MUTLAKA bölüme başlamadan önce duyuruyu oku! Teşekkür ederim❤
_____________________
SEZON FİNALİ...
BİR MÜDDET YENİ BÖLÜM SEZON FİNALİ NEDENİYLE GELMEYECEK. BİRAZ DİNLENDİKTEN SONRA DEVAMI TABİİ Kİ GELECEK. DİĞER HİKAYELERE VE İZLEMEK İSTEDİĞİM DİZİLERE AĞIRLIK VERECEĞİM.
KÜTÜPHANELERİNİZDEN SİLMEYİN.
Hikayeyi seven sevmeyen herkesin yanaklarını en içten kocamanlıkla öpüyorum. (Iyy, cüş, oha, o kadar da değil dediğinizi duyar gibiyim) tamam tamam öpmüyorum. Size değer verdiğimi bilmeniz de yeterli. Bölüm bekletmeden, naz yapmadan her gün bölüm yayınladığım için sizde azıcık beni sevin. ❤❤❤Beni tam bu hikayeden takip etmeye devam edin. Siz bu bölümü okuyun sonra kısa bir süre bekleyin. En yakın zamanda devamı buradan gelecek.
Hadi SEZON FİNALİ bölümüne başlayalım. Okuyacağınız sezon final bölümü gerçek bir romanda 4350 kelime ile 17.5 sayfaya denk geliyor.
YORUM VE BEĞENİ YAPMAYI LÜTFEN UNUTMA.
________________
"Ben, beni ölüme ramak kala bırakacak birini arıyorum." diyerek yutkundu Esila, telefonu elinden düşürmemek için çaba harcıyordu. Telefonun diğer ucundaki adamın öksürük sesiyle tedirginliği daha fazla artmıştı.
'Sakin ol Esila, sen fazla bile yaşadın. Sen öleceksin, ama ölümünle bile birkaç kişiye hayat vereceksin. Korktuğunu belli etme.' dedi kendi içinden. Elini kalbinin üstüne koydu.
"Şimdi ağır bir şekilde yaralanmak mı istiyorsun?" Sesi duygu belirtisi barındırmıyordu.
"Evet... Evet, hayat'da kalmam lazım. Organlarım bağışlanana kadar yaşasam yeterli." demesiyle yine sessizlik olmuştu. Esila başından akan terleri silerek ayağa kalktı. Adamın hayatıyla ilgili vereceği cevabı bekliyordu.
"Tamam... Eylem nerede, ne zaman gerçekleşsin?"
"Şey, hastaneye çok yakın büyük bir inşaat var. Şu anda kimse orada çalışmıyor. Yarın orada olması gerekiyor." Gözlerini kısıp masanın üstündeki resimlere baktı. Murat, Fahri bey ve kendisinin fotoğrafları vardı. Önündeki çekmeceyi açıp sakladığı Salih'e ait resmi inceledi. Odasından gizlice almıştı. Ne kadar kolaydı ölümü için yapılan anlaşma... Para varsa bir can gitmiş, gitmemiş telefonda ki adamın umurunda değildi.
"Anlaştık küçük hanım... Bu işin piri, yarın ruhuna ziyarete gelecek. Açık adresi mesaj yoluyla yolla. Vazgeçmek istersen kabul ederim ama parayı her şekilde alırım. Buluşma noktasına gelmeden önce vazgeçebilirsin. Ben oraya geldikten sonra anlaşma bozulmaz." diyerek pis bir sırıtışla telefonu kadının yüzüne kapattı. Esila yatağın içinde, gözlerini tavana dikmiş dünkü konuşmanın bütün detaylarını sanki tavanda görürmüşcesine ağlayarak bakıyordu. Elini ayağa kaldırıp mümkünmüş gibi duvara dokunmaya çalıştı. Gözü açık gördüğü kâbusları imkansız bir çabayla silmek istiyordu.
Klüpten geldiğinden beri uyumayarak sabah ettiğinin farkına varan Esila gözlerini kısarak uyuşan ayaklarını hafifçe ileri geri yapmaya başladı. Zamanın boşuna akdığını düşünüp yataktan fırladı. Eşofman takımını giyerek dayısına seslenmeden arabasına bindi. Saat sabahın altısı olmuştu.
Telefonun kulaklığını takıp "Kara" isimli numarayı aradı. Her zaman ki gibi açılmamıştı. Kulaklığı hışımla koltuğa fırlatıp sinirle direksiyona vurdu. Esila'nın telefon rehberinde Salih'in ismini her aklına estiğinde değiştiriyordu uzun bir süredir 'Kara' olarak kayıtlıydı. Bu ismi gören herkes siyah olarak baktığı için merak etmemişti. Aslında Esila bu ismi takarken türkçe terim olarak bakmamıştı. Kara, Esperanto diye tanımlanan yapay bir dildi. Bu dili kullanan insanlar Aşkım kelimesine, kara diyorlardı. Esila gerçekte kullanamasa da kendince Salih'e "kara" isminin altında "aşkım" diyordu. O, onun aşkı'ydı... Elini tutup, sarılmasa da, gözlerine bakıp, dokunmasa da, saçlarını elleri arasında dolaştırmasa da, o onun sonsuz aşkı'ydı.
Arabayı kenara çekip, oturduğu koltuğu dikleştirdi. Tekrar telefonu eline alarak bir kez daha aradı. Şimdi de meşgule atmıştı. Bugün hayattaki son günü olduğu için gururunu hiçe sayıp bir kez daha aradı. Bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha her aradığında inatla meşgule çevrildi. Son çare mesaj yoluyla ulaşmaya çalıştı.
"Salih, bir defaya mahsus birlikte yemek yiyebilir miyiz?" Yazdığı mesajın sonuna iki gülen karakter ekleyerek gönderdi.
