardı. En kötüsü de Sibel'in duyguları yerine aklıyla düşünüp Ahmet'i silmesi olacaktı. O zaman boşu boşuna Ahmet'i rezil edecekti. Başını cama yaslayarak dışarıya baktı. Gözü, iki elinde poşetlerle apartmandan çıkan Serpil hanıma kaydı. Kocasıyla sohbet ederek kendi arabalarının önüne geçtiler.
"Ayy iğrençsin Muhittin... Yeni evli olmamıza rağmen evde yetmiyor birde toplum içinde geğiriyorsun." Önünde oturan çiftin sesiyle başını pencereden çevirdi. Yirmi dokuz yaşlarında ki adamın kulağını tırmalayan geğirme sesini duymuştu. Siniri bozulmuş olmasına rağmen yanında karısı var diye "cüş, oha" gibi kelimeler kullanmak istememişti. Gözlerini kapatıp dinlenmek için uyumaya çalıştı. Ne mümkün, şimdi de aynı çiftin atışması başlamıştı.
Genç adam karısının boynuna sulu bir öpücük kondurup kahkaha attı.
"Rahat olmak gerekiyor tatlım."
"Off nasıl sana aşık oldum? Toplum içindesin, insan biraz mahcup olur. Seninkisi rahatlık değil laçkalık oluyor. Sizin ailede birisi bana büyü yapmış olmalı. Annem evlenme diye diye kurudu, keşke aptal olmayıp onu dinleseydim." Kollarını birleştirip kaşlarıyla yanından gitmesi için hareket yaptı. Bütün otobüs susmuş film izler gibi çifti izliyordu. Genç adam omzunu kaldırıp indirerek arkasına döndü. Yaptığı davranış kadını daha sinir etmişti. Adamın kolundan tutup kendine doğru çevirdi.
"Yanımdan gider misin?"
Melek'in yanında oturan Berfo nine diye tanınan yaşlı kadın, gözleri yarım kapalı atışmayı dinliyordu. Elinde ki bastonuyla adamın başına hafifçe vurdu. Kadının da omzuna değdirdi. Ses çıkarmadan uyumaya devam etti. Birkaç kişi ağzını tutup Berfo nine duymasın diye kıs kıs gülerek önüne dönmüştü. Melek de katıla katıla gülmek istiyordu. Gözünün önünde adam aldığı darbeyle koltuğa sinmişti. Sibel'in anlattıkları gözünün önüne gelince, dudağını ısırıp acı çekerek gülmesinin önüne geçti.
Berfo nine, seksen yaşlarının ortasında, her mahallede rastlanılan sinirli, huysuz kadındı. Sinirliyken veya çocuk severken ettiği kürtçe kelimeler ile tanınırdı. Fazla konuşmaz, dedikodu bilmez, kadınlara kötü davranan kimseyi sevmezdi. Kırmızı kınalı ipek gibi saçları yarım örttüğü yazmasının altında görünüyordu. Esmer yüzünün üstünde oluşan çizgiler bile dinç halinden bir şey almamıştı. Onunla ilgili mahalleliyi en korkutan şehir efsanesi, gençliğinde onu döven kocasını öldürdüğü olan soylentiydi. Kocası on beş yıl önce ölmüştü. Ne ben öldürdüm diyordu ne de öldürmedim. İnsanlar gerçeği bilmeselerde Berfo nine takmıyordu. Kendi elleriyle yüzlerce kez öldürmek istemişti. Yaşlı adam tüfeğini temizlerken yanlışlıkla kendisine vurmuştu. Berfo nine, ambulans gelinceye dek can çekişmesini kapının eşiğine oturup izlemişti. Zamanında acımadan kendisini öldüresiye döven adam, gözünün önünde acı çekerek ölmüştü. Ne önemi vardı eski de kalan gerçeğin... Bir nevi eliyle olmasa da can çekişirken nefret ettiği gösteren bakışlarıyla öldürmüştü.
