Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm

@kameri

“ ve seni görene kadar prenses güneşin bu kadar parladığını fark etmemiştim “

👑

Hadi, hadi hadi!” tüm tezahüratlar içinde rakibimin karnına bir tekme geçirerek sendelemesine sebep oldum .

Kılıcımı kaldırıp bizi izleyen yüzlerce gümüş zırhlı askeri göz ardı ederek Bordo renkli deri kaplı minderde rakibime savurdum .

Gümüş zırhı güneş ışığında parlıyordu. Dövüşmekten oldukça yorulmuştu kahverengi kısa saçları terden ıslanmış, ve yüzü kızarmıştı çekik kahverengi gözleri hırsla parladı ancak gülümsedi.

kılıcını sıkıca tutarak minderde yürümeye başladı.

Onun tam tersi yönünde yürümeye başladığımda ikimizde bir süre etrafta döndük en sonunda ilk hamleyi ben yaptım .

Kılıcımı kaldırıp sertçe kılıcına vurdum , metalin çarpışma sesi tüm sesleri bastırdı .

Kılıcı elinden düşürmedi aksine karnıma doğru savurdu . Parlak metalden kıvrak bir hareketle kaçtım .

Birbirimizin hamlelerini karşılık vererek bir süre dövüştük . En sonunda açık bir noktasını buldum ve hızla arkasına geçip kılıcı sol dizine geçirdim . Öne doğru sendeledi.

Kılıç tutan eline güçlü bir tekme geçirdim , kılıcı yana doğru düştüğünde askerler daha sesli tezahürat etmeye başladı, bu kadardı bitmişti, zafer benimdi .

Gülümseyerek elimi yerdeki rakibime uzattım “yardım lazım mı bejmer ?”

Ters bir bakış atsada elimi itmesi , elini elime kenetleyip yerden kalktı.

Hepsi aynı anda tek bir isim söylüyor, benim zaferini kutluyordu .

“Prenses”

Bejmer sahadan indiği anda askerler etrafını sardı gülerek başımı salladım.

Gülerek başımı iki yana salladım güneş ışığı askerlerin zırhlarından yansıyor göğüslerindeki yakutları daha parlak gösteriyordu. Minderin yanına bıraktığım küçük siyah çantayı alıp boynuma geçirdim .

Şenlik bittiğinde askerler yavaş yavaş işlerine geri döndü . Alan tamamen açıldığında avalon askeri karargâhını net olarak gördüm .

Kıtanın en mükemmel ordusunun yuvası.

Tek hamlede minderden atladım.

Toprağın rengi yaz mevsiminde olduğumuz için açıktı , beyaz hayvan dergilerinden yapılma çadırların köşelerinde otlar yeşermişti . İstisnasız her çadır kapısının yanında meşe ağacından yapılma kılıç rafları bulunurdu içlerinde ise küçük büyük bir sürü kesici alet.

Çadırların ve askerlerin arasından geçerek yürümeye başladım.

Bir kaç asker şakalaşıyor bazıları kılıç talimi yapıyor bir kaçı öylece sohbet ediyordu .

Benim hedefim ise karagahın tam merkezinde.

Bir kaç adım atmıştım ki birden önünde zoya belirdi uzun boyu , uzun siyah saçları, asker olmasına rağmen bembeyaz teni çekik gözleri ve kadınsı hatlarını belli eden altın zırhıyla avalon ordu komutanı zoya “konuşmamız gerek” dedi anında yüz ifadesi oldukça ciddi ve endişeli duruyor.

Afallamış bir şekilde “tamam” dedim “ama beş dakika sonra” yapmam gereken bir iş var.”

“Toplantı çadırında “dedi, başımı aşağı yukarı salladım. Hızla yanımdan ayrıldığında yaklaşık beş dakika öylece kalakaldım..

Zoya kıtanın en büyük ordusunu yöneten bir kadındı, aynı zamanda en büyük dostumdu. Beni kıskanmak için çok sebebi vardı eskiden Sahip olan kişilerin bir elin Parmağım geçmediği bir eğitim almıştım üstelik bu eğitimi veren onun öz babasıydı. İkimize birden eğitim vermek yerine bunun için beni Seçmişti eğitimi almamasına rağmen bazen günlerce yataktan Kalkamadığımda benimle ilgilenen oydu .Ronın öldüğünde ordunun başına geçmek için seçilen varis bendim fakat bunu reddettim buna hiç bir zaman tam anlamıyla hazır olmadım ama kenara itmedim,

Oyalanmadan yürümeye devam ettim. Marangozluk tezgahının yanında faran vardı. Uzun tahta tezgahın üzerinde çeşitli oyma bıçakları dağılmış talaş tozları ve kütük Parçaları var. Faran ise büyük bir kütüğün üstüne oturmuş elindeki tahta kılıcı oyuyor bir yandan yanındaki askere bunu oğluna götüreceğinden bahsediyordu. Gülümseyerek geçtim yanından.

Ve gözlerim asıl hedefim alan demirci tezgahını buldu.

Tahta bir tezgah daima yanan ateş korun söndürüldüğü su ve çekicin demire vurma sesi. Tezgahın başında gülle lakaplı bir asker vardı, boyu iki buçuk matre-belki daha uzun- kel, en az boyu kadar iri bir adamdı. Çekiciyle önündeki

Demire vururken “merhaba gülle “ dedim. Tasarladığı yeni silahlar çarptı gözüme gerçekten gördüğüm en iyi demirciydi “merhaba prenses” dedi. Ardından arkasını dönüp tezgahı biraz karıştırdı ve en sonunda bulduğu siyah kılıflı hançeri kucağıma fırlattı. Simsiyah deri kaplıydı fakat sapının ucunda koca bir yahut vardı, kınından çıkardım. Bileğimden elime kadar geliyordu oldukça ince ve Sivri. Parlak metali elimde çevirdim ve hançerin üstüne altın harflerle yazılmış adımı gördüm.

“VERA”

Bugün bir aile geleneğini gerçekleştirdim. Hançerden yansıyan görüntüme baktım . Beyaz teni, simsiyah saçları ve gözleri ile hokka bir burnu ve dolgun dudakları olan güzel ama öylesine bir kız vera.

Dalında bir kırmızı gül vera...

“Teşekkür ederim gülle “dedim gözlerimi hançerden ayırmadan “ Rica ederim Prenses” dedi samimiyetle. Mavi gözleri ve kuru teniyle dışarıdan oldukça korkunç görünsede kalbi... yumuşaktı ,biliyorum .

Avalonda saygı doğuştan gelmez. Kazanılır diğer herşey gibi. Hatta eskiden krallar ve kraliçeler bu yolla seçilirmiş Avalonun toprakları altı krallıktan fazla olduğu zamanlar...

Ben ise belki de bu hayatta kazanabileceğim en değerli şeyi onların saygısını kazandım üstelik sadece saygı duymuyorlar öksüz Prenseslerini seviyorlar. Hançeri kemerime yerleştirip zoya’ya sözümü tutmak için toplantı çadırına yöneldim.

Çadırın tahta merdivenlerini tırmanıp açık kapıdan girdiğimde ısı ve parşömen kokusu. Etrafımı sardı. Burası karargahın en büyük çadırı, Tam ortada yuvarlak bir masa etrafında ise on iki sandalye var. Duvarlar haritalarla kaplı ve çadırın uzak bir köşesine bir avalon maketi vardı.

Çadırda sadece zoya, bejmer nevan ve ben verdik. Nevan elalarını bana diktiğinde gülümsedim. Masanın baş köşesine oturdum nevan solumda bejmer sağımdaydı. Zoya oturmak yerine kıta haritasının yanına geçti . hepimiz hazır bir şekilde ona baktık.

“ isyanları biliyorsunuz şu anda imparatorluğun baş sorunu” dedi ve eliyle fions sınırına yakın çizilen kırmızı çizgiyi işaret etti. “isyan ordusu fions sınırına kadar ulaştı asıl imparatorluk ordusunun gücü isyanı bastırmaya yetmiyor bu yüzden desteğe ihtiyaçları var “ dedi sıkıntıyla. “elimizde sadece imparatorluğun ordusu yok geri kalan altı krallığında orduları var” diye söze atladım. İsyanlar çok büyük bir sorun olmaya başladı ne haklı tek bir yanı var ne de bir amacı.

Zoya içine derin bir nefes çekti “evet ama altın şehir krallıkların gerisinde kalıyor isyan ordusu ilerlerse ilk ezilenler onlar olacak ve krallar imparatorluğa öylece canlarını teslim etmez bu yüzden Ordularını kendilerine saklayacaklar”

“ Bu yüzden “ dedi tekrar ve eli aynı haritada avalon’u buldu haritalaki en büyük krallık altın şehrin ve diğer krallıkların gerisinde “Şuan ki en güvenli konum olan avalon’dan yardım isteyecekler” dedi ve tepkimizi ölçmek için durdu. Ordumu savaşa gönderemezdim Savaş acımasız olurdu savaşlar, ölüm getirirdi. Fakat onlar askerdi ve söz konusu milyonlarca insan hayatı.

“Yani ordumuz Savaşa gidecek “ dedim , zoya başını aşağı yukarı salladı. Bejmer gözlerini kıstığında çekik gözleri iyice küçüldü. Ordumun savaşa gitmesi, baslı başına bir sorundu fakat zoya’da başka bir şey vardı. Sürekli Parmaklarını altın zırhının kollarında gezdiriyor , konuşurken bakışlarını nevan ve benden kaçırıyor . Genel olarak ikiz kardeşine bakıyordu nevan’da bunu fark etmiş olacak ki kaşları hafifçe çatıldı...

“ Avalon sadece güvenli konum değil” diye konuşmaya devam etti zoya “ isyan ordusunun-tabi bilinen sayıyla iki imparatorluk ordusunun üç katı ayrıca hakkımızda ki söylentileri biliyorsunuz “ dedi omuz silkerek

“Tek bir avalonlu on askere bedeldir “ dedi bejmer iddialı bir sesle.

Nevan başını iki yana salladı “ben yüz diye hatırlıyorum, tek bir avalonlu yüz askere bedeldir.” Diyerek düzeltti bejmeri . Bejmer düşünüyor gibi kafasını aşağı yukarı salladı “ ve dört ejderhaya” dedi. Ağzım şaşkınlıkla açıldığında “ben böyle bir şey hatırlamıyo...” demiştimki, nevan “ve beş aslana” diyerek sözümü böldü. Bejmer hevesle “ve yedi kediye “ diye son noktayı koydu

Hepimiz ona ters ters baktığımızda “ne?” dedi sandalyesine gömülerek “kediler tehlikeli hayvanlardır”

Kesinlikle kedilerden korkuyordu .

