@karaatli
|
2 HAFTA SONRA Çalan alarmın sesiyle gözlerimi istemsizce açtım, daha doğrusu açmaya zorladım. Ellerimle gözlerimi ovaladım. Sıcacık battaniyemin yarattığı o uyku halinden bir türlü çıkamazken alarmım bir kez daha çaldığında artık zor da olsa kalkıp hazırlanmam gerektiğinin farkına vardım. Yatakta ellerimden güç alarak doğruldum. biraz gerindikten sonra telefonumu komodinin üzerinden alıp herhangi bir arama veya mesaj bildirimi var mı diye baktım ama tabii ki hiçbir şey yoktu. Hayatımın en zor döneminde ne bir arkadaşım kalmıştı ne de bir sevgilim vardı. Hepsi beni sadece param içim seviyor gibi yapıyormuş meğer. Oysa hepsi benim için fazlasıyla değerliydi. Belki de insanlara hak ettiklerinden daha fazla değer veriyordum. Şimdi hiçbiri yanımda değildi. Zamanla içimdekiler soğur mu onu da bilmiyorum. Gerçi annemin ihanetinden sonra onların ihanetinin pek de bir önemi kalmıyor. Tüm bu olanlar hayata olan bakış açımı fazlasıyla değiştirmişti. Artık herkese karşı çok daha temkinli ve şüpheci yaklaşıyordum. Şimdi hayatımda hiçbir sorun yokmuşçasına yatağımdan kalkıp okula gitmek için hazırlanmam gerekiyordu. Aynen öyle yaptım ve yarım saat içinde tamamen hazır haldeydim. Odamdan çantamı alıp çıktım. Babam kahvaltıyı hazırlamış beni bekliyordu. ''Günaydın babacığım.'' Diyerek ona sarıldım ve sonra da yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. O da gülümseyerek ''günaydın güzeller güzeli kızım. Hadi geç bakalım yerine, okula geç kalma.'' Onu dinleyerek masadaki yerime oturdum. Bir süre hiç konuşmadan yemeğimizi yedikten sonra başını tabağından kaldırıp bana doğru baktı. Sanki bir şey söylemek istiyormuş da söyleyemiyormuş gibiydi. Kahvaltım bitince saate baktım, halâ biraz zamanım vardı. ''Baba, bir sorun mu var? İyi görünmüyorsun.'' Sorduğum soruyla beraber derin bir nefes alıp verdi. ''Nil, kızım aslında tadını daha fazla kaçırmak istemiyorum ama bunu seninle paylaşmam gerektiğini düşünüyorum.'' ''Dinliyorum.'' Dedim tüm soğukkanlılığımla. ''Kaçtığından beri annenden haber alamıyorum. Yani aslında notu bırakıp gittiği günden beri onu arıyorum ama hiçbir yerde yok. Kısacası...'' Cümlesini tamamlamadan sustu ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi. ''Baba, kısacası ne?'' diye sordum. ''Kısacası biliyorsun annen sana fazlasıyla düşkündü. Seni öyle terk edip gidebilecek bir kadın değildi o. Nil o sana resmen tapıyordu kızım.'' Gözlerim dolmuştu ama ağlamamaya çalıştım. ''O bizi bırakıp gitti baba. Mektubunda da açıkça yazmıştı. Bana olan sevgisinin herkes gibi paradan kaynaklı olduğunu açıkça belirtmişti. Şimdi, daha fazla o kadından bahsedip canımızı sıkmayalım. O seçimini yaptı. Bundan böyle bizi ilgilendirmiyor.'' Bütün lafları babamın ağzına tıkmış gibi olmuştum. ''Peki kızım.'' Diyerek masadan kalktı ve odasına doğru gitti. Bu durum her ne kadar beni de üzmüş olsa da babam annem konusunda benden daha hassas çıkmıştı. Daha fazla gerginlik olmasın diye sessiz sedasız evden ayrıldım. Hava çok soğuktu. Bu sıralar zaten bayağı bir dengesizdi. Berem rüzgardan dolayı bir türlü sabit durmuyordu. Zor da olsa bir şekilde titreye titreye okula varmıştım. Ben daha okulun bahçesinden içeri girmeden