Başına inen baston sayesinde susmak zorunda kalan genç adam sinirle karısına baktı. Genç kadının bu durum karşısında eğlendiğini görünce, telefonunu açıp birkaç saat sürecek yolu umursamamak için oyun oynamaya başladı. Nihayet şoför de koltuğuna oturmuştu. Üstündeki montunu kendi koltuğunun arkasına sarkıttı. Başını yolcu tarafına döndürüp, iri cüssesine, kalın tek kaşına, kaytan bıyıklarının verdiği ağırlığa rağmen beklenmedik naziklikte konuşmaya başladı.
"Rica etsem pencereleri kapatır mısınız? Klimaları ılık düzeye çıkarttım. Pencereler açık kalırsa klima yarar sağlayamaz." dediği gibi Nezaket hanım ve kızı Sima söylenerek otobüse bindi.
"Vallahi ben böyle bir şey görmedim. Otobüsün içinde kavrulacağız." Melek şaşkınlıkla konuşmalarını ve onları izliyordu. Otobüsün yarısına gelince, oturan gençleri kaldırıp kendileri oturdular. Serpil hanım da kapının önünde Melek'e seslendi.
"Melek! Otobüs hareket edecek, hadi gel araba seni bekliyor, yavru ceylanım." Serpil hanım'ın kesik sesini duyabiliyordu. Yine de utandığı için yerinden kalkmadı. Yanında ki yaşlı kadının homurdanmaya başladığını görünce hızla ayağa kalkarak aşağıya indi. Yoksa ansızın kafasına baston yiyebilirdi. Sibel ve Selim arabaya kurulmuş gülüşüyorlardı. Melek de yanlarına geçip, kapıyı kapattı. Serpil hanımın da binmesiyle, Nimet bey arabanın anahtarını takmış otobüsün önden gitmesini beklemeye başladı. Birkaç dakika sonra otobüs önde diğer araçlar arkada sürmeye başladı.
Sibel koluyla Melek'in koluna iterek kulağına eğildi.
"O dedikoducu anne kızı nasıl kovdu görmen lazımdı." Melek sesini kimsenin duymayacağı şekilde kısarak;
"Bende onu merak ediyorum?" dedi. Araba küçük ve sessiz olunca sesini Serpil hanım da duymuştu. Böbürlenerek arkasına döndü.
"Dur ben anlatayım... Şimdi baktım ikisi kurulmuş. Dedim ki hayırdır arabaları mı karıştırdınız? Yok komşucuğum sohbet ederek gidelim diye bindim dedi... Bende dedim çocuklar nereye sığacak? Yüzsüz kadın ne dese begenirsin?"
"Ne dedi?" diye sordu Melek, gözlerini merakla açtı. Arabada ki herkes gülmekten yerlere yatmıştı. Serpil hanım kocasına döndü.
"Nimet beyciğim sen gülme... Allah korusun, araba sürüyorsun." diyerek yine kızlara döndü.
"Sibel, kazık kadar Selim'i kucağına alırsa sığarmışız. La havle ve la kuvvete çektim içimden. En son dedim, diğer kızımı nereye sıkıştıracağım? Baktım senden bahsettiğimi anladığı halde susuyor, açtım ağzımı yumdum gözümü. Kocan otobüste senin ne işin var bizim arabada? Kendi araban gibi izin almadan binmişsin... Kendi mahallen, kendi araban sandın ama yanlış hanım yanlış. Hadi, hadi otobüs hareket etmeden otobüse bin. Bu arabada sana ve yarım akıllı kızına yer yok dedim." duydukları karşısında Melek elini ağzına götürüp öylece kaldı.
"Bir şey demediler mi? Normalde sokağı başına toplarlar. "Nimet bey yoldan gözünü ayırmadan tebessüm etti.
"Melek kızım, benim hanımı tanımıyormuş gibi sordun. Kadın benim hanımın karşısında gariban, bir şey dese parçalarını bulamazlar. Sustu, hem yaptığı çok ayıp... Kocası sessiz, sakin diye her dediklerini yaptırıyorlar. O yüzden bende iyi yaptın dedim." Serpil hanım eşarbını öne doğru çıkardı.
"Ne zaman dedin bey? En son gözlerin dört dönerek sinirle bana bakıyordun." diyerek kocasına baktı.