Küçük bir öksürükle boğazımı temizledim “bende geliyorum” dedim ciddi bir sesle. Avalon ordusu ben demek ve onların katıldığı bir Savaşı ben sarayda izleyemem zoya başını iki yana salladığında dudaklarını aralayamadan söze girdim. “orduyu sen yönetmek istiyorsan tamam ama bende geliyorum dedim” bastıra bastıra. Anlamıyorsun dedi yüzü sonunda onu böylesine yoran şeyi açıklayacak gibi durgunlaştı “Vera gelecek olan prenses sen değilsin “ kaşlarım çatıldı.

“ O da ne demek?” dedi nevan benden erken davranarak. Zoya Eliyle alnını ovuşturdu. “Avalon’un askerlerini imparatorliğun emrine vermek için bir sebebi yok bu yüzden imparatorluk bir sebep oluşturacak” dedi.

Vardı, binlerce sebebi vardı. “Ne sebebi? Dedi nevan.

Sustum, Rosa ve prens evlenecekti değilmi? Zoya bana söylemenmişti çünkü...

Çünkü daha önce tanımadığı bir prensle evlenen bir kadın tanıdım ben adı hera krov. Hiç gülumsemeyen kadın hera ve ben o kadının hayatındaki tüm çaresizliğe ve acıya şahit olmuştum . Onu bu kadar üzende evliliğiydi zaten.

Şimdi rosa aynı kaderi yaşayacaktı.

Benim salıncağım anneme urgan olmuştu bir başkası yaşar mıydı aynı kaderi?

“Ne sebebi zoya” dedi nevan tekrar. Zoya bana baktı anladı biliyorum. Nevan’da anladı en çok o anlardı ve anlamak onu çıldırttı. Ellerini saçlarına geçirdi, bana döndü “Vera sen bir şey söyle?” dedi Bakışlarımı zoya’dan ayırıp düz bir suratla ona baktım. “Nevan “ dedim “beni Zoya ile yalnız bırakın” tereddüt etti ama emrimi ikiletmedi.

Hızlı adımlarla kendini dışarı attı . bejmerde ardından çıktı. Zoya önündeki Sandalyeyi ters çevirip oturdu. “Rosa’nın gidişine çok üzüldün bakıyorum” dedi alayla gülerek. “Saçmalama” dedim alaylı bir tebessümle “rosa’nın gidişi işime gelir” Peki yüreğime oturan bu taşta neyin nesiydi.

“Belki o gidince onun odasını alırsın ha “ dedi zoya genişçe gülerek “Sanmıyorum ben odamda mutluyum “ diye cevap verdim. Biraz sonra ifadesi durgunlaştı “birşey yapacak mısın? “ dedi masumca bakarak, üzüldüğümü biliyordu ve üstelik rosa’ umrumda bile değildi “hayır rosa’nın hayatında söz sahibi değilim” dedim, kimseninkinde değilim. “Biliyorsun aptalın teki konuşsamda dinlemez” Zoya onaylar şekilde başını aşağı yukarı salladı.

“ Hangisi? “ diye bu kez ben sordım “ne hangisi?” dedi zoya kaşlarını çatarak.

“Prenslerden” dedim bastırarak “hangisi?” Aydınlanmış sesler çıkardı zoya.

“imparatorun Küçük oğlu Prens arel savaşta ordunun kontrolü de onda olacak yavru kurt diyorlar ona “ diye açıkladı, kaşlarım çatıldı “Yavru mu? Dedim. “Evet” dedi. “Amcası eski imparator viran kıtadaki en iyi savaşcıymış, babam hikayelerini anlata adata bitiremezdi ona çok benzediğini söylüyorlar bu yüzden yavru kurt”

Başımı aşağı yukarı salladım. “ Güzelmiş “ dedim sessizce “ne güzelmiş?” dedi Zoya hafifçe kaşlarını çatarak.. “Adı” dedim “güzelmiş” Arel’in , Prens arel’in, “öylesine bir isim işte” dedi zoya “evet öyle “ dedim ve içimden defalarca tekrar ettim...

Arel...Arel... Arel

👑

Sessizce döndüm Saraya ve fırsatını bulduğum ilk an kendimi suyun altına attım . Düşündüm şuan olan isyanları düşündüm önceden de böyle büyük bir isyan olmuştu isyanlar son bulduktan bir hafta Sonra da annem ölmüştü, hayır kendine kıymıştı.

5 yıl sonra imparator viran öldürülmüş yerine şu anki imparator olan kardeşi geçmişti eski imparatoru Sadece iki kez görmüştüm. Birinde çok Küçüktüm hayal meyaldi her şey diğerinde on yaşındaydım ve her şey öylesine net bir o kadar siliktiki, annemin cenazesindeydik. Cenaze altın şehre götürülmüştü.

kimse beni görmüyordu, kimse beni duymuyordu ve bu kez gerçekten yapayalnızdım yalnız olduğum ilk andı değersiz olduğum. İlk andı.

Kafamı suya gömdüm...

Rosa’nın gidişi sıkmıyordu canımı, gidişler sıkıyordu...

Tekrar nefes alıp bu kez dışarı çıktım . Saçımı üstün körü örüp sade yeşil kadife bir elbise giydim ve küçük gümüş zümrüt bir taç taktım . Karargahta istediğim gibi giyinebilirdim ama sarayda prenses vera’ydım. Elbise giymeyi seviyorum aslında ,dışarıdan öyle görünmese de.

Diğer prenseslerin etrafında onlarca hizmetçi olurdu bende hiç yoktu. Annem öldükten sonra kimse beni göremedi, bende kendi işlerimi kendim yapmayı öğrendim. Küçük odamdan çıkıp sarayın geniş koridoruna geçiş yaptım. Siyah taş duvarlar ışık saçmaları için konulan meşalelerle soğuk bir koridordu.

Koridorun sonunda geniş tahta çift kanatlı bir kapı vardı kapının iki yanında askerler nöbet bekliyordu yaklaştığımda küçük bir baş selamı vererek kapıyı açtılar , İçeri girdiğim an o tanıdık koku burnuma doldu.

Hizmetçiler etrafta koşturuyor ellerindeki tabakları masaya bırakıyorlardı. Burası sarayın en geniş odası duvarlarda siyah bayraklar asılı üstlerinde kırmızı avalon yakutu var, tam ortada geniş bir masa ve bir çok sandalye ve masada sevgi dolu ailem.

Kendi kendime göz devirdim .

Babam taht benzeri sandalyesinde baş köşede oturmuş , kulağının altında biten saçlarının üstündeki yuvarlak altın taç ve üzerindeki kadife kaftanla Avalon kralı Ahter, onun yanında karısı lidya vardı. Ellilerinin ortasında olmasına rağmen kırık bir Sarı olan saçları, yaşlı bir yüzü ve mavi gözleri vardı üstünde beyaz, altın ve elmaslarla işlenmiş bir elbise ve saçında kocaman bir taç vardı. Onun yanında rosa, rosa annesine benziyordu çok daha canlı uzun sarı saçları bembeyaz bir teni ve açık mavi gözleri vardı ayrıca yanağında küçük bir yara izi, çocukluktan kalma. yaşı 18’di.

onunda yanında arkan yani abisi vardı. Ve onunda annesi gibi kısacık sarı saçları vardı Yaşı benden büyüktü üzerinde bordo deri bir ceket ve Pantolon kafasında yuvarlak bir taç vardı.

Hızlı adımlarla babamın diğer yanındaki sandalyeye oturdum hizmetçiler önümdeki tabağı doldururken bende karşımda bana dönen nefret dolu bakışlara odaklandım.

Alışıktım artık bu bakışlara , laflara , sataşmalara .

Babam fazla beklemeden söze girdi zaten beklerse olacakları iyi biliyordu. “ İmparator ve ailesi bir kaç gün içinde saraya gelecekler hatta belki daha kısa sürede bu yüzden hepinizin her daim hazır olmasını istiyorum” dedi Ciddi bir sesle.

Umursamadan önümdeki yemeği yemeye başladım

“her daim hazır olacağımıza emin olabilirsin “ dedi lidya kibirli sesiyle bana yandan bir bakış attı iğrenir gibi , rosa’ya dönüp gülümsedi “yüce prenseste hazır olacak”

Rosa’da ona bakıp gülümsedi o an derinlerde bunu hiç istemediğini fark ettim.

Ardından rosa bana döndü. “İmparator beni prensle evlendirmek için geliyor” dedi yapmacık bir gülümsemeyle “biliyor muydun?” diye devam etti “Ah tabi bilirsin tüm krallık bunu konuşuyordur” kibirliydi ama vasıfsızdı.

“haklısın tüm krallık seni konuşuyor, prensin seninle evlenecek kadar nasıl aptal olduğunu söylüyorlar “ dedim aynı yapmacık gülümsemeyle. Aslında rosa’nın yanağındaki o küçücük yara yüzünden kendine nasıl küs olduğunu biliyorum eğer hak etmeseydi Onunla uğraşmazdım.

Söyleyecek bir şey bulamayınca sinirle annesine baktı, sözü abisi devraldı “kraliyet için oda hazırlıyoruz düşündüm de belki hizmetçilerinden birine senin odanı veririz sende muhafız harabelerinden birinde kalırsın ha “ burada belki en çok ondan nefret ediyorum. Kibirliydi, vasıfsız pisliğin tekiydi ve prens olmanın tam tersiydi o .

“Bende düşündüm de “ dedim dudak büzerek “eğer köpeklerinden birini senin odana koymak isterlerse sana muhafız harabelerinin yanındaki tazı kulübelerinden birini ayarlayabilirim “

Gözleri öfkeyle açıldığında ayağa fırladı.

Bana doğru hamle yapmadan önce “yeter !” dedi babam . “hepiniz yemeğinizi yiyin “

Ona karşı gelecek cesareti olmadığından oturdu arkan .

Bir kaç lokmayı ağzıma koyduğumda “baba “ dedi rosa’ “müsaadenle kalkmak istiyorum“

Babamın kaşları çatıldı “ henüz hiç bir şey yemedin “ dedi. Başını iki yana sallayarak “tokum “ dedi rosa’ .

Babam biraz daha düşündükten sonra evet anlamında başını salladı ve rosa hızla salondan çıktı .

Masada dört kişi kaldığımızda “askerler “ dedim “onları gerçekten gönderecek misin?”

“evet “ dedi babam “kıtanın geleceği için önemli “ .

“hepsi mi gidecek?” dedim henüz eğitimini tamamlamamış olanlar vardı. “hepsi gidecek“ dedi babam acımasız bir sesle. Kıtanın geleceği onun umurunda bile değildi. Aileleri olan askerler vardı, adlarını bile bilmiyordu . Onları gönderiyordu çünkü imparatorluk öyle istemişti , halkı onun umurunda değil.