telefonum çalmaya başlamıştı. Titreyen ellerimi cebimden çıkarıp çantamın küçük gözünden telefonumu çıkarmıştım ama ellerim titrediği için telefon birden elimden düştü. ''Of ya of!'' diye sızlanarak telefonu almak için yere eğildim. Ben eğilirken berem rüzgar yüzünden uçunca elimle onu yakalamaya çalışırken sokağın köşesinden bir motorun hızla bana doğru geldiğini gördüm. Bana eliyle kenara çekilmem için hareket yaptığını gördüğümde öylece donakaldım. Gözlerimi korkuyla yumduğumda bir elin beni belimden kavrayıp hızla çektiğini hissettim. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki yaşadığım şok yüzünden yere düştüğümü bile fark etmem uzun sürmüştü. Korkuyla kapattığım gözlerimi açtığımda beni sıkıca yakalamış olan Barış'ı gördüm. Burunlarımız birbirine değecek kadar yakındı yüzlerimiz. Gözleri şaşkınca beni süzerken ben de aynı şekilde onun gözlerine bakıyordum. Gözlerinin kalbimin çarpmasına sebep olduğunun fark ettiğimde endişeyle irkildim. Ellerimi göğsüne dayayarak ayağa kalkmaya çalıştım. O da ellerini belimden çekti ve kalkmama yardım etmeye çalıştı. Tüm okul başımıza toplanmıştı. İnsanların arasından yüzü bembeyaz kesilmiş olarak yanıma gelen Mete'yi gördüm. ''Nil, Allah'ım iyisin! Sana çarpacağım diye ödüm koptu. B...ben çok üzgünüm.'' Mete bana sarılınca titrediğini fark ettim. Anladığım kadarıyla biraz önce bana çarpmak üzere olan motoru süren kişi oydu. ''Şşş! tamam, sakin ol. Bir şey yok. İyiyim ben, gerçekten.'' Her ne kadar iyi olduğumu söylesem de fazlasıyla korkmuştum. Mete halâ titriyordu. İlayda'nın geldiğini gördüm. ''Nil!'' Diye bağırdı. ''İlayda bak hiçbir şeyim yok tamam mı? Sen al Mete'yi götür sakinleşmesini sağla lütfen. Ben birazdan geleceğim.'' İlayda hiçbir şey demeden Mete'yi kolundan yakaladı ve okula doğru götürdü. Ben de kalabalığın içinde Barış'ı bulmaya çalıştım. Herkes iyi olup olmadığımı soruyordu. Geçiştirerek cevap verirken birden Barış'ı gördüm. Yanında kumral dalgalı saçlı, mavi gözlü, uzun boylu bir kız vardı. Barış'a durup durup sarılıyor sonra onun yanaklarını okşuyordu. Bütün bunlara şahit olurken midemde oluşan bir ağrı beni rahatsız etmişti. Kız güzel ve alımlı bir kızdı. Sevgilisiydi belki de... Başımı yere eğdim ve yanlarından geçip gittim. Barış beni görmüş müydü bilmiyordum. Ellerimi cebime sokarak sınıfa doğru gittim. Barış ile oturduğumuz sıraya ilerledim. İlayda, Mete ve Kaan diye sürekli anlattıkları ama asla tanışma fırsatı bulamadığım çocuk yanıma geldiler. ''Nil çok özür dilerim.'' Mete'nin sesi halâ titriyordu. Bir kez daha sarıldım ona. ''Tamam artık bir şey yok geçti. Sakin ol.'' Diyerek onu telkin etmeye çalıştım. Kaan denen o çocuk Mete'yi kolundan tutup benden uzaklaştırdı. ''Tamam hadi ağlak surat. Kız gayet iyi görünüyor, sakin ol.'' Sonra bana doğru dönerek elini uzattı. ''Merhaba ben Kaan, bu ağlak suratın ekürisiyim. Sen de duyduğum üzere Nil olmalısın reis.'' Kaan ile tanışmıştım sonunda. Kahverengi gözlere sahip, düz saçlı, gamzeli, yakışıklı bir çocuktu. İlayda'nın, Kaan'ın adını duyunca bu derece kızarıp utanmasının sebebini şimdi daha iyi anlıyordum. Ben de elimi uzattım. ''Merhaba Kaan, ismini çok duydum ama tanışma fırsatımız olmamıştı. Memnun