Biz güzel bir ekip olduk ben yazıyorum siz okuyorsunuz. Bu ekibe gölge düşürmeyelim yanımda olduğunuzu belli edin inanın çok ihtiyacım var.
__________
"Biz adama zaten aşığız bir kez daha aşık etmeye çalışıyor. Ayı ne olacak!"
"Hıı, bir şey mi dedin?" Murat'ın yüzü değişmişti. Gülmemeye çalışıyordu.
"Ne diyeceğim geç kaldım. Beni oyalamaktan başka bir şey bilmiyorsun. Romantik cümlelere kanacak kadar aşık değilim." diye atarlandı. Kuş olsa uçacak gibi mutlu olmuştu. Bir erkek tarafından çok sevilmek bunu her şekilde dile vurması Melek için bir ilkti. Murat içinde bir kadını kendi hayatı gibi sahiplenmesi bir ilkti.
Melek duyup duymadığı konusunda içinde hiç kuşku yoktu. Sessiz konuşmuştu duymasına imkan vermedi. Derin bir nefes alıp yaptığı davranışın kötü sonuç doğurmadığı için şükür etti.
Fısıldayan birini kolay kolay kimse duymazdı. Her şey Melek'in istediği şekilde gideceğinden genç kadın taviz vermeden adama bakıyordu. Murat ise Melek'in ağzından kaçan itiraf sayesinde içmeden sarhoş olmuştu.
****
Sabaha kadar uyuyamamanın ödülü olarak mor göz altlarına aynada bakıp kolaylıkla kullanmadığı kapatıcıyı sürdü. Az da olsa şişkin yüzü normal görünsün istiyordu. Orta derecede bir makyajda yapınca her şey normal rayına oturmuştu.
Dün Murat evine götürmek için ısrar ettiyse de, o çevrede taksi durağına kadar götürmesini inatla söyleyince çaresiz kabul etmişti. Kalbini kıran adamı her türlü sıkıntıya sokmak için harcadığı çaba taktire şayandı. Kendini paralarcasına bu duruma hizmet ediyordu.
Gece üçte kabus ile uyandıktan sonra uyuyamadığı için yorgundu. Arada herkes gibi kabus görüyordu ama bu sanki gerçekmiş gibiydi. Tek başına gölde boğuluyordu. Ulviye hanım uzaktan el sallayarak kahkaha atarken, suyun derinliklerine doğru yol almıştı. Başını hızla sallayıp gördüğü kabusu unutmak istedi.
"Gerçek hayatta yokmuş gibi birde rüyalarıma dadandı."
Dün geceden beri ne Esila ne de Sibel'den haber almamıştı. Esila'yı bir yere kadar anlıyordu. Gerçek bir flört durumu olduysa aklına Melek gelmeyeceğini pek ala biliyordu. Ya Sibel, onu en son telefon elinde sokağın ortasında bırakmıştı. On günü geçen zamanda ikisi de Ahmet olayında enkaz haline gelmişti. Birbirleriyle konuşmuyor yan yana gelmiyordu.
İşe gitmeden önce ilk olarak Sibel'lerin evine uğrayıp bu durumu çözecekti. Ordan da işe giderdi. Banyoya geçip saçları hariç vücudunu yıkayarak çıktı. Bugün yağlı, kabarık saçlarını, saç kurutma ile çileden çıkarmaya niyeti yoktu. Sarı, salaş bir sweet, siyah, vücuda yapışan kumaş pantolon ve sırt çantasıyla dışarı çıkmaya hazırdı. Belirlenen bir toplantı, görüşme, misafir yoktu. Arada klasik, spor giyinebilirdi.
Babasını kahvaltı masasında öpücüklere boğduktan sonra bir şeyler atıştırmadan dışarı çıktı. Sibel'lerin evinde kahvaltı yapacağını umuyordu. Yapmasa da sokaklar simit satıcıları, dükkanlar poğaça börek ile doluydu. İş yerine aç gitmeyeceğine emindi.
Serpil hanım, erken kalkıp, işlerini erkenden bitiren biriydi. Şimdiye kadar ya yemişler ya da yemek üzere olduklarını düşündüğünden evlerin önüne kadar koştu.
Kapının zilini çalmasıyla Serpil hanım pencereden başını uzatıp oğluna seslendi.
"Selim, kapıyı aç Melek ablan gelmiş." dedi. On saniye içinde kapı otomatiğine basılmış Melek yukarı çıkmıştı. Koltuğa oturmadan mutfaktaki masaya bakıp gülümsedi.
"Ohh be! Karnım çok aç, gördüğüm kadarıyla sizde yemediniz, kahvaltıya geldim."
"İyi yaptın. Gel buraya kaç gündür ne geliyorsun ne soruyor." Melek'i içine sokacak gibi sarıldı.
"Sibel her gün ağlıyor. Sen aramıyorsun, kavga mı ettiniz?"
"Yok..." İyice içine çekti kolları arasında küçücük kalmıştı.
"Kavga etmeyin evladım. Sibel senin gibi güçlü değil. Onun şansı da sensin. Hata yaparsa uyar, gerekirse bağır ama kendini uzaklaştırma." Serpil hanımın sıcak sesi Melek'i ağlatmaya yetmişti.
"Allah şahit! Benim dört çocuğum var. Sibel, Selim, sen ve Esila. O kızı nasıl bu kadar çok sevdim bilmiyorum. Saygısız davranıyor ama değil. Sevgiye çok muhtaç. Annesiz babasız yaralı bir kuş. Senin gibi cevval ama senin gibi cesur değil, biraz korkak." Kıkırdayarak Melek'in yüzünü okşadı.
"Hepinizi kanatlarım altında korumak isterdim. Öyle bir gücüm yok, o yüzden siz güçlü olmak zorundasınız. Benim evlatlarım dışarıda dağ gibi güçlü, kuvvetli olmalı ama kendi aralarında o dağ kalkmalı. Birbirinize karşı dümdüz bir vadi olmalısınız. Annen seni çok güzel yetiştirip bize bırakıp gitti. Sen gelmeyince içim rahat etmiyor. Uzun süre gelmemezlik yapma, burası senin de evin." Saçlarını okşuyordu. Cevap vermeden Serpil hanımı dinlemek üstündeki bütün sıkıntıları atmasını sağlamıştı.
"Melek'im yavrum, Ahmet ile olanları Ahmet'in ağzından duymuşsun. İyi oldu bildiğin. Sana hiç demem affet ki evlensinler. Sibel sen Ahmet'i affetmeden evlenmez. Sibel de o kadar hakkın var. Ahmet'i istemiyorum dersen kimse sesini çıkarmaz, evlilik de olmaz. Evlatlarım yerine Ahmet'i düşünecek değilim. Şimdi diyeceksin Ahmet'i istemiyorsan kızına bırakma sen kestirip at. Sibel'in çocukluk sevdası, önüne geçemiyorum. Kızıma dur diyorum duruyor ama kalbi de kavruluyor." Sesinde ki acı anlaşılıyordu. Kızının kalbinden Ahmet'i söküp atmak isterdi ama yapamıyordu.