Yine ne mesaj ne arama vardı. Gözleri dolu dolu telefonun ekranına baktı.
"Senden çok mu şey istiyorum?" dedi telefona bakarak devam etti.
"Hayatımı sunduğum halde yanımda olmaman zoruma gidiyor. İyi miyim, değil miyim sormak aklına gelmiyor mu? Ben öleceğim rahat edersin aptal!" Dudaklarını büküp gülümsedi.
"Aşkıma karşılık vermedin, üstüne arama ve mesajlarıma kayıtsız mı kalacaksın! Öyle olsun, kal! Öğlene kadar tek başına pinekleyecek değilim." Yere tekrar tekrar attığı telefonunu alarak Hacer'i aradı. Niyeti Melek'i evinden alıp keyifle yapacağı son kahvaltıydı. Sokağın duvarında kırmızı levhada ki Lalezar sokağı yazısını görünce sevinçle çığlık attı. Nihayet uzun uğraşlar sonucu köhne sokağı bulmuştu. Kahverengi eski bir yapıyı da bulursa her şey tamamdı.
"Kahverengi, iki katlı, eski bir bina, numarası elli iki... İşte buldum!" diyerek başını arabanın camından dışarı çıkardı.
"Melek... Melek, ben geldim." diye bağırdı. Sokağı inleten şen sesle, evin penceresinden alık alık arabaya bakan Hayri bey ve Melek çıkmıştı.
"Melek hadi seni kahvaltıya davet ediyorum." Bütün dişleri ortada heyecanla gülümsedi.
"Bugün gelemem... Sen bize gel, kahvaltı hazırladım birlikte yiyelim."
"Olur." dedi ikiletmeden... Arabayı boş bulduğu bir yere park edip açılan kapıdan gülerek içeriye girdi. Evin dışı nasıl eskiyse içi de o derece güzeldi. Temiz olduğu halde eşyaların bile eski olması değişik gelmişti. Gözlerini yere serilmiş osmanlı döneminde ki kilimleri anımsatan halı'ya dikti. Halının kenarlarında püskülleri vardı.
"Müze'de mi yaşıyorsun? Burası bildiğin yaşayan tarih gibi bir şey." diye kıkırdadı Esila, Melek de alışık olduğu bu tablo karşısında gülme krizine girmişti.
"Baba, seni tanıştırayım arkadaşım, kan kardeşim aynı zamanda çalıştığım şirkette patronum Esila..." dedi babasının koluna girip başını omzuna yasladı.
"Hoşgeldin kızım, inşallah evimizi yani müzemizi seversin." diyerek yanaklarını gülümseterek gerdi.
"Sevdim bilene." Hep birlikte kahvaltı masasına oturdular. Esila sofrada ki bütün kahvaltılıklara bakarak midesini tuttu. Melemen, çökelek, tereyağı, pekmez, çay vardı. Domatesi sadece çiğ olarak yerdi. Ezilen üstüne pişirilen domatesi hiç yememişti. Melemenin üstüne kırılan yumurtayı da beğenmemişti. Yumurtayı hiçbir şekilde ağzına almazdı. Sofrada canının çektiği hiç bir şey olmaması yüzünden yüzü düşmüştü. Melek ocaktaki çayı almaya gittiği gibi Esila cesaretini toplayarak Hayri bey'in yanına gitti.
"Bir şey söylesem kızar mısınız?" dedi çekinerek, Hayri bey anlayışla bakınca sesini bir desibel daha yükseltip konuştu.
"Bugün Türkiye'de ki son günüm olduğunu düşünün..."
"Eee kızım!" dedi şakayla kaşlarını çattı.
"Sizi kahvaltıya davet etsem, ne dersiniz? Her şey benden olacak." dediği gibi Hayri bey sessizce başını dikleştirdi.
"Tamam, tamam kızmayın. Hesabı sadece ben ödemem... Alman usulü olsun." Yutkundu, çünkü karşısında ki adamda bir hareket yoktu.
"O zaman, siz beni ve kızınızı kahvaltıya davet edin." dediği gibi Hayri bey mutfakta çayı demleyen kızına seslendi.
"Melek, hadi misafirimizle birlikte dışarıda kahvaltı yapalım." demesiyle Esila ağzı açık bakmaya başladı. Melek, mutfaktan koşup gelerek önce itiraz etse de sonra kabul etmişti. Boğaza nazır nezih bir mekanda keyifle yapılan bir saatlik kahvaltının ardından Hayri bey'den gezmek için izin isteyerek veda ettiler.
Büyük bir spor klübünün önünde bekliyorlardı. Melek elini saçlarına götürüp Esila'nın gezme olarak neden buraya getirdiğini anlamaya çalışıyordu. Elit kesimin gittiği nezih bir yerdi. Dört kenarı haricinde baştan sona cam kaplıydı. Camlar sayesinde içerideki kadın ve erkeklerin mükemmel vücutlarını görebiliyordu. Daracık taytların altında olmayan yağları eritmeye çalışan ne çok kadın vardı! Erkeklerin vücutları için apayrı kelimeler dökülebilirdi. Kendini ait olmadığı dünya'ya kaptırdığını nihayet anlamıştı. Dudaklarını dişleri arasına alıp Esila'ya döndü.
"Biz spor yapmak istersek parklarda ki spor aletlerinde mahalle salonlarında yapıyoruz. Baksana şunlara Allah için hiç birinde, gram yağ yok. Şunu da söylemek istiyorum. Bu kadınları gördükten sonra buraya masumane gönderilen erkeklerin sevgililerine acıyorum. Hemde çok acıyorum... Adamlar bildiğin isteyerek veya istemeyerek göz ziyafeti çekiyorlar. İleri derecede seksi kızların içinde spor keyfi, yuppie dediklerine eminim. Tabii içinden diyorlardır" diyerek durdu.