oldum.'' Diyerek gülümsedim. Ders başlayana kadar İlayda, Mete, Kaan ve ben biraz sohbet etmek için vakit bulmuştuk. Bana kalırsa 3'ü de gayet samimi ve tatlı insanlardı. Kaan kendi çapında ufak espriler yapıp bunlarla eğlenen bir çocuktu. Biraz da Mete ile uğraşıyordu. İlayda Kaan'ı izlerken bir başka bakıyordu. Bu çocuğa aşık olduğu aşîkârdı. Kaan'ın ona ilgisi olup olmadığını anlayamamıştım ama bence kesinlikle yakışıyorlardı. Ders zili çaldığında herkes yerine geçti. İlayda ve Mete benim önümde oturuyorlardı. Kaan ise onların önünde sarışın, yeşil gözlü, çok güzel bir kızın yanında oturuyordu. İlayda'nın bu durumu kıskanıp kıskanmadığını merak ediyordum doğrusu. Ben böyle düşüncelere dalıp gitmişken Barış'ın bana doğru geldiğini gördüm. Elinde de benim berem vardı. Şaşkınca ona baktım. Beremi yakaladığını görmemiştim. Tam önümde durup bereyi bana uzattı. ''Beren düşmüş.'' Dedi sadece. Bana uzattığı bereyi aldım ve ''teşekkür ederim.'' diyerek bereyi çantama tıktım. Yerine oturduktan sonra bir süre telefonuyla ilgilendi. O sırada hoca sınıfa girdi. Sınıftakilerden biri bağırarak ''Hocam olayı gördünüz..?'' diye sorarken daha cümlesini bile tamamlayamadan Kaan çocuğa defter fırlattı. ''Kardeşim bırak da canımız, hocamız dersine başlasın değil mi?'' Çocuk sinirle homurdandı. Hoca da ikisinin bu taşkınlığına karşı sinirlenmiş olmalıydı ki bir anda bağırmaya başladı. ''Sanırım bugün canınız yazı yazmak istiyor! Açın defterlerinizi.'' Sınıftakiler Kaan ve o çocuğa söylendiler ama Kaan halinden gayette memnundu. Mete'ye bakıp sırıtıyordu. Ben de ikisinin bu haline göz devirerek çantama döndüm ve defterimi çıkartıp hocanın tahtaya yazdıklarını yazmaya başladım. Sadece bir saniyeliğine kafamı sola doğru çevirdiğimde onun o güzel mavi gözleriyle göz göze geldim. Normalde olsa utanır ve bakışlarımı başka bir yöne çevirirdim ama içimden bir ses ona bakmaya devam etmemi söylüyordu. En sonunda yeniden önüne dönmüş olsa da bana öyle anlamlı bakmasının anlamı olması gerekiyordu ya da ben fazla mı anlam yüklüyordum? En iyisi umursamamaktı. Yazı yazmaya geri döndüğümde yeniden bana baktığını fark ettim. Tam neden böyle bana baktığını soracaktım ki zil çaldı ve o da kalkıp gitti. İçimde garip bir his sanki yakama yapışmıştı ve gitmeme izin vermiyordu. bütün bu düşüncelerden arınmak için biraz bahçeye çıkmaya karar verdim. O sırada Mete, İlayda ve Kaan ile kapıda karşılaştık. ''Nil sen de gelsene sohbet ediyoruz.'' Diyerek beni yanlarına çağırdı İlayda. Gülümseyerek yanlarına gittiğimde hepsine selam verdim. İçimi kemirip duran o soruyu onlara sormaya karar verdim. ''Çocuklar size sormak istediğim bir şey var. Çok merak ettim ve eminim ki siz biliyorsunuzdur.'' ''Sor bakalım.'' Dedi Mete gülümseyerek. ''Şu olay olduktan sonra Barış beni yolun kenarına çekti ya.'' Konuya giriş şeklim Mete'nin suratının asılmasına sebep olmuştu. Anlaşılan halâ bu konuda mahçup hissediyordu. ''Evet reis.'' Dedi Kaan devam etmemi istercesine. Üçü de dikkatle beni dinliyorlardı. ''Orada sonradan gelip Barış'a sarılan kumral saçlı ve renkli gözlü bir kız vardı. Kimdi o?'' Diye sorduğumda üçü de bana gülmeye başladılar. ''Ne, noldu?'' diye sordum alınarak. ''Hiçbir