@karaatli
|
Yaşamak, öylesine zor bir sınav ve öylesine nefes kesen bir çırpınıştır ki... Amaçsız bir yolculuğa çıkmaktır. Hayatınızın anlamını bulduğunuzda gerçekten yaşamanın bir amacı olur. Kendi hikayesine bir anlam bulamayana ise ölüm daha yakındır. Ölüm onlar için bir kurtuluş niteliği taşır. Üstelik böyle sevgisiz bir dünyada yaşam ve ölüm arasında kalmak pek de zor değildir.
Kendimi kapıdan dışarı atar atmaz derin bir nefes aldım. Düşüncelerim kirlenmişti resmen. Bütün bunları yaşamak hak edilmiş bir şey miydi yoksa tamamen bir sınav mıydı diye düşündüm uzunca bir süre.
İsmini bir kez daha aklımdan geçirdim. Haydar Soyuak...
Hayatını, benimkini mahvetmeye adamış bir isim olabilir miydi? Ama ölmüş bir adam hiçbir şey yapamazdı. Belki de yanılıyorduk, bana ve sevdiklerime zarar vermek isteyen kişi o değildi. Öyleyse kim olabilirdi?
Kalbim delicesine atarken gökyüzüne doğru baktım. Bulutlu ve karanlık gökyüzü... Benim gibi dolmuş taşmış, ağlamak üzere olan gökyüzüyle saniyelerce bakıştım.
Kafamı çevirip arkama baktığımda Barış'ın karşıdan beni sadece izlediğini gördüm. Yanıma gelmiyor, beni teselli etmiyordu. İçimdekileri öylece haykırmamı bekliyordu. Ama burası bunun için doğru bir yer değildi. Ona doğru birkaç adım atıp olduğum yerde kaldım.
"Gidelim." Sesimdeki çaresizlik gözle görülür ölçüdeydi.
Barış beni başıyla onayladığında ikimiz de Barış'ın arabayı park ettiği otoparka gelip arabayı bulduk ve bindik. Barış hiçbir şey söylemeden arabayı çalıştır. Oysa bana nereye gideceğimizi bile sormamıştı.
"Nereye gidiyoruz?" Diye sordum sessizce.
"Selin'i bulmuşlar. Yanlarına gidiyoruz."
Kulaklarıma inanamadım. Şok içinde Barış'a baktığımda onun suratındaki ciddiyet bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamama yetmişti. Boğazım düğümlendi.
"Yaşıyor mu?" Bu soru dudaklarımın arasından istemsizce dökülmüştü. Barış bana dönüp kısa bir süre gözlerimin içine bakıp yeniden önüne döndü.
"Evet." Sesinde tok bir tını vardı.
Yaşıyor olduğunu duyunca vücudum biraz olsun rahatlamıştı ama hâlâ bilmediğim bir şey olduğu kesindi.
"Barış ne oldu? Selin bulundu diyorsun ama yüzün sanki kötü bir şey olmuş gibi gergin." Barış sarfettiğim sözler üzerine direksiyonu sıkıca kavradı. Birden arabayı kenara çekip freni çekti. Neler olduğunu anlamaya çalışsam da nafileydi.
"Nil..."
"Barış, ne oldu?" Sesimde korku ve endişe vardı.
"Selin'i neredeyse tüm kemiklerini kırana kadar dövmüşler."
"Ne?" Tüylerim diken diken olmuştu. Gözlerimi Barış'tan kaçırıp yola diktim. Barış bir elini omzuma koydu.
"Bak ben çok üzgünüm. Eminim iyileşecektir..." sözlerini yarıda kestim.
"Bütün bunlara ben sebep oldum. Hepsi benim yüzümden oldu." Ellerimi saçlarımdan geçirdim. Olanlara inanmak güçtü.
"Hayır, hayır senin hiçbir suçun yok."
"Öyle mi?" Ağlamaya başlamıştım.
"Evet, sen bir şey yapmadın."
"Birkaç saat önce öyle demiyordun ama Barış! Ve biliyor musun? Sen haklıydın. Her şey benim yüzümden." Hıçkırıklarım arasından konuşmaya çalışıyordum.
"Nil, ben söylediklerim için çok pişmanım. Senden özür de diledim. Gerçekten böyle düşünmediğimi sen de biliyorsun." Bana sarılmak istedi ama ben onu ittim.