Öfkeyle ayağa kalktım ve ondan izin istemeden çıktım salondan . Karargâha gitmem nevan ‘ı görmem gerekiyor.

Koridorda sert adımlarla ilerledim sarayda nöbet tutan her asker beni gördüğünde “hazır ol “ pozisyonuna geçip selam veriyor, elimden geldiğince karşılık vermeye çalıştım.

Merdivenlerden inerken rosa ‘yı gördüm . Nereye gidiyordu şimdi bu?

Telaşla iniyor basamakları bazen dönüp arkasına bakıyor.

“rosa’!” dediğimde mavilerini telaşla bana çevirdi . Hiçbir şey demedim ne bir hesap sordum ne de merak ettim. “bu kadar aptal olmaya değer mi ?” dedim sadece .

Başta anlamadı ince kaşları çatıldı, ne kastettiğimi anladığında telaşlı ifadesi durgunlaştı tekrar o kibirli ifadesine dönmeye çalıştı . Kollarını önünde kavuşturarak “beni kıskandığın için...” demişti ki “beni dinle aptal “ diye bağırarak sözünü kestim. Korkuyla bir adım geriledi . “benim senin o saçma hayatında kıskanacağım hiç bir şey yok “ var aslında var .

“Sadece söyle bu kadar aptal olmaya değer mi ? “ ifadesi durgunlaştı dudakları aralanıp tekrar kapandı , hızla yanından geçip bahçeye çıktım , değmezdi cevabına değmezdi .

Bahçemiz ,çimenler ve otlarla kaplı bir bahçe, nizami ama renksiz. Ne bir çiçek ne bir gül kokusu.

En sevdiğim çiçek buydu. Kırmızı gül.

Annem dalında bir kırmızı gül olduğumu söylerdi. Gülü dalından koparırsanız ya dikenleri sizi kanatır ya da solup gider .

Arkamdan “vera “ diye seslendi babam .

Son zamanlarda adımı sık söylüyor ve bu beni geriyor. Yemeği ne ara bırakıp peşimden gelmişti?

Babam genelde beni görmezden gelirdi . Hakaret etmez ama edenlere göz yumardı . Vurmaz ama biri vurmak istese dur demezdi .

Onun için yüktüm ben . O hep uzakta durur bir adım gelmezdi bana .

Benim ise gururum bunun için fazla ağırdı .

Yine de beni ne zaman çağırsa heveslenecek kadar çaresizim.

Bahçenin ortasında emin adımlarla bana yaklaştı. Yan yana geldiğimizde “hava almaya mı çıktın ?” diye sordu. Kaşlarım çatıldı yine de “evet “ diye cevap verdim

O ise kelimeleri toparlayamıyor gibi derin bir nefes aldı “bak Vera “ dedi tamamen bana dönerek.

“kraliyet ailemizi bir arada görmek istiyor , daha önce hiçbir davete katılmanı istemedim ama buna katılıp ailemizi temsil et istiyorum İmparator ve imparatoriçe buraya geldiğinde yanımda olmanı istiyorum. Kızımı yanımda görmek istiyorum.”

Kalbimden bir kuş uçtu oysa ne kadar beklemişim bu cümleyi .

Sen nasıl istersen baba .

Gerçekten gurur neydi? Çünkü babam benden bu zamana kadar hiç bir şey istemedi şimdi ise kızı olmamı istiyordu.

Bu can yakıcıydı .

Ne diyeceğimi bilemedim planlarımın arasında bu yoktu . Her zaman ki gibi günü karargâhta geçireceğimi planlanmıştım.

“A... Baba ben...” derin bir nefes aldım bunu yapamam mı demeliydim peki bu onu hayal kırıklığına mı uğratırdı ?

Rosa’ ve arkan onun iyi evlatlarıyken ben hep asi olacaktım. Nefret edilen olacaktım .

“yapabilirim... Sanırım “ sanırım bunu yapabilirim .

Babam gülümsedi, yaşlı yüzü biraz daha kırıştı .

“Sağol Vera”

Daha önce hiç bu kadar kırıldığımı hissetmedim . Babama değil kendime . Umut ettiği için. Sevdiği için.

Babam arkasını döndü gözden uzaklaşırken başka bir şey söylemedi ve karanlık kapıdan girdiği an kayboldu.

Hayatımda her şey öylesine hızlı ve aklı almaz ki yetişemiyorum .

Sözümü en iyi şekilde tutacaktım ve yıllardır gölgelerin ardında ki Vera gün yüzüne çıkacaktı.

 

 

Ve sanırım bunun için yapılacak ilk adımı biliyorum. Soluklanmadım beklemedim içimden bir ses impatorluğun beklediğimizden erken geleceğini söylüyor. Bahçeyi ve nefesi bir kenara attım ve odama doğru koşmaya başladım.

Koşan hizmetçilerin arasından dikkatlice sıyrılıp odamdan defterimi aldım , sık sık resim çizerdim. Çoğu zaman güzel elbiseler şu ana kadar hepsi bir çizimden ibaretti fakat şimdi İçimden bir ses en doğru zaman olduğunu söyledi.

İçlerinden biri haftalardır aklımı kurcalıyordu zaten. Sarayın arkasındaki ahıra yöneldim . Büyük beyaz bir kulübeydi . Çift kanatlı beyaz bir kapısı vardı.

Üstümdeki elbiseyi çıkarmadan ahıra girdim . Bir sürü bölmede atlar duruyordu ben içeri girince huysuzca sesler çıkardılar . Yerler samanla kaplıydı siyah , beyaz ve kahverengi en az otuz at vardı ahırda.

Ancak ben biraz ileride aradığımı buldum . Dudaklarıma sıcacık bir gülümseme yayıldı.

Bembeyaz tüyleri aynı şekilde beyaz ve lekesiz yelesi , çipil çipil kahverengi gözleri ile, bulut .

Burada ki en uyusal attı . Savaşmaya başladığımdan beri beni asla yarı yolda bırakmamış daima yanımda olmuştu .

Beni görünce hevesle kulaklarını oynattı . Gülümsemem büyüdü . Bölmenin kapısını açıp yularını kavradım ve nazikçe dışarı çıkardım.

“yolculuk mu edeceksiniz prenses?“ arkamdan gelen sesi tanıyorum . Başımı o yöne çevirdiğimde . Kırklarının başında kambur üstünde kirli beyaz bir tunik ve kahverengi bir hırka olan kahverengi dağınık saçlı Rowan’ı gördüm .

Rowan seyyisti atların bakımı ile ilgileniyordu, iyi bir adam daima saygılı ve itaatkar olmuştur.

İtaatkar olması önemli değil fakat saygısı ile kalbimi kazanan nadir insanlardan.

“Evet rowan “ dedim ayağımı Bulut’un semerindeki üzengiye bastım .

Ustaca tamamen bindikten sonra rowan’a küçük bir baş selamı verdim o da anında gülümseyerek karşılık verdi ve ahırdan ayrıldım.

Şehirde oldukça tanınan bir prenses olduğum söylenebilir. Çocukken saraydan sık sık kaçıp sokaklara inerdim . O sürede bir sürü insanlar prenses olduğuma inanmamıştı . Bunlardan biride terzi freya .

Freya annemi giderini karşıladığı bir yetimhanenin müdürüymüş eskiden . Annem ölünce kimse onlara yardım etmemiş . Nevan’da bu yetimhanedeydi bir zamanlar .

Şehrin taş yollarında bulutla beraber ilerledik , kahverengi hakimdi şehre . Çocuklar sokaklarda oynuyor , en fazla iki katlı evlerde perdeler sallanıyordu. At arabaları sokaklarda dolaşıyordu . Biraz daha ilerlediğimde bir sürü tezgah çarptı gözüme. Burada aradığınız her şeyi bulabilirdiniz. Küçük tahta tezgahlara eşyalarını dizmiş satılmasını bekleyen yüzlerce insan vardı kimisi bağırarak insanları davet ediyor kimisi öylece bekliyordu .

Buluttan inip onu sağımda atların bağlı olduğu yere bıraktım. Ve çarşıda yürümeye başladım avalon sesli bir krallıktı . Bir çok dükkanın arasından geçerek çeşit çeşit kumaşların asılı olduğu dükkana girdim .

Her yer sıkış tepişti kumaş parçaları ipler makaslar ve iğneler dağılmıştı.

Biraz ilerlediğimde ben aramadan freya içeri girdi. Omuzunda kırmızı kadıfe bir kumaş vardı. Aralarında bir çok beyaz olan siyah saçlarını topuz yapmış kısa boylu yaşlı huysuz bir kadındı .

“yine mi geldin ?” dedi memnuniyetsiz bir sesle. Gülümsedim . “gelişimden memnun değil gibi yapma “ dedim, üst raflarda ki sarı ip rulosuna ulaşmaya çalışıyordu . Hızla ileri atılıp ipi ona uzattım . “bu kez ne istiyorsun ?” dedi. “bu kez bir elbise “ dedim, tek kaşı havalandı. Genelde savaş için kullandığım kıyafetleri o dikerdi .

Hızla elimdeki defterde tasarım yaptığım sayfayı açıp ona uzattım. Daima çatık kaşlarıyla aldı defteri ve boynundaki gözlüğü gözüne takıp inceledi . Dudak büzdüğünde hevesle ona bakmaya devam ettim . “yapabilecek misin ?” dedim hevesle, kaşları daha da çatıldı “kralların taç giyme elbisesini diktim ben kızım basit bir elbiseyi dikemez miyim sence ?” dedi kızarak .

Yere eğildi ve ağır turuncu bit tül rulosuna uzandı , ondan önce davranıp ruloyu aldım “ve bunu her fırsatta söyleyecek kadar mütevazisin “ dedim gülerek ve açtığı tahta kapıdan geçtim. Burası onun atölyesi dükkana göre daha toplu . Ortada iki büyük masa ve dört manken var . İki mankenin üstü kumaşla kaplı.

Tülü masaya bırakarak “ne zaman yaparsın ?” dedim. “bir hafta sonra “ dediğinde gülümsemem soldu . “olmaz “ diye itiraz ettim “çok daha kısa sürede lazım “

“tek müşterim sen değilsin kızım “ dedi huysuzca “hadi ama Aden ve Alisa sana yardım eder “ dedim üzüntülü bir sesle “o beceriksizleri dükkanıma sokmam “ dedi büyük bir öfkeyle. Yardımcıları vardı ama iş beğenmiyordu .

Yanına iyice yaklaştım . “sen kralların taç giyme elbisesini diktin yarına kadar halledersin “ dedim. “ne ?” diye sert tepki verdiğinde ise koşarak dükkandan çıktım. Tekrar buluta bindiğimde güneş neredeyse batmak üzereydi . Gitmek gereken tek bir yer kaldı .

Karargâha vardığımda askerlerin eğitim sahasında dövüştüklerini gördüm .