şey olmadı da, sen niye bu konuyla ilgileniyorsun?'' Diye sordu İlayda. ''Sadece merak ettim canım, olamaz mı?'' Diyerek geçiştirmeye çalıştım. Mete boğazını temizleyerek gülüşünü bastırmaya çalıştı sonra da bana istediğim cevabı verdi. ''O kız Nehir Bozan. Yani Barış'ın eski sevgilisi aynı zamanda Mert'in kız kardeşi. Gerçi Mert'i tanıyor musun bilmiyorum ama...'' ''Tanıyorum sayılır.'' Dedim. ''Sen yine de o ekibe çok da bulaşma bence Nil reis.'' Dediğinde Kaan'a doğru döndüm. ''Niye?'' Diye sordum. ''Ya hepsi zengin züppesi insanlar. Barış'ın babası okulda müdür olduğu için hepsi toplaşıp bu okula gelmişler.'' ''İyi de insan niye düşmanının okuluna gelir ki?'' Diye sordum. ''Onlar en başta düşman değildi, hatta yanlış hatırlamıyorsam birbirlerini bayağı seviyorlardı. Sonrasında oldu ne olduysa.'' Diye devam etti İlayda. ''Anladım.'' diyebildim sadece. Konuşmamızın bittiği sırada zil çaldı ve hepimiz sınıftaki yerlerimizi aldık. Bir kişi hariç, Barış. Bütün bir ders boyunca onun bana olan bakışları aklımdan çıkmadı. Benimle bir derdi olduğunu sanmıyordum çünkü beni daha hiç tanımıyordu. Öyleyse bu bakışların sırrı neydi? Belki de sadece benden pek hoşlanmamıştı. Nasıl derler; enerjimiz tutmamıştı belki de. İlayda gelip beni kolumdan dürttüğünde dersin bittiğini anlamıştım. Tek başıma biraz hava almak istediğimi belirterek bahçeye çıktım. Adımlarım beni arka bahçeye götürmüştü. orası genelde daha sessiz oluyordu. Ayrıca arka bahçenin ortamı da beni daha çok cezbetmişti. Öylece kendi halimde yürürken birden yanıma geçen gün tanıştığım o Mert isimli çocuk geldi. ''Selam güzellik!'' Diyerek önümü kesti. ''Selam.'' Dedim gülümseyerek. ''Burada tek başına ne yapıyorsun bakalım?'' ''Hiç. Sadece biraz yalnız kalmak istemiştim.'' ''Öyleyse ben gideyim mi?'' Diye sordu merakla. ''Yok, yani git diye demedim. Yanlış anladıysan özür dilerim.'' Diyerek durumu toparlamaya çalıştım. ''Deseydin de gitmezdim zaten.'' Güldü. Onun o sıcak gülümsemesi istemsizce beni de güldürdü. ''Eee söyle bakalım, bugün başına gelenleri duydum. Nasılsın?'' Doğruyu söylemek gerekirse bu ilgisi hoşuma gitmişti. ''İyiyim, bir şey olmadı.'' ''Seni o kurtarmış, doğru mu?'' Barış'tan bahsettiği çok açıktı. Çekinerek başka yöne baktım. ''Evet onun sayesinde şu an buradayım.'' Dediğimde yüzü asıldı. Bir süre düşündü. ''Biliyor musun, sana bir şey söylemek istiyorum.'' Merakla ona baktım. O ise önce gökyüzüne bakmayı tercih etti. Aynı benim zor bir durumdayken yaptığım gibi. ''Seni ilk bu okuldayken görmedim.'' Şaşkın bir şekilde ona bakmaya devam ettim. O da konuşmaya devam etti. ''Seni her gün gittiğim bir kafede sürekli görüyordum. Hatta yanında sevgilin olduğunu düşündüğüm sarışın bir çocukla oturuyordunuz.'' ''Aa sen eski sevgilim Enes ile gittiğimiz kafeyi diyorsun.'' Ben cümlemi tamamlayınca yüzü kıpkırmızı oldu ve ellerini saçlarına götürdü. ''Eski sevgilin mi?'' Diye sordu teyit etmek istercesine. ''Evet, neden ki?'' ''Hiç. Ben sadece merak ettim. Neyse güzellik, gel seni sınıfına bırakayım. Zil çaldı.'' Birlikte sınıfa kadar yürüdük sonrasında ayrılıp sınıflarımıza dağıldık. Barış oradaydı. Sessizce kitap okuyordu. Okuduğu kitabı merak ettiğim için