"Serpil teyze kötü biriyim sanırım. Hepsinin ceza çekmesini istemek yanlış mı?"
"Hak ettiklerini yaşasınlar."
"Bazen de istemiyorum."
"Kafan karışmış senin." Melek kendini toparlayıp dudaklarını bastırdı.
"Düşününce bazen iyi oldu diyorum. Sabri düzgün bir adam hemde çok düzgün biri ama korkak. Ahmet yalan söyledi, o niye inandı? Çünkü İnanmak istedi. Ailesini tercih etmek için bu yalana inanmalıydı. Sorgulamadı, gece yarısı bütün aile eşyaları toplayıp çekip gittiler. Sebep... Annesi ve babası hapis yatmasın diye. Ben annemin ağıdını yakarken tek bir cümle etmeden gitti. Telefonumu ezbere biliyordu, arayabilirdi. Ararsa gerçekleri duymaktan korktu. Ararsa öyle bir şey demedim ki, diyeceğim diye korktu. Bu korku onu bu zamana kadar benden uzağa götürdü. Her şey açığa çıkınca, nasıl bir izlenim bıraktım bilmiyorum ama devam edebileceğimizi düşünüp geri geldi. Devam etmemizin imkansız olduğunu düşünmeden geri geldi. Ahmet suçlu ona kızgınım ama Sabri ile evlenseydik ben mutsuz olacaktım. Bana yaptığı kötülük iyi bir şeye döndü." Nişanlı olduğu zamanlar geldi aklına.
"Sabri, ailesi ne yaparsa yapsın hep sessiz kalıyordu. Kaç kere uyardım, hep kulak arkası etti. Çalıyor, çırpıyorlar her defasında gözlerini kapatıyordu. Bir yerden sonra hırsızlık ailede normal bir şey haline geldi. Ben bu duruma isyan edince de Sabri iki arada kaldı. Aslında arada kaldı dersem yalan olur, beni bırakıp onların hayatına ortak oldu. Ailesi gibi hiçbir zaman hırsız olmayacak ama bende o aileye uygun değildim. Ahmet o zaman Sabri'ye yalan söylemişti. Eminim evlenseydim bir süre sonra dayanamaz hepsini ihbar ederdim. Bu yalan gerçeğe dönerdi. Kendimi de ikisini de affedemiyorum."
"Affetme senin paşa gönlün ne isterse öyle olsun."
"Ahmet enişte o yüzden mi kapıya gelip ağladı. Melek ablanın kapısına gidip affedene kadar kapısında yatacağını söyledi, sende kovdun."
"Selim sen sus! Ömrü boyunca ağlamalı. Günahsız bir kızın hayalleriyle oynadı. Hemde annesi öldüğü zaman." Selim'e bakmaya devam etti.
"Kapıya gelip ağladı mı? Benim kapıma mı gelecekti? Keşke gelseydi bari dövüp hıncımı alırdım." Selim'in aklına mükemmel bir fikir gelmiş gibi sinsice güldü.
"Melek abla sen de adam dövmeye yer arıyorsun. Bizim okulda da birkaç çocuk var. Beni arada zorbalıyorlar gel onları dövsene."
"Yok artık Selim. Başka işim yok çocuk döveyim. Hiç benlik değil."
"Evladım sen bu aptala ne bakıyorsun?"
"Perşembe dört gibi okul çıkışında olurum." Heyecanla söyleyince Serpil hanım şaşkınlıkla Melek'e baktı.
"Yaşa be Melek abla. Sibel ablam konuş onlarla halledilir demişti konuştum daha çok dayak yedim."
"Kızım dövmeden de halledilir hemen diyorsun dövelim."
"Halledememiş."
"Sen dövünce halledeceksin. Allah'ım evlatlarıma akıl ya Rab." Konu kapansın diye Selim'e döndü.
"Bu uykucu yataktan kalkmayınca Sibel, fırına sıcak ekmek almaya gitti. Birazdan gelir masaya otururuz." demesiyle, ayağa kalkıp dolaptan eline ne geçtiyse masaya indirip koltuğa geri oturdu.
Melek, gözünü kapıdan ayırmadan dudağını dişledi. Sibel'in kırılıp, kırılmadığını çok merak ediyor, birazda çekiniyordu. Nihayetinde onun suçu yoktu. Suçsuz birinin yanından sessizce çekip giderek kırmıştı. Kapının kilidinin oynamasıyla ayağa kalktı. Sibel, elinde kağıda sarılmış iki sıcak ekmek ve elindeki poşette reçel, bal, fındık kremasıyla içeriye girdi.
"Anne, pastırma çok pahalıydı, almadım. Onun yerine köyden gelen tereyağı için, kardeşler getirdim." Poşetden reçeli çıkartıp dişlerinin neredeyse tamamı görünecek şekilde sırıttı.
"Ta tam, bal ve reçel kardeşler, üçüzlerini bulmaya geldiler."
"Bayılırım bal ve köy tereyağına..." dedi Melek şaşkın bakışlar arasında. Sibel'in kucağındaki ekmekleri alıp masaya indirdi.
"İşe geç kalacağım. Hemencecik kahvaltı yapmak istiyorum!"
"Melek! Bana kızgın..." dediği lafı bitiremeden Melek sarılmış akabinde kahvaltı poşetini elinden kapmıştı.
Derinden nefesler alarak Sibel de masanın önüne geçip Melek'i cimcikledi.
"Kaç gecedir senin yüzünden uyuyamadım. Bana kızgın olmadığını giderken belirtmen gerekiyordu. Beni de aramadın bende korkudan seni aramadım. İletişimsizlik bizi ayırdı. Hiçbir şey söylemediğin için kıymasız karnıyarık gibi sokakta yarım kaldım."
"Oyy oy, benim yüzümden en sevdiğim yemek olmuşsun." diyerek keyifle sırıttı. Masaya oturdular ama masada tereyağı namına bir şey olmadığını görünce Sibel annesine dönüp çatalı salladı.
"Geçen hafta gelen tereyağı nerede?"
"Derin dondurucu da..." dedi ağzına koca bir lokma atarak, Melek ayağa kalkacakken Serpil hanıma mesaj gelince eliyle oturmasını emretti. Mesajı okurken telefonu çalıp göz ucuyla bakarak açtı. Karşı taraf uzun süre konuştuktan sonra Serpil hanım üçüne de baştan aşağıya süzmeye başlamıştı. Ne konuştuklarını anlamasalarda onların başına çorap örülüyordu. Telefonu kapatıp gerdanını havalandırdı ne duyduysa sinirden menopozunu tetiklemişti. Oturduğu yerde yanıyordu.
"Açın şu pencereyi. Yelpazemi getirin. Soğuk su nerede?" Selim koşarak açtı. Melek soğuk suyu getirdi. Sibel koşarak yelpazeyi kaptı.