"İçimden dedim zaten..." Hep birlikte gülmeye başladılar. Konu konuyu açarak bir saat, elli dakika da Arnavutköy, Tayakadın mesire yerine ulaşmışlardı. Boş bir alan buldukları gibi arabaları durdurup indiler. Önce çığlık atarak çocuklar, sonra yaşlılar en son gençler yere düşen kahverengi yapraklara ayak basmıştı. Erkekler birkaç masayı ortaya getirip insanların oturması için yer ayarladılar. Melek, dudağını ıslatıp Ahmet'in olduğu tarafa baktı. Sibel de yanında nefes egzersizleri yapıyordu.
"Ahmet, Ahmet buraya gel." Melek ellerini saçlarına götürdü. Arabanın içinde sıcaktan saçlarını açmıştı. Koluna taktığı tokasıyla saçlarını tekrar bağladı. O esnada Ahmet de her şeyi kabul ettiği için başını kaldırmadan Melek'in yanına yaklaştı.
"Git otobüste olan bütün poşetleri taşı. Buraya eğlenmeye gelmedin ne de olsa." Sibel'e döndü.
"Doğru değil mi arkadaşım?"
"Doğru, sen istedin diye geldi. Eğlenmek için değil." diyerek umursamadığını belli edercesine başka tarafa baktı.
"Senin de benimle aynı düşüncede olduğunu bilmiyordum? Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam." dedi Melek, yüzünü ekşitip kaşlarını çatarak Ahmet'e döndü.
"Ne bekliyorsun, eşyaları taşıyana kadar yan gelip yatmak yok." demesiyle Ahmet başını sallayarak eşyaları taşımaya başladı. Melek gizlice yüzüne bakıp özürler diliyordu. Tanıdığı Sibel, sevdiği adamın kırk poşeti bu kadar adam varken tek başına taşımasını istemezdi. Tanımadığı Sibel olmuştu. Bu haliyle Sibel'in, Ahmet'e şans tanıma ihtimali yok gibiydi. Bütün poşetler taşındıktan sonra Ahmet yine arkadaşlarının 'ne oluyor oğlum' diyen bakışları altında yanlarına geçti. Sibel göz ucuyla dahi bakmamıştı. Melek doğradığı salatayı bitirdikten sonra homurdanarak Ahmet'in yanına gitti. Erkekler içlerinde 'bu cadı ne diye seninle uğraşıyor' demekle meşguldüler.
"Bak bakalım etrafta oturmak için başka masa varmı? Varsa tek başına getir. Yoksa bulmadan gelme." dedi tehditkar bir duruşla elini beline koydu.
"Baksana sen bu adamla niye uğraşıyorsun?" diyerek gençlerden biri ayaklandı. Diğeri Melek'in önüne geçti.
"Hayırdır bacım, bitmedi nefretin, bu adam sana ne yaptı. Poşetleri taşıttın yetmedi mi?"
"Siz karışmayın, zamanında ben daha beterini yaptım. Kendimi, kendi nazarımda affetmem için bu gerekli." Ahmet arkadaşlarını sakinleştirip görevi yerine getirmek için etrafı aramaya gitti.
"Salak herifler!" Onların duyacağı yükseklikte söylemişti.

*****

Esila iki koluna giren yakışıklı erkeğe homurdanarak baktı. Arkasında kalan sıcacık yatağına geri dönmek istiyordu.
"Ya pislik Murat, gamsız Hakan ölmek mi istiyorsunuz bırakın lan beni. Boynuma kurbanlık dana gibi, ip mi doladınız? Ne bu inat, istemiyorum. O kızın olduğu pikniğe gitmeyeceğim. Şu anda tek istediğim yatağım, yastığım, yorganım... Adilik yapmayın yaaa, bunu bana çok görmeyin."
"Kuzen çaresiz bizimle geliyorsun. Bir haftadır seni izliyorum. Anormal derecede düzeldin yaşam biçimine ters. Olmayacak oldu ev ile iş arasında sadece mekik dokuyorsun. Hayatın da varoluş sebebim dediğin adamın ne ismi geçiyor, ne sohbeti. Bu yüzden..." Kolundan çekiştirip tuvalete soktu.
"Açık hava pikniğine geliyorsun. Hizmetçiyi mi çağırayım çişini yapma yoksa sen tek başına cişini yapabilirmisin?"