"Hayır! Hepsi gerçekten düşündüğün şeylerdi. Ve sen tüm bunları benim gözlerime bakarak söyledin. Ama sana kızmıyorum çünkü sonuna kadar haklıydın. Ben bir baş belasıyım ve hepinizin hayatını mahvettim." Göz yaşlarımı elimle sildim.
"Nil, lütfen! Bak öyle düşünmüyorum, yemin ederim." Barış'ın da gözleri dolmuştu.
"Lütfen arabayı sürer misin? Arkadaşımı görmek istiyorum." Dedim sakinleşmeye çalışarak ama göz yaşlarım durmuyordu. Kendimden nefret etmiştim çünkü daha önce tanımadığım biri benim yüzümden ölmüştü, şimdi ise arkadaşım benim yüzümden öldüresiye dövülmüştü.
"Nil, beni dinler misin?"
"Barış... lütfen." Barış daha fazla ısrar edemeden önüne döndü ve arabayı yeniden çalıştırdı. Tekrardan yola koyulduk. Ben de yol boyunca sessizce ağlamaya devam ettim. Yaşananları birer birer düşünüp kendimden daha çok nefret ettim. Yaşamam için hiçbir gerekçe yoktu. Hatta belkide ölsem hayat sevdiklerim için daha güzel bir yer olurdu.
Hastaneye vardığımızda hastanenin önünde polis araçlarını ve Kaan'ı gördüm. Yüzü bembeyazdı. Barış arabayı park eder etmez arabadan indim. Koşarak Kaan'a sarıldım. Kaan ben sarılır sarılmaz benimle birlikte ağlamaya başladı. O da bana sımsıkı bir şekilde sarılmıştı.
"O nasıl?" Diye sordum kollarının arasından sıyrılır sıyrılmaz. Kaan, gözünden yaşlar dökülürken kafasını iki yana salladı.
"O çok kötü. Yüzü neredeyse tanınmaz halde ve neredeyse tüm kemikleri kırılmış durumda." Kaan'ın söyledikleri beni daha da kahretmişti. Yere çöküp ellerimle yüzümü kapattım.
"Hepsi benim yüzümden." Diye sayıkladım. Kaan da yanıma çökerek bana yeniden sarıldı.
"Sorun yok. Hiçbir şey senin yüzünden değil, tamam mı? Biz tüm bunları birlikte aşacağız." Dedi gülümsemeye çalışarak.
"Onu görmek istiyorum."
"Şu anda ameliyatta. Mete ve İlayda da ameliyathanenin önünde onun çıkmasını bekliyorlar."
Ayağa kalkarak dizlerimi elimle silktim. Göz yaşlarımı elimle silip hastanenin içine doğru yürüdüm. Kaan ve Barış da peşimden geldiler. Kaan önden gidip bize yolu gösterdi. Dümdüz gidip bir kat aşağıya indik. İlayda ve Mete'yi perişan bir halde gördüm. Mete, İlayda'nın göğsüne kafasını dayamış ağlıyordu. İlayda da bir eliyle onu omuzlarından sarmış bir şekilde onu teselli etmeye çalışıyordu. İkisinin de ağlamaktan gözleri şişmişti.
"İlayda, Mete..." onlara seslendiğimde ikisi de gözlerini bize doğru çevirdiler. Mete birden ayağa kalktı. Bana bağırmasını, beni suçlamasını ve benden nefret etmesini bekledim. Mete'nin yanına gidip onun tam önünde durdum. Bana sıkıca sarıldı. Gözlerinden akan göz yaşları omzumu ıslatıyordu. Resmen hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Uzaklaşıp yüzünü ellerimin arasına aldım.
"O iyi olacak." Dedim ve gerçekten de tüm kalbimle buna inanmak istedim. Mete başını sallayıp göz yaşlarını sildi.
"İyi ki varsın." Dedi birden bana. Bu duymayı hiç beklemediğim bir cümleydi. Ben onun beni suçlamasını, benden nefret etmesini beklerken o benim varlığıma teşekkür ediyordu.
"Sende..." dedim göz yaşlarımın arasından gülümsemeye çalışarak. Mete'nin yanından ayrılıp İlayda'ya sarıldım. Sonra da arkamı dönüp bir çift siyah gözle karşı karşıya geldim. Yüzü çok gergin görünüyordu. Duvara yaslanmıştı. Beyaz tişörtünde kan lekelerini gördüğümde Selin'i onun bulduğunu anlamıştım. Dalgalı saçları süzülüp alnında birleşmişti.