ona yaklaşmadan önce biraz eğilip kitaba baktım. Aşk ve Gurur. Sırama geçtiğimde onunla sohbet etmek istediğimi fark ettim. O an en mantıklı konu açma şekli kitaptan bahsetmekti. ''Sen olsan aşkı mı seçerdin yoksa gururu mu?'' Diye sordum ansızın. O da bu duruma şaşırmıştı ama yüz ifadesi bir şey çaktırmak istemiyor gibiydi. Kitabın ayracını arasına koydu ve kitabı elinden bırakıp bana doğru döndü. ''Ben aşka inanmam.'' ''Yani sen de her liseli ergen gibi aşkın gerçek olmadığına kendini inandırdın, öyle mi?'' Söylediğim şey onu afallatmıştı. İstediğimde buydu. ''Sen az önce bana liseli ergen mi dedin?'' Diye sordu inanamayarak. ''Öyle olmasaydı gerçek olduğu kanıtlanmış bir şeyin varlığını reddetmezdin.'' Diyerek kendimi savundum. Tek kaşını kaldırıp gülümsedi. Gerçekten gülümsemesi kendine hayran bırakan cinstendi ama tabii ki ben bu hayranlığımı gizlemeyi seçtim. ''Söylesene, aşk nedir?'' Diye sordu. Bu sorusu benim de gülümsememi sağlamıştı. ''Gerçek bir açıklama istiyor musun?'' diye sordum gülümseyerek. ''Sadece cevabının klişeliğini ölçmek istiyorum.'' Gülüşü alaycı bir hâl almıştı. Ben kendime olan tüm güvenimi kullanarak gözlerine baktım ve konuşmaya başladım. ''Aşk tek heceli bir kavramdır... ama o tek heceye bir sürü his sığar. Heyecan, korku, sevgi, üzüntü ve daha niceleri. Aşk bizi bu hayata bağlayan çok önemli bir kavram. Aşk olmadan ne yapardık hiç bilmiyorum. Bazıları hiç aşık olamadan ölür gider. İşte bak, ben bu dünyada en çok o insanlara acıyorum. Aşk bize yaşadığımızı hissettiren çok güzel bir duygu selidir. Zaten aşkın gerçek olmadığına inanan bir çok insan daha aşk ile tanışmamış demektir.'' Barış'ın gözleri gözlerime kitlenmişti. En sonunda boğazını temizleyip önüne döndü. ''Bu sözler hangi kitaptan?'' Diyip güldü. ''Maalesef daha aşkın bir kitabı yazılmadı. Bu sözler benim kalbimden geçen sözler. '' Yeniden bana döndü. Bu sefer kaşları hafif çatıktı ve gülmüyordu. ''Ben...'' Barış cümlesini tamamlayamadan hoca sınıfa geldi. O da hocayı görür görmez sustu ve önüne döndü. Sonra da bir daha tek kelime dahi etmedi. Dersin ilerleyen dakikalarında sınıfa üç tane uzun boylu öğrenci gelip bir dahaki derste basketbol maçı olduğunu ve takımlardan birinin bizim sınıfın takımı olduğu için sınıfın geri kalanını da izlemeye çağırdıklarını duyurdular. İlayda heyecanla arkasını dönüp bana baktı. ''Ay dersten kaytaracağız yaşasın!'' Metehan da İlayda'yı dürttü. ''Kızım bir sus! Hoca duyacak şimdi.'' İkisinin bu haline güldüm. Ders bittikten sonra İlayda, Metehan, Kaan ve Kaan'ın yanındaki o yeşil gözlü sarışın kız beni kapıda beklemeye başladılar. Ben de eşyalarımı hızla çantama tıkıp onları daha fazla bekletmeden yanlarına koştum. ''Geldim.'' Dedim nefes nefese. ''Hoş geldin!'' Diye sevinçle bağırdı İlayda. Sonra Kaan beni yanındaki kızla tanıştırdı. ''Nil tanıştırayım, bu Selin.'' Gülümseyerek kıza elimi uzattım. ''Memnun oldum.'' Dedi ama ses tonunda bir utangaçlık sezmiştim. Daha fazla beklemeden hep birlikte spor salonuna doğru yürümeye başladık. Spor salonunun içine girdiğimizde benim eski okulumun spor salonuna benzediğini fark ettim. Biraz garip hissettirse de artık yanımda yeni insanlar vardı. Onlarla daha