94. Bölüm
Yalives Doğan / Resmen Aşık / 55. Biz Kime Ait Olacağız

55. Biz Kime Ait Olacağız

Yalives Doğan
kambersizyazar

Yeni bölüm geldi. ❤❤❤❤

Yorum ve beğeni yapmayı lütfen unutmayın. Yanımda olmanıza, beni desteklemenize ihtiyacım var.

______________

İlk bahar mevsiminin başlangıcıyla ağaçlarda açan taze çiçeklerin kokusu bütün evlere yayılmıştı. Lalezar sokağının sakinleri, çamaşır suyuyla etrafı silmek yerine pencereleri açmış nefis kokuyu odalarının her metrekaresine girmesini sağlıyordu. Çamaşır suyunun tahtı, ilkbahar ve taze çiçeklerin gelişiyle sarsılmıştı.

Melek, pencerenin mermerine oturmuş bir ay boyunca ardı ardına attığı mesajları, verilmeyen cevapları düşünmeyi bırakıp ılık havanın tadını çıkarıyor. Bir yandan da babasından dakikalar önce biten maçın yorumlarını dinliyordu. Takım tutmayan, ilgilenmeyen birisi için sıkıcı bir sohbet olması gerekirken babası sayesinde eğlenceli bile gelmişti. Dudaklarını yalayıp babası hakeme söylenirken pencereden dışarıya baktı. Pencere yarım açık olması odaya serin bir hava akışı sağlıyordu.

"Baba, hakemin ne suçu var? On bir kişi bir topa sahip çıkamazsa olacağı bu. Şimdi kim kazandı?" dedi başını babasına çevirmeden. Karşı apartmanın altında Sima ve lakabı artist Cemil olan adamın sohbet etmesini göz ucuyla inceledi. Ulu orta erkeklerle konuşan bir kız değildi. Yaptığı şeyleri gizli yapar kimsenin ruhuda duymazdı. İlk defa oynak dediği kızın herkesin göreceği bir yerde konuştuğu görmüştü.

"Sima evleneceği adamı nihayet bulmuş."

"Mutlu olsun. Rabbim bütün genç kızlarımızın dengini nasip etsin." Babası kimse için kötü düşünmezdi. Çenesini sıvazladı. Aklına Murat geldi ama sorup kızını üzmek istemedi. O oğlanın adını ağzına almak bile içinden gelmedi. O gün Murat'ın onu kahvede aradığını duymuştu ama sonrası yoktu. Bir aydır ne haberi vardı ne kendisi. Daha da kapısına gelmesin istiyordu.

"Melek! Yavrum, tabii ki biz kazandık ama hakem pislik yapmasa bir gol yerine iki gol atmış olacaktık." dedi Hayri bey, sokaktan yüzünü çekip babasının homurdanan yüzüne döndü. Sima'nın merakla izlenecek hayatı yoktu. Aslında kocaya ne zaman kaçacağını bile tahmin ediyordu. Kuytu köşelerde erkeklerin ağzından çıkmayan Sima, annesinin isteği üzerine hayırlı kısmet beklemeye ara verip, yakışıklı, kadınların ağzını açık bırakacağı bir erkeği ağına alıp kaçacaktı. Cemil, istediği erkek profiline çok uyuyordu. Erkek tarafı caymadan kendisi kaçardı. Melek, gülümseyip ocağa koyduğu çaya bakmaya gitti.

Bardaklardan biri demli, biri açık olmak üzere iki çayı almış karşılıklı içmeye başlamışlardı ki, kapının çalmasıyla Hayri bey kalkıp kapıyı açtı, Sibel gelmişti. Sibel salona girmeden mutfaktan kendine çay alıp içeriye geçti.

Maç sohbeti bitmiş kızların sohbeti devam ederken Hayri bey gençlerin arasında sıkılıp oturduğu berjer'in üstünde kıpırdandı. Çayını son damlasına kadar içip ayağa kalkarak kahveye gitmek istediğini söyledi. Aynı yaşta arkadaşlarıyla sohbetleri, aynı mevzulara çıkıyordu. Ortak sohbetleri daha keyifliydi. Hem kızlar tek başına kalırsa daha rahat edeceğini düşündü.

"Güzel kızlarım, bana bu kadar maç, sohbet yeterli. Ahbaplarla biraz takılayım sizde rahat edin."

Hayri bey gittiği anda Sibel, ayağını diğer ayağının üstüne almış çiğneyip tüküreceği Murat başlangıcını yapmıştı.

"Bugün de mi aramadı? Mesajlarına cevap yazdı mı? Şaka gibi, adam hastanede yattığın sürece eve gitmedi. İyileştin, arkasına bakmadan kayboldu. Tek böbreğini sorun yaptı, sanırım. O doktor da ne diye Murat'ın yanında engelli olduğunu söyler? Ne olmuş yani engelli olunca, ne oluyor? Murat'ı görürsem diyeceğim her insan engelli adayıdır." Nefes almadan söylemişti.

"Her insan engelli adayıdır demek biraz kamu spotu gibi olur."

"Olsun. Birde o gün sana dokunup ileri gitmeye çalıştı. Erkeklerin neden böyle hayvani içgüdüleri var?"

"Hiç bilmiyorum, anlamıyorum da, işte ben bunu anlamıyorum. Terk etseydi başta yapardı. Her şeyi bilerek geldi o kadar beklenmedik hareketler yaptı ki, dedim ben bu adamla ne olursa olsun evlenirim." diye isyan etti.

"Rabbim baktı senin yolun yol değil, hal çaresine baktı. Murat zaten seni götürmeye yer arıyordu, sapık herif. Sende sapık olacaktın. Şükür sebebin oldu." Anlamsız biçimde birbirlerine bakıp kahkaha attılar.

"Gerçekten de böyle düşünmemiştim." Aydınlanma yaşamıştı.

"Annem duysa yiyişmeyin guzum evlenmeden bir olmayın derdi." Melek kahkaha atarak Sibel'in koluna vurdu

"Sonra da Serpil teyze ağzıma s*çıp döverdi." Dünyanın en komik konuşmasıymış gibi gülerken Sibel tükürüğü boğazına kaçınca öksürmeye başladı.