Hepsi tanıdığım askerlerde ancak beklediğim kişi yoktu . Dövüş sahasında olduğuna emindim oysa .

Askerlerin arasında zoya’yı gördüğümde adımlarımı o yöne çevirdim . Onlara hareketleri nasıl yapacağını gösteriyordu .

Yanına vardığımda kaşları bir sorun mu var der gibi çatıldı . “nevan nerede ?” dedim direkt olarak.

Sanki yokluğunu yeni fark etmiş gibi gözleri geniş sahada gezindi . “bugün onu sık görmedim normalde sahadan ayrılmazdı “ dedi anlam veremiyormuş gibi .

“biliyorum “ dedim başımı sallayarak. Ardından arkamı dönüp tekrar buluta doğru yürüdüm “nereye?” diye bağırışını duydum arkamdan .

Bulutun sırtına binip onunla tekrar göz göze geldiğimde “onu bulmaya “ dedim.

Onu biraz bile tanıdıysam nerede olduğunu biliyorum.

Bulutla beraber hızla fenk tepesine çıktım. Yaklaşık beş dakika sonra krallığın tüm manzarasını ayaklar altına seren uçurumun başındaydım .

Nevan ise tam uçurumun köşesinde oturmuş manzarayı seyrediyordu . Arkası dönüktü .

Sakın adımlarla yanına yaklaştığımda tepki vermedi . Yanına oturdum

Gökyüzü mavinin en güzel tonunu bize sunuyordu , sarayın taş duvarları buradan küçücük görünüyordu ve evler kum taneleri gibiydi.

“Eğer beni fark etmediysen seni iyi eğitememişim demektir eğer gelenin ben olduğumu fark ettiysen seni gereğinden daha iyi eğitmişim demektir” dedim gözlerimi manzaradan çekmeden .

“burada olduğumu başka kim bilebilir “ dedi, kaç yaşına gelirse gelsin sesinde hep o çocuksu tını varlığını sürdürüyordu , ancak bu kez farklı hüzünlü bir hava sezdim .

Bakışlarım ona döndü ama onunkiler bana dönmedi. Yeşil ve sarının mükemmel birleşimi olan ela gözleri beyaz teni belirgin bir çene hattı ve kısa kumral saçları var . Henüz daha on dokuz yaşında ve kim ne derse desin henüz çocuk o .

Onu ilk gördüğüm zamanı hatırlamıyorum da 13 yaşında bir oğlan çocuğuydu tek hayali asker olmak isteyen bir oğlan çocuğu.

Doğduğunda annesi tarafından yetimhaneye bırakılmıştı. Yetimhaneden kaçtığı bir gündü ve o gün onu kolundan tutup yetimhaneye geri bırakmayacak tek kişiyle tanışmıştı, yani benimle.

Yine burada , yine aynı uçurumun başındaydık ikimizin de hayalleri vardı, şimdi ise buradaydık .

Onu tanıdığımda tıpkı onun şuan olduğu gibi on dokuzdum. Bildiğim her şeyi ona öğretmeye ilk o zaman başladım. Hızlı öğreniyordu , azimliydi ve saftı .

Benim için gerçek bir kardeşti .

Asker oldu , yaşıtları gibi bronz zırhlı değil üstelik, gümüş zırhlı bir teğmendi.

Ancak hala uçurumun başındaki o çocuktu .

“Peki seni bu uçuruma geri döndüren nedir?” dedim gülümseyerek . Bakışları buğulandı ancak yine bana bakmadı .

“Hatırlıyor musun? Sana tek hayalim asker olmak dediğimde bana büyüdüğümde başka hayallerim olacağını söylemiştin . Çok inkar ettim ama haklıydın hep haklıydın ... Hayaldi” diye mırıldandı “hayaldi “

Hayal olan nedir diye sormak üzereyken avucunda sıkı sıkı tuttuğu parlak bir şey çarptı gözüme .

Bir sürü avucuna bakakaldığımda hemen elini zırhın ceplerinde birini soktu .

Tekrar yüzüne döndüğümde ise kaçınılmaz olanı gözlerinde gördüm .

Tesellisi var mıydı bu duygunun ? Ya da ilacı çünkü annem haklıydı.

Başımı silikçe iki yana salladım “ahh nevan aşk öldürür “ diye fısıldadım .

Gülümsedi keyiften uzak bir gülümsemeydi “Aşkı aşk yapanda bu değil midir? “ dediğinde o küçük çocuğun büyüdüğünü gördüm sanki.

“Öldürmesi mi ?” dedim derin bir nefes alarak. “hayır” dedi “ öldüreceğini bile bile sevmek “

Göğsümün sıkıştığını hissettim. Aşk diye düşündüm aşk gerçekten var olan bir duygu muydu yoksa sadece bir sanrı mı ?

Peki ya kardeşim dediğim yalanlardan sakındığım çocuğun gözlerindeki neydi?

“nevan “ dedim kırık bir sesle “keşke değecek birine ...”

“böyle söyleme !” diye sesini yükselterek kesti sözümü “ben ...” kelimeleri seçemiyor gibi duraksadı “ben... Onu seviyorum”

Bu ... Bu çok ağırdı. Sevgi yüktü . Birini sevmek zorunluluktu ama aşık olmak bir seçimdi

Sevdiğimiz her kişi omuzlarımıza yük bindirirdi aşk ise kalbimize .

Ama en ağırı toz pembe hayalleri dağıtıp gerçeklerle yüzleşmekti .

O seni sevmiyor . Diyecek oldum . Diyemedim .

“aşk “ dedim “nasıl hissettiriyor?”

Gözlerini kısa bir an yumdu , sonra ise onu düşünüyormuş gibi parladı gözleri.

“Tuhaf ... Çok tuhaf. Onu ilk gördüğünde yüreğin sıkışır ama fark etmezsin . Sonra Yavaş yavaş kalbine işler ; merak edersin, sonra tanımak istersin, sonra ise durmak izlemek her zerresini ezberlemek ama sanırım en çok kavuşmak istersin”

Sözleri son bulduğunda bu duygunun bana çok uzak olduğunu fark ettim.

“Küçük bir çocuğa göre çok büyük konuştun “ dedim alayla.

Dudaklarına bir gülümseme yayıldı “hep çocuk kalmıyoruz “ dedi.

Sarıldım , gidecekti anladı, sevmeyecekti anladı , anladı ve ağladı belli etmedi ama ben anladım.

Çünkü gözleri değil kalbi kanadı..

👑

Kraliyet ailesi yine yemek masasına oturuyordu .

Bu kez misafirleri kırışık yüzlü soluk mavi gözlü kuru tenli bir kahindi . Keçe gibi beyaz saçları ve kirli siyah bir kaftanı vardı. İmparatoriçe zorla getirmişti kahini ne imparator ne de prensler inanmıyordu bu kehanetlere .

Masanın tam ortasına su dolu bir kase koymuş elinde bir keseyle bekliyordu . İmparatoriçe heyecanlı yerinde hareket ediyor, Derik öylece izliyor, imparator ise bir an önce bitmesini istiyordu .

Arel ise artık yemek masalarından nefret ediyordu , ne yaptıysa babasını vazgeçirememişti . Evlenecekti tanımadığı biriyle hem de .

Kaçıp gitse ailesini bırakamazdı , kalsa ... Bunu yapamazdı .

İmparatoriçe kahine küçük bir baş hareketi yaptı .

Kahin onay alınca elini keseden içeri sokup siyah bir tozu suya bıraktı. Biraz suyu izledikten sonra “bu evlilik isyanları durduracak “ dedi. İmparator ve imparatoriçe gülümsedi. İstedikleri de buydu . Fakat aniden kahinin yüzü düştü telaşla “ne oldu” diye sordu imparatoriçe.

“ateş görüyorum, “ dedi kahin “bir kadın... Ateşlerin içinde bir kadın görüyorum. Yanmıyor , ateşte yanmıyor buz onu dondurmuyor , soğuk ateş tüm krallığı kaplıyor ama ona dokunmuyor . “

Sözlerini bitirdiğinde masada Arel hariç herkes gerildi . “kim peki ?” dedi imparatoriçe.

“Prensin evleneceği kişi bu” dedi kahin . Bu evlilik” dedi “prense iyilik getirecek , bir kadınla evlenecek ve onu sevecek tıpkı kadının onu sevdiği gibi “

Arel imkansız dedi içinden , imkansız.

Liya ise rahatlama ile elini kalbine yerleştirdi , fakat kahin sözlerine devam etti.

“ancak öyle bir kadın ile evlenecek ki avucunda ateş taşıyacak . Prens o ateşe çekilecek , çekildikçe yanacak yandıkça yakacak . İkiside kül olana kadar yanacak son parça köz yüreklerini saracak “

Arel tek kaşını kaldırdı işte şimdi ilgisini çekmişti.

“Kül olacaklar ancak külden beraber doğacaklar ya da rüzgarla savrulacaklar “

Kadın sözlerini bitirdiğinde elini suya daldırdı ve bir süre beklettikten sonra çıkarıp Arel ve imparatoriçeye döndü .

İkisi de şaşkındı . Akıl süzgecinde sözleri geçirdi Arel. Mantıklı yanı yoktu. Peki göğüs kafesini sıkıştıran bu duygu da neyin nesiydi?

👑

Işık gözlerime dolduğunda zar zor yatakta doğruldum . Üzerimdeki beyaz uzun gecelik üstüme yapışmış durumda . Bugün oldukça... garip rüyalar gördüm .

Yorganı kenara itip yataktan çıktım. İlk işim banyo yapmak değil banyo suyunu taşımaktı . Bulunduğum katta bir su pompası vardı ve sarayın tüm su ihtiyacı oradan karşılanıyordu.

Diğer herkesin özel hizmetçisi suyu erkenden doldurup odalarında sıcak banyolarını hazırlıyordu tabi .

Geniş kovayı alıp koridora çıktım eskiden yaşlı bir hizmetçim vardı ancak o kadar yaşlı ve huysuzdu ki tek yaptığı bana işlerimi nasıl yapabileceğimi öğretmekti .

Gerçi su taşımak kas yapmama epeyi yardımcı oldu yine de her sabah tam bir işkence .

Pompayı ileri geri hareket ettirerek suyu doldurdum ve aynı yolu tekrar döndüm. Saray uyuyordu hizmetçiler bile hazırlığa başlamamıştı .

Suyu ısıtma ihtiyacında bulunmadan buz gibi suda yıkandım . Alışmıştım artık.

Yine de olabildiğince hızlı bir şekilde işlerimi halledip koyu kırmızı kadife bir elbise giyerek saçlarımı ördüm ve yakut bir tacı başıma yerleştirdim.

Masanın başına geçtim ve mürekkep hokkası ile tüyümü alarak her zamanki gibi defterime karalamaya başladım .