"İyi de neden buraya geldik?"
"Bodoslama bir cümle olacak ama Murat üç yıldır six back'lerini burada yapıyor. Buraya kayıtlı olduğum halde kırk yılda bir geliyorum. Bugün spor yapmak yerine kuzenimi görmeye geldik." demesiyle Melek iki üç adım sendeledi. Cam tarafa tekrar baktı. Bu kızların yanında hiç mi hiç şansı yoktu.
"Maşallah, bu manzarayı korkunç kâbuslarımda bile görmedim. Kendime güvenmediğim için değil, kendi güzelliğime güveniyorum. Yine de ne gerek var, başka yerde spor yapsın. Bizim caddede ki spor kulübünde kadınların günü oluyor. Oraya sormak lazım erkeklerin de günü olur mu diye. Bu sayede rahat rahat sporunu yapar. Bu konuyu bugün konuşmam lazım. Geçen gazetede gördüm erkeklerle yapılan ankette, doğal görünümlü kadınlara bağlanırlar diye okumuştum. Gayet doğal bir görüntüye sahip olduğuma göre korkmama gerek yok." demesiyle at kuyruğu yaptığı saçlarını açarak omuzlarına yerleştirdi. Yaptıklarına, dediklerine kendi bile inanamıyordu. Ellerine yelpaze görevi verip sallamaya başladı.
"İyi misin? Hadi mesaj atayım da yanına gidelim." diyerek Melek'in kolundan tutmuştu ki Melek sinirle kahkaha attı.
"Ne mesajı Allah aşkına, direk içeriye dalalım. Sonra ne halt yapıyor net görürüz." diyerek koşar adımlarla yürümeye başladı.
"Ayy sen kıskandın mı? Kıskanma kandaşım, birde benim durumumu düşün. Kuzen sadece spor yapıyor. Tabii kızlar, Murat dambıl'ı kaldırırken veya barfiks çekerken ya da mekik yaparken izlerse sorun olmaz değil mi? Abim diye demiyorum vücut on üzerinden yüz verilir."
"Kimin sevgilisine bakıyor o iyi aile kızları. Aaa küfür etmemek için kendimi zor tutuyorum. Sakinim, sakin olduğum şu zaman diliminde bir an önce Murat'ın yanına gidelim."
"Ortalığı birbirine kat kız, bende işbirlikçin olurum. Haberlerde bir iki resmimiz çıkar. Flaş flaş flaş doğal görünümlü kadın, spor salonunda seksi kadınların haşatını çıkardı. Ne başlık ama!"
"Heveslenme, damarıma basılmadığı sürece kavga etmek gibi bir niyetim yok." diye içeriye girdi. Mavi ve kum renginin hakim olduğu koca salonda spor yapan insanların hepsi kendi hallerindeydi. Melek, yerlere döşenmiş üç boyutlu fayanslar sayesinde denizde balıkların üstüne basarak yürüme hissine kapılıyordu. Muhteşem sakinlikte bir görüntü hakimdi. Murat'ı alt katta bulamayınca oyalanmadan üst kata çıktılar. Üst katta ise alt kattaki sadeliğin aksine renklerin ahenkli yansıması vardı. Tavan tamamıyla cam motiflerden oluşuyordu. Sarı, mavi, yeşil renklerin her tonu kullanılmıştı. Duvarlar ise yer yer aynalar ile konumlandırılmıştı. Koşu bandlarının önünde sanki denizde koşuyormuş hissi veren üç boyutlu gözlükler koyulmuştu. Teknoloji her köşede alışılmamış şekilde boyutlandırılmıştı.
"Bak Murat orada." dedi Esila, Melek gözlerini masalsı yerden çekip işaret ettiği tarafa baktı. Boynunda havluyla spor aletinin üstünde başını yere indirmiş duruyordu. Birkaç adım ötedeki kızlarda salyalarını akıtıp Murat'a bakıyordu.
"Melek'ciğim benden söylemesi, güzel bir giriş yapmadığımız için sahiplenme duygusunu o kızlara göstermelisin. Kıyafet bakımından görüntü kirliliği yapsanda boşver. Eski, bol kıyafet giydiysen ne olmuş? Doğallık bunu gerektirir. Bak bana, bir ton para verdim üstümdeki kıyafete. O zengin kızlardan hiçbir farkım yok. Sen ise farklısın, şimdi kimin sevgilisi olduğunu göster o yosmalara." Elini beline koyarak Melek'e omuz attı.
"Esila sen en iyisi konuşma! Olan güvenimi de yerle bir ettin." Övmüş müydü, sövmüş müydü anlamadığından dudaklarını bükerek bekledi. Giydiği kıyafetlere bakıp sinirle Esila'ya baktı. Buraya geleceklerini bilseydi böyle giyinmeyi aklından bile geçirmezdi. Aslında anlamalıydı kahvaltı için aşırı pahalı bir restorana götürmesinden. Hiç yoktan saçma bir menüye babası bir deste para vermişti. Giydiği kıyafet yüzünden restoranda ki insanların gülmesini söylemiyordu. Melek, Esila'nın kan kardeş ayağına yatıp, ayağını kaydıracağı endişesine kapıldı. Esila'dan almak istediği lakin alamadığı gazla kahverengi gözleri daha da kararmıştı. Yumruklarını sıkıp yürümeye başladı. Altında siyah pantolon ve krem sweatshirt olması umurunda değildi. Murat'ın önüne çöküp boynuna astığı havluyu aldı. Murat ne olduğu anlamadığı için başını sinirle havaya kaldırdı. Tabii onu ayartmaya çalışan bir kadın yerine Melek'i görünce öylece kaldı.