"Seninle kalmaz beni de döverdi. Seni niye durdurmadım diye." Öksürürken konuşmaya devam eden biri için fazla gayretliydi. Kahkahaları durana kadar birbirlerine bakmamaya çalıştılar. Baktıkça gülmeden duramıyorlardı. İkisi sakinleşince kaldıkları yerden devam ettiler.

"Birden çıkıp gitmek... Ertesi günü alelacele Hindistan'a uçmak nedir? Ne mesaj atıyor ne arıyor. Ben onun sevgilisiyim böyle davranması çok saçma. Aşk böyle yarım olursa biz kime ait olacağız. Ayrılmak istiyorsa söylesin. Ölürüm de kal demem zaten. Cehenneme kadar yolun var derim, bir daha yüzüne de bakmam."

"İnanmam. Sen ona diyemezsin gibime geliyor. Seni yine eksenine alır. Ben bir ara dedim bu Murat gerçekten çok aşık. Yani öyle böyle değil aşktan gözü kör olmuştu. Gözü kör olan bizmişiz. Bizi ayakta uyuttu. Şunu sakın unutma Murat'a güvenip bir şey yaşamadığın için kendinle gurur duy."

"Ne yaşaması, bir daha güvenip günahımı vermem. Hindistan'dan gelmeyecek mi? Elinde sonunda bana hesap verecek."

"Bu konuya girdik mi çıkamıyoruz. Bir demlik çay yetmiyor. Alakası yok ama Esila'nın mesaj grubu hakkında da konuşmalıyız. Bir anda bütün hayatımıza girdi. Sanki on yıllık arkadaşımız gibi her sohbeti yapıyor. Utanma yok, değişik hayallerini bizimle paylaşıyor. Hadi bunları geçtim saçma sapan grup isimleri veriyor. Ne kadar iyi gibi görünmeye çalışsa da ben ona güvenmiyorum."

"Sibel kabul etmesende sohbetine keyifle eşlik ediyorsun. O mesaj attığı anda ilk sen cevap yazıyorsun. Hiç arkadaşı yok sadece biz varız. Bizde arkamızı dönersek belli etmez ama, çok üzülür. Güçlü gibi duruyor, çok zayıf. Zaten onunda benimde başımıza gelmeyen kalmadı. Biraz anlayışlı olmak herkese iyi gelir."

"Ama bize kötü örnek oluyor." demesiyle mesaj sesi geldi.

"İti an çomağı hazırla." dediyse de Sibel, mesaja bakıp gülümsedi.

_Kızlar Salih bana göz kırptı. İki kere. Yüz vermeyeceğim dedim ama hemen nikah işlemleri başlatıyoruz.

"Bu kıza bazen üzülüyorum. Salih diye diye yandı tutuştu." Melek, hangi niyetle bu cümlenin kurulduğunu düşündü. Sormak istemedi mesaja bakıp o da gülümsedi.

"Salih de bu yangına su taşıyor." demesiyle grup araması Esila tarafından talep edildi. Melek bekletmeden açtı.

"Şimdi göz kırptı yazmışsın ama ne oldu da göz kırptı?"

"Seni yerim dedim."

"Çüş! Ya Esila yapmasa mıydın? O ne dedi?"

"Ne diyecek, ye beni demiştir. Melek bu kız hiç iyi örnek değil diyorum sana, bak delili."

"Duymadı Sibel, içimden dedim. Yüz vermedim heykel gibi karşısında durdum. Herkesle arası iyi çok profesyonel, bayılıyorum. Onu izlerken farkında olmadan ağzımdan su akmış, peçete ile ağzımı sildi. O kadar yakışıklı ki, ağzımdan su akıyor. Ben bu adamla evleneceğim başka çıkar yolu yok." Son söylediği her kelimeyi heyecandan zıplayarak söylemişti.

"Esila neden böylesin? Seni de Murat'ı da anlamıyorum duygularınızı çok yüksekte yaşıyorsunuz. Biraz zamana yayarak ilerlesen."

"Ya Melek öyle söyleme. Silerken parmağı dudağıma değdi. Bilerek yaptı ben onu tanıyorum."

"Yani... Adamın gözünü korkutma. Kimse vahşi bir kısrak istemez."

"Esila mı kısrak? Bu bildiğin çiftleşme zamanı gelmiş iguana kertenkelesi gibi davranıyor. O hayvanlar seni görse önünde eğilirler."

"Sibel, ben mücadelemi veriyorum. Ağzımı silip göz kırptı. Bu ne demek, seni her halinde seviyorum. Herhangi biri göz kırpmaz."

"Sen öyle düşün ama öyle değil. Sende, gel beni al, gel beni al deseydin."

"Onu da derim sen kendi derdine yan. Ahmet denilen garibanla arana koyduğun duvarlara kat çıkan sen, emek veren bana laf atıyor. Kıskanç!"

"Sibel, Esila çok uzatıyorsunuz, konuyu kapatsak mı?"

"Yok Melek niye kapatalım. Kıskanç ben miyim? Allah korusun bütün gençliğimi bir erkeğin dudakları arasına koymadım." Ekrandan birbirlerine ateş edip nefes aldılar.

"Bugün iyi günümdeyim. Seninle uğraşamayacağım. Melek, birtanem akşam yemeğinde ne var? Toplantıya gireceğim çabuk söyle."

"Daha yapmadık. Sen gel, dünden kalanlar yeterse onları yeriz. Yoksa yaparız."

"Esila, uzatmadan şu grup ismini değiştir artık. Cehennemden gelen bitchler ne ya. O kelimeyi hak edecek ne yaptık?"

"Sibel bana ne! Annen sağ olsun beni buna mecbur etti. Yeni profil resmini beğendin mi? Bizi hissederek koydum."

"Grubu engelleyeceğim."

"Ben beğendim Esila. Resmin ruhu var ve gruba yansıdı." dedi Melek kahkaha atarak devam etti.

"Çünkü ben seçtim."

"Melek ya sen Esila'dan daha fenasın. Bu daha çok boş konuşuyor sen icraat yapıyorsun. Battaniye olayını bana hatırlatıyor. Birde bizim söylediğimiz sözleri yazmışsın." Profil fotosunu açıp sanki hiç görmemiş gibi Melek'e gösterdi.

"Sibel seni hiç çekemem hadi akşam görüşürüz." Kapanan telefona Sibel şaşkınlıkla bakıp dişlerini sıktı.

