@karadagceren
|
Selaamm! Nasılsınız? Umarım hepiniz çook iyisinizdir. Bölüme geçmeden önce oy verip satır aralarına yorum yaparsanız çok mutlu olurum. --- "Vatan için can veren bütün şehitlerin anısına. Saygı ve minnetle anıyoruz..." --- Kürşad Türkmen... Saat daha sabahın çok erken bir saatiydi. Güneş yeni yeni ağarmaya başlamıştı. Kolumdaki sızı yüzünden gece sıkça uyanıp durmuştum. Doktor hastanede kalmama gerek olmadığını söyleyince hastanede kalmamıştım ama ağrısı şiddetli olduğu için dün geceden beri bir paket ağrı kesici bitirmiştim. Yataktan kalkarak dolaptan siyah bir tişört ve siyah bir pantolon giyerek mutfağa indim. Kolumu sardığım bandajı değiştirmem lazımdı. Sürekli Asel'in evinde kaldığımız için eşyalarımızın bir kısmı buradaydı. Mutfağa indiğimde ecza dolabından steril gazlı bezi alıp mutfak masasına makasla beraber yerleştirdiğimde bir paket daha ağrı kesici aldım. Mutfak kapısında hareketlenme fark edince bakışlarım kapı tarafına döndü. Senem, dün akşam giydiği eşofmanları ve yeni uyandığını belli eden dağılmış sarı saçları ile kapının önünde duruyordu. Gülümseyerek ona baktım. "Günaydın, saat daha çok erken, niye kalktın?" Yavaş adımlarla yanıma gelip masanın önündeki sandalyelerden birine oturdu. "Kötü bir rüya, daha doğrusu kabus gördüm, su içmek için buraya indim. Sen niye buradasın?" Gözlerimle kolumu gösterdiğimde ne demek istediğimi anladı. "Sürekli böyle kabus görüp erkenden mi uyanırsın?" Neden merak ettim bilmiyorum ama etmiştim işte. Senem, önemsiz yada alışığa gelmiş bir durummuş gibi omuzlarını silkti. "Çoğu zaman. Neyse boş verelim beni, sen yaranı mı saracaktın? Dur ben yardım edeyim." Önümdeki steril gazlı bezi ve makası alıp kendi önüne çekti. Örgüsünden dışarı çıkan sarı tutamlarını sağ eli ile kulağının arkasına attıktan sonra steril sargı bezini yeterli ölçüde kesip sandalyesini bana çevirdi. Bana doğru yaklaşıp eline aldığı pamuk parçasına oksijenli su döküp yaralanan bölgeyi hafifçe tekrardan temizledi ardından sargı bezini eline alıp yavaşça koluma, yaranın olduğu bölgeye sarmaya başladı. Senem, dikkatle ve titizlikle işlemi yaparken yüzündeki ifade, işine olan ciddiyetini ve aynı zamanda bana duyduğu önemi gösteriyordu. Oksijenli suyun hafif şıpırtısı, o sabahın sessizliğinde tek duyulan seslerden biri oldu. Sargı bezini koluma sararken, her hareketi özenli ve yumuşaktı. "Timdeki en büyük sen misin? Herkes abi diyor sana." Başımı salladım. "En küçüğümüz Baran. Ben en büyükleriyim, otuz bir yaşındayım." Sargı bezini sarmayı bitirdikten sonra yapışkanlı bantla ucunu yapıştırdı. Ağrı kesiciden bir tane çıkarıp bir bardak suyla bana uzattı. "Teşekkür ederim." Senem, işini bitirdikten sonra kısa bir an duraksayıp gözlerimin içine baktı. Gözlerindeki hafif endişe ve merakın yanında, biraz da şefkat vardı. Kolumu sardığı pamuklu beze bakıp kontrol ettikten sonra başını hafifçe sallayarak memnuniyetini belli etti. İkimiz de bir süre sessiz kaldık. Odada sadece hafif bir nefes sesi ve dışarıdan gelen uzak, yavaş sesler duyuluyordu. "Otuz bir yaş, ha?" dedi, gülümsemeye çalışarak. "Öyle söyleyince fazla büyükmüşsün gibi geliyor ama hiç göstermiyorsun." Onun bu sözleri üzerine hafifçe gülümseyip omuz silktim. "Çok sağ ol, Senem. Çok inandırdın genç olduğuma." Dedim şakayla karışık. Senem başını salladı, kaşlarını çatıp ciddi bir ifadeyle baktı. "Bunu hissediyorum. Timdeki herkes sana büyük bir saygı duyuyor. Sen sadece bir asker değilsin, aynı zamanda onların abisi, hatta bir nevi koruyucu meleği gibisin." Sözleri beni biraz şaşırttı ve derin bir nefes alarak bakışlarımı yere çevirdim. "Öyle mi görünüyorum?" diye mırıldandım, biraz mahcup ama bir o kadar da gururlu bir hisle. "Sadece onlara elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum, hepsi bu. Timdeki herkes benim için çok değerli." Senem, yüzünde yumuşak bir ifadeyle hafifçe başını eğdi. "Onlar için ne kadar değerli olduğunu biliyorlar, ben de öyle. Bu yaralanmalar, zorluklar, hepsi senin ve timin için ne kadar çok şey ifade ettiğini gösteriyor." O an, Senem'in bu sözlerinin bana ne kadar dokunduğunu fark ettim. Ne kadar güçlü görünmeye çalışsam da, içimde hep o koruma ve sorumluluk duygusuyla doluydum. Timimdeki herkes benim ailemdi, ve onları korumak için her şeyi yapardım. Ama bu hislerin bir başkası tarafından fark edilip dile getirilmesi, hiç beklemediğim bir şekilde içimi ısıttı. Ona minnetle baktım ve hafifçe gülümsedim. "Teşekkür ederim, Senem. Bunu duymak güzel." dedim alçak bir sesle. Sonra, biraz daha ciddi bir ifadeyle ekledim: "Ama bu işi yaparken duygulara fazla yer yok. Her zaman soğukkanlı ve mantıklı olmak zorundayız. Çünkü bu insanlar bana güveniyor, ben de onları yarı yolda bırakmak istemem." Senem, gözlerinde bir anlayış ifadesiyle başını salladı. "Anlıyorum. Ama yine de, bence zaman zaman duygularımıza da yer vermeliyiz. Yoksa bir gün, bu yük bizi çok ağır bir şekilde vurabilir." Onun bu sözleri üzerinde düşünürken, bir anlığına gözlerimi kapattım. Belki de haklıydı. Hepimizin zaman zaman