"Hayal misin sen? Şimdi seni düşünüyordum." Melek konuşmadan havluyu ıslak saçlarına götürüp kurulamaya başladı. İkisi de birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı. Saçları biraz kuruyunca adamın çıplak vücudunu gelişi güzel kurulamaya çalıştı. Elleri hiç olmadığı kadar titriyordu.
"Seni görmeye geldik. İyi ettik mi? Benden rahatsız oldun mu?" dedi havluyu kenara bırakıp ayağa kalktı. Murat da oturduğu aletin üstünden kalkarak Melek'in boynuna hapsetti kendini.
"Seni dünden beri çok özledim. O kadar çok özledim ki seni gördüğümde sandım ki rüya görüyorum." diye dudaklarını hafifçe öptü. Kalabalık ortam diye kendini geri çekip kızın çenesini elinin altına alıp okşadı.
"Rüya değilmiş."
"Bu hal ne? Bütün kaslar ortada hiç utanmanda yok. Var diye göstermek zorunda mısın?" diyerek boynuna sarılan adamın çıplak kaslı vücuduna sıkıca sarıldı.
"Bana aitsin, benden başka herkese her şeyini gösteriyorsun." dedi Melek gülümseyerek kendini sakinleştirmek için genç adamın kollarından ayrıldı.
"Laf ebeliği hiç yapma hemen üstüne bir şey giy! Herkes, açıkçası bütün kızlar sana bakıyor. Çıplak spor mu yapılır? Burası tekin bir yer değil. Başka bir kulübe üye ol. Yoksa bu kızlar, tren görmüş öküz gibi bakmaya devam ederse, burayı bir çırpıda toz duman edeceğim." Murat keyiflenerek kollarını yukarı kaldırınca kaslar daha biçimlendi. "Murat!" Havluyu üstüne atıp gözlerini izleyen kadınlara dikti.
"Tamam kızma hemen giyiyorum. Senin bakmak istediğini bilseydim yanında spor yapardım." demesiyle spor aletinin yanına koyduğu tişörtünü giydi.
"Onu mu anladın? Ben diyorum biraz beni düşün. Aklım sende kalmasın." diye saçmaladı.
"Güzelim kızma en son nerede kalmıştık?" Melek baştan aşağıya süzüp yutkundu.
"Bilmem..." dedi süzerek, tşörtüyle bile kasları belli oluyordu.
"Senin istediklerini göz ardı etmek yerine uygulamayı seçiyorum. Burada spor yapma diyorsun, bugün kaydımı sildiririm."
"Murat inanılmaz derecede aşıksın, sen. Eyvah ki ne eyvah! Bu kız seni haşat eder."
"Esila yürü git! Karamsar sözlerini duymak gibi ihtiyacım yok."
"İyi be..." Esila, ellerini nereye koyacağını şaşırmıştı. Kuzenini sinir etmeyi seviyordu. Kavga etmekten hoşlanacağı tek kişiydi. Öleceği günün herkes tarafından unutulmasını istiyordu. Ne hacet ki unutulmaması için ilk adımı en yakınları atmışlardı. Cebindeki telefona göz ucuyla mesaj gelip gelmediğine baktı. Yoktu.
'Lütfen ölmeden önce sesini duymama izin ver. Lütfen...' dedi tıslayarak, korkuları saliseler, saniyeler, dakikalar, saatler geçtikçe artıyordu.
"Hadi yemek yemeye gidelim." diyerek karşısında ki çifte baktı.
"Esila, daha yeni yemedik mi? Benim karnım açıkmadı." demesiyle Murat da onayladı.
"Kuzen biz sevgilimle işe gidiyoruz. Galiba sen gelmiyorsun?"
"Yok gelmiyorum. Bugün hatrım için bir saat daha sizde işe gitmeyin." dediği gibi Murat gözlerini devirerek Esila'nın yanına geçti. Yanaklarını sıkarak başını koltuğunun altına aldı.
"Yine ne oldu? Birkaç gündür beddua etmiyorsun."
"Yaa bırak kafamı! Senin yüzünden rezil oluyorum. Yardım etsene sevgilin beni boğuyor." diyerek debelenirken Melek de imdadına yetişmişti.
"Murat, bırak kızı! Bak çekip giderim." der demez Murat ellerini çekti. Başını hafifçe sağa indirip gülümsedi.
"En iyisi bedduakolik'i kendi haline bırakalım. Sevgili kız arkadaşım benimle aynı arabada, başın omzumda işe gelir misin?"
"Mükemmel bir teklif!" demişti ama gözü Esila'nın yüzünden ayıramıyordu. İçine tarif edemediği bir huzursuzluk kaplamıştı. Murat sıkıca elini tutup götürürken birkaç gündür herkesle bir şeyler paylaşmaya çalışan Esila'nın hareketleri gözüne farklı gelmişti.
"Hadi şirkette görüşürüz." Gözden kaybolunca yine tek başına kalmıştı. Gözlerini sımsıkı kapatıp Salih'i düşündü. Kalbi acımadan haykırıyordu. Ölmezsen, Salih her daim mutsuz olacak diyordu.
Olacak mıydı?
Olacaktı...
Başka bir şey düşünmek istemedi. Belki, onun kalbinde ölürse bir yeri olurdu. Bu ihtimal için bile ölmeye değerdi. Salih'e mesaj atmak için telefonu eline aldı. Birkaç satır yazıp, yazıp sildi. Sonra sesini kaydedip ölünce bulunsa daha iyi olacağına karar verdi. Böylece onu seven herkes her özlediğinde açıp dinlerdi. Fahri beye, Ulviye hanıma, Murat, Hakan ve Melek'e bir şeyler söyleyip kaydetti. Oturduğu yer kalabalıklaşınca kimsenin duymaması için dışarıya çıktı. Büyük kolonun altına oturup ağzını telefona yakınlaştırdı.