"Kurduğu grup ismini değiştir diyoruz. Aynı anlamı farklı kelime ile yine yazıyor. Niye onunla grup kurduysak. Sende ona ayak uyduruyorsun. Biz bitch miyiz? Yemin ederim türkçesini söyleyemiyorum. Utanç verici!" Esila hafızası geldiği ikinci haftası üçünün olduğu mesaj grubu kurmuştu. Üçüzler, üçü bir arada, bu üçlü çok güçlü.

"Dördüncü koyduğu isim farklı oldu ama bunu kabul et. Büyük sükse oldu." Melek'in kahverengi gözleri yaramaz bir çocuk gibi etrafta gezindi.

"Ya Melek, seksi kızlar can yakıyor diye grup ismi mi olur? Annem gördü canımıza okudu. Kendi belamızı da bulduk. Şimdi de bu isim." Çayını hüpleterek içip boş bardağı doldurmaya kalktı.

"Bacağım da o günün izleri hala duruyor."

"Esila'nın hakkını yeme o da nasiplendi."

"Ohh iyi oldu. Giderken onu da yanımda götürdüm. Ohh..."

On dört gün önce olanlar

Seksi kızlar can yakıyor grubuna Sibel'den gelen mesajla Esila arabayı yavaşlatıp grup mesaj bölümünü açtı.

-Esila bizim eve gelsene.

-Sebep!

-Sebep, elinin körü. Gel işte. Melek de burada seni bekliyoruz. Acil!

-İşe gidiyorum göndermem gereken dosyalar var.

-Gelmezsen eğlenceyi kaçırırsın."

-Sibel senin sadece toprağın eksik o kadar ölüsün yani. Eğlencenin zıt anlamlısı olursun en fazla. Ne eğlencesi. Sen sabah dokuz akşam sekiz evde olan birisin.

-Çok edepliyim yani onu demek istedin değil mi? Onu da yaz. (Mesaj görüldüğü gibi sildi.)

"Sen tam müzeliksin. Size de gelmiyorum. Senin eğlence anlayışın bana hitap etmiyor.

-Sen bilirsin çaçaron karı. Gelmezsen gelme yalvaracak değilim. Gelmezsen çok pişman olursun bunu bil.

-Dünkü videonun hayrına geliyorum.🤣hsjdjdndjnd (Gülme emojisi saçma birkaç harf ile yazıp yolladı.)

-Video hakkında tek kelime etmeden gel.

Görüldü atıldığı gibi Sibel bu mesajı da sildi.

Esila şirkete giden yolu değiştirip Sibel'lerin evine gelmişti. Üstünde dizinin altında biten kalem bir etek, krem rengi gömlek vardı. Ceketini eve gireceği için arabada bıraktı. Merdivenlerden etek yüzünden yavaş ilerliyordu. Serpil hanımın kapısını çalıp bir süre bekledi, oğlu Selim kapıyı açıp kıkırdayarak onu içeri davet edip top oynamak için dışarı çıktı.

"İyi eğlenceler." Esila'nın bu durum kafasını karıştırmıştı ama üstüne durmadı.

"Kimse var mı evde?" Hol de etrafa bakarken Melek'in sesini duydu.

"Bu odaya gel." Kapıyı açtığında şaşkınlıkla kahkaha atıp kollarını önünde bağladı.

"Ne bu haliniz? Manyak mısınız kenetlenmişsiniz, açılın. Eğlence bu mu? Bu dahiyane fikir kimin aklına geldi?" Sibel ile Melek montlarını giymiş sarılarak üzerlerine battaniye örtmüşlerdi. Kafaları sadece dışarıda duruyordu. Sıcaktan yüzleri baya kızarmıştı. Kapının arkasında onu bekleyen Serpil hanımı görene kadar onlarla dalga geçmeyi planlıyordu. Kapıyı kapatınca farkedip irkildi.

"Serpil hanım!"

"Esila hanım." İsmi söylememiş tıslamıştı.

"Koca kadınım, kızım yaşındaki kız bana Serpil hanım diyor. Sabır Allah'ım sabır. Sende onların yanına geç bakayım." Elindeki koca merdane, denileni yapmasında kolaylık sağlamıştı. Yanlarına geçip ayakta dikildi. Diğer ikisi yere çökmüşlerdi. Serpil hanım teknoloji ile alakası olmadığından Sibel'in telefonuna bakmaya uğraşırken Esila;

"Ne oluyor? Korkmalı mıyım?" diye fısıldadı.

"Annem döver."

"Beni de mi? Niye? Bu tamamen barbarlık."

"Seksi kızlar can yakıyor grubun yüzünden. Annem merdane ile döverken dersin bu bir barbarlık. Daha çok döver."

"Videoları unutma." Melek iyice Sibel'e sokuldu.

"Bugün ben yaralı Tarkan'ım sen kurtsun. Atıl kurt dediğim zaman öne at kendini. Tek böbrekliyim."

"Sen Altar'ın oğlu Tarkan, ben kurt, anam da bizanslı. Bir yerden sonra Esila'yı öne atalım."

"Saçmalama... Herhalde öyle yapacağız."

"Çok zalimce benim yanımda planlar kuruyorsunuz. Ya Melek beni de alın." Eteğini çökebileceği kadar yukarı kaldırıp ortalarına oturdu.

"Biz şimdi gerçekten dayak mı yiyeceğiz?" Esila böyle bir şeyle ilk defa karşılaşmıştı. Üstü de dayak yemek için çok inceydi. Sibel'in annesi diye karşılık da veremezdi. Koca kadına elini kaldırsa ne Melek ne de Sibel onu sağ bırakmazdı.

"Bana niye haber vermediniz? Dayak yemeye geldiğim kıyafete bak. Benim ipek gömlek, keten eteğin karşısında sizin kuzey kutbu kreasyonu. Hiç adil değil." İkisi belli ki bu konuda tecrübelilerdi. Polar üstüne mont ve battaniye ile merdane darbelerini savuşturmak istediklerini anladı. Battaniyeyi onlardan çekip kendine doladı. Sibel'in bütün itmelerine rağmen arkasına geçti.

"Beni o kadar tanımıyor niye bende sizinle dayak yiyorum? Hemde bu halde, haksızlık." Serpil hanım sesi duymuştu. Kaşını kaldırıp Esila'ya baktı.