Defterlerim özel ve en değerli varlıklarım . Çoğu zaman çiziyorum bazen ise yazıyorum.

Freya elbise mi hazırlamış mıydı?

Açlık tüm bedenimi ele geçirdiğinde Masadan kalkıp giyinme odasına girdim.

Küçük ve sıkışık bir odaydı iki duvar elbiseler ile kapalıyken biri taçlar ve ayakkabılar için ayrılmıştı .

Taçların bulunduğu rafın hemen köşesinde eski bir sandık var . Sandığı dikkatlice çekerek kapağını açtım ve içinde hançeri çıkardım.

Küçük siyah deri bir kılıfı var sapında ise kocaman parlak bir yakut. Bu annemden yadigâr. Benim için anlamı çok büyük bu yüzden kendime de bir tane yaptırdım . Anneminkinde HERA yazıyordu .

Hançeri sol bacağımın yanındaki özel cebe yerleştirdim. Bu elbiseler benim için özel yapıldığı için daima hançer koyacak yer olur .

Açlık hissi her zerremi kapladığında odadan çıktım ve her gün ki gibi salona yöneldim .

Ancak görmeyi beklediğim manzara bu değil di .

Beklediğim gibi kahvaltı yoktu . Herkes oradan oraya koşturuyor Lidya tam ortalarında durmuş emirler yağdırıyordu .

Hizmetçiler etrafta dönerken gözlerindeki yorgunluk çok açıktı.

Kumaş makaraları , değerli taşlarla kaplı eşyalar ve temizlik malzemeleri. Bu sarayda neler dönüyor?

İçeri doğru bir kaç adım attım fakat telaşlı bir hizmetçi bana çarptı .

Her şey o kadar birbirine girmişti ki çaptığını fark etmedi bile.

Gerçekten neler oluyor?

“hey “ diye seslendim “kahvaltı nerede?” . Kimse cevap vermedi.

Herkes öylesine meşguldü ki . Lidya elinde bir sepet dolusu kumaş olan kızı durdurup kumaşları kontrol etti. Bence gayet uygunlardı ancak Lidya burun kıvırarak “aptal!, krallığı böyle mi karşılayacağız ?” Diyerek elinde neredeyse kendisi ile aynı boyda sepeti taşıyan çelimsiz kızı itti .

Kız sepetin ağırlığıyla denge sağlayamayıp yere kapaklandı.

İçimde öfke kabardı biri bu saçmalığı bana açıklamalı .

Eteğimi toplayıp sert adımlarımı o yöne çevirdim .

Kız ayağa kalktı ancak sepeti bir türlü yerinden kaldırmayı beceremiyordu. Kızın dakikalarca kaldırmak için uğraştığı sepeti tek seferde kaldırıp yanımdan geçen erkek hizmetçilerden birine verdim .

“ne oluyor?” dedim lidya’ya dönerek.

O cevap vermeden arkasında rosa’ belirdi “bak sen “ dedi az önce hizmetçiye verdiğim sepete bakarak “bu kadar meraklıysan seni hizmetçilerimden biri yapabilirim “ alaylı bakışı beni uyuz ediyordu .

Dişlerim gıcırdadı . “eğer bana ne olduğunu hemen anlatmazsanız sen hizmetçi bile olamayacaksın rosa’ “ dedim öfkeyle.

“Kraliyet bir pusula gönderdi , yola çıkmışlar “ dedi Lidya ardından dönüp hazırlıklara devam etti.

Rosa’ ise açık turuncu elbisesi içinde ne kadar aptaldı .

Gözlerinin içine baktım , mavilerinde bir duygu derinlik ya da korku olmalıydı .

Değecek biri olsaydı keşke... Dedim tekrar içimden . Değecek biri.

Sanırım kahvaltı beklememeliyim .

Tüm boğucu ve nefes kesici havanın içinden bahçeye çıktım.

Gerçekten bunu yapamazdım kraliyet ve tüm o aptal insanların yanında saatlerce bekleyemezdim . Boğulurdum bir kere . Babamla konuşmalıyım hayal kırıklığına uğraması ya da başka bir şey umrumda bile değil şu an .

Babamı bulmak için bir kaç adım atmıştım ki arkan girdi görüş açıma girdi.

“Bak sen “ dedi uyuz sesiyle. “ küçük Vera prensescilik oynayacakmış “

Kaşlarım öfkeyle çatıldı “neden bahsediyorsun sen “ dedim dişlerimi sıkarak.

“Kraliyet geldiğinde orada olacakmışsın “ dedi, anlaşılan babamla konuşmuştu . “Ne yapacaksın muhafız kıyafetleri mi giyeceksin “ beni baştan aşağı süzdü “yoksa bu paçavralarla mı geleceksin?”

Kanım öfkeyle kaynadığında “sana bu cesareti kim veriyor merak ettim yoksa kraliyet geleceği için sert prens rolüne erken mi başladın “ dedim kollarımı göğsümde birleştirerek .

Güldü “ne o beni gidip annene mi şikayet edeceksin “

İfadem çok kısa bir an kırıldığında kalbimin sıkıştığını hissettim. Dudaklarımı aralayacağım an , o konuşmaya devam etti. “Soylu gibi davranmayı bile bilmiyorsun sen , şöyle yapacağız sen yemeğe gelmeyecek , muhafız çöplüğünde kalacaksın her zamanki gibi bende babama kızının onu şaşırtmadığını söyleyeceğim “ dedi beni şaşırtarak .

Gerçekten ona cesaret veren bir şey vardı. İfadesine tiksinti hakim oldu “sen ve annen ailemizi yeterince utandırdınız “ dedi.

Gözlerimin şaşkınlıkla açıldığında aklımda kalbimde ve damarlarımda şimşekler çaktı “Ne dedin sen!” dedim bağırarak. Bağırdığımda nefret ifadesi bir anlığına dağıldı . Benden korkuyordu ve korkması gerekiyordu.

Parmaklarımı avucuma geçirdim ve gücümün yarısı bile olmayan bir yumruğu saniyeler içinde suratına geçirdim . Yanağına aldığı darbeyle dengesini koruyamadı ve yere düştü.

Sonrasına bakmadan ahıra koştum...

👑

Sarsılan arabanın içinde, prens Arel ve prens Devrim birlikte avalona doğru yolculuk ediyordu .

İmparator ve imparatoriçe onlardan daha öndeydi .

Altın varaklar ve ipeklerle süslenmiş arabada iki kardeşte sessizdi . Olaylar bu raddeye kadar gelmişti ve mesafe kısaldıkça arel’in göğsündeki baskı artıyordu.

“kralın 3 çocuğu var . “ diye bilgilendirme yaparak sessizliği böldü Devrim.

“En büyük oğlu arkan , onu kraliyet davetlerinde görmüştüm . Salağın teki . Tam bir soylu şımarığı “ dedi yüzünü buruşturarak . Arel abisinin kullandığı soyluluktan uzak jargona gülümsedi.

“en küçük kızı rosa’ , kız annemin istediği gelin , kraliyete uygun . diğerleri gibi . Hepsi oyuncak bebekler gibi aynı dikilmiş sanki “ dedi yine göz devirerek.

Arel küçük pencereden dışarıyı izleyerek onu dinlemiyor gibi yapıyor ancak her şeyi aklına kazıyordu , Devrim bunu bildiği için devam etti.

“ve kralın eski karısından olan kızı VERA, “

İsim kulaklarında yankılandığında neredeyse gülümsüyordu Arel. Hoş bir tınısı vardı. Bu adı sevmişti .

Yine de aklına takılanı sormadan edemedi . “eski karısı mı?” bildiği kadarıyla kral uzun yıllardır kraliçe lidya ile evliydi .

“Eskiden bir eşi daha varmış , ancak uzun zaman önce ölmüş “dedi Devrim başını silikçe aşağı yukarı salladı Arel.

“İki eşlilik yaygın değildir uzunda sürmemiş zaten “ diye devam etti Devrim

Devrim tek kaşını kaldırdı “evleneceğin kız hakkında daha fazla bilgi ister misin?” dedi.

Arel başını ellerinin arasına aldı “yapamam “ dedi çaresiz bir nefesle “Devrim bunu yapamam “

Devrim içten içe kardeşinin bu itirazların altındaki farklı sebebi seziyordu . “eğer hâlâ ...”

Demişti ki sözünü kesti Arel “hayır” dedi bastıra bastıra “bunu bir başkasına ya da kendime yapamam “

Devrim çaresiz bir nefes verdiğinde Arel başını geri savurdu .

Devrim kardeşinin bu üzüntülü hallerine dayanamayarak “belki ona aşık olursun “ dedi alayla .

Arel yarımca güldü “aşk çocuk oyunudur , Aşk bir oyundur gerçeklik hep geri plana atılır ta ki biri kaybedene kadar” dedi Arel aşka olan inancını yakın zamanda kaybetmişti .

Devrim olgun bir tavırla “aşkı küçümseme Arel “ dedi “aşk hiç bilmediğin bir anda karşına çıkar “ ardından biraz düşündü “yani okuduğum bir kitapta öyle diyordu”

Arel yüzünü buruşturdu “babam gibi konuştun”

İkisi birlikte güldüğünde sadece bir kaç dakikalık yol kaldı.

Arel aşkı kalbinde küçülttükçe küçülttü öyle ki bir kalp atımına sığdırdı .

Elini paltosunun cebine soktu Devrim safir bir yüzük çıkardı. Yüzüğü arel’e uzatarak “bunu evleneceğin kıza vermelisin “ dedi.

Arel uzattığı yüzüğe göz ucuyla baktı , ardından başını iki yana salladı “çok istiyorsan anneme ver . Seçimi yapan o sonuçta “ dedi.

Devrim “aptallık etme “ diyerek karşı çıktı “evlenecek kişi sensin ve bu yüzüğü kıza sen vereceksin “ dedi abilik otoritesi ile .

Aslında kraliyet Arel gibi düşünüyordu , yüzüğü Arel’e vermek kimsenin aklında yoktu fakat Devrim buna karşı çıkarak kardeşine çok büyük bir şans vermişti ama Arel bunu hiç bilmeyecekti .

Arel yüzüğe yine yeltenmedi , Devrim kucağına fırlatana dek.

Arel kucağına düşen yüzüğü isteksizce cebine koydu.

Çan ve kutlama sesleri kulağını doldurduğundaysa , arabadan atlama isteğini zor tuttu .

Zaman gelmişti burası kanın karıştığı topraklardı burası evalon’du .

İnsanlar onları coşku ile karşılıyordu , oysa hepsi kapalı perdelerin altında ne kadar mutsuzdu . Hayran olmamalılardı .

Saray kapıları tüm karanlığıyla onları içeri aldığında uzun süren yolculuk son bulmuştu.