mutluydum. Hepimiz seyirci koltuklarına sıralandık. Ben İlayda ve Mete'nin ortasına oturdum. Kaan ve Selin de İlayda'nın tarafına dizildiler. İlayda onlarla konuşurken ben de Mete'ye döndüm. ''Mete, sence İlayda Kaan'ı Selin'den nasıl kıskanmıyor?'' Diye fısıltı şeklinde kulağına eğilip sordum. Mete sorduğum soruyla birlikte şaşkınca ve utanmış bir şekilde bana baktı. ''Hayır çünkü kıskanacak pek bir şey yok.'' Dedi. ''Peki neden kıskanmasın? Sonuçta Kaan o kızla oturuyor. Bence İlayda Kaan'dan hoşlanıyor.'' Mete bu söylediklerime sessizce güldü. ''İlayda'nın Kaan'dan hoşlandığını anlayıp da benim Selin'den hoşlandığımı anlamadın mı?'' Diye sordu sessizce. Bu söylediği beni çok şaşırtmıştı. ''Hayır ben hiç fark etmedim.'' Diyerek kafamı salladım. Mete biraz daha güldü. ''Kaan görüp görebileceğin en boş ama en iyi adamdır. O Selin'i aramıza kazandırmaya çalışıyor, sırf benimle bir samimiyet kuracak kıvama gelsin diye.'' Dönüp Kaan'a göz ucuyla baktım. Onun bu güzel davranışı beni arkadaş olarak kazanmasına sağlamıştı. Gerçekten çok saf ve iyi bir çocuk olmalıydı. Hiçbirini daha doğru düzgün tanımasam da hepsi kalbimde bir yer edinmeye başlamıştı. Mete ve ben de onların bu hoş sohbetine dahil olmak istemiştik. Biz böyle konuşup gülüşürken arkamıza Mert ve kız kardeşi Nehir'in oturduğundan haberim yoktu. arkamdan biri beni dürtene kadar... ''Hey! Burada olmana sevindim. Demek maçımızı sen de izleyeceksin.'' Diyerek güldü. ''Sizin maçınız mı?'' Diye sordum. ''Karşı takımın kaptanı benim.'' Dedi göğsünü gere gere. ''Öyle mi? Bol şans öyleyse, tabii ki bizim sınıfın karşısında ne kadar şansın olabilirse.'' Diyerek ona meydan okudum. Bunu neden yaptığımı ben de bilmiyordum. Meydan okumamı duyan Kaan bağırdı. ''Ooo! Nil reis karşı takımın kaptanına meydan okuyor.'' Mert güldük ve eliyle yanağımdan makas aldı. ''Bak tüm şans ellerimin arasında. Artık hiç şansınız kalmadı.'' Ben bu sözlerine inanamayarak bakarken kız kardeşinin göz devirdiğini gördüm. Mert soyunma odasına giderken arkasından bakakaldım. Kıpkırmızı olmuştum. Hemen önüme baktım ve hiç konuşmadım. Daha maç başlamadığı için canım sıkılmıştı. Telefonumu elime aldım. Biraz sosyal medyadaki gündeme göz gezdirdim. Sonra telefonu kapatıp tekrar cebime koydum. Bu sırada İlayda kulağıma doğru eğildi. ''Bu çocuğun çok fena senden hoşlandığının farkındasın değil mi?'' Sinsi bir bakış attı. ''Yani aslında çok da önemli değil. Sonuçta ben onunla ilgilenmiyorum. Önemli olan bu değil mi?'' Diyerek omuz silktim. İlayda'da heyecanla bana döndü. ''Yani başka biriyle ilgileniyorsun?'' ''Ha...hayır, yani ben aslında kimseye ilgi duymadığımı söylemeye çalıştım.'' Durumu toparlamaya çalıştım ama nafileydi. ''Bırak şimdi, Barış ile olan o aşk sohbetinizi duydum hatta duyduk.'' Dedi Mete'yi göstererek. Mete bizi duyuyor olmalıydı ki güldüğünü gördüm. ''Sadece kitap hakkında konuştuk. O kadar.'' ''Ondan mı kıpkırmızısın şu an?'' Diyerek diretti İlayda. O sırada maçın başladığını fark ettim. ''Bakın maç başlıyor, haydi bizim takım!'' Diye bağırdım aniden. İlayda başına vurdu. Kaan ve Mete de güldüler. Sahada göz gezdirdiğim anda Mert'i ve Barış'ı yan yana gördüm. Koç onlara bir şeyler anlatıyordu. Mert