"Her gün Melek'e uğruyorsun. Gitmeden evvel arabayla Sibel'i alıp hemde. O kıvırcık oğlanın kuzenisin. Benim iki kızım da seni gerçekten seviyor."

"Yoo ben sevmiyorum." dedi Sibel.

"Başımıza ne geldiyse bunun yüzünden." Seviyordu ama söyleyip onu sevindirmek içinden gelmedi. Kendi içinde verdiği savaşta Esila'yı arkadaş olarak kabul edemiyordu. Bu karakter de birini nasıl arkadaş olarak görürdü?

"Sibel hemen yalana sığın. Ağzının ortasına geçireceğim benim önümde yalan söyleme. Üçünüz de birbirinizi seviyorsunuz." Penyesinin kollarını dirseğine kadar sıyırdı.

"Evlatlarım seni seviyorsa sende benim bir evladım olursun. Onların aldığı cezayı tabi ki sende alacaksın. İltimas yok dayaksa dayak." Telefonu görecekleri şekilde onlara gösterdi.

"Şimdi bu videolar ne? Esila!" Serpil hanım kollarını simit bölgesine yerleştirdi. Genç kız gözlerini kocaman açıp ne cevap vereceğini bilmediği için Melek'e baktı. Eğleniyor muydu? Yüzündeki belli belirsiz gülümsemeye şaşırmıştı.

"Memeler baş kaldırmış şarkısı ile ikizleri oynatmak, nedir? İnek gibi memelerini video da sallıyorsun, bir sağa bir sola." Merdaneyi elinin altında döndürdü.

"Sütyen vardı. Üstünde de atletim. Çıplak, teşhir edici bir video değildi. Şakacıktan." dedi kendini müdafaa ederek devam etti.

"Sadece kızlara yolladım."

"Bak daha halen konuşuyor. Bu şaka videosu başkasının eline geçse şaka olarak kalır mı? Kalmaz." Birden bütün ses kesildi.

"Bir daha çekmem." İyice sindi.

"Sibel, Sibel, Sibel!" Dişleri arasında söylemişti.

"Efendim elleri pamuk annem. Dünyanın yükünü omuzlarında taşıyan koca yürekli annem. Cefakar, çileli anam." Yağcılık yaparak dayağı azaltmaya çalıştı. Serpil hanım Sibel konuşurken telefondaki videoya bastı.

Neremi neremi ?

Gözlerini.

Neremi neremi ?

Gül yüzünü.

Neremi neremi ?

Dudaklarını.

-Neremi neremi ?

Her yerini.

Videoyu annesi izliyor, kızlar sadece sesi duyuyordu. Melek ile Esila mırıltıyla gülerken Sibel boğuluyor gibi söylediği şarkıya lanet etti. Serpil hanım ise video bitene kadar merdaneyi dizine hafifçe vurdu.

"Oyalanmadan açıkla."

"Esila bizi gaza getirdi. İlk o yayınladı sonra büyü yaptı sanırım biz video çektik. Kendi grupta paylaşınca bende paylaştım. Bugün sadece Esila'yı döv, biz ibret alırız."

"Ben dayak yerken ibret mi alacaksın? Canım ya iyilik timsali, ne kadar alçakgönüllü birisin? Saçmalama tek başıma yemem. Ben mi dedim bu şarkıyı divane gibi söyle?"

"Anne Melek de şarkı paylaştı."

"Vicdansız, beni ne çabuk sattın? Dayak yememek için bu uğurda herkesi harcayacaksın. Kurt görünümlü çakal."

"Özür dilerim kızlar, buna mecburum." dedi Sibel yalvaran gözlerle. Dayak yemek istemiyordu hele bir merdane ile hiç istemiyordu.

"Melek!" İsmini duyunca Sibel'den gözlerini ayırıp hazır ola geçip yutkundu.

"Kızım sen niye bu hale geldin? Bu nasıl şarkı birde veryansın ederek söylemişsin."

"Şimdi Serpil teyze şöyle oluyor." demişti ki videoyu açtı. Arkadaki televizyonda şarkının sahibine ait video çalarken ekranın önünde de Melek... Elindeki havuçu mikrofon yapmış hem ısırıyor hem ağzından döke saça öfkeyle söylüyor.

Allah belânı versinAllah seni kahretsinBana gelen, sana gelsin yaHayatımı sen mahvettinAcımadın, neler çektimKader seni de kör etsin.

Dudaklarını dümdüz yapıp utanarak o ana tekrar döndü. Şimdi kendi sesini dinleyince komik gelmişti.

"Üçünüz içki, uyuşturucu bir şey mi içiyorsunuz? Doğru söyleyin vallahi alırım ayağımın altına. Bu kafa normal değil." Yine sessizlik hakim olunca Serpil hanım merdaneyi duvara vurdu.

"Anne içer miyim ben? Ağzımı bile sürmem Allah korusun."

"Serpil teyze işe başlamadan hemen önce vallahi tövbe ettim. Ağzıma sürmedim ondan sonra. Milli içkimiz ayranı içiyorum." Esila sona kalmıştı. Cevap verip vermemek arasında gidip geldi ama kabak gibi çıkmamak için cevap verdi.

"Yani arada içerim. Minnacık. İstersen bende bugün tövbe edeyim."

Serpil hanım başını, siz şimdi yandınız der gibi sallayıp pencereyi sonuna kadar açtı. Penyesini sağa sola çekip gerdanını havalandırdı. Bu havalar birini dövmek için çok sıcaktı. Aslında kızları dövmek aklının ucundan bile geçmiyordu. Anlayışlı olmak istiyordu ama biraz gözlerini korkutmak iyi olacaktı.

"Kaçalım." Melek bu boşluktan yararlanıp hızla ayağa kalktı. Hemen diğerleri de kalkıp kapıya koştular. Serpil hanım bilerek peşlerinden gitmedi. Kızlar da peşlerinden gelecek diye aceleyle merdivene geldiklerinde Esila istemeden Sibel'in ayağına bastı. O hengamede ayağının acısıyla, Sibel merdivenden düşmeden hemen önce Esila'nın koluna yapışıp kendiyle birlikte bilinmezliğe doğru merdivenden yuvarlandılar. Sonuç birkaç gün ağrıyan sırt ve mor bacaklar olmuştu.