"İki ergenlik dönemini yıllar yıllar önce atlatan kızlara, daha kalıplaşsın diye tereyağı veremem. Ben mi dedim bal ile reçel al. Tereyağı yiye yiye oranız buranız fırtladı. Masada ne varsa Bismillahirrahmanirrahim diyerek yiyin işte."
Yüzünü Selim'e çevirip kaşlarını kaldırdı. Günlük azarlama dozu başlamıştı.
"Önüne yemek geliyor, yatağın toplanıyor, odana her gün bir sürahi su bırakılıyor, harçlıklarını saymıyorum bile... Bu yıl karnenin yanında bir belge olur inşallah. Olmazsa o arkadaşların yanında benden de dayak yer kendine konfeksiyon da iş ararsın." demesiyle gözlerini şimdi de iki kız arasında getirip götürdü.
"Sibel!" Yerinden zıplayıp gözlerini kırpıştırdı.
"Efendim canım anam."
"Kaplumbağam benim, ne zaman yaptığın işlerde hızlanacaksın. Hayat senin gibi aheste aheste gitse tamam da öyle olmuyor. Ruh gibi dolanıyorsun. Sorun şu ki, ruhlar aleminde değiliz."
Melek kendisine sıra geleceğini biliyordu. Biraz önce ağlamışlardı. Türk annelerinin sorunu neydi? Arada toplu halde bulunca fırça çekmeden duramayan kadından bakışlarını çekip masaya iyice ne tünedi.
"Sen her konuya atlayan hanımefendi." Melek söylenen sözü duymamış gibi başını kaldırmadan çatalına peyniri batırıp ağzına götürdü.
"Sen bu cin fikirlilikle nasıl iş buldun? Acaba haberleri var mı adamların ayaklı bela aldığından. Birde işine gelmeyince çakal gibi davranıyorsun." Göz ucuyla Sibel'e bakıp Serpil hanımın neden böyle davrandığını dudaklarını oynatarak sordu. Sibel dudaklarını bükerek telefonun işaret edip yemeğine odaklandı. Arama sırasında Nezaket hanımın ismini görmüştü.
"Koca delisi kızın annesi aradı." Yine kızı Sima hakkında ne övdüyse Serpil hanım sinirlenmişti.
"O Nezaket olacak mobese bizi de kötülemiş olmalı." Sibel başını sallayarak sırasını salmış daha fazla azar yemek istemediğinden önüne döndü.
"O kör olasıca komşular beni arayıp milletin çocuklarını parmakla gösteriyorlar. Hepsi zeki, akıllılar."
"Daha çok koca meraklısıydı. Artık tercihlerini zekadan yana mı kullanıyor?"
"Melek ne farkeder. Övünülecek bir şeyleri var. Benim çocuklarım ise, tövbe bismillah... Selim, işi gücü top koşturmak, birde dayak yiyor. Sibel desen, kendine hayrı yok, Melek de hayatı dövüş kulübünde geçmiş gibi bildiği pat küt..." Melek ağzındaki lokmayı yutmak için ılık çayın hepsini içip Serpil hanımın yüzüne baktı. Gülmemek için kendini zor tutuyordu. Kendi çocuklarının bir şeyleri ile övünmek istiyor ama bulamıyordu.
"Maaşıma zam yapacaklar. Bu övünülecek bir şey."
"Tek başına değil."
"Çok zengin bir adamı kendime aşık ettim." Serpil hanımın gözleri ışıldadı.
"Bak o kıvırcık oğlan hiç aklıma gelmedi. Doğru ya sana aşıktı. Keşke konuşurken onu söyleseydim. Gözleri yuvalarından çıkardı. Mendebur karı."
"Serpil teyze, bütün komşu çocukları şanslı ve zekiyse, bizde birileri için komşu çocuğuysak bizde şanslı ve zeki oluyoruz. İçini ferah tutabilirsin. Aynı anda birileri de bizi çocuklarına övüyor olmalı." demesiyle üçü birden kahkahalara boğuldu. Serpil hanım da çocuklarına eşlik ederek gülümsedi.
"Zevzeklik yapma! Ağız tadıyla bağırmakta yasak." Melek'e annelik yapmaya çalıştığı her an onun tarafından bozguna uğramaya alışmış olsa da, en son söylenecek lafın kendi ağzından çıkmasını istiyordu. Zamanında ahretlim dediği ölen arkadaşının kızına annelik yapmak kendi görevi olarak görmesi de Melek'in hep hoşuna gittiğinden tatlı atışmalar gülücüklerle son buluyordu.
Kahvaltı bitip, masa toplandığı gibi Melek'le birlikte Sibel de dışarı çıkmıştı. Kol kola pencere kenarlarında oturan, cam silen kadınlarla hal hatır sorup otobüs durağına geldiler.
"Ahmet'le görüşmeye devam etmelisin. Ölecekse senin yaptığın dramayla değil benim çenemle ölmeli. Kalp acısı ona az gelir. Önce onunla evleneceksin..." Ellerini birleştirip yukarı aşağı yaparak gülümsedi. İçinden affetmemişti ama Sibel bu aşkı unutacak kadar güçlü değildi.
"Sonra ilk geceden başım ağrıyor ayağına yatıp adamı verem edeceksin. Bende dışarıda her gördüğümde kanser ederim. Bildiğimiz birkaç zor hastalığın nüksetmesi işimize gelebilir." Duydukları Sibel'in kulak memesini tutup Melek'in başına vurmasına sebep olmuştu.
"Hastalık ve evlilik sonrası yıldırma politikasına hayır. Evlen diyorsan evlenirim. Onu affedene kadar Ahmet'e istediğini yaparsın, öldürmek dışında. Seçenekleri çoğalt, ne biçim A. A. T. D. B'sın."
"O ne be!" Sibel konuşmak üzereyken otobüsün gelmesiyle sıraya girip boş buldukları köşeye geçtiler. Sabah olması nedeniyle otobüsün içi kalabalık ve bunaltıcıydı. Klimalar, açık pencereler yüzünden tam olarak etkide etmiyordu.
"Ahmet'in. Ağzına. Tükürme. Derneği. Başkanısın." Gülücükler eşliğinde fısıldayarak Melek'in kulağına söylemişti. Genç kadın saçlarını karıştırıp tam konuşacakken arkadaki adam Melek'in omzuna dokunup kızgınlıkla söylendi.
"Yeter bacım, anladık saçın var ama sabah sabah yüzüme saçınla vura vura bir hal oldun. Otobüsten indiğin gibi ahenkle uçuştur." Adamın pos bıyıklarıyla örtüşmeyen çingene pembesi gömleğinin yakasını silkip inecek butonuna bastı.
Adam inmeye yakın Melek iki arada kalmıştı. Bağırsa herkese kim olduğunu gösterecek, bağırmasa adamın haklı olduğunu belirtmiş olacaktı. Sibel'e bakıp ne yapacağını sordu. Arkadaşının gözlerini devirmesiyle susmayı seçti.
İki durak geçmişlerdi ki, Sibel otobüse binmeyeceğini hatırladı. Yürüyerek gitmesi gerekiyordu, yolu da uzamıştı. Ayaklarını otobüs penceresinin altındaki demirlere vurup Melek'in kulağına yaklaştı.