"Meridyen beyinli, mavi gözlü dinozor, sinir herif, bizim hizmetçimiz mi var? Tatile gitti ya. Psikolojik baskıda üstüne yok. Ben kendi çişimi her zaman ki gibi kendim yaparım." Çığlık atarak konuşuyordu. Murat'dan kolunu hışımla çekti.
"Çık dışarı Murat, sapık kardeşler gibi karşılıklı işemeye karşıyım." Murat, kulaklarını kapatarak gözlerini yumdu.
"Hayalet casper'in çirkin, korkunç akrabalarına benziyorsun. Bu boğaz ile kulağını patlatmayacağın adam yok. " dedi muzipçe yanaklarını sıkarak dışarı çıktı. Murat, odanın dışında bekleyen Hakan ile şakalaşarak alt kata indiler.
Fahri bey, Hindistan'dan sipariş verdiği kumaşları gümrük de karşılamak için evden erken saatlerde çıkmıştı. Salih de orada olacağı için, Murat'ın kafası rahattı. Kumaşları çok önceden Esila ile birlikte seçmişlerdi. Sipariş verilen kumaşları herkesin seveceğinden kesinlikle emindi. Esila, aşağı indiği gibi arabaya bindiler. Sibel beş dakika önce Murat'a konum atarak yol konusunda kafa karışıklığını önlemişti. Esila arkada yarım kalan uykusunu tamamlamakla meşgulken, Murat ve Hakan son ses çalan şarkının sözlerine kahkaha atarak eşlik etmekteydiler.
"Öl de baba ölelim, eyvallah.
Gül de baba gülelim, eyvallah.
Sev de baba sevelim, eyvallah.
Ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur...
Önce yemek yiyicem ve diskoya gidicem
Orda hop hop yapıcam hop hop hop!
Orda zıp zıp yapıcam zıp zıp zıp"
Murat tek eliyle direksiyonu çevirirken diğer eliyle Esila'yı uykusundan kaldırdı.
"Ne var ne, bırak uyumak istiyorum? Uykularımın kabus formatında katili olmak zorunda mısın?" diyerek Esila uzun koltuğa iyice ne uzandı.
"Üçlü yaptığımız karaoke geleneğini unutma. Arabada, ortamda çalan şarkılara eşlik etmeliyiz."
"Sen nasıl hasta ruhlu bir abi oldun? Güzelim yatağımdan hayvan gibi kaldırdınız. İkinizden de nefret ediyorum. Hemde birkaç saat nefret edeceğim. Bugün nefretim on dakika veya yarım saat tutmayacak en az bir saat, en çok bir saat beş dakika tutacak." Gözlerini sıkıca yumdu. "Uykulu halimle şarkıya nasıl eşlik etmeliyim? Ayılmam için fırsat mı tanıdınız? Hem ikinizin söylediği şarkı da nedir? Bön süzün babanuzum bön nö dörsem o olor. B...k olur, tövbe tövbe..."
"Söyle be, bir günde kedi gibi mırlama."
"Bırak peşimi Murat!"
"Söyle o zaman. Nakarat geliyor başla." demesiyle Hakan parmağını kaldırıp ilk üç parmağını tek tek indirdi q
"Ben sizin babanızım ben ne dersem o olur. Önce yemek yiyicem ve diskoya gidicem. Orda hop hop yapıcam hop hop hop! Orda zıp zıp yapıcam zıp zıp zıp" Şarkı bitince uzun bir süre kahkaha attılar.
"Esila, karaoke kardeşliğimizi yıkmadığın için aferin. Üzgün olduğunda hiç çekilmiyorsun. Hep böyle eğlen beddua kraliçesi." Hakan'ın cümlesiyle Esila sol bacağını ön koltuğa doğru uzattı.
"Ayağıma konuş Hakan." diyerek kıkırdadı.
"Esila, kokulu ayaklarını hayati risk oluşturmamak için ayakkabılarının içinden çıkarma." Hakan, koltuktan biraz daha aşağıya kaydı.