Şimdiki Zaman

"Üç gün topalladım Esila yüzünden. Bence Murat ile alakalı birkaç bir şey duyuyor bize söylemiyor. Yılan gibi deri değiştirecek." dedi, şüpheci davranmaktan kendini alamıyordu. Esila, adeta son bir aydır ikisiyle yediği içtiği bir gibiydi. Her gün Melek'e uğrayarak günün konuşmasını yaparlardı.

"Aldığı haber yok ki, vereceği haber olsun. Sen de hep yanımızdasın. Fahri bey'e, yeni açtıkları şube de kumaş pazarını incelediğini söylemiş. Esila sadece bunu biliyor ötesi yok. Bazen başka bir ülkeye gitmeyi çok normal algılayabilirim diye düşündüm. Murat çok fazla geziyormuş eskiden, yine de çok saçma, gitmesi çok saçma! Kaldıramayacak kadar ağır mı geldi bana olan sevgisi." dedi tekrar tekrar usanmadan.

Sabah attığı, ondan önceki gün attığı, iki gün önce attığı, bir hafta önce attığı, bir ay önce attığı mesaja cevap vermeyen adamın saatler önce attığı mesajına cevap bekliyordu. Bir aydır Murat yanında yoktu. Ne kendisi ne haberi... Kızgındı ama geldiği anda düzgün bir gerekçe sunarsa hepsi biteceğini biliyordu. İş için, Mahir bey'le Hindistan'a gittiğini Esila'dan öğrenmişti. Melek'in bildiği tek bilgi buydu. İki günde bir Murat, Fahri bey'i arayarak rutin konuları anlatıp sohbet etmeden kapatıyordu.

Melek'in prangalara dolanan kalbine, kirli düşünceler salmamak için verdiği her uğraş, kendiyle girdiği hesapta çaresiz kalıyordu. Penyesini sıyırıp, kapanmak üzere olan yarasına baktı. Dikişlerin izi hariç bir şey kalmamış olması mutlu etmesi gerekiyordu. Bu mutluluğu sevdiği adamla paylaşmadığından yeterince sevinç çığlıkları atamıyor, onun yerine, geçti demekle yetiniyordu.

Çaylarını içip, Sibel'in geçen hafta izlemek için getirdiği cd'yi oynatıcıya taktılar. Melek, koltuğa bacaklarını uzatıp pür dikkat yıllar önce annesinin aldığı televizyona baktı. Sibel, film izlerken ağızları boş kalmasın diye bakkaldan abur cubur da almış, mutfakta tabağa boşaltıyordu. Dolaptan iki mandalinalı soda alıp içeriye geçti. Atıştırmalık ile birlikte her türlü içecek içmezdi. Onun yerine soda içip yediklerinin kilo yapmayacağına inanıyorlardı. Sibel'de tekli koltuğa geçip kumandaya bastı.

"Filmin adı ne?" Melek'in sorusuyla başlamak üzere olan filmi durdurup Sibel sinsice gülümsedi.

"Ne olmasını istersin? Bir Geyşa'nın anıları gibi savaş ve tutku mu olsun?" dedi ellerini kaplan gibi oynatıp.

"Yoksa Düğün Dernek gibi komedi mi? Şey de olabilir. Ölümcül Deney, iliklerimize kadar geriliriz."

"Yine başladık. Filmin adı ne? Bu kadar basit bir cümleye bu kadar uzatmana ne gerek var. Sormadım varsay, videoyu devam ettir." Tepsinin üstündeki soda ve açacağını alıp kapağını açtı. Ağzına götürürken Sibel'in yüzüne bakmayı da ihmal etmiyordu.

Sibel, kıkırdayarak başlatıp tepside ki diğer sodayı aldı. Melek'i sinir etmeyi çok seviyordu. Bir ay içinde Melek, kazanmadığı her şeyin ötesinde birçok şeyi kaybetmesi derinden yaralamıştı. Sağlığı giderken sevdiği adamın buhar olmasını hiç beklemiyordu. Sinirli davranışlarının çoğu yaşadığı kötü anılar yüzündendi. Olmadık şeye olmadık bir bakışla yaklaşıp sonra pişman oluyordu. En zor zamanlarında, en büyük destekçileri Esila, Sibel ve arada gelen Ahmet olmuştu. Her şeyin sorumlusu Esila'ydı ama ona da kızamıyordu. O kadar pişmandı ki öl dese tereddüt etmeden ölecekti. Ahmet ise abisi gibi davranıyor her aradığında yanına koşuyordu. Ahmet, Murat'ı ilk bulduğu yerde döveceğine sonra Melek'in önünde diz çökmesini sağlayacağını söyleyerek teskin etmişti. Bu biraz zordu. Murat idmanlı ve baya güçlüydü. Ahmet'in yaptığı tek spor mahalle maçlarıydı. Murat ile aşık atamazdı. Yine de Melek, Ahmet'in davranışlarından memnundu.

Melek, nihayet filmin görüntüsünü gri kenarlı, tüplü televizyonunda gördü. Yıllar geçse de annesinin aldığı bu eşyayı daima kullanacaktı. Koltuğa yaslanıp belli aralıklarla telefonu kontrol ederek izlemeye başladı.

Film iri yapılı, siyahi bir adam John Coffey ve beyaz yüzlü infaz gardiyanı Paul Edgecomb arasında geçmekteydi. İki küçük kızın vahşice tecavüz edilip öldürülmesinden sorumlu iri adamın doğa üstü güçleri ve suçsuz olduğu bilindiği halde idamın ürkütücü görünümüyle bütünlenmişti.

İki genç kız, soluksuz izlediği filmde en alıcı sahne olarak idam ve Coffey'nin, Edgecomb'u bitmek bilmeyen idrar yolu enfeksiyonu iyileştirme sahnesi olduğuna karar vermişlerdi. Filmin bitimiyle esnemeye başlayan Melek, başını koltuğun kenarına indirip yanı başında ağlayan kıza seslendi.

"Sadece film olduğunu düşünürsen ağlamazsın. O bir film, o bir film, o bir film demekte işe yarıyor. Hem o adam idam edilmese dahi öldü." dediği gibi Sibel'in ağlaması şiddetlenmişti.

"Merak etme idam edilmemiş. Gerçek hayatında kalp krizi geçirmiş. Allah rahmet eylesin. Ölmeden yıllar önce böyle bir filmi bize kazandırdığı için minnettarız." diyerek Sibel'e baktı. Gözlerini kocaman açmış Sibel de arkadaşının konuşmasını dinliyordu.