"Ahmet'in başına iş açacağız diye konfeksiyona geç kaldım. Yine patron çar çar konuşup akşamı zor ettirir." demesiyle kapıya yakın şişman adama seslendi.
"Butona basar mısınız?"
Sibel'in çalıştığı konfeksiyon dükkanında sekiz ay iş yokken dört ay iş oluyordu. Patron, babasının asker arkadaşı diye Sibel iki yıldır bu şekilde çalışıp çıkmak için başka yerlere başvuru yapıyordu. Dün akşam, yeni bir parti iş geldiğinden iki gün içinde bitirmeleri gerektiğini söyleyip çağırmıştı. İki gün çalışıp bir ay çağırmazdı. Bu işten memnun olmayan kişilerden biri de Serpil hanım oluyordu. Nasıl kızmasın, sırf kocasının asker arkadaşı diye kızının aldığı üç kuruşa ses çıkaramıyordu. Sibel, merdivenden aşağıya inip hızını kesmeden koşarken Melek bugün olacak veya olmayacak şeyleri düşünüyordu. Murat sözünü tutacak mıydı yoksa hiçbir şey olmamış gibi mi devam mı edecekti.
*****
"Saygın iş arkadaşlarım herkesin önünde Melek Kapya'dan özür dileyerek ben bu kızın kölesi olduğumu söylemek istiyorum." Bir süre başı eğik durdu.
"Kimse konuşmayacak mı? Baba, sen bari yanımda olduğunu söyle." İçindeki bütün nefesi oflayarak dışarı üfledi.
"Bu ne biçim ceza, kölelik mi kaldı?" Boy aynasında ki siluetine bakıp alnından dökülen terleri silerek devam etti.
"Bu kızın kölesi ve aşığıyım. Melek, sadece benim sekreterim değil aynı zamanda sevgilim de." Eliyle yanında duruyormuş gibi Melek'i takdim etti. Kurduğu hayal olsa da gerçeğini yaşayacaktı.
Etrafında bütün çalışanların durduğunu düşünmeye çalışıyordu. Odanın kenarında ki kum torbasına yaklaşıp üstündeki blazer ceketi çıkardı. Üst üste seri yumruklarla kum torbasının sallanışını izledi.
"Eğer verdiğim sözü tutmazsam Melek beni görmezden gelerek, canıma okur. Ahh, çok zor. Acınacak durumda söylersem, babam gırtlağıma çökebilir. İşten bile kovması mümkün. Bildiğin iki şekilde de ölüm fermanı mı imzalamış olacağım. Hafifletilmiş versiyonunu yapmak daha iyi olur. Sadece biz tekrardan çıkıyoruz diyeceğim. En iyisi böyle yapmak." Odadan dışarı çıkıp etrafa bakarak nerede konuşması gerektiğini düşündü. Birinci kata kadar gelmişti ama herkesin içine rahatça sığacağı yer arıyordu. Merdivenin demirlerine tutunup etrafa baktı. En uygun olan yerin geniş lobi olduğuna karar vermişti. Bu işi burada çözecekti.
Şirketin ana binasından Melek'in hızla içeriye girdiğini görünce tebessüm ederek asansöre binişini izledi. Konuşma yapmadan önce selam vermek için asansör düğmesine dokundu. Kapının açılmasıyla göz göze geldiler.
"Melek, benden sonra gelmişsin, neden?" İçeriye girip Melek'in önüne dikildi.
"Sabri denilen o adam daha halen peşinde mi? Canını sıkıyor mu?"
"Sabri, rahatsızlık verecek biri değil. Can sıkıcı hareketleri de o değil siz yapıyorsunuz. Hem siz dün verdiğiniz sözleri herkesin önünde konuştunuz mu?" Bilerek aralarına mesafe koyuyordu. Etrafına kısa süre bakıp gözlerini devirdi. "Sanırım konuşmadınız, bakışların odak noktası değildim." Asansör kapısının kapanmasına yakın Murat'ın omzuna çarpıp dışarı çıktı. Genç adamda peşinden çıkmış sessizce derdini anlatmaya uğraşıyordu.
"Konuşma yapmadan üzerinden son kez geçelim dedim. Yoksa konuşacaktım."
"Üzerinden geçecek bir şey yok. Ben dün diyeceğimi dedim, iyi günler." diyerek yanından uzaklaşırken Murat gözlerini mümkün olduğunca kırpmadan dinlemişti. Kimse var mı diye etrafa bakıp söylenerek odasına geçti.
***
"Murat bey anneniz geldi yanında Demet hanımda var. İçeriye alayım mı?" Güvenlikten gelen telefonla sıkıntıyla gülümsedi.
"Onları aldıktan sonra ziyaretleri, giriş çıkışları sonlandır. Ben geliyorum." Telefonu kapatıp sandalyeden kalkarak pencereden hafif bulutlu gökyüzüne baktı. Hava bugün düne göre daha güzeldi.
"Başlayalım bakalım."
Bir buçuk saat sonra odadan nihayet çıkmıştı. Keyifli bir şekilde ıslık çalarak giriş kata indi. Güvenlikten sorumlu adamın yanına yaklaşıp kapıları kapatmasını, kimsenin çıkmamasını tembih ederek arkasına döndü. Kimsenin görmediğinden emin olduğu anda yangın alarm düğmesine dirseğiyle vurdu.
Şirketin kulak şişiren alarmını duyan herkes yerlerini az da olsa panikle terk etmişti. Her yıl ilk yardım, yangın tatbikatı yapılması, insanların nasıl davranması gerektiğine sağlamıştı.
Leopar desenli elbisesi ve kolunda Demet'le birlikte Ulviye hanım lobi de ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yüzü, elleri, gerdanı yılların çizgileriyle dolmuştu. Saçları kum rengiyle birlikte beyazlar vardı. Zenginlik ve asalet her zerresine yansımıştı. Güleç ama sinirli yüz hatlarına sahip, yaşına rağmen güzel bir kadındı. Elindeki altın yaldızlı yürüyüş bastonunu koltuğunun altına yerleştirip güvenliğe umursamadan yanından geçti. Yaşlı adam, iki aydır bu işe girmiş olması ve Murat'la birlikte bir defa Demet'i gördüğünden sıkıntıya sokacak hareketler yapmamıştı.
"Murat! Ne oluyor?" dedi kızgın çatallaşmış sesiyle.
"Parti var. En büyük misafir de sensin." Soğuk bir şekilde söylemişti. Ulviye hanım oğlunun yanına yaklaşmak istedi ama istenmediğini farkedip bastonunu ayağının dibine indirdi. Bastona ihtiyacı yoktu. Pahalı bir koleksiyon parçası olduğu için keyiften taşıyordu. İnsanlar bölüklerle lobiye toplanmaya başlamıştı. Her aşağıya inen onları gördüğü gibi kendilerine çeki düzen verip selamlıyor sonra bir köşeye korkuyla siniyordu.