"Murat kardeşim, ben bu kızın eziyetlerine katlanırım. Sen yoldan gözünü ayırma, ben ikimiz yerine de ölürüm." Murat'ın bütün itirazına rağmen Hakan, Murat'ın yanağını göz süzerek okşadı.
"Sen sakın ölme küçük bebeğim. Seni çok seviyorum. Murtişim benim."
"Ayy kusacağım çekin kenara!"
"Murtiş ne dangalak! Allah senin cezanı versin pis herif." Murat yanağını silip, Hakan'ın kafasına vurarak kapının boşluğundan aldığı su şişesinin kapağını açtı. Yüzüne fırlatıp hepsini boca etti.
"İt herif, bir daha erkek halinle bana dokunma. Eşek herif, bizim arkadaş hukukumuz var. Dışardan bakan sana delikanlı der, nerden bilsinler delikanlı olmak yerine ib...e olmaya karar verdiğini."
"Sana dokunmak isteyen kim? Delikanlılığıma laf etme mor inek." Burnunun üstünü kaşıyarak başını koltuğun başlığına iyice ne bastırdı.
"Oğlum işkillendirme sende beni. Erkek erkeğe böyle yumuşak şakalar yapar mı? Valla, arada bana kaydığını hissediyorum. Tercihlerin farklı olmaya başladıysa benden uzak dur. Benim tercihlerim bir gıdım bile bozulmadı."
"Melek hanım öyle demiyordu sana sokulan kızlara."
"O farklı... Beni aç kurtlardan koruyordu sen anlamazsın."
"He he aç kurtlar. Kendisi çok tok millete aç diyor."
"Kapa çeneni Esila!" Tayakadın levhasının olduğu yola girdi. Bir kaç dakika kimse konuşmadı. Hakan eline telefonunu alıp arka koltukta ormanlarla süslenmiş yolu izleyen Esila'ya mesaj attı.
"Sevdiğin erkeği kıskandırmak için beni kullana bilirsin. Tek şartım var. Bana aşık olursan arkadaş demem eşek sudan gelinceye kadar döverim. Sana attığım dayak için kesinlikle sorumluluk kabul etmem. Sende Salih'i kıskandırmak istiyorsan yanımda durmana izin veriyorum."
"Anlaştık kanka..."

********

Melek, son bir saattir Ahmet'e yapmadığı işkence kalmamıştı. Sibel aynı umursamaz haliyle başka işlerle uğraşması da ayrı bir zulüm olarak önlerine çıkınca, pes etmek üzereydi.
Melek, ne yaptıysa işe yarar bir tarafı olmuyordu. Etrafta ki çöpleri toplayan Ahmet'in haline baktı. Halinden fazlasıyla memnundu. Melek yanından geçerek kaba bir tonda Ahmet'e seslendi.
"Peşimden gel." Melek'in tehditkar cümlesiyle Ahmet çöktüğü yerden kalkıp elinde ki çöp poşetini görünür bir yere indirdi. Üstünü birkaç kez silkedikten sonra peşinden koşar adımlarla yürüdü. Ormanın içinde ki patikayı takip ederek herkesin göreceği ama kimsenin konuşulanları duyamayacağını yokuşa çıktılar.
"Ahmet bey, aç kulağını beni iyi dinle." dedi arkasına dönmeden yürümeye devam ediyordu.
"Sana görev yaptırırken zorluk çekiyor olman lazım. Çiçek topluyor gibi çöp topluyorsun. Ne bu şen haller." Elleriyle kendi ensesini tuttu.
"Daha nasıl kötü davranmam gerek inan bilmiyorum. Sibel'in önünde ne yaptıysak 'sen haklısın' diyor." Ahmet aşağıda kendilerini dikkatle izleyen Sibel'e bakıp önüne döndü.
"Ne yaparsan haklısın." dedi.
"Bende onu diyorum. Bana ne yaptın da sana yaptığım eziyetleri Serpil teyze ve Sibel takmıyor. Masaları, poşetleri taşıdın, ağacın üstüne çıkarak salıncak kurdun. Çocuklar için kahvaltı sofrasını hazırladın, onlara yemek yedirdin, çöp topladın, kafana on kere top yedin. Ne Sibel ne Serpil teyze sana acıyıp yazık demedi."