"Cani birisi olduğunu kimse söyledi mi? Coffee suçsuz yere öldü. O küçük kızların katili, o değildi. Biçare adam, ölü farenin ağzına üfleyerek iyileşmesini sağladı. Onun arkasından ağlamak için birçok nedenim var. Nerde senin kalbin?"

"Haklısın demek istiyorum ama kurtlar vadisinde ölen Çakır gibi mevlüt, sela verecek gibi davranman korkutuyor. Stephan King kitabının bu denli düşünme yetisini dağıttığını bilse ne derdi bilmiyorum."

"İyi, iyi anladım. Belli ki burada rahat rahat ağlamak yerine içime atacağım. Bende eve gider yatağıma uzanır ağlarım. Aptal Stephan King, mazgal altlarında çocuk bekleyen palyaço filmi gibi dandik bir film neden yapmamış?" dedi gitmeden hemen önce...

Sibel'in evden gitmesiyle Melek de ayağa kalkarak dağıttıkları odayı toplamaya başladı. Sibel'in her film bitiminde ağlaması sonrasında tartışıp gitmesi, bir saat sonra araması iki haftadır sürüyordu. Perşembe, cumartesi, salı ve son olarak bugün izlenen filmlerin hepsinde aileden birisine bir şey olmuş gibi ağlıyordu. Bu kadar duygusal ve alıngan olması ona göre değildi. Sibel, normalde de her şeye ağlayıp üzülmesi artık klasikleşmişti. Duygusal bir şey olmasına gerek yoktu kedi sokakta yürürken bile ağlıyordu. Bir ara Ahmet'in yokluğu yüzünden delirdiğini bile düşünmüştü. Sonra düşüncesine sinirlenip geri aldı. Ahmet'le küstü... Ama az da olsa sohbet ediyorlardı.

Sibel'in anormallik gösteren davranışlarını düşünürken kapının çalmasıyla irkildi. Sibel daha yeni gitmişti. O gelmeyeceği için babasını olduğunu düşünüp kapıya ilerledi. Hayri bey'in anahtarı olduğunu, kapıyı çalmak yerine anahtarla açtığı aklına gelmemişti. Kim o, demeden kapıyı açtı. Karşısında duran adamı görünce gözlerini kapatıp tekrar açtı. Şaşkın, sinirliydi oldukça sakindi. Bütün duyguları aynı anda yaşıyordu. Beyni sağlıklı düşünme işlevini kaybetmişti.

"Sabri! Sen..."

"Biliyorum doğru bir başlangıç değil, ben geldim. Lalezar sokağını bilirsin herkesin her şeyden haberi olur. Benden ilk senin haberin olsun istedim."

Melek'in gözleri karanlık bir ormanda gezi yapıyor gibi endişeli bakıyordu. Kapının kenarını tutup ayakta durmaya çalıştı. Hayatına soktuğu iki erkekte zamanında sessiz sedasız gitmişti. Murat, nasıl uzaklaştıysa Sabri de yıllar önce o şekilde uzaklaşmıştı. Kapının önünden ayrılıp hızla genç adamın yüzüne kapıyı kapatıp, öylece kaldı. Yüzünü görmek istemiyordu.

"İyi halt etmiş gibi, ben geldim diyor. İstenmediği yere ne yüzle gelip ben geldim der? Ne yüzle!" dedi kekeliyerek, ayaklarını yere sürüp odasına geçti. Yatağına uzanıp cenin pozisyonu aldı.

Sabri, Melek'in eski nişanlısıydı. Annesi öldüğü zaman yanında olmak yerine çekip gitmiş iki yıl içinde de hiç aramamıştı. Melek, hesap sormak için telefon numarasını araştırsada elinde kocaman bir sıfırla her şeyi sineye çekmeye karar vermişti. Şimdi on adım ötede beklerken kaçması ne kadar doğruydu?

Uzandığı yataktan kalkıp kapıya yöneldi. Derinden nefes alıp hışımla kapıyı açtı. Sabri, karşıda ki apartmanın altında Ahmet'le birlikte konuşuyordu. Kapının anahtarını pijamasının cebine koyup yanlarına gitti.

"Sen ne yüzle kapımı çalarsın?" dedi, yumruklarını sıkarak sormuştu. Dayanamayıp yakasına yapıştı.

"Annem öldügünde omzunda ağlamak için sana ihtiyacım vardı. Hadi gittin, neden en kötü olduğum zamanı seçtin? Ne istedin lan benden. Hiç düşünmedin mi bu da bir insan evladı." demesiyle Sabri'nin yüzüne tokat attı. Genç adamın yüzü sert tokat darbesiyle yana dönmüştü. Başı yerde diğer tarafına da tokat atması için çevirdi.

"Dört ay boyunca nişan yüzüğünü çıkarmadım. İnsanlar senin ailenin suçunu bana attı, sustum. Neden gittin? Hadi gittin neden geldin?" diye bağırıp diğer tarafına da tokat attı. Ahmet, ne yapacağını bilmeden Melek'in öfkesini izliyordu. Olanların hepsi kendi yüzünden olmuştu.

Sabri'ye, babasının hırsızlığını Melek'in şikayet ettiğini söylemişti. Sabri, sevdiği kadının böyle bir şey yapacağına inanmamış olsada babasının çalıştığı yerde çalıp çırptığını biliyordu. Polise şikayet etmek yerine babasını ailesiyle başka şehire gönderecekti. Çalmayacağına söz vermişti. Sözlerini hiçbir zaman tutmadıkları gibi yine tutmamışlardı. Sabri'nin babası Mahmut bey çalıştığı banka'da ölen zengin arap müşterinin hesabından kendi hesabına büyük bir meblağ almış. Adamın herkesten gizlice yatırdığı parayı mirasçıları bilmediğinden tereyağından kıl çeker gibi olmuştu. Üstüne kalan küçük miktarı mirasçılara söyleyip teşekkür etmelerini bile sağlamıştı.