Arel ilk defa son bulsun istemedi.

Arabadan en son o indi tüm karşılaşmalara göz yumdu , rosa’yı görmezden geldi . Kendisi için tahsis edilen odaya sadece kıyafetlerini değiştirmek için beş dakikalığına çıktı.

Odadan çıktığında prenslik vasfından tamamen sıyrılmış dikkatli bakmayan için halktan biriydi .

Saraydan kimseyle muhatap olmadan muhafızlara ormanın yerini sordu . Ağaçların arasında olmak daima ona iyi gelirdi .

Bir kaç saat önce küçümsediği aşk onu dalların arasında bulacaktı . Ve kalbi her atışta tek bir isim sayıklayacaktı artık.

👑

Herkes meşguldü, zoya Hazırlıklar ile ilgileniyordu ve nevan devriye görevine gitmişti , sarayda zaten kalamazdım . Bu yüzden antrenman kıyafetlerimi giyip kılıcımı aldım.

Tüm olanlardan ve babamın sözlerinden sonra omzumdaki yük arttı. Ne yapacağımı bilemez halde yıllardır yaptığım şeyi yapıp ormana geldim .

Huzur ağaçlar ve doğaydı . Ama benim pek huzurlu olduğum söylenemez.

Kılıcımı kınından çıkarıp önümdeki ağacın gövdesine bir darbe indirdim.

Eskiden bu ormana gelir ağaçlara tırmanırdım. En tepeye varmak benim için ödül gibiydi çok sık düşüp dizlerimi kanatıyordum. Annem bu yüzden bana ok atmayı öğretip okun benden önce tepeye varacağını söylemişti .

Şimdi ise annemle oklarımın gittiği yere hayallerim gidemiyor .

Darbelerim vurdukça ağacın gölgesinde yarıklar açıldı.

“aptal “ dedim dişlerimi sıkarak . Bir kılıç darbesi daha indirdim ağaca . “aptal saray halkı “

Hepsi aptaldı , beni küçümseyecek kadar . Kendilerini üstün görecek kadar.

Darbelerim hızlandıkça talaş ve dal parçaları havaya uçuştu . “aptal soylular “ diye söylenmeye devam ederken bir darbe daha indirdim

Hızla ve sertçe vurdum, karşımda lidya varmış gibi ,rosa varmış gibi, arkan varmış gibi.

Omuzlarım sızlamaya başladı , kılıcı sıktığın için avucum uyuştu ancak hiçbir şey beni durdurmadı .

“Ağaca işkence etmeyi bırakmalısın bence ?”

Diye tok ama yumuşak, yüreğime tüy gibi inen ama kaya gibi çöken bir ses duyana kadar.

Hızla arkamı döndüm.

Ağaçların arasından bir silüet çaptı gözüme. Bir adam.

Karşımda ki çok farklı bir adam .

Ne fazlası ile iri yarı ne çelimsiz , üstündeki siyah pürüzsüz kumaşlı ceketten kaslarını kolayca seçebilirdiniz .

Saçları kömür karasıydı ancak volkancamı gibi parlaktı . Büyük bir kısmı sola yatmış bir tutamı anlına düşmüştü . Teni açık buğday rengindeydi güneş beyaz tenini yakmış gibiydi. Sakalları çok hafif uzamıştı sağ yanağında ufak bir iz vardı bıçakla yapılmış küçük bir yara izi,.

Ve gözleri, gözleri gerçek bir mücevher gibiydi içinde durgunluk çöküş ve yükseliş vardı içinde ateş vardı, ateşten duvarlar vardı. Kirpikleri gür , gözleri karaydı . Dudakları ne çok dolgun ne inceydi.

Üzerinde ipek olduğu bariz bir kumaştan siyah ceket ve pantolon vardı, güneş kıyafetlerini yıpratmadığına göre yeniydi kıyafetleri, oysa ipek zor bulunurdu halk arasında.

Belinde deri bir silah kemeri ,kemerde yine ipek kılıfta uzun bir kılıç takılıydı . Solda ise yine uzun bir hançer.

Bakışları içime işledi , sabah meltemi kokusunu burnuma getirdi , ciğerlerim taze ıslanmış toprak ve ferah bir mentol kokusuyla doldu .

“Kimsin sen?” dedim sesimi sert ve seviyeli tutmaya çalıştım peki yıllardır pas tutan kalbim şimdi niye göğüs kafesimi zorluyordu .

Ağaçların arasından bir kuş uçtu, sabah meltemi biraz daha şiddetli esti kuşun kanadından beyaz bir tüy rüzgara karıştı yabancının saçları hafifçe sola doğru dalgalandı .

Dudakları hafifçe aralanır gibi oldu . Gözleri ile beni süzdü .

“Önemli biri değil” dedi sonunda kelimeler dudaklarında dans etti ve melodisi ruhuma değdi .

“Peki ya sen kimsin?” dedi önünde durduğum ağaca bakarak bir adım yaklaştı.

Kılıcımı sıkıca kavradım. “önemli biri değil “ dedim tıpkı onun gibi.

Kim olduğunu bilmiyorum fakat o evolan’lu değil . Yürürken kuru yapraklar hışırdadı ve yabancı bana bir adım daha yaklaştı.

Gözleri beni süzmeye devam ederken yüzümde oyalandı “neden buradasın?” dedim korunma içgüdüsüyle .

Yabancı gözlerini gözlerime kenetledi “bende sana aynısını soracaktım “ dedi. Sorularıma doğru cevaplar vermiyordu sanki saklaması gereken bir durumun içinde gibi.

“buradan değilsin sen “ dedim gözlerimi kısarak. Bir tüccarın oğlu olabilir mi? Peki ya bir tüccar?

Dudağı hafifçe yana kıvrılır gibi oldu , yara izi derinleşti . “yani sen buralısın “ dedi. Bu zekice düşünebilen birinin anlayacağı bir şey zaten.

“bu seni hiç ilgilendirmez ve son kez soruyorum kimsin sen!?” dedim çenemi kaldırarak. Bende ona bir adım yaklaştığımda aramızda artık bir adım vardı.

Ve bu gövdede beni deli gibi iten ancak mıknatıs gibi çeken bir şeyler var.

Öfkeyle parlayan gözlerime tekrar baktı “söyledim “ dedi “önemli biri değilim ancak kılıç talimi yapmak için ormana gelen biriyim , tıpkı senin gibi “

“benim kılıç talimi yapmak istediğimi nereden çıkardın?” dedim.

Gövdesinde yarıklar bıraktığım ağaca bakıp bu kez gözle görülür şekilde gülümsedi.

Bir yıldırım düştü yüreğime .

Söyle bana güzel gülüşlü adam kimsin sen?

“O zaman... “ dedim küçük bir öksürükle kendimi toparladım “kendine başka bir yer bulmalısın “

Gözlerini etrafta gezdirdikten sonra kılıcını çekti . Kılıcımı daha sıkı kavradım.

“öyle yapardım ama ormanda kaybolabilirim . Bu çok kötü olur” sözlediği sözler yüzünden alayla gülümsememe neden oldu.

Gülümsedim , yabancı elinden kılıcını düşürdü.

Daha bariz bir şekilde güldüğümde yüzündeki o alaylı ifade yerini alık bir ifadeye bıraktı .

Arkamı dönüp çantama bıraktığım yere doğru bir adım atmıştım ki “dur “ dedi. “neden benimle çalışmıyorsun ?”

Arkamı dönmeden yana doğru baktığımda tekrar aldığı kılıcı hafifçe yukarı kaldırdı.

İçimi kaplayan şüphe dalgasıyla konuştum .

“Beni öldürmek için geldiysen inan bana daha önce deneyenler oldu .”

Hepsi de başarısız oldu.

Sözlerimle bir adım geri çekilip savaş pozisyonu aldı.

“ Sanmıyorum tanımadığım insanları öldürmek gibi bir alışkanlığım yok.Korkuyor musun yoksa?” dedi tek kaşını kaldırarak.

“Seni tanımıyorum” diye geçiştirdim “ayrıca meşgulüm “

“Pek öyle görünmüyor ?” dedi elimdeki kılıca bakarak.

Bıkkınlıkla soluduktan sonra “Seni yenersem beni rahat bırakır mısın?” dedim .

Durdu ve gülümsedi dudakları iki yana kıvrıldığında özgüven ve ukalalık dolu bir gülüş sunuyordu ama sanki tamamen samimi içten ve güven veren biri gibiydi. “Yenebilirsen , evet aynen öyle yaparım. “ Dedi tok ama alaycı bir tonda .

Anı bir hamleyle topuğum üstünde dönerek kılıcımı kılıcıyla buluşturdum . Hiç tökezlemeden hamlemi karşıladı ve o anda kılıçların dansı başladı.

Yaptığım her hamleyi öyle ustalıkla karşılıyor ki benim yıllarımı verdiğim eğitimi kaç yılda aldı merak ettim.

“Sen bir tüccar falan mısın?” diye sordum nefes nefese darbelerine karşılık verirken. Saçma bir soruydu bu çünkü tüccarlar bu kadar iyi kılıç kullanamaz.

Şövalye olabilir mi? En kötüsü kraliyet şövalyesi olabilir mi ? Kraliyet geldi ve ben geç mi kaldım?

“Hayır” dedi sonra kılıcını zorlanmadan başımın üstünden geçirirken alayla güldü “öyle olsam fena olmazdı “ dedi.

Eğilerek darbesinden kurtuldum .

Olabilecek en güçlü darbeyle kılıcına baskı uygulasamda yerinden bile kıpırdamadı .

Daha önce hiç biriyle bu kadar uzun dövüşmedim . “biraz hızlı olabilir miyiz?” dedim art arda kılıc darbeleri indirerek . “biraz meşgulüm de .”

Darbelerini savuşturduktan sonra bir adım geri çekilip kılıcını iki eliyle kavradı.

“İmparatorluğun buraya geleceğini duydum “ dedi şüpheyle bana bakarak . “Meşguliyetinin sebebi bu olabilir mi?”

 

 

“hayır “ dedim açık vermeyen bir sesle kesinlikle bu adamda bir şeyler vardı. “Aptalca şeyler işte “ deyiverdim birden . Kaşları çatılırken darbelerinin gücü azaldı .

“Nesi aptalca?” dedi. Ağzıma neden hakim olamıyorum bilmiyorum ama “prenslerin prenseslere evlenmesi “deyiverdim .

“Her kızın hayalidir bir prensle evlenmek .” dedi sanki aksini görmemiş gibi.

“Peki sen ?” dedi tekrar o delici bakışlarla .

“Ne “ dedim anlamayarak.

“Sen diyorum senin hayalin mi yani bir prensle evlenmek ?