"Salih, nasılsın? Dün yanından çekip giderken üzülmüş olmalısın. Üzülme hiç kırılmadım. Beni hastaneden kovsanda ben hep yanında olurum. Yani olurdum. Merak etme, ben gayet iyiyim. Kızacağını tahmin etsemde bir şey yaptım. Lütfen bu davranışım için kendini suçlama! Tamamen hür irademle yapıyorum. Birisiyle evlen beni sevmiyorsun biliyorum ama başkasını sevebilirsin. Mutlu olmanı çok istiyorum. Yasemin öldü sende yaşarken ölmek zorunda değilsin. Buradan sonra ki sözlerimi sakın unutma... Seni seviyorum... Bana bağırdığında, kızdığında, tebessüm ettiğinde, beni binlerce defa sevmediğini söylediğinde bile seni seviyordum. En büyük isteğim seni çok mutlu görmek. Anlıyorum ki, nasip değilmiş." diyerek elleri titreyip telefondan çekti. Dudağını ağlamamak için dişleyerek boş gözlerle gönderdiği sese baktı. Başka cümleler kullanamaya gerek var mıydı? Fazlasıyla vardı. Ölürken bir kez bile olsa Salih'e sarılmak istiyordu. Ağlayarak başına dizleri arasına aldı.
"Ölmek istemiyorum. Parayla tuttuğum bir katil tarafından vücudumun delik, deşik edilmesini istemiyorum. Allahım, hiç tanımadığım o adam beni öldürecek."
"Ne... Sen delirdin mi! Aptal mısın? Ne yaptın? Seni öldürecek olan kim?" Melek, panikle Esila'nın kollarını tutup sarsmaya başladı.
"Cevap ver! Sen nasıl bir şeye kendini attın?" diyerek Esila'nın yüzünü elleri arasına aldı.
"Ağlama, cevap vermeden ağlama... Kimi, ne için tuttun? Yoksa tehlikeli kişilerin dolaştığı yeri sormanın sebebi..." Avucuyla başına vurup Esila'ya döndü.
"Sen... Sen nasıl böyle bir aptallık yaptın?"
"Melek, zamanlaman çok kötü. Niye geldin ki? Defol buradan!" demesiyle yüzünü tekrar dizlerinin arasına aldı. Konuşmak, korkak gibi başkasının arkasına saklanmak istemiyordu. Melek, sinirle iki büklüm olmuş kızın kollarını çekiştirip ayağa kalkmasını sağladı. Esila'nın bozulan saçlarını şefkatle okşayıp yanaklarını sıkarak gülümsedi.
"Fahri bey, Murat'ı alelacele bir yere çağırınca ben indim. Üzgün duruyorsun, seninle biraz daha gezer eğleniriz diye yanına geldim. İyiki de gelmişim. Murat'ı aramamı istemiyorsan neler oluyor, anlat."
"Off, Melek off! Yağmur, kalp nakli olması gerekiyor. Kalbi verecek bir hasta buldum ama benim de kalbimi istiyor. Zamanında aileye karşı biraz acımasız davrandım. Şimdi onlar bana öyle davranıyor." dedi, Melek'in yüzüne bakarak, başını duvara yasladı.
"Kalbi verecek olan kızın babası, benim bencil davranışımdan dolayı ölmemi istiyor. Eğer ölürsem kalbi vereceğine yemin etti. İş ahlakına uymayacak kadar basit bir teklifi hemen kabul ettim."
"Adam acılı olduğu için söylediğine eminim. Yoksa böyle bir şey istenmez. Sende salak gibi kendine katil mi buldun? İşimizi halledip hastaneye gidelim. Gör, bak adam fikrini nasıl değiştirmiştir." dediği gibi Esila acı içinde kahkaha attı.
"Öylesi, böylesi, kaçarı, tutarı yok. Ettiğim beddualar döndü dolaştı beni buldu. Baştan beri sonum belliydi. Tek başıma ölmek."
"Tek başına değilsin, ben senin yanındayım. Önce anlaşma yaptığın adamı ara. Oradan sonuç alamazsak, katille görüşür hallederim. Hiç olmadı polise gideriz. Bugün ölmek için güzel bir gün değil. Yarına Allah kerim. Salih böyle bir şey yaptığını duyarsa kendini affetmez. Murat, Hakan, Fahri bey sebep olacağın durumu haketmiyorlar. Bir şekilde halledeceğim söz veriyorum."
"Öyle mi dersin? Ben ölmek istemiyorum."
"Kesinlikle ölmek istemediğini tekrar et. Babayla konuşup ikna edeceğim. Bağış yapıp yapmaları konusunda değil sana dayattıkları durum için." Esila, eline telefonu alıp dünkü numaraya bastı. Aradığı numaranın kapalı olması sebebiyle sinirle telefonu yere attı. Kırılan telefona bakıp parçaları toplamaya başladı.
"Kafayı yemek üzereyim. En iyisi katil oraya gitmeden ben gideyim. Sonra da mektup yazıp çek ile görünür bir yere koyup kaçarım. Senin bir fikrin varmı? Parayı alırsa peşime düşmez." diyerek telefonun koduna girip çalışmayınca cebine koydu.
"Senin dediğin gibi yapalım. Ya da polise mi gitsek? Esila bu tarz insanlar vicdan muhakeme yetenekleri gelişmemiş oluyor. Biz polislere bırakalım."