itaatkâr bir biçimde kafa sallıyor, Barış ise sadece dinliyordu. Maçın başlamasına bu kadar az kalmışken ikisi de fazlasıyla gergin görünüyordu. Mert'in az önceki halinden eser kalmamıştı. Sanki yerine bir başkası geçmiş gibiydi. Barış'ı ilk gördüğüm andan beridir hep bu derece gergin ve tetikte duruyor gibiydi. Daha sadece 18 yaşında olan biri için bu fazlaydı. Acaba onu bu hale getirecek ne veya neler yaşamıştı? Mert ile başta bu kadar sıkı fıkı dost iken nasıl olmuştu da kanlı bıçaklı iki düşmana dönüşmüşlerdi? Maç başlamıştı ama fazlasıyla çekişmeli gidiyordu. İlk basketi Mert'lerin takımı atmıştı. Barış öfkeyle formasını çıkarıp attı ve oynamaya devam etti. O an vücudunu gördüm. Liseli bir genç için çok sıkı çalışmış olmalıydı. Vücudu gerçekten tek kelime ile muhteşemdi. Beni bile kendine hayran bırakmıştı. Bütün hayranlığımla maçı izlemeye devam ettim. O sırada Mert'in takımından bir çocuk bizim sınıftaki Arda'ya güçlü bir omuz atmıştı. Barış öfkeyle bağırdı. Mert'te buna karşılık Barış'a hiçbir şeyin bilerek olmadığını söyledi. Barış'ın birden sakinleşmesi beni şaşırtmıştı. Maça devam edildi. Sonra Barış basket topunu potaya soktu. Bizim sınıf heyecanla ayağa zıpladı ve hepsi sevinçle bağırdılar. Tam bu sırada Barış'ın bana doğru bakıp gülerek göz kırptığını gördüm. O kadar şaşırmıştım ki o şokla ona el salladığımı son anda fark ettim. Ben utançtan kıpkırmızı olmuştum ama Barış bana sevecen bir şekilde bakıyordu. Gözüm bir anlığına Mert'e kaydığında onun Barış ile benim aramdaki bu sessiz iletişimi gördüğünü fark ettim. Mert'in öfkelendiğini gördüğümde ortalığın karışacağını anlamıştım ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. Korkuyla içimden hiçbir şey olmasın diye dua ediyordum. Bir süre hiçbir şey olmadan normal bir şekilde oynadılar ama sonra Mert'in tek bir saniyeliğine Barış'a doğru koşup basket topunu yüzüne attığını gördüm. Barış yere düştüğünde tüm sınıf öfkeyle bağırmaya başladı. Bense olanları izlemekten başka bir şey yapamıyordum. Barış'ın burnunu tuttuğunu gördüm. Top burnuna gelmiş olmalıydı. Koç Barış'ın yanına koştu ve sonra burnuna baktı. Tam Barış'ın bu harekete karşılık hiç tepki vermeden öylece durmasına şaşıracaktım ki hızla arkası dönük olan Mert'e doğru yürüdü. Sonra onu omzundan sertçe tutup kendine çevirdi ve çok sağlam bir yumruk attı. Bazı kızlar çığlık atmaya başladı. Ben de daha fazla dayanamayıp aşağı yanlarına koştum. Koç ayrılmaları için bağırıyordu. Takım arkadaşları onları uzaklaştırmayı başarmışlardı. İkisi ayrıldığında Mert'in mosmor olmuş olan gözünü gördüm. ''Aman Allah'ım Mert, gözün..!'' Diye bağırdım istemsizce. Mert yanıma yaklaşıp elini yanağıma koydu. ''İyiyim ben, merak etme.'' Derken neden bu samimiyette bulunduğunu anlayamadan kendimi geri çektim. Arkamı döndüğümde Barış'ı koşarak kapıdan çıkarken gördüm. Takım arkadaşları da peşinden gidiyordu. Ben de daha fazla beklemeden peşlerinden gittim. Barış'ın küfürlerini duyuyordum. Sesler arka bahçeye kadar gidiyordu. Koşarak sesin geldiği yöne doğru gittim. Barış görüş açıma girmişti. Öfkeyle yeri tekmeliyordu. ''Barış!'' Diye bağırdım. Beni gördüğünde daha da öfkelendi. ''Ne işin var burada? Defol git