Alayla gülümsedim “benim hayallerim daha farklı . Ayrıca hayallerimi gerçekleştirecek bir prense ihtiyaç duymuyorum. “ Dedim çenemi kaldırarak.

“Nedir hayalin ?” dedi

“Bilmem” dedim omuz silkerek “avalon dan gitmek istiyorum gerçek bir hayat istiyorum savaşmak istiyorum bilmiyorum çok şey istiyorum işte .”

Kılıçlarımız durdu. Gereğinden fazla konuşmuştum hem de çok daha fazla. “bitti mi?” dedim ama cevabını dinlemeden orman yoluna doğru bir adım attım.

“Dur “ dedi arkamdan . Yavaşça arkamı döndüğümde bana doğru bir şey fırlattı. Hızlı bir refleksle tuttuğumda hayatımda gördüğüm en güzel şeyi gördüm .

Safir bir yüzük...

Peki bu ne demekti ?

Kaşlarım çatıldı. “bu da ne?” dedim tekrar kuşandığım öfkemle.

Uzunca baktı, derin derin . “sende kalsın “ dediğinde afalladım . “Bu başka bir suikast yöntemimi “ dedim yüzüğe bakarak . “demiştim tanımadığım insanları öldürmek gibi bir alışkanlığım yok “ dedi.

Tek kaşım kalktı “tanımadığın insanları öldürmüyorsun ama onlara yüzük mü veriyorsun “ dedim şüpheci bir sesle . “bu yüzüğü çaldığına inanmaya başladım “

Bir kez daha alayla güldü “hayır çalmadım ama inan bana hiç değmeyecek birine ait sende kalması daha iyi . “ dedi ve toprak yolda gözden kayboldu.

Freya elbisemi bitirmiş her zamanki gibi yardımcılarından biriyle saraya göndermişti . Elbisenin üstü örtülüydü ve ben açamıyordum . Belki de arkan haklıdır belki de imparatorun ailesi ile hiç bir araya gelmemeliyim .

Saraya zaten geç kalmıştım . İmparatorluk şu an içerideydi , beni bekliyorlardı belki de belki de çoktan gelmeyeceğime emin olmuşlardı .

Ne hazırlanmış ne de makyaj yapmıştım . Şimdi ise bir sorunum daha vardı masanın üstünde ki safir yüzük.

Elimi alnıma atıp ovuşturdum annem olsa ne yapardı ? Ne yapmamı isterdi ?

Dik dur Vera

Kaçıp arkan’ı haklı çıkarmamı istemezdi .

Yavaşça ayağa kalktım ve elimi mankenin üstündeki elbiseyi örten kırmızı kumaşa değdirdim . Ve aşağı çektim .

Bu gördüğüm en güzel elbiseydi.

Lacivert kusursuz bir kumaşı , fazla kabarık olmasada kabarık bir eteği vardı kollarımı kapatıyor ama omuzlarımı açıkta bırakıyordu . Göğüslerinden eteğine kadar değerli taşlarla süslenmişti eteğin uçları değerli taşlarla doluydu kemeride öyle .

Elbisenin arkasındaki ipleri çözdüm ve kendi üstümdekilerden kurtulup giydim , üstüme tam olmuştu üstelik yakıştı da .

Sandalyeye oturarak masaya koyduğum aynanın karşısında saçlarımı taç gibi ördüm . Ardından önümdeki tozları ve fırçaları kullanarak makyaj yapmaya başladım.

Yüzüme süreceğim şeyler değildi normalde ama bugün özeldi.

Dudaklarımı ,gözlerimi ,göz kapaklarımı ,kirpiklerimi yavaşça boyadım .

Aynadan son bir kez kendime baktığımda ben bile kendimi tanıyamadım . Koyu kırmızı dolgun dudaklarım , koyu renk kirpiklerim pembe yanaklarım ve köyü mavi göz kapaklarım vardı artık .

Ayağa kalkıp giyinme odasından altın safir taşlarıyla bezenmiş bir taç aldım ve mavi bir topuklu ayakkabı.

Her şeyim tamamdı artık, gözüm masanın üzerinde ki yüzüğe takıldı . “Hayır” diye fısıldadım . Kapıyı açıp çıkmayı denedim . Ama içim içimi kemiriyor. Sadece bir saat eminim hiç bir şey olmaz. Hızla yüzüğü alıp parmağıma taktım. Eminim o yabancıyı bir daha görmem.

👑

Avalon sarayının büyük salonunda imparatorluk ailesi ve avalon krallığının üyeleri karşı karşıyaydı . İmparator hamer kocaman bir taçla mum ışığında aydınlatılan masanın başında oturuyordu , yanında imparatoriçe liya zümrütlerle süslenmiş koca altın bir taç takıyordu . İkiside son derece özenli ve pahalı giyinmişti .

Derik beyaz bir ceket ve pantolon vardı. Gömleğini omuzları ve yakası altınla işlenmişti .

Arel ise baştan aşağı siyah fakat göz kamaştırıcıydı .

Rosa’nın gözleri sık sık arel’e çarpıyor elindeki çatalı daha sıkıyordu .

“Bir kızınız daha var sanıyordum” dedi liya daha ailesini bile bir araya getiremeyen bir kralla karşı karşıya olmak istemezdi .

“Birazdan burada olacak “ diyebildi kral ahter.

Geleceğinden hiç emin değildi .

Liya başını aşağı yukarı salladığında Lidya yokken bile sorun çıkarıyor diye düşündü .

Kimse konuşmadığında “avalon gerçekten çok güzel “ diye söze girdi Derik .

“Gerçekten öyle tamamını gezmenizi isteriz “ dedi Lidya son derece yapmacıklıkla gülerek . Arel göz devirmemek için kendini tuttu.

“Keşke vaktimiz olsaydı “ dedi imparator hamer. Kral Ahmer başını aşağı yukarı salladığında. “düğün meselelerini en kısa sürede konuşabiliriz “ dedi lidya .

Liya onayladı “kızınız gerçekten çok güzel “ dedi ama rosa’ sürekli yanağında ki yaraya baktığının farkındaydı .

Herkes içten içe vera’yı bekliyordu yemeğe başlamak için.

Kapının dışından adım sesleri duyuldu .

Kapıda rahatça duran askerler hazır ola geçti ve geleni haber verdiler

“PRENSES VERA”

Kapı açıldı.

Prens Arel’in nutku tutuldu.

Prenses Vera kapıda göründü , güzelliği sadece arel’i değil herkesi büyüledi.

Bu olamaz diye düşündü prens Arel ormanda gördüğü o kız bu olamaz .

👑

Derin bir nefes alarak girdim içeri.

Sarı ışık tüm salonu aydınlatıyordu .

Masanın başında imparator olduğu tahmin ettiğim yeşil gözlü ,ak saçlı başında kocaman altın bir taç olan bir adam vardı. Yanında kahverengi saçlı ve aynı renk gözlü geyik boynuzu şeklinde taşarlanmış bir taç takan bir kadın vardı yanında prenslerden biri vardı kumral saçlı yeşil gözlü beyaz tenli yuvarlak yüz hatları olan bir adamdı. Rosa’nın evkeneceği prens buysa oldukça şanslı sayılır .

Ve onun yanında da...

Hayır, hayır,hayır...

Bu imkansız bu olamaz hayır...

Oydu oydu.

Sabah ormanda gördüğüm adamdı.

Sabaha göre saçlarını özenle taramış ve üstüne altın bir taç kondurmuştu .

Farklı görünüyor Siyah bir ceket omuzlarında altın siyah püsküllü apoletlerle oldukça şık ve tam bir prensti . Biraz daha fazla bakarsam dikkat çekeceğinden bakışlarımı ondan çektim ama o benden çekmedi. Ne düşündüğünü anlamak imkansızdı . Bı anda aklıma gelen şeyle elimi elbisenin arkasına koyarak yüzüğü sakladım.

Dikkatli adımlarla ilerleyip babamın yanında ayakta durdum önce imparatora küçük bir baş selamı verdim. Önünde eğilmezdim ya da referans yapmazdım .

Saygısızlık olarak görür sandım ama aksine hoşuna gitmiş gibi gülümsedi. Gülümseyişinde aile sıcaklığı vardı.

Dikkatlice babamın yanına oturdum . Arkan rosanın yanından bana öfkeyle baktığında üstten bir bakış attım ona.

İmparatoriçe beni baştan aşağı süzdü. “Seni burada görmek güzel, vera’ydı değil mi ? “ alayla güldü “demek ki törenlere katılabiliyormuşsun ben pek göremedim de “

Kocasının aksine onun gülüşünden çok kötü bir enerji almıştım.

Bana laf mı sokmuştu ?

Ona verecek çok cevabım vardı ama karşımda imparatoriçe olduğu için oldukça yumuşattım . “törenler pek bana göre değil” dedim küçük bir tebessümle.

İmparator güldü “oğlumla çok iyi anlaşacağından eminim “ dedi “değil mi Arel ?” dedi prenslerin olduğu tarafa bakarak.

Lütfen o olmasın .

Yarımca o tarafa baktığımda “kesinlikle “ dedi o tanıdık yabancı ses .

Demek adın bu yabancı. Arel.

Aniden aklıma bir düşünce düştü.

Yüzük takılı olan elimi masanın altında yumruk yaptım.

Rosa’nın evleneceği prens o muydu yani ?

Tekrar dönüp o tarafa baktım , delici bakışları bendeydi .

Eğer rosa’ diğer prensle evleneceği için şanslıysa , onunla evlenmek onun için bir hazineydi .

Geniş omuzları özenle şekillendirdiği kısa sakalları. Rosa için ne sevinebildim ne de üzülebildim , kalbimde bir kıvılcım hissettim aksine . Ama onunda kaynağını bulamadım.

Dakikalar sonra herkes derin bir muhabbete daldı. Yapmacık ama önemli gibi davranılan bir muhabbete.

Konuşmayan sadece o ve ben vardık...

Sık sık bana kaçamak bakışlar atıyordu. Hatta direkt göz teması kuruyor utanmıyor sıkılmıyordu . O da mı şaşırmıştı yoksa başka bir şey mi vardı çözemedim.

Prens Arel bu odadaki en farklı kişi . Ne düşündüğünü anlamıyorum.

İmparatoriçe de sık sık bana bakıyordu ama onun bakışları arel’inkinden çok daha fazla rahatsız ediyor.

Küçük bir öksürükle boğazını temizledikten sonra elini bana doğru uzattı “seni daha çok tanımak isterim tatlım “ dedi ve sanırım elini tutmam gerekiyordu.

İleri uzanmak için elimi uzattığımda onun yüzük takan elim olduğu fark etmedim .

İmparatoriçenin yüzünde ki kan çekildi . Herkes sustu . Lidya bir şeyler söyledi.

Ve o an kızılca kıyamet koptu...

Yalan... yalan... Yalan..