"Konuşursak hallederim. İki kişiye zarar verecek değil ya. Parayı verdiğim sürece ölüp ölmemek umurunda değil."
Arabaya binerek anlaştıkları yere kadar konuşmadan gittiler. Nihayet inşaatın önüne gelmişlerdi. Esila, hastane'ye yarım saatlik mesafede olmasını özellikle istemişti. Bu sayede ölmeden hastaneye yetiştirilip organları alınabilirdi. Olmayan kapı girişinde durup içeriye girmek isteyip istemediklerini birbirlerine bakarak düşündüler. Saat öğlen on iki olduğundan kimseler yoktu. Büyük bir dikkatle adım adım içeriye yürüdüler. Etrafta tuğla, çimento torbaları, kum ve bir varil su vardı. Girdikleri alanın yarısı griye boyanmış yarısı tuğlaları bile gözüküyordu. Buranın bir diğer özelliği de Fahri bey'in de eskiden bu yerin kar ortakları arasında olduğuydu. Başında ki adam dolandırıcılık yapınca Fahri bey anlaşmayı fesh etmişti. İki ay sonra işçilerin grev yaptığından çalışmadığını inşaatın durduğunu öğrenmişti. Bekçisi bile yoktu. Buraya gelirken kirtasiyeden aldıkları tükenmez kalem, bir kaç kağıdı bagajdan alıp varilin üstüne koydu. Bir tane kağıt çıkartıp kalemi kağıdın üstüne götürerek bekledi. Melek de bu sırada her ihtimale karşı etrafı kontrol ediyordu.
"Ne yazacağımı bilmiyorum. Direk özür mü dilesem yoksa beni öldürmemek için bu parayı takdim ediyorum mu desem? Korkudan kafam karıştı." dedi yutkunarak başını belli belirsiz sallayarak dışarıyı görmek için ayağa kalkıp öne doğru çıktı. Cebindeki telefonu eline aldı. Çalışıp çalışmadığını kontrol edip sıkıntıyla cebine tekrar koydu. Cadde de geçen arabalar dışında olmayan manzarasına göz gezdirip arkasına döndü. Dönerken arabasının yanında gri, kırmızı renkte bir şey gözüne çarpmıştı. Dakikalar önce o yoktu. Merakla başını kalçasına kadar uzanan duvardan sarkıttı. Dışarıda kendi arabası haricinde birde motorsiklet vardı. Yerinden sıçrayıp olduğu yerde volta atmaya başladı.
'Katil burada mı? Gelmiş olabilir mi?' Aklına gelen düşünceyle dudağını dişleri arasına aldı. Durduğu yer yüzünden Melek'in olduğu tarafı net göremiyordu. Yanına gidip, motorun varlığından haber edecekken Melek'in sırtına doğru koyduğu elini gördü. Eliyle Esila'nın durması için ikaz ediyordu. Esila, itaat ederek olduğu yerde kaldı. Bulunduğu tarafta Melek hariç hiçbir şey yoktu. Tekrar kendini Melek'e döndürdü. Yüzünü göremiyor olması içten içe kahrolmasına engel değildi. Arkadan ve aralarında ki uzaklığa rağmen vücudunun titrediğini görebiliyordu.
'Geldi ve Melek orada! Orada ben olmam gerekiyordu. Sen değil.' dedi yavaşça, terleyen yüzünü elleri arasına aldı. Olayların bu şekilde olmasını hiç istememişti. Melek'in karşısında ki kimse ölesiye görmek istiyordu. Kulağına boğuk bir sesin yankısı ulaşınca korkusu kat be kat artmaya, kalbi olmadığı kadar çarpmaya başlamıştı. Telefondan tuşlara basma sesi geldi.
"Hastaneye yarım saatlik uzaklıkta ki boş inşaat'da ölmeye yakın bir hasta var."
"..............."
"Ben mi! Hastayı ölümle burun buruna getirecek katiliyim." dedi ve telefonu kapatıp varilin içindeki suya attı. Melek, korkuyor, ürküyor ne yapacağını bilmeden etrafa bakıyordu. Konuşmak için şansını denemeye karar verdi.
"Konuşa bilir miyiz? Beş dakika konuşmama müsade ederseniz her şeyi anlatacağım. Biz vaz..." Bir adım adama yaklaşmıştı ki, siyahlara bürünmüş orta yaşlarında ki adamın soğuk sesiyle bir adım geriye gitti.
"Konuşma! Adım dahi atma! Yerinde sabit dur!" Adamın soğuk sesi ölümü çağrıştırıyordu.
"Biz vazgeçtik. Yani ben vazgeçtim." Melek ne kadar sakin durmaya çalışıyorsa Esila kulağına dolan sesle o derece panik olmuştu. Eliyle ağzını tutup yere çöktü. Yardım edemediğinden önlerine atlayıp bağırmak istiyordu. Nasıl olaylar bu hale gelmişti. Nasıl düzeltmek için şansları olacaktı. Dakikalar önce, Melek etrafa bakarken Esila balkon gibi görünen yere çıkmıştı. Aradan iki dakika geçmeden adamın duvara yansıyan siluetini Melek görmüştü. Sonrada karşısında belirmişti. Siyah kapşonlu bir yağmurluk ve aynı renkte solmuş bir pantolan. Kıyafetlerinin aksine ayakkabıları pahalı bir markanın yeni koleksiyonuydu. Yüzünde ustura ile çizilmiş fazla belirgin iki yara izi vardı. Gözleri kıyafetleri gibi siyahtı. Yüzü fazlasıyla nefret yüklüydü. Melek son kez şansını deneyip konuşmaya başlayacakken adamın çantasından çıkardığı kulaklıkla durdu.