"Merhaba..." Dedim ona sadece, sanki bir yabancıymış gibi.
"Merhaba." Sesi öfkeli çıkmıştı. Çenesini sıktığını gördüğümde sinirli olduğunu anlamıştım. Yine de şu an önemli olan arkadaşımızın sağlığı olduğu için bu durumu şimdilik görmezden gelmek zorunda kaldım.
İlayda'ya doğru baktım.
"Doktor ne dedi?" Diye sordum.
"Çok zor bir ameliyat olacağını ve ailesine haber vermemiz gerektiğini söyledi."
"Haber verdiniz mi?" Diye sordu Barış.
"Hayır." Dedi Mete yere bakarak.
"Hiçbirimizin eli gitmedi telefona. Böyle bir şey nasıl söylenir bilemedik." Kaan'ın sesi titriyordu.
"Bende Enes'in numarası var." Dedim aniden aklıma gelince.
"Enes kim?" Diye sordu Mete.
"Abisi, yani öyleymiş." Dediğimde Ayaz'ın meraklı bakışlarını üzerimde hissettim. Barış ise merakını dışarı vurmayı tercih etti.
"Abisinin numarası sende ne arıyor?" Diye sordu.
"Eski sevgilimdi. Tesadüfen Selin'in abisi olduğunu öğrendik." Ayaz ve Barış'ın daha da gerildiğini görebiliyordum.
"Ara hadi." Dedi İlayda.
Telefonu cebimden çıkartıp arama yerine Enes'in adını girdim. Belki bir gün lazım olur diye telefon numarasını silmemiştim. Gerçekten böyle bir gün için lazım olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi.
Numaranın üzerine bastığımda ikinci çalışta telefonu açtı.
"Hayırdır inşallah! Nil İbrahimoğlu beni niye arıyor? Yoksa bana geri mi dönmek isteyeceksin?" Sesindeki alaycı ton beni o kadar öfkelendirmişti ki böyle bir durumda onunla uğraşamazdım.
"Kardeşin hastanede ölüm kalım mücadelesi veriyor gerizekalı! Şimdi saçmalamayı bırak ve annenle babana haber ver. Hastanenin konumunu mesajla atarım." Diyerek telefonu yüzüne kapattım. Barış yanıma geldi.
"Seni sinirlendirecek bir şey mi söyledi?" Diye sordu.
"Gerçekten şu an bunu mu konuşacağız?" Diyerek Ayaz'ın yanında duran bekleme koltuklarına oturdum. Başımı ellerimin arasına alıp beklemeye başladım. Herkes ameliyathanenin kapısına bakıp küçücük bir haber bekliyordu. Ortama sessizlik hakimdi. Bir ara hastane polisi gelip hepimize teker teker sorular sordu. Olayın ne ile alakalı olduğuna dair farklı farklı sorulara cevap verdik. Mete olayın bir trafik kazası olduğunu sevgilisine motorunu verdiğini sevgilisinin de motorla kaza yaptığını söyledi. Yalan söylediğini gördüğümüzde hepimiz merakla ona baktık. Polisin bize sorduğu sorulara trafik kazası süsü vererek konuştuk. Polisler gittiğinde İlayda, Mete'ye döndü.
"Neden yalan söyledin?" Diye sordu.
"Nil de onlara gitmişti değil mi? Peki bir şey bulabildiler mi? Hayır. Belkide bu adamları daha çok kızdırdığı için Selin bu halde. Bu yüzden artık birbirimizden başka kimseye bir şey anlatmayacağız. Anlaştık mı?" Dedi hepimize bakarak. Hepimiz Mete'yi onayladık.
Ayaz bir ara ortadan kayboldu ama sonra elinde bir poşet su ile geri döndü. Herkese teker teker su verdi. Sıra bana geldiğinde yanlışlıkla elini tuttum. Aslında doğruyu söylemek gerekirse yanlışlıkla olduğu söylenemezdi. Onu böyle gergin ve öfkeli görmek beni biraz olsun endişelendirmişti.