Demet, Murat'ın yanına gitmeye başlamıştı ki Esila koşarak önünde belirdi.
"Ce e! Bizim orta malı da gelmiş."
"Terbiyesizleşme." Esila burun kıvırıp Merdivenden aşağıya inen Melek'e el salladı.
"Onunki geliyor. Murat'ın yanına git de göreyim. Acımadan harcar seni, tam sayfa gazetelerde fotoğrafların çıkar. Dayaktan harap olmuş yüzünü görmek isterim."
"Esila adi bir pisliksin."
"Kendimle gurur duyuyorum." Demet göze batmadan duygularını kontrol etmeye çalışarak Ulviye hanımın yanına giderken tekrar Murat'a baktı.
Genç adam kimseye aldırış etmeden tutkuyla Melek'e baktığını, Melek'in de elleri ceplerinde merdivenden inerken, bilerek adamın yüzüne bakmadığı gördü. Melek'in bugün soğuk bir duruşu vardı ve bunu bilerek takınıyordu. Murat'ı mahrum ettiği şey kendisiydi. O kadar iyi beceriyordu ki, merdivenden inene kadar Murat gözünü kırpmadan ona baktı. Melek ise göz ucuyla bile bakmadı, köşeye geçip kollarını önünde bağlayıp çenesini dikleştirdi.
"Burada neler dönüyor?" diye kendine sordu Demet. Herkesin içinde Melek'den azar yemek istemediğinden Murat'a daha fazla bakamadı.
"Yenge hoş geldin."
"Esila sence hoş mu geldim! Bu rezalet de nedir? Yangın alarmı çalıyor ve kapılar kapanıyor. Çabuk bir açıklama!" Burnundan soluyordu. Esila, girdiği şoku atlatıp konuşmak yerine sarılarak yengesinin koluna yapışan Demet'i itti.
"Neden geldin, yani neden habersiz geldin?" dedi sakinlikle.
"Kendi şirketime haber verip geleceksem çalışanlar ne işe yarıyor? Her an tetikte olmalılar." Esila gülümseyerek karşılık verdi. Yengesinin mantığını çoğu zaman anlamıyordu. Küçükken yengesi gibi olmak için sarf ettiği çabayı düşünüp belli etmeden yengesine bakarak korkuyla başını salladı.
"Çalışmalar niye durdu? Burada ne oluyor?" Fahri bey'in sesini duymasıyla Murat herkes gibi babasına döndü. Kendinden habersiz oluşan duruma biraz kızmıştı. Gözleriyle Murat'ı arayıp kaşlarını çattı.
"Düzgün bir açıklama istiyorum. Lütfen mantıklı olsun, sebebi ne? Burada olan şey ne?"
"Daha bir şey olmadı ama olacak." Murat'ın yüzündeki gülümseme Ulviye hanımı tedirgin etmişti. Oğlu istediği zaman sinir bozucu olabiliyordu.
"Baba, bak kim gelmiş. Şirketin ladysi Ulviye." dedi sırıtarak ne yaptığını kendisi de bilmiyordu. Bir an vazgeçmek istedi. Annesini Melek konusunda birçok kez uyarmış hatta yalvarmıştı. Anlamıyordu. Demet'i buraya getirerek anlamadığını yine belli etmişti. Önce enine boyuna konuşup sonra herkesin içinde açıklama yapmak Melek'i korumak için daha mantıklıydı.
"Baba, annemi yemeğe götürsene. Bana bu iyiliği yaparsan çok sevinirim." Yalvaran bakışlarla bakması babası tarafından geri tepilerek sekteye uğrayınca annesine yaklaştı.
"Anne, babamla birlikte yemeğe çıkın. Birlikte yemek yemeyeli çok oldu." İkna etmeye uğraşırken Fahri bey kravatını bollaştırdı. Oğlunun omuzuna dokunup yabancıymış gibi karısına baktı.
"Ulviyeciğim, balinaları avlanmaktan kurtardınız mı? Çin de de köpek katliamı vardı ona da el atacaktınız. Dışarıda zorluklar yaşayan hayvanlardan nasıl fırsat bulup ülkene geldin?" demesiyle kadının bakışları buz kesti.
Ulviye hanım, ömrünün çoğunu hayvanlara adayarak geçirmişti. Evlenmeden önce, evlendikten sonra bütün hayatını... Bu uğurda her yıl, altı ay ülke, şehir farketmeksizin gezip hayvanların hakkını koruyordu. Birçok derneğin üst düzeyde üyelerindendi.
"Fahri'ciğim, kavga etmek için büyük bir evimiz var. Benim şirkete geliş amacım farklı. Daha uğraşılası durumlar var." demesiyle gözlerini kısıp oğluna döndü.
"O kız nerede? Demet gibi bir hanımefendiyi kötü duruma sokan o kız nerede? Demet sosyetenin diline düşmüş." Tehlikeli bakışları herkesi korkutmaya yetmişti.
"İki yıl öncede Demet için erkek delisi diyorlardı. Zorluk yaşayacak farklı bir isim değil. İki yıl önce duyduğu o kelimeleri göğüslerken şimdi... Kimse inanmaz bu çırpınışlara." Esila sanki konuşan kendisi değilmiş gibi kafasını salladı.
"Bir şey mi oldu? Benim ağzımdan bir şey mi duydunuz?"
"Esila lütfen kafamı karıştırma. Ben Demet'e inanıyorum bütün kalbimle." Ulviye hanım gözleriyle kalabalığın içinde haddini bildireceği kızı aradı. Bulamayınca Demet'in kolunu tutup Murat'ın yanına gitmesi için güç verdi.
"Kimin kime ait olduğunu insanlar görsün." Demet kıkırdayarak adamın koluna ahtapot misali ansızın yapıştı.
"Anne! Seninle telefonda bu mevzuyu konuşmuştuk." Tepkisiz bir duruşla Demet'e bakıp devam etti.
"Seni öldürmeden bırak kolumu!" Kolundan nefret etmişçesine silkeleyip bağırdı.
"Sen anne olarak benden ne bekliyorsan bende evlat olarak senden aynı şeyleri bekliyorum. İsteme şeklimiz farklı olabilir. Yine de beklentim olmadığı anlamına gelmez." dedi bıkkınlıkla, Ulviye hanımın bakışları delirmiş gibi oğlu haricinde herkesi taramıştı.
"Para delisi, şiddet yanlısı bir kız için karşıma mı çıkıyorsun? Bana karşı gelmek için ne yaptı sana? Böyle cümleler ile üzerime atlayınca ne olmasını umuyor? Seninle birlikte olmasına göz yumacağımı düşünüyorsa yanılıyor." Murat'ın acıyan yüzünü görmeyi reddediyordu.
Demet, Murat yurt dışındayken Ulviye hanıma anlattıkları yenilir yutulur cinsten değildi. Melek'den kurtulmak için Ayşe ve Suzan her gördüklerini Demet'e anlatmıştı. Melek'in bir sekreteri dövdüğünü ama nedenini söylememişti. Murat ile olan tartışmaları, cilveleri hepsini anlatmışlardı.