"Söylesem benden nefret edersin. Sibel ile barışma umudum kalmaz. Çenemi tutamadığım için onlarda öğrendi. Suçsuz oldukları halde benim yüzümden vicdan azabı çekiyorlar." demesiyle Ahmet başını önüne eğdi. Melek hangi konudan bahsettiğini bilmediği için saçma gelmişti. Ellerini birleştirip tek çizgi kalacak şekilde gözlerini kıstı.
"İtiraf etmek istiyorsan bugün iç açıcı birgün değil. Başka gün seni dinlerim. Ne yaptığını bilmesem de Allah bilir saçma sapan bir şeydir. Senden her şey beklenir." diyerek gülümsedi. Ahmet ağaca yaslanarak karşısında onun mutluluğu için çalışan kıza baktı.
"Kusura bakma Melek." diye mırıldandı.
"Tamam dedik ya... Uzatma işte, ilk defa bana yaptığın bir şey için pişman olduğunu görüyorum." Ahmet'in gözleri dolunca şaşırdı. Melek bir anda gelişen olaylar karşısında afallamıştı. Babası, annesinin eski resimlerine bakarak söylediği sözleri geldi aklına.
"Erkekler kolay kolay ağlamaz. Ağlıyorsa bir keşke dediği anısı vardır." demişti. Ahmet'in inip çıkan omzuna elini koyarak sakince seslendi.
"Ne yaptıysan oldu bitti. Yoksa yıllar önce kaybolan kardeşim misin?" diyerek Ahmet'den iyi veya kötü yönde tepki almayınca devam etti.
"Hadi ama şaka yaptım gülmen lazım." Ahmet ellerini yüzünden yere indirip Melek'e bir adım yaklaşarak sarıldı.
"Rabbim şahit olsun. Seni dünya ahiret bacım olarak görüp kollayacağım. Senin iyi şeylere layık olmadığını düşündüm. Senin gibi tehlikeli bir kızın normal bir hayatı olmasını istemedim."
"Ya Ahmet, benden daha gariban bulamazsın. Ne yaptım sana bilmiyorum."
"Özür dilerim. Senden daha tehlikeli olduğum halde senin hayatına burnumu soktuğum için, bütün pişmanlığımla özür dilerim. Aynı anadan doğmasakta kardeşimsin artık." Melek elleri boşlukta, aklı ise arafta kalmıştı.
"Kusura bakma kardeş kontenjanını senden önce Sibel kaptı. Ben baldızım ama kardeş olan cinsten." Arafta kalan sadece Melek değildi. Gözlerini öfkeyle açmış, kalbi sökülecek gibi dizleri ağırlığını taşımakta zorlanan bir adet Murat Arsel duvar gibi mıhlanmıştı.
"Çıldıracağım, bu adam ona niye sarılıyor?"
Murat da geldiği gibi, yakasına yapışan Sima sayesinde yumruklarını sıkarak en son görmek istediği, sevdiği kadının bir erkeğe sarılmasını gözlerini kırpmadan izliyordu.
"Lanet olsun! Bu görüntü de olması gereken benim, yanında ki dallama değil." Havaya karışan nefesini üfledi.
Yumruk haline getirip sıktığı ellerine bakarak konuşmaya devam etti.
"Benim elimi sıkarken bile on kere düşündüğü halde başkasına sarılmak... Bunu kabul edeceğimi de kim söyledi? Başkası yok demişti bende ona inandım. Şimdi uyanık halimle kabus görüyorum. Bu kız hiç mi beni sevmi..." demesiyle sinirle koluna asılan Sima'yı silkeledi. Tamamlamak istemediği sözü yarım bırakmıştı. Yarım cümleler gibi görüntünün de yarım olmasını istedi. Gördüğü adamın yok olmasını, Melek'in tek başına konuşmasını, kendi kendine sarılmasını bir an istedi. Gerçek olmayacak hayalleriyle manzarayı görmemek için arkasına döndü. Sonra da kendini tutamayarak, sarıldıkları tarafa doğru hızla yürüdü.

____________________

YORUM VE BEGENİ yapmadan geçmeyin.❤❤❤

Loading...
0%