"İyi misin?" Diye sordum fısıldayarak. Gözlerime bakıp hayır anlamında başını salladı. Ben daha fazla soru soramadan eski yerine geçip dikilmeye başladı.
Biz öyle çaresizce beklerken birden ameliyathanenin kapısı açıldı ve içeriden bir doktor çıktı. Mete ve ben hızlı bir şekilde ayağa kalktık.
"Doktor hanım, durumu ne?" Doktor Mete'ye dönüp gülümsedi.
"Zor ve tehlikeli bir ameliyattı ama arkadaşınız bu ameliyatı başarıyla atlattı. Geçmiş olsun çocuklar." Doktoru duyar duymaz hepimiz sevinçle birbirimize sarıldık.
"Allah'ım şükürler olsun!" Diye haykırdı Mete.
"Biliyordum be! Biliyordum işte, iyileşecek demiştim size!" Kaan'ın coşkusu hepimizi güldürdü.
O sırada Enes ve Annesi geldi. Kadın perişan haldeydi.
"Kızım nerede?"
"Ablacığım, merak etme kızın çok iyi şimdi ameliyattı bitti. Doktor ameliyatı başarıyla atlattı dedi." Kaan kadını sakinleştirmeye çalıştı ama pek işe yaramadı.
"Ne oldu kızıma?" Diye haykırdı. Ayaz hemen araya girdi.
"Selin bir motor kazası geçirdi. Ama merak etmeyin şu an gayet iyi." Enes birden Ayaz'ın üstüne yürüdü.
"Sen kimsin lan? Ne motoru, ne kazası?" Diyerek Ayaz'ın yakasına yapıştı. Ben koşarak ikisinin arasına girdim.
"Kardeşin bu haldeyken ne yapıyorsun sen?" Dedim öfkeli gözlerle. Enes bir saniyeliğine bana bakıp Ayaz'ın yakasını bıraktı ve uzaklaştı.
O sırada ameliyathanenin kapısı yeniden açıldı ve içeriden bir sedye çıktı. Selin'in yüzünü gördüğüm anda tüm vücudum buz gibi oldu. Yüzü mosmor, dudağı patlamış ve yüzünün her yeri şişmişti. Kollarında morluklar ve çizikler vardı. Annesi Selin'i görünce resmen çığlık attı.
"Kızım! Nasıl oldu bu? Nasıl bir kaza bu Allahım? Selin!" Diye haykırdı. Ben kadını tutup sakinleştirmeye çalıştım.
"Lütfen sakin olun, o iyileşecek." Kadın bana sarılıp ağlamaya başladı.
"Benim kızım öyle motor falan sevmezdi. Nereden çıktı bu motor?" Dedi hıçkırıklarının arasından. Mete aniden öne atıldı.
"Benim motorumdu efendim." Dediği anda Enes Mete'ye yumruk attı. Mete yere düşer düşmez Enes'e doğru koşup onu ittim.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen!? Ben öyle demeye kalmadan beni ittirdi. O an Ayaz'ın yanımızda olduğunu bile fark etmemiştim ki Enes'i yakasından tutup kafa attı. Enes burnunu tutup yere düştü.
"Sakın bir daha ona elini sürme." Ayaz dişlerini sıkarak konuşup eliyle dağılan saçını düzeltti.
Mete ve Enes yerden kalktılar ama Enes durmadı Ayaz'a saldırmaya çalıştı. Ayaz da onun elini havada yakalayıp boşluğuna bir tekme attı.
Annesi "yeter!" Diye bağırdığında hepimiz olduğumuz yerde kaldık. "Ben kızımın yanına gidiyorum ve daha fazla da olay istemiyorum." Diyerek gitti. Enes de acı içinde inleyip yerden yanındaki koltuğa tutunarak kalktı. Ben de Ayaz'ı sakinleştirmeye çalıştım.
"Ayaz, tamam bir şey yok." Dedim elini tutarak. Dönüp bana baktı ama elini elimden çekti. Hiçbir şey demeden arkasını dönüp gitti. Ne yapacağımı bilemeden öylece arkasından bakakaldım. Barış yanıma geldi.
"İyi misin?" Dedi öfkeyle Enes'e bakarak.
"Evet." Diyerek yanından ayrıldım ve ben de Selin'in yanına gittim. Oradaki hastane görevlisine Selin'in odasını sorduğumda üçüncü katta en baştaki oda olduğunu söyledi. Ben de asansörle üçüncü kata çıkıp en başta olan odaya girdim. Selin hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Annesi de ayakta durmuş Selin'in saçlarını okşuyor, bir yandan da ağlıyordu.