sevgilinin yanına!'' Bana böyle sebepsiz yere sesini yükseltmesi canımı sıkmıştı. ''Biraz sakin olur musun? Bak ben tartışmak istemiyorum sadece iyi olup olmadığını görmek istedim.'' Sinirlenmemeye çalışıyordum. ''Sanane benim iyi olup olmadığımdan! Kim oluyorsun da bunu umursuyorsun?'' Takım arkadaşlarının gittiğini fark ettim. Artık sadece ikimizdik. ''Yeter artık bağırıp durma! Oyuncağı elinden alınmış küçük bir çocuk gibi davranıyorsun.'' Ne dediğimin farkında bile değildim. ''Ne demeye çalışıyorsun sen bana?'' Diye sordu doğal olarak. ''Sadece öfkene hakim olmanı istiyorum tamam mı?'' Dedim gayet sakin bir ses tonuyla. Gökyüzüne bakıp derin bir nefes alıp verdi. Sakin olmaya çalışıyordu. Yeniden bana baktığında gözlerinde öfke kalmamıştı. ''Bak gördün mü? Zor değilmiş.'' Diyerek ona biraz daha yaklaştım. Gözlerini birkaç saniyeliğine yumup rahatlamaya çalıştı. Gözlerini yeniden açtığında kendine gelmiş gibi duruyordu. ''Özür dilerim.'' Dedi ansızın. ''Ne için?'' ''Sana bağırdığım için.'' Dedikten sonra arkasında duran banka oturdu. ''Burnun nasıl?'' Diyerek ben de yanına oturdum. Onun cevap vermesine fırsat vermeden elimi çenesinin altına koyup kafasını kaldırdım. Doğrusu ona bu kadar yakın olmak beni heyecanlandırıyordu. Ondan hoşlanıp hoşlanmadığımı tam olarak bilmiyordum. Tek bildiğim beni her şeyiyle kendine hayran bırakıyordu. Ben onun burnuna bakarken elimi tuttu ve güldü. ''Sen hemşire değilsin bayan çok bilmiş.'' Bu söylediği beni de güldürmüştü. ''Top başına çok sağlam çarpmış olmalı.'' İkimiz de gülmeye başladık. İki Haftadır bu okuldaydım ama onu ilk defa böyle gülerken görüyordum. Eli halâ elimi tutuyordu. Ortam bir anda sessizleşti. Barış elimi bıraktı. Ben de önümü döndüm. Utançtan kızardığıma emindim. ''Sana bir şey sorabilir miyim Nil?'' Bana ne soracağını çok merak etmiştim. ''Elbette, seni dinliyorum.'' ''Mert'e karşı bir şey hissediyor musun?'' Diye sordu bir anda. Niye böyle bir şey sorduğunu anlayamamıştım ama yine de cevap verdim. ''Onu arkadaş olarak seviyorum, bence çok iyi bir çocuk.'' Dedim gülümseyerek ama Barış gülmüyordu. ''Sence ben kötü biri miyim?'' Diye sordu. ''Hayır, o da nereden çıktı şimdi? Öyle düşünsem burada olmazdım.'' ''Yani ondan hoşlanmıyorsun?'' Dedi konudan alakasız bir şekilde tekrar sordu. Ufak bir kıkırdama çıktı ağzımdan. ''Evet ondan hoşlanmıyorum. Peki ben de sana bir şey sorabilir miyim?'' ''Tabii ki.'' Dedi net bir şekilde. ''Bu neden bu kadar umurunda?'' Diye sordum pat diye. Ne tepki vereceğini bilmiyordum. Önce biraz güldü. ''İnan bunu ben de bilmiyorum.'' Bana biraz daha yaklaştı. Bankın üstünde olan elimin üzerine elini koydu. Kalbim küt küt atarken gözlerim mavi gözlerinde kayboldu. Diğer elini yanağıma koydu ve yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı. Yüzüyle yüzüm arasında çok az bir mesafe kalmıştı. Heyecandan ölebilirdim. ''Şu an istediğim tek bir şey var Nil.'' Eğer beni öperse ki öyle gözüküyor, bu benim ilk öpücüğüm olacaktı. Gözlerimi kapatıp beni öpmesini bekledim. Sadece birkaç saniye sonra Barış'ın dudaklarını hissetmeyi beklerken Mert'in bağırışını işittim. İkimiz de sesin geldiği yöne baktık. Mert hızla bize doğru geliyordu. |
0% |