"Yüzümü görmeden önce bu kararı vermeliydin."
"Kimseye bir şey anlatmam. Lütfen beni öldürme!"
"Sana yapacaklarımı sakın yanlış anlama. Bende nihayetinde emir kuluyum. Anlaştığımız gibi tertemiz olacak. Seni ben değil sen öldürüyorsun." Cebindeki diğer telefona bağlayıp kulağına takarak sağır edecek kadar sesini açtı.
"Lütfen dinle vazgeçtim diyorum." demişti Melek ama, adam kulağındaki müzikle elini şıklatarak başını sağa sola kırtlattı. Sonrada başına siyah kapşonunu çekip parmaklarını cıtlatmaya başladı. Etrafta kimse yokmuş gibi Melek'e odaklandı. Kulaklıkta son ses çalan şarkı sayesinde on adım ötedeki kızı farketmemişti. Melek ne yaparsa yapsın kurtulamayacağını anlamıştı. Deneyimli bir katilin karşısında hiçbir şansı yoktu. Esila'yı korumak istedi. Aptallık yapıp gelirse değişen tek şey iki kişinin ölümü olmasıydı.
"Esila lütfen bekle!"
Adam cebinden çıkardığı eldivenleri yavaşça eline takarken şarkıyı mırıldanmaya devam ediyordu. Yapılan psikolojik saldırı insanın kemiklerini ürpertiyordu.
Melek, kendine yaklaşan tehlikenin elbette farkındaydı. Lakin artık kaçmak için çok geçti. Kafası katilin ayak seslelerine odaklanırken gözlerini sıkıca yumdu. Kendisine doğru gelen adamın kulaklarında ki kulaklık yüzünden konuşsa dahi duymayacağını biliyordu. Ama dudaklarını oynatıp birisine seslendiğini anlarsa tehlike bir kat daha artacağından eliyle ağzını kapatıp Esila'ya seslendi.
"Yalvarıyorum ne duyarsan duy sessiz ol. Beni merak etme..." Ailesi geldi aklına gözlerinden sicim gibi yaşlar aktı. "Kendini sakın gösterme... Seni görürse ikimizi birden öldürür. Birimizin olanları haber vermesi için sağ çıkması lazım.Tek istediğim söylediklerimi harfiyen uyman. Kulaklarını sıkıca kapatıp şarkı mırıldanabilirsin." Sesi titriyordu.
"Çığlık atarsam bile sakın ha sakın bu tarafa bakma, kendini suçlama. Adam gitmeden buraya gelirsen kan kardeşim olmazsın. Korksan bile bağırarak ağlama, seni duymasın. Son olarak eğer ölürsem Murat'a de ki, onu çok..." dediği gibi ses kesildi. Bundan sonra tek duyduğu çığlık ve acı bir inilti olmuştu. Esila, ne yapacağını bilmeden kulağına dolan sesle ağlayarak ayağa kalktı. Dikkatle başını duvardan uzatmaya çalıştı. Söz verdiği için yapamadan yere çöküp akan yaşlarını sildi.
"Melek, iyi misin?
Melek, iyi olduğunu söyle yemin ederim susacağım. Söz verdiğin gibi bakmıyorum.
Melek!
Melek, ses ver!
Melek! Böyle olsun istemedim." Bir müddet sessizce yerinde kaldı. Sonra uzaklaşan adımları duyunca duvara tekrar tutunup ayağa kalktı. Görüş alanında kimseler yoktu. İki adım nefesini tutarak yürüdü. Başı Esila'ya dönük olarak yerde yatan Melek'i, tuttuğu nefesini vererek gördü.
Genç kadın başını yukarı kaldırıp acı içinde dişlerini sıkıyordu. Esila'yla göz göze geldikleri anda çektiği acıya rağmen gülümsedi. İyi olmadığı halde iyi olduğunu göstermeye çalışıyordu. Bu haldeyken bile eli titreyerek durmasını emretmesi canını bin kat daha acıtıyordu. Katil gitmişti ama giderken onlarca hayali de yanında götürmüştü.
Esila, üç adım daha içeriye yürüdü Melek'in yerdeki vücudunu bütün çıplaklığıyla görüyordu. Motorun sesiyle katilin uzaklaştığını kavradı. Başını hızla yerde yatan kadına çevirdi. Melek'e attığı her adımda, vücudu bembeyaz bir tuval gibi kırmızı renklere boyanıyordu. Kıyafetinin karın bölgesi ve yerler kan içindeydi. Kırmızı kanın üstünde bilinmezliğe doğru boğuluyordu. Ayaklarından can gidiyor acı içinde kıvranıyordu.
Esila, gördüğü dehşet karşısında çığlık atarak yere çöktü.
"Hayır... Hayır ölmesin, lütfen ölmesin. Kendini benim gibi aşağılık, bencil biri için nasıl feda edersin! Nasıl?" diyerek yere ellerini indirdi. Delirmiş gibi feryat ederek titredi. Yerde yayılan kan parmak uçlarına gelmişti. Kana bulanan ellerine bakıp çığlık atarak kıyafetiyle silmeye çalıştı. Yaşadığı ağır travma tavırlarını dengesizleştirmişti. Çağlayan misali ağlayan gözleri buğulandığından önünü net göremiyordu.
Melek, sona doğru giden zamanda sadece Murat'ın hayalini kurmaya çalışıyordu. Onlarca hayalin içinde aklında sadece Murat kalmıştı. O da aheste aheste gidiyordu. Normalde de soğuk olan vücudu akan kanla buz tutmuştu. Hareket yok denecek kadar azdı. Gözleri belli belirsiz kapanıp açılıyor nefesi hırıltılı çıkıyordu. Beş dakika önce sağlıklı olduğu gerçeği her saniye azalıyordu.