Ahmet'in Melek'e olan nefreti yüzünden Sabri'yi ve ailesini yavaşça işlemesi Melek'e karşı olmalarını sağlamıştı. Her şey plana uygundu. Sabri, ailesini alıp Melek'den uzaklaşacaktı. O dönem, susmayan, kavgacı, asi ve kötü gördüğü kızın hayatı boyunca tek başına kalmasını istiyordu. Önce Sabri'den sonra Sibel'den uzaklaşıp tek başına kalacaktı. Ahmet'in zamanında istediği gibi olmuştu. Şimdi ise istediği çok farklıydı. Barışmalarını istiyordu, nasıl olacağını bilmesede eski günlerde ki gibi olmalarını istiyordu. Bu yüzden geçen hafta Sabri'yi arayıp doğruları anlatmıştı. Ahmet affedilmeyeceğini düşünse de çok pişmandı. Melek buradan git dese hemen gidecek kadar pişmandı. Sabri, bir hafta içinde ailesiyle birlikte İstanbul'a gelip Ahmet'den geçen iki yıla neden olan her şeyi dinlemişti.

Sabri, kavgacı bir insan hiç olmadı. Hayri bey gibiydi. O yüzden Melek ne olduysa da sevdiği adamdan vazgeçmek yerine sıkıca sarılmıştı. Ailesinde ki bütün bireyler yanlış davranışlar yapsa da, Sabri, Melek'in hayatının odak noktasıydı. Murat'ın tam tersi uysal, çok konuşmayan bir yapısı vardı. Yanında insan huzur bulurdu. Babasının aksine yanlış olan hiçbir yola gitmişliği yoktu.

Kumral bir teni, açık kahverengi gözleri vardı. Yüzü daima güleç durduğundan insanların dalga geçtiği bile olmuştu. Sahiplenme duygusu ve aile kavramı çok yüksekti. Hiç kavga etmeyen bu adam, yanlış görünce susmayan Melek'le nişanlı olduğu dönemde, sevdiği kadının başına açtığı belalar yüzünden hep kavgaya karışıyordu. Polislerin tanıdığı en masum insandı. O yüzden her kavgada onun suçsuz olduğunu bildiklerinden diğer tarafı karakola çekerlerdi.

Sabri aldığı iki tokat ve bir araba lafla Ahmet'e baktı. Başına geleceklerini bildiğinden başını kaldırıp Melek'in sinirden kasılmış kaşlarına, kızaran yanaklarını inceleyerek konuştu.

"Seni tek başına bıraktığım için affetme beni. Özür dilesem de, ağlayıp, kapından da ayrılmasam affetme. Yanında durmama izin ver yeterli. Bu halde seni bırakmamı bekleme. Eskisi gibi olmanı sağlayacağım." dedi sözleri yetmezmiş gibi gözleriyle yalvarıyordu. Melek elini kaldırıp tokat atacakken yere indirip evine yürüdü. Anahtarla kapıyı açıp bağırmayı da unutmadı.

"Sen beni ansızın terk ettin. Şimdi de küllerimden anka kuşu olmamı bekliyorsun. Git ve olduğun yerde öl. Bana bulaşma... Benim sevdiğim biri var seni etrafımda görmeyeyim. Yemin ederim alırım ayağımın altına." Arkasına bakmadan eve geçti.

****

Murat, bir ay sonra nihayet Türkiye'ye giriş yapmıştı. Bindiği uçağın koltuğundan doğrulup camdan manzaraya baktı. Bitişik dizilmiş yüzlerce ev, binlerce ağaç noktalardan ibaret duruyordu. Havanın inanılmaz derecede ılık olması da hoşuna gitmişti. Hindistan'ın baharatlı, sıcak havasının yanında bu hava tertemizdi, iliklerine kadar hissediyordu. Dudağını ısırıp koltuğa tekrar yaslandı. Köşede bindiklerinden beri uyuyan hintli yaşlı kadının horlaması yüzünden kulaklığını takıp son ses müziği verdi. Rahat seyahat etsin diye first class almıştı. Ekonomi alsa daha rahat edecekti. Sese odaklanmamak için gözlerini yumdu. Dikkatini verdikçe ses kulaklığı bile delip geçecek büyüklükteydi.

Melek'in adını bu zaman diliminde kimsenin yanında anmamış, adı geçtiği zamanlarda ise kim olursa olsun susturmuştu. Rüya ve hayallerinde ise bambaşkaydı. Uyumasına bile gerek yoktu onu görmesi için gözlerini kapatması yetiyordu. Hep dizlerinde yattığı kadına, şarkılar söylüyor bazen de göğsünde uyumasını izliyordu. Yanında olmadığı tek bir gün bile hayalini kurmadan geçirmemişti. İnkar etse de deli gibi seviyor, unutmaya çalışırken kendini yok ediyordu.

Şimdi ise kulağından kalbine doğru giden şarkıda Melek'in unutmaya çalıştığı yüzünü düşündü. Günaha giriyormuş gibi, başını hızla sallayarak kulağındaki kulaklığı çıkardı. Etrafta onlarca insana rağmen kimse yokmuş gibi bakındı. Gözleri unuttum dediği, unutmak istediği, unuttuğunu düşündüğü birisini arıyordu. Yoktu... Yanında olmasını istediği kadını, bilerek kendisi yok etmişti.

Uçak aksilik olmadan yere iniş yapmış kapılarını açmıştı. Herkesin inmesini bekleyip acele etmeden çıkışa yöneldi. Merdivenlerden indiği anda bir adamın yeri öptüğünü görünce umursamadan yanından yürüdü. Tabii akabinde adamın önünde duran kızın kahkahaları işin boyutunu değiştirdi. İki Manhattan'lı dünya turu yapıyordu. Her ülkenin bildikleri bir şeyiyle dalga geçiyordu. Türkiye'yle alakalı bildikleri internet başında gördükleri kadardı. Aralarında en komiği bu olacağına karar verdikleri için yeri öpmüş gibi yapıp orta parmak hareketi yaptı.

Murat, elindeki hafif çantayı uçağın merdivenlerinin yanına indirip spor ayakkabısının ipini düzeltti. Saçlarını arkaya doğru kaldırıp çiftin yanına giderek öksürmeye başladı.

"Ne ayaksınız siz?"

"What!" dedi adam, zampla yapışmış gibi zorlukla kadının kolundan kendini çekti. Kadının edepsiz yüzü, adamın karşılamak için çırpınması karşısında, Murat gülme krizine girdi.

"Siz yabancı mısınız? Vay be, bende diyorum o parmağı niye gösterdi."