Prens Arel beni kandırmıştı ...

👑

Ölüm sadece fiziksel olmaz ölüm aslında ruhun binlerce parçaya ayrılması ama kimsenin görmemesi demek ölüm, saklı kalmak demek ölüm nefessiz kalmak demek .

Taht merdivenlerine oturmuş duvarı izliyorum . Rosa başka bir köşede annesi sinir krizi geçiriyor ve abisi onu sakinleştiriyor . Babam sessiz

Duvardan aşağı su damlaları sızıyor . Taşları saran koyu Yeşil yosun tabakasından taşan damlalar yere akıyor .

Şıp...şıp ...şıp

Dışarı da hava yağmurlu mu ?

Şıp... Şıp ... Şıp

Gökyüzü gözyaşlarını kime akıtıyor?

Şıp... Şıp ... Şıp

Neden susuyorsun baba ?

Şıp... Şıp ... Şıp

Neredesin anne ?

Şıp...şıp

Neden ben?

Neden tüm kalabalığın ortasında susan Vera . Kanadıkça kanayan ama dikenleri olan Vera . Rüzgarda savrulan külleri ateşi bulan Vera .

Kızlar annelerinin kaderini yaşar.

Benim salıncağım anneme urgan oldu , şimdi annemin gelinliği bana kefen olur mu?

Sol gözümden bir damla yaş yanağıma süzüldü . Binlerce iğne kalbime saplandı.

Dalından koparılan çiçek solmaya mahkumdur , peki benim konacak bir dalım var mı ?

Annemin ateşi bir tek kendini yaktı benimki beni kül eder mi?

Götürecekler, dalında bir kırmızı gül olan Vera‘yı toprağından dalından sökecekler .

Ağlayışlarımın sessizliği kimsesizliğimden . Şimdi bağırsam bu taş duvarları inletsem zaman geri döner mi?

Susma Vera , sus Vera .

Babamla göz göze geldiğimde , yıllardır kurumuş bir çöl olan gözyaşlarım gözlerimden sel gibi aktı.

Kalbimde saklı her duygu , sustuğum tüm acılar darbe vurdu duvarlarıma .

“Baba “ dedim çöktüğüm yerden, hıçkırıklarımın arasında “beni onlara verme “ sesim gittikçe kısıldı . Dudaklarım titredi, bir prenses değil kızı olmak istiyorum bu gece . Bana acı istiyorum baba.

Sus Vera, susma Vera.

“yalvarırım “ ellerimi yere koydum , babam ifadesizdi tahtına yaslanmış öylece bana bakıyordu. “yalvarırım beni onlara verme “

Yalvarma Vera ! Yalvar Vera .

“Baba ne olur bir kez dinle , beni onlara verme baba yalvarırım” babam bana doğru bir adım attı. Benim gücüm ona gitmeye yetmedi ama babam bana gelecekti .

“Rosa’yı alsınlar,” elimi ona doğru kaldırarak, herkes susmuş ağlayıp babasına yalvaran vera’yı izliyordu “istemiyorum kimseyle evlenmek istemiyorum “

“yalancı !” diye üstüme atılmaya meyletti lidya . Oğlu belinden yakaladı . Şuan cellat boynumu vursa başımı eğerdim zaten.

Babama baktım gözlerinin içine “baba bunca zaman senden hiç bir şey istemedim “ dedim ağlamaya devam ederken “ lütfen baba beni onlara verme “

Babam bana baktı yıllar sonra ilk kez bakıyor gibi dudakları aralandığında zaman yavaşladı . Dudaklarından dökülen her söz bir kız çocuğunun babasına olan güveni kadardı “keşke isteseydin “

İsteseydin Vera , ses kulaklarımda defalarca yankılandı.

Tüm dünya sustu kuşlar kanat çırpmayı bıraktı ve o söz aklımda defalarca yankılandı.

Keşke isteseydin Vera, keşke Vera , keşkeler Vera . Telafisi olmayan tek sözler keşkelerdir

Kırık cam parçaları kalbime saplantı . Aldığım her nefesle daha derine . Gözümden son kez yaş aktı .

Kalbim artık ne kırıktı , ne de paramparça. Kalbim artık hiçti . Hiç .

Ben Vera, dalında bir kırmızı gül Vera . Dikenlerim daima canımı yakanlara bu saatten sonra ise herkese ama en çokta kendime.

Tüm o sessizliğin ortasında mühürlü olan yaralar dudaklarımdan aktı .

“Gördüm baba gördüm , günlerdir düşünüyorsun . Kızım mutsuz olacak diye uykuların kaçıyor . Gördüm baba gördüm “ parmağımla rosa’yı gösterdim ardından tekrar kendimi ağlamam yerini sessiz gözyaşlarına bıraktı “parmağımda o yüzüğü gördüğünde yüzündeki rahatlamayı gördüm. “

“baba “ dedim son kez yakararak . “sen beni hiç sevemedin , götürecekler baba karından kalan son parçayı götürüyorlar”

Gözleri titredi .

“Bilmiyordum baba , baba ne olur bırakma beni , sen gel dedin baba bana sen gel dedin” gözyaşlarım dudaklarımda tuzlu tat bıraktı .

Ağlama Vera!

Ağladım, babam sustu ben ağladım .

Baktı , uzun uzun baktı son kez bakar gibi baktı . “Emir verildi “ dedi kısık sesle.

Akıl sağlığım elimden kayıyordu sanki , sanki tüm dünya karşımda durmuş bana oyun oynuyordu .

“emir “ dedim alayla gülerek “emir , bir hayat ve bir emir . “

Gül dalını kanatırdı ya anne , babam beni bir emir uğruna kopardı dalımdan .

Yavaşça ayağa kalktım ve ona son bir şans verdim, babam olması için.

“baba “ dedim sert bir gerçeklikle “beni onlara satma !”

Gözlerindeki o ruhsuzluk yerini şaşkınlığa bıraktı , sonra ise öfkeye

“vera “ dedi uzun zamandır ismimi ilk kez telaffuz ederek “başka yol yok”

Sözleri hançer gibi yüreğimi delip geçti . Gözyaşlarım tekrar kurudu dikenlerim ilk kez babama bilendi .

Kaçışım kendimeydi .

“Kral. “ dedim toparlanıp bir adım yaklaşarak ” kendine böyle mi diyorsun daha baba olmayı beceremiyorsun sen “

Başka yolu yok .

”Kralmış ,karını bile koruyamayacak kadar güçsüz bunun için kendi kızını suçlayacak kadar acizsin . Şimdi de kızını koruyamıyorsun bu kez kimi ...”

Sözüm bitmedi çünkü çok tanıdık ama ilk kez bu kadar can yakan bir tokat yanağımı buldu . Kan tadı ağzıma doldu .

Ona son bir şans verdim gelmedi babam bana hiç gelmedi .

Öl Vera ... Sen öl Vera

👑

Koştum sarayın merdivenlerini yalpalaya yalpalaya koştum . Ayakkabımın topuğu kırıldı geride bırakıp koşmaya devam ettim.

Bahçede yağmur yağıyordu. Şu damlaları aynı anda bedenime çarptı. Elimi yukarı uzattım. Avucuma düşen damlalar yaşıyor gibi hissettirir mi ?

Rüzgar vardı, damlalar yüzüme çarptı. Üşüyemedim bile .

Gözlerimi yumdum . Bekledim . Belki bir kaç saniye belki bir kaç dakika ya da bir kaç saat.

En sonunda sırtımda bir ağırlık ve ısı hissettim sanki biri üstümü örtmüş gibi . İmkansız bir hayaldi. En son annem korkmuştu üşümemden.

Göz kapaklarımı yavaş yavaş araladığımda onu gördüm.

Prens Arel .

Tam karşımda durmuş sanki halime üzülür gibi bir tavrı var.

Sırtımdaki onun pelerini. Oysa artık hiçbir şey yetmez beni ısıtmaya.

Gözleri gözlerime değdiğinde aniden öfke yeniden bedenime döndü.

Göğsünden sertçe ittim , bunu beklemiyor olacak ki sendeledi .

“ne yüzsüz bir adamsın sen!” dedim . “mahvettin ! HER ŞEYİ MAHVETTİN ŞİMDİDE KARŞIMA GEÇMİŞ...” elimi omzuma astığı pelerine attım .

Çekip atacakken “dur” dedi elimi tutarak. Küçük teması elektrik çarpmış gibi hissettirdi . Sıcacıktı eli sıkmıyor yaralamıyor koruyor gibiydi.

“bir dinle “ dedi elini elimden çekmeden.

Ben çektim elimi . Neyi dinleyecektim bana ne anlatabilirdi ?

“Neden?” diye bağırdım bir kez daha “neden ben ?” sesim kısıldı sol gözümden bir damla yaş aktı belki de yağmur damlasıydı .

“Çünkü” dedi sustu .

“ÇÜNKÜ NE!?” dedim.

“Çünkü ben de kimseyle evlenmek istemiyorum “ diye patladı “kimseyle evlenmek gibi bir derdim yok ve eğer kardeşinle evlenseydim eğer benimle evlenmek isteyen biriyle evlenseydim . “

Sesini kıstı nefes alıp verdi ve gözlerini yumdu . “Bunu yapamazdım seni bu durumda bırakmak istemezdim ama “

“Yeter “ diye bağırdım ellerimi kulaklarıma kapatarak . Yeter gitmeliyim bir şey yapmalıyım yapmalıyım

BİR ŞEY YAPMALIYIM !

Arkamı dönüp ahıra doğru koştum ve prensi ardımda bıraktım . Peşimden gelmedi neden gelsin di?

Yağmur saçlarımı ıslattı özenle yaptığım saçım mahvoldu Koştum . Yüzümdeki tüm makyaj aktı koştum . Prensin verdiği pelerin yere düştü kapıya vardım ve hızla açtım .

Bulut , bulutla burada gitmeliyim sadece.

İçerisi ...

Boştu...

Bulut yoktu .

Atlar yoktu...

Hiçbiri yoktu...

Sendeleyerek içeri girdim. Nereye gitmişlerdi ?

Arka kapıdan gelen sesle oraya doğru gittim .

Rowan’ oradaydı “rowan “ dedim kısık ağlamaklı bir sesle ”neredeler?”

Gözlerime bakmadı.

“lütfen “ dedi kısık bir sesle “babanızın emri lütfen zorlamayın lütfen “ sayıklıyordu.

Bir adım geriledim.

Baba...

Ne yaptın sen baba...

Dışarı çıktım bu kez koşmadan yavaş adımlarla teslim olmuş adımlarla.

Ayaklarım tekrar çimlere değdiğinde yere çöktüm.

Bu kez sessizce değil.

Bağırarak ağlamaya başladım. Kimse duymadı . Kimse görmedi ...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%