Ulviye hanıma göre parayla arası iyi olan Melek'in, zengin bir erkeği kafaya takması gayet normaldi. Avrupa'da bu basit kızlardan çok görmüştü. Esila da Melek'le birlikte geçirdiği kazayı, hafızası gittiğinde Melek'i suçlayarak anlatması da nefreti körüklemişti. Gerçeği bilmiyor olması Melek'in tehlikeli olduğu konusuna varmasına sebep olmuştu. Ve
Daha halen bu kızın burada çalışmasını bile anlamıyordu. Yaptığı sorumsuzluk yüzünden tazminat ödemesi, avukat tutup kovulması Ulviye hanım için en doğru olandı. Tam ortaya geçerek kocasına isteksizce gülümsedi.
"Burada çalışan, yanlış olduğu halde çalışmakta olan Melek Kapya, kendisine bakmadan oğluma takmış. Şimdi size soruyorum böyle bir kadının burada çalışması ne kadar doğru?"
"Bence dur, yoksa ben seni durduracağım." Murat artık dayanamadı. Melek'in burada olduğunu biliyordu. Her şeyi duyduğu halde kendini korumak için gelmiyor, cevap vermiyorsa Murat'ın onu korumasını istediği içindi. Dün verdiği sözü tutsun istiyordu. Bugün yapmazsa ikisi içinde başka bir yol olmayacaktı.
Ulviye hanım, gözlerini kocaman açarak çenesini kastı.
"Öyle basit kadınları zamanında çok gördüm." demesiyle Murat'ın gözünden iki damla yanağını aşıp yere düştü.
"O basit bir kadın değil. Benim için mutluluk Melek Kapya'dan ibaret, İlla birisinin ismine leke sürüp, zarar vereceksen bana ver." Sinirden yutkunamıyordu.
"Buradaki bütün arkadaşlar duysun ve diğerlerine söylesin. Sizi burada toplamamın tek nedeni..." Kimse konuşmasını artık durduramazdı. Kendi içinden annesine bir şans daha vermek istedi ama annesi bildiğini yapmayı tercih etmişti. Ağzından çıkanları durdurmaya şu andan itibaren kimsenin gücü yetmezdi.
"Sizi buraya toplanmamın tek sebebi, eski sekreterim Melek Kapya'yı çok seviyorum. Bunu hepinizle paylaşmak istedim." Herkes bu durumu biliyordu ama yine de ortam buz tutmuştu.
"Onun hakkında söylenen her söz aynı zamanda bana söylenmiş kabul ederim. O benim bu dünyadaki hem sevdiğim hem karım olacak tek kadın." Herkes şok olmuştu.
"Karım mı dedi o."
"Karısı mı olacakmış?"
"Melek hanım ile evlenecek mi?"
"Murat bey aşk ve evlilik itirafı yaptı."
"Annesinin ve babasının gözlerinin içine bakarak sevdiği kadını savundu." İnsanlar kendi aralarında fısıldaşırken Demet sendeledi. Bunu hiç beklemiyordu.
Esila ise tek başına alkışlayarak zıplıyordu.
"Koçum be kim tutar seni." Ulviye hanımın göz hapsine girince dudaklarını bastırdı. "Yenge, oğlun evlenmek istiyor bize de alkışlamak düşer." Bütün dişleri görünecek şekilde sırıtıp kalabalığın arasına girdi. Burada daha rahat olurdu.
Melek merdivenin dibinde duydukları yüzünden sarsılmış yerinden kıpırdamadı. Esila, birkaç adım daha ilerleyip, titreyerek izleyen arkadaşının önüne geçti. Yengesinin şimdilik onu görmesini istemiyordu.
"Sen asansörün önüne git, saklan. Yengem seni görürse susmaz... Murat yardırıyor ben şok. Belli ki Murat'ın susmaya da niyeti yok. Yengem bütün öfkesini senden alacak." Ulviye hanımın hayvanlara olan sevgisi insanlardan farklıydı. Zengin insanları sevmeye layık görüyor onların yanlış, doğru davranışlarını hoş görüyordu. Durumu kendi gibi olmayanların ise, insan muamelesi bile yapmıyordu. Murat'ı zengin bir ailenin kızıyla evlendirmek için önüne kim gelirse gelsin umursamayacaktı.
Oğlu gibi renk tonuna sahip mavi gözleri önce Esila ve Salih'i sonra Melek'i görünce kahkaha atarak bağırdı.
"Bizde sizi bekliyorduk." demesiyle herkes arkasında kalan kişiyi tahmin etselerde baktı. Melek bir şey bekliyor gibi kollarını önünde bağlayıp gülümsedi.
Esila kalabalığın içinden sıyrılıp yengesine sarılmasıyla başka tarafa döndürdü.
"Yenge! Bence durmalısın. Evlenmek isteyen oğlun Melek'in suçu yok. Daha fazla rezillik olmasın."
"Esila sus ve istediğim görüntüyü saklamaktan vazgeç. Çekil şuradan." Esila'yı iterek gözleri delirmiş gibi bakıp gülümsedi.
"Bu kız mı? Fakirlik bu kızın kanına işlemiş. On adım uzakta bile anlaşılıyor."
"Ağzından ne çıkarsa çıksın onunla kurduğum düzene bozmana izin vermem. Bu uğurda gerekirse seni annelikten reddederim." Ulviye hanım duydukları karşısında tükürüğünü bile yutamayacak hale geldi.
"İnan bana gözümü kırpmadan yaparım. Dur artık! Yoksa ben her şeyi bozup Melek'e tertemiz bir düzen kuracağım. Ya Melek benim soyadımı alacak ya da ben onun sayadını alacağım. Geri dönüşü olmayan bir yola sokma beni. İnan bunu istemezsin." Keskin tavrı her saniye herkesi şaşırttıyordu.
"Ben demiştim demeyeceğim ama Murat, Melek ile evlenecek. Bu adam bu kızı bırakmaz. Ölür zombi olarak gelir yine bırakmaz. Dünyayı yıkar yine bırakmaz. Aklıma bir şarkı geldi." Esila şarkıyı söylemeye başlayacağı anda Salih'in eli ağzını kapatınca afallayarak sustu.
"Esila, yengen seni öldürmeden Allah aşkına sus." Yanına çekip korumaya aldı. Esila mutlu olduğunda etraftaki tehlikeleri farketmiyordu. Mutluluktan kendini tutamadığını bildiğinden Salih böyle yapmayı uygun görmüştü.
"Melek ve ben, sadece ikimizin olduğu bir dünya yapmak zor değil. İstesen de o düzene seni koymam, bunu sakın unutma, anne." Gözlerinde ufacık merhamet olmadan söylemişti. Herkesin içinde annesine olan öfkesini, aile bağlarını koparmak ile tehdit etmişti. Dediğini yapardı buradaki herkes bunu biliyordu. Melek'e sahip çıkmıyordu onun haklarını ona iade ediyordu. Fahri bey oğlunun yanına gidip omuzuna dokundu.