"You are speak English?" diyerek kadın öne atıldı. Göğüs dekoltesi kurcalanmadan gevşemişti. Murat, başını mavi gökyüzüne kaldırıp orta parmağını ikisinin göreceği şekilde kaldırdı.

"Mindless bloody idiots..." demesiyle iki sevgili gözleri kocaman açıp birbirlerine baktı.

"Size bu bile fazla." Çantasını bıraktığı yerden alıp arkasına bakmadan gülerek yürüdü. İngilizceyi ana dili gibi bildiği halde, kendini yormamak adına saçma bir cümleyle yanlarından çekip gitti. Normalde bu duruma tepki göstermez di tepkileri değişmiş tavırları farklı olmuştu.

Sırada bekleyen taksiye binip evinin yolunu tuttu. Hindistan'da işler beklediğinden daha iyi geçmişti. Kumaşların kullanacağı yerler, dikim ekibi hazırdı. Çizimleri ilk olarak Türkiye'de yapmayı uygun görmemiş Mahir bey'le Hindistan'da olması kararını aldı. Mahir bey'le yaptığı anlaşmanın iki tarafıda büyük yararları olacağını biliyordu. Bu yüzden Melek'le ilişkisi o dönemde olmadığını ama sonra duygusal bir birliktelik yaşayıp ayrıldıklarını anlatmıştı.

Taksiden inince Hacer'i arayıp geldiğini haber verdi. Sonrada Salih'e mesaj atıp İstanbul'a döndüğünü yazdı. Bir ay önce giden adamdan kalan tek şey aynı yüzdü. Çapkın bakışı, yaramaz duruşu, çocukça konuşması hepsi yağmur bulutu gibi yağdıkça kaybolmuştu. Yada o yönünü Melek olmadığı için bastırmıştı. Sevdiği kadının yanında yaşamak isteyen bu adam, artık Melek'in ismini duyduğu anda bile boğulmuş numarası yapıyordu. İki bavulu taksinin bagajından indirip başı yerde evine geçti. Bugün evinde dinlenecekti. Boş olan ve boş olmaya devam edecek köpek klübesine baktı. Küçükken babasının aldığı köpeğinin anısı yüzünden kaldırmayı düşünmüyordu. Evlerine giren hırsız iki yaşındaki köpeğini almış ve sırra kadem basarak kaybolmuştu. Küçüklükten kalma bekleme huyunu bu kulübeyle devam ettiriyordu. Bulunmasını umut ediyor olsada iyi durumda olduğunu bilirse rahat edecekti.

Kapısını açıp kendini içeriye attı. Bavullarını tozlanmış koltuğa indirip banyoya geçti. Çok fazla terlemiş, çok fazla yorulmuştu. Duş başlığını askısına asarak buz gibi suyla yıkanmaya başladı. Kasları iyice belirginleşmiş oldukça hoş duruyordu. Koca şampuanı başından aşağı dökerek bütün yorgunluğunu attı. İşi bittikten sonra eşofman altı giyip alt kata indi. Mutfak tarafına geçip ayak üstü bir şeyler atıştırmak için dolabı açıp aynı anda kapattı. Bir ay içinde kalan bütün malzemeler küflenip yeşermişti. Yetmezmiş gibi kokuyordu. Kimseyi eve bakması için görevlendirmeyince olacağı buydu. Kendine bir bardak çıkarıp bir kadeh bir şey içmek istedi. Ayık olursa Melek'i unutması imkansızdı.

"Yarın alışveriş yapmam lazım." Bıkkın bir halde uyumaya karar verdi. Şimdilik en mantıklı davranış bu olmalıydı. Merdivenden çıkarken gözü koltuğun üstüne uzanmış kadını gördü.

"Bu saçmalıkta ne?" diye olanca gücüyle öfkeyle bağırdı. Elindeki kadehi tezgaha indirip gözlerini kıstı.

"Sen burada ne arıyorsun? Kapıyı nasıl açtın?" demesiyle kapıda unuttuğu anahtarı hatırladı. Köpeğini düşünürken üstünde unutmuştu.

"Seninle bugün hiç uğraşacak halim yok. Çık dışarı!" Gürlüyordu.

"Senin küçük şakalarını seviyorum. Doğruyu söyle, anahtarı benim için mi üstünde bıraktın? Annen beni çok özlediğini söyledi. Eskiden olduğu gibi çok tatlı ve daha erkeksisin. Hatta şu anda cezbedecek kadar yakışıklı olmuşsun. Her konuda bir numarasın." dedi genç kadın, vücudu tutuşmuş gibi yayıldığı koltuktan kalkıp başka söze gerek duymadan Murat'ın dudaklarına göz dikti. Tam öpmek üzereyken genç adam yanından geçip merdivenin trabzanına tutundu.

"Sen oluşturduğun durumun farkında değil misin? Daha nasıl anlatacağım sana çık evimden. Defol, bir daha demeyeceğim." Murat'ın çıplak, ıslak göğsüne dudaklarını bastırıp sıkıca sarıldı.

"Lanet olsun." Öfkeyle kızın bileğinden tutup kapının önüne itti.

"Gerçekten de bu durumdan sıkıldım. Seni özlediğimi söylesem annem ile mi söylerim? Aklın alıyor mu? Seni bir buçuk yıl olacak aramadım, hiçbir mesajına cevap yazmadım. En son görüşmemizden sonra bitti demiştim. Cinsel bir birliktelikti onun ötesi yoktu." Tezgahın üstündeki telefondan annesini arayıp hoparlörü açtı.

"Demet'ciğim geldi mi oraya?" Murat sinirle boynunu ovaladı.

"Anne! Bu konuda diretecek misin?"

"Murat! Ne demek istiyorsun, diretme katiyyen yok. Lütfen kıza kötü davranma. Seni hak eden tek kadın." Anlamazlığa vurdu.

"Geldiğim gibi başladık öyle mi? Siz bilirsiniz." Telefonu annesinin yüzüne kapatıp gözlerini kapadı.

"Şimdi hemen defol bu evden, hemen!"

Bazı savaşlar başlamadan kaybedilmeye mahkumdu. Bazı savaşlar içinde imtihan gerekiyordu. Bu aşk kaybedip kaybetmediğini sadece zaman gösterecekti.

______________

Nasıl bir bölümdü?

Sizce ilerleme nasıl olacak?

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle, kendinize iyi bakın.

Bölüm : 27.12.2024 08:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...