Dakikalar önce karnına aldığı bıçak darbeleriyle yere düşmüştü. Her saniye acısı o kadar şiddetlenmişti ki nefes almakta zorlanmaya başladı. Ne kurmaya çalıştığı hayaller vardı ne de onu kurtarmaya gelecek biri... Elini bıçakların durduğu yere götürüp inledi. Başında onun can çekmesini izleyen adamı mutlu etmek istemiyordu. Ne yazık ki yavaş yavaş ölüyordu. Adamın keyifle izlemesinden nefret ettiyse de elinden bir şey geldiği söylenemezdi.
Adam, oflayarak saatine bakıp Melek'in üstüne oturdu.
"Küçük hanım, veda edip gitmem lazım. Sohbetimiz buraya kadarmış." Tek hamlede iki eliyle iki bıçağı da çıkarıp boğazına kesik attı. Kan birden fışkırarak akmaya başladı. Ayağa kalkıp kulağında ki yüksek sese ritim tutarak olay yerinden ayrıldı. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki geriye kalan ölüm sessizliği Melek'in vücudunu esir almıştı. Adam arkasında bıraktığı enkaza bakmadan giderken, kocaman yerde sinir krizi geçiren Esila ve göğsü inip kalkarak can çekişen Melek kalmıştı. Esila yolduğu saçlarından ellerini çekip ayağa kalktı.
"Melek!" diyerek bağırdı. Melek'in yanına yaklaşıp oturdu. Boğazından kan sızıyordu. Başını elleri arasına alıp Melek'e sarıldı.
"Affet beni! Yalvarıyorum ölme, beni de Murat'ı da bırakma... O seni çok seviyor. Benim yüzümden ölürsen kendimi affetmem. Yalvarıyorum böyle bir şeyle beni cezalandırma. Murat sensiz yapamaz." demesinin ardından uzaktan ambulans'ın sesini duydu. Başını hafifçe yere indirip Melek'in buz tutmuş ellerini tuttu.
"Yardıma geliyorlar. Bende kal, sakın gözlerini kapatma." diyerek Melek'in saçlarını okşadı. Melek, boğazına aldığı darbeden konuşamasa da Murat'ın hayalini kurmak için bütün ağrılarını unutmaya çalıştı. Vücudu titremeye devam ederken acıyı es geçmek ihtimal bile değildi. Esila'nın kendisini suçlamasını istemediği halde konuşacak gücü olmaması da zor gelmişti. O böyle olsun istememişti.
"Murat..." dedi hırıltılı sesiyle, göğsü yukarı kalkıp indi. Küçücük ismi bile telaffuz ederken canı acıyordu. Daha fazla dayanacak ne nefesi kalmıştı ne de güçlü gördüğü ruhu... Gözlerini kısarak Murat'ın kıvırcık saçlarını düşündü. Onlara ilk defa bugün keyifle dokunmuştu. Böyle olacağını bilseydi yanından giderken hiç bırakmayacak gibi sarılırdı. Sarılmasına müsaade etmemişti.
Gerçek ile hayal arasında gelip gitmeye başladı.
Büyük, uzun koridorda karşı karşıya yerde yattıklarını hayal etti. Hayalleri bile hiç olmadığı kadar zayıftı. Sevdigi adamla sohbet ederken birden Murat gözünün önünden kayboldu. Olması gereken buymuş gibi Melek hayallerinde tek başına kaldı.
"Melek bende kal... Melek kapatma gözlerini... Melek! Yalvarıyorum bir kez olsun beni dinle! Kapatma gözlerini!" dedi Esila, dediği gibi de elinin içinde tuttuğu el kayıp yere düştü. Artık göğsü canhıraş şekilde yukarı kalkıp inmiyordu. Esila ne yapacağını bilmeden sarıldı yeni alıştığı dostuna... Çıldırmış gibi ellerini yere vurdu.
"Hayır! Hayır, ölme benim ölmem gerekiyordu. Ölmeee! Murat seni aşkla beklerken ölmeee. Dayanamaz o!" dedi duvarlar duyarmış gibi bağırdı. Ambulans nihayet kapıya gelmişti. Her şeyin ambulansın gelmesiyle düzeleceğini sanıp ayağa kalkarak dışarıya koşmaya başladı.
"Çabuk gelin, çabuk! Ölüyorrr..." diye haykırdı. Sağlık personeli gösterdiği tarafa, ellerinde ilk yardım çantalarıyla koştular. Yerde kan birikintisi içinde hareketsiz halde Melek duruyordu. Başı yana dönmüş, gözleri hiç açılmayacak gibi kapalıydı. Oyalanmadan doktor yaralara bakarken hemşire yaşamsal fonksiyonlarını kontrol ediyordu. Hemşire kısa bir süre sonra başını dikleştirip olumsuz yönde salladı.
"Nabız alamıyorum!"
_____________________
Fazlasıyla okuma keyfi veren bir bölüm yazdığımı düşünüyorum. İki kişiye yayınlamadan önce okuttum bayıldı. Ben de bayıldım İnşallah siz de seversiniz.
YORUM VE BEĞENİ YAPMADAN SAKIN BIRAKIP GİTME... BEN SENİN YAZACAĞIN YORUMLARI BEKLİYORUM.😃😃;))) OKUMA LİSTENİZE VE KÜTÜPHANENİZE EKLEYİN Kİ, HİKAYE BAŞLADIĞINDA HABERDAR OLURSUNUZ. BU BİR SON DEĞİL DEVAMI OLACAK.
SORULARINIZ VARSA SPOİLER DIŞINDA CEVAPLAMAYA HAZIRIM. KENDİNİZE İYİ DAVRANIN.