"Ulviye yeter! Orada duran kız Murat seviyorum dediği anda benim kızım olmuştur. Murat için Melek kızımdan daha iyisi olamazdı. Akıllı ve cesaretli. Onları zorbalayarak bir yere varamazsın. Oğlunu kaybetme."
Murat, Melek'in yanına yaklaşıp elini uzattı.
"Seni son kez annemle tanıştırayım mı? Belki seversin " Melek, Fahri bey'e bakmasının ardından güven veren bakışları ile elini tutması her şeyin flu olmasına neden olmuştu.
Sevdiği adam sözünü tutmuş deli gibi savunmuş, elini uzatıyordu. Beklediğinden daha güçlüydü. Murat ne yaparsa yapsın pişmanlıkla özür dilemişti. Hepsinden öte annesinin önünde bütün gücüyle Melek'i korumaya çalışıyordu. Sevgisinin gerçek olduğu apaçık ortadaydı. Bu denli uğraş veren bir erkeğin uzattığı eli tabii ki tutacaktı. Buna istekli bir sevgiyle mecburdu.
"Galiba annen beni sevmedi? Baksana öldürecek gibi bakıyor." dedi muziplikle. Murat'ın elini bırakıp koluna sokuldu.
"Beni sevmesi için ne olmalıyım? Balina, köpek, kuş, fil. Yani insan olmak anne'nde işe yaramıyor. Yada fakir insan olmak." Fısıldayarak söylemişti.
"Mal varlığımın yüzde seksen beşini üzerine verince benden de zengin olursun. Benim olan ne varsa hepsi senindir. Yolunda harcanmaya hazırdır." Murat da onun ses seviyesine inip göz kırptı.
"Murat Arsel beni para ile kandıramazsın." Kaşlarını kaldırıp gülümsedi.
"Bundan eminim. Ama şunu unutma güzelim, kocanın parasını harcamayacaksan ben niye çalışıyorum? Bu parayı sana harcamayacaksam kazanmanın anlamı yok. O yüzden bu konudaki tutumunu değiştir." Melek gülse de aslında Murat ciddiyetle söylemişti.
Kendinden emin adımları Ulviye hanımın yanına yaklaştıkça kasılıyordu. Sevdiği adamın kolunu sıktığından bile habersizdi. "Sakin ol, hakettiğin saygıyı alman için her şeyi ortaya koyacağım." Tam önüne gelince durdular.
Ulviye hanım biraz önce Murat'ın çıkışıyla durulmuş oğluna hayretle bakıyordu. Bir kadın bu kadar kısa sürede oğlunu nasıl değiştirebilirdi? Oğlunun kendisine karşı sabır gösterdiğini biliyordu ama bu denli kestirip atacağını hiç düşünmemişti. Etrafına kısa bir an baktı. Demet ve kendi dışında kimse bu durumdan mutsuz gibi görünmüyordu. Aksine bir çoğu çok mutlu olmuştu. Özellikle Esila yerinde duramıyor. Sanki çocukları evleniyormuş gibi mutluydu. Yüzündeki hayret verici gülümsemeye öfkeyle baktı. Aylar önce hafızası gittiği için Melek hakkında birçok şey söylemişti. Şimdi bu mutluluk da neyin nesiydi?
"Şu anda bu konuşmayı yapmak istemiyorum." dedi kestirip atmak istedi.
"Şirkette Melek'in saygınlığını mahvetmeden önce düşünecektin. Herkesin önünde olması Melek'in saygınlığı açısından en doğru olan. Anne son kez seni sevdiğim kadın ile tanıştırayım. Melek Kapya!" Sırtına elini koyup önüne aldı. Arkasında sapa sağlam durduğunu göstermek için arkasına geçip belini tuttu.
"Melek güzelim, annem Ulviye Arsel!" Melek yutkunarak elini uzattı.
"Melek hanım, sizinle nihayet tanıştık." dedi mağlubiyeti kabul ederek sanki hiç tanımıyormuş gibi elini tutup karşılık verdi.
"Melek hanıma saygınlığını verdiysem daha fazla sizin yüzünüzden rezil olmak istemiyorum, yukarıda konuşalım. Fahri'nin odasındayım hemen gelin." diyerek yanlarından hızlıca asansöre doğru yürüdü. Ulviye hanım Demet ile birlikte yukarı çıkarken Murat sevdiği kadını iyicene soluna yaklaştırdı.
"Bütün çalışma arkadaşlarımdan özür diliyorum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Herkes çalışma yerlerine gidebilir." Çalışanlar geldikleri yöne doğru ilerlerken paniğin yerini merak almıştı.
Murat'ın şımarık, ben merkezci, zengin bir züppe gibi davranmasını zamanında annesi öğretmişti. Şimdi bir çok davranışının olmadığı, törpülendiğini göstermesi, alnına dayanmış silahtan, çıkan mermi gibi ortalığı delmiş olmalıydı.
Bir şeylerden güç almak ister gibi göz göze geldiler. Murat hiç bu kadar zorlandığını hatırlamıyordu. Annesini kırmak en son istediği şey iken, Melek'in ezilmesine göz yummak yanardağın içine atlamak gibiydi.
Bu güzel kadının karısı olmasını istiyordu ve herkes karşı çıksa da olacaktı. Serçe parmağını genç kadının burnuna hafifçe değdirip göz kırptı.
"Annem ne derse desin yanımdan ayrılma. Anlaştık mı?"
"Anlaştık." dedi Melek, serçe parmağını uzatılan parmağa doladı.
"Murat şu konuşmayı bu haldeyken yapmam gerek. Annen beni bir kaşık suda boğacak durumda ve yanında Demet denilen kadın var. Onlar öyleyken benim sessiz kalmamı ister misin?" diyerek genç adamdan bir tepki bekledi.
"Ben her zaman senin tarafındayım. Hiçbir zaman kocam annesinin tarafını tutuyor demene izin vermeyeceğim. Herkes bilecek Murat Arsel karısının iki dudağı arasında hayatını daim ettiriyor. Çünkü karısı kimseye hak etmediği cezayı vermez, haksızlık yapmaz."
"İkidir aynı şeyi yapıyorsun. Ben karın değilim."
"Ama olacaksın. Seni kaçırırım demiştim. Bu konuda hala ciddiyim. Baban vermezse kocaya kaçmak zorundasın. Farklı bir anlaşma kabul etmiyorum."
"Gelip Allah'ın izniyle istemezsen ben sana varmam. Kız kurusu olurum yine varmam." Murat kahkaha atıp Melek'in önündeki saçları kaldırdı. Yukarıda büyük bir savaş olacaktı ama ikisi cilveleşiyordu. "Ben seni isterim orası kolay ama baban seni vermezse ikinci planımız olsun."
"Ben kaçmam!"
"Aman be tamam. Onu da ben yapayım. Babamın evinden kaçtıktan sonra ortada bırakmazsın değil mi? Beni nikahını alırsın inşallah. Sana kaçacağım da. "
"Sana hem imam hemde hükümet nikahı kıyacağım." Bıyıkları varmış gibi yukarı kaldırdı.