"Güzel kuzum, sen nasıl bu hâlâ geldin yavrum?"
"Girebilir miyim? Diye sordum. Kadın beni görünce başıyla onayladı. Ben de girip kapıyı arkamdan kapattım.
"Selin'in önünde duran hasta yakınları için koyulmuş olan koltuklardan birine oturup eline uzandım. Elini tuttuğumda derin bir üzüntü içerisine girdim. Kim bilir neler yaşamıştı?
Annesi bir süre sonra odadan çıktı. Ben de onunla odada kaldım. Biri kapıyı tıklattığında "girin." Dedim sakince.
İçeri Ayaz'ın girdiğini gördüm. Onun gittiğini zannediyordum.
"Gittiğini sanmıştım." Dedim ama bana cevap vermedi. Elinde bir buket çiçek vardı. Selin'in yanında duran komodine koydu. "Neden bana cevap vermiyorsun? Sana bilmeden bir şey mi yaptım?" Diye sordum.
"Konuşmak istemiyorum." Dedi.
"İyi de neden?" Anlamaya çalışıyordum.
"Çünkü konuştukça canım yanıyor." Sesi bir tık yüksek çıkmıştı. Ben de ayağa kalkıp önünde dikildim.
"Ayaz neler oluyor?" Diye sordum.
"Selin bulunmadan önce tüm dikkatimi bu konuya vermiştim. Ama bulunduktan sonra düşünmek için zamanım oldu."
"Neyi?"
"Sen Barış'ı seviyorsun. Ona aşık olmasan bile ona karşı duyguların var. Ve inan ben böyle şeylere gelebilecek biri değilim. Hayatımda ilk defa bir kıza karşı güçlü duygular besledim ve bu daha ilk gördüğüm anda oldu ama o bir başkasını seviyor. Ben böyle şeylere kafamı yoramam, anlıyor musun? Benim bir kalp kırıklığına vaktim yok. O yüzden artık görüşmeyelim." Ayaz'ın gözlerinin tam içine baktım.
"Bak biliyorum her şey çok karışık. Ben farkındayım ama zaten ikinizle de ilişki anlamında bir şey istemiyorum. Ben sadece sizinle arkadaş olmak istiyorum. İnan bana arkadaş olabiliriz." Ayaz bu söylediklerime karşı daha da öfkelendi.
"Nil, birini hayatına ya alırsın ya da bırakırsın kendi yoluna gider. Arkadaş olabilecek olsaydık sana karşı bu duyguları besleyemezdim anlıyor musun? Hiçbir arkadaş birbirine karşı bir şey hissetmez. Bu yüzden de benden bir şey bekleme." Dedi yüzüme doğru eğilerek. Sözleri kalbime dokunmuştu. Ona karşı bir şeyler hissettiğime emindim ama Barış'a karşı sevgim bitmemişken ona karşı bir adam atamazdım. Yine de ona olan hislerimi bilirse belki öfkesi biraz olsun hafifler diye düşündüm.
"Sana karşı hislerim olduğunu biliyorsun değil mi?"
"En başından beri biliyordum. Bana bakışlarını görüyorum, benimleyken ne kadar eğlendiğini ve ben sana iltifat ettiğimde o yanaklarının kızarışını görüyorum. Hepsinin farkındayım. Ama hayatında ikinci adam olmayacağım. Üzgünüm." Diyerek arkasına bakmadan kapıdan çıkıp gitti. Öylece arkasından bakakalmıştım. İstemeden de olsa onu da incitmiştim. Üstelik bu sefer ondan uzak durduğum halde incinmişti. Artık ne yapacağım hakkında bir fikrim yoktu çünkü ne yaparsam yapayım birilerini üzdüğümü ve onlarla birlikte benim de üzüldüğümü anlamıştım.
Ayaz kalbimde bir yere sahipti ve her geçen gün o yer git gide genişliyordu. Ama Barış'a olan hislerim de olduğu yerde duruyordu. Kafam karmakarışık bir halde Selin'e baktım. Yeniden yanına oturup elini tuttum. Gözlerimi kapatıp her şeyin bir kabus olmasını diledim. |
0% |