"Seni alnıma yazdım Murat Arsel, ya benimsin ya toprağın." Sesini kalınlaştırıp kabadayı gibi söylemişti.
"Ölümü göze alamam, bedenime de ruhuma da sahip olabilirsin. Al beni nikahına." Melek kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Dudaklarını bastırıp burnundan uzun uzun soludu. Murat da daha fazla göze batmasın diye gülmemek için damağını ısırıp nefes aldı.
Fahri bey, merdiven önünde basamaklara çıkarken geri dönüp oğlunun sırtını sıvazlayarak Melek'e baktı.
"Şimdi o odada ne olacaksa orada kalacak. Karım olduğundan seni buna zorlasa da eminim zorlar, vurmayı düşünme. Oğlumu kendine bağladın neden annesi de aynı kaderi yaşamasın ki. Ağzından çıkanların füze kıvamında çıkmasına dikkat et."
Fahri bey ile Esila önlerinde ilk önce odaya girdiler. Sonrada Murat ve Melek girmiş Ulviye hanımın önüne dikilmişti. Esila, yengesiyle konuşmak için tam ağzını açacakken ayağını yere vurup sustu. Melek'in yanında olduğunu belli etmesi arkadaşı için iyi değildi.
"Melek hanım, konuşmamızı hatırlıyor musunuz?" Durgun bir tonda konuşmaya başlamıştı. Melek'den cevap beklemeden devam etmesi konuşmanın nasıl gideceğini belli ediyordu.
"Hiç unutmam şöyle demiştiniz. Oğlunuz baştan sona tam tamına bana göre olduğunu kapatmadan söylemek isterim. Ben kavgacıyım, oğlunuz sinsi, benim ağzım bozuk, oğlunuzun başlı başına yaşam tarzı bozuk... Ben para seviyorum, oğlunuz parayla başına bela açıyor. Ben insanın yüzüne direk söyleyeceğim şeyleri söylüyorum, oğlunuz arkamdan atıp tutuyor. İyi ki doğurmuşsunuz ve iyi ki beni size anlatmış. Şükür edin, bela paratoneri, çapkın, huysuz oğlunuzla ilgileniyorum. Yoksa oğlunuz ömrü billah turşu gibi başınıza kalırdı. Aynen böyle demiştin." Odadaki insanların tek tek yüzüne doğru gördünüz mü der gibi bakıp soğuk bir gülümseme sundu.
Fahri bey, göbeğini tutmuş kahkaha attı.
"Bunda ne var ki? Allah aşkına, bu kız oğlunu çok iyi tanıyor diye sevinmen lazım, dert etmen değil. Her şeyiyle kabul etmiş, sevmiş ne güzel." dedi kahkahalar arasında gülerek.
"Aynen dayıcığım, kuzenimi çok fazla iyi özetlemiş. Gelinin çok akıllı." diyerek Fahri bey'in arkasına saklandı.
Ulviye hanım, konuşulanlara aldırış eden bir kadın değildi. Demet'in kolunu tutup ortaya geçirdi.
"Aralarında ki kalite farkını görüyor musunuz?" Melek'i işaret etti.
"Bu kızla, Demet'i nasıl aynı kefeye koyarsınız?"
"Aynı kefeye koymadım ki, öyle bir şey yaptığım anda çarpılırım." dedi Murat öne atılarak.
"Mukayese bile edilmeye değmez. Benim kız arkadaşım, yüz pantalon geniş durur onda. Bir daha aynı cümlede bile ikisini kullanma." demesiyle Demet çantasını yere atıp kızgınlıkla Melek'e yaklaştı.
"Ulviye anne, görüyorsun ya sana ne dediysem öyle ilerliyor. Bu fakirliğinle hakkın olmayanı istemek ve elde etmeye yakın olmak nasıl bir duygu? Senin gibi kadınları iyi tanırım." dediği gibi Melek'in omzunu itti. Genç kadın tepki vermeden dinliyordu. Yaptığı davranış Melek'i sinir etmese de Murat'ı deliye çevirmişti.
"Elini, ağzını topla, kadın, madın dinlemem yakandan tuttuğum gibi dışarı atarım. Kız arkadaşımın yanından geçerken bile dikkat edeceksin. Bir daha söylediklerim lafta kalmaz." Murat'ın parmak sallayarak söylediği haklı sözleriyle Demet daha da sinirlendi. Bir kaç adım arkaya doğru adım atarak Ulviye hanıma baktı.
"Gördünüz konuşmaya başladım diye sinirlendi. Ben şimdi ne dedim?"
Murat, yumruklarını sıkıyordu, elinin altında tuttuğu soğuk elleri bırakıp homurdandı.
"Melek, senin için sarfedilen laflara susarak katlanamıyorum. Babamın dediklerini yapman için benimde onayım mı lazım?" Melek başını salladı.
"Onay veriyorum. Ne yaparsan yap, önünde, arkanda, sağında, solunda, yanındayım. Mutlu olayım diye susup kendini ezdirmen, her zerremi ateşe atıyor. Dayanamıyorum... Sevdiğim kadının en sevdiğim özelliğini kaybetmesine göz yumamam. Ortam alev alsın ısınırız." Odaya girdiğinden beri ilk defa Melek'in dudakları aralanıp gülümsemişti. Ne de olsa baba, oğul laf dalaşına girmesini teşvik etmiş, cesaret vermişti. Emir büyük yerdendi.
"Annen, benden nefret edecek." Fısıldayarak söylemiş gülümsüyordu.
"İlk nefret ettiği insanlar biz değiliz. Hem yakışıklı sevgilin, babam ve kuzenim senin yanında. Tabii, annemin saçını yolmadığın sürece... Demet, konusunda bütün yetki senin, avukat işini ben hallederim. Tonla para var hapislerde çürütmem."
"Zevzek!"
"Söyle güzelim." Zamanı olsa annesine yaklaşımı konusunda bir sohbet gerçekleştirebilirdi. Tek kural dövmemesiydi. Sonradan barıştırmak için dövmezse iyi olurdu. Melek'e hayranlıkla bakarak herkesin içinde saçlarını öptü.
Annesine bakıp tek kaşını havaya kaldırdı.
"O benim sevgilim. Eşim de olacak." Oğlunun dediklerini duymamazlıktan gelerek Ulviye hanım masaya yaslandı. Melek tek başına bırakılmadığı sürece bu iş kolay olmayacaktı. Korumasız ve tek başına olmalı diye düşündü. O zaman her şey daha kolay ve basitleşebilirdi.
"Demet'ciğim sen yanımda kal. Melek hanım sizde. Diğerleri dışarı çıksın."
Biz savaşmaya hazırız. Karşı taraf hazır mı?
__________________
:)) İnşallah tekrar buradan görüşürüz.
❤❤❤
Yorumlarınızı bekliyorum gerçekten bekliyorum. Beğeni yapmadan çıkmayın. Erteleme olmasın.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
80.28k Okunma |
6.93k Oy |
0 Takip |
99 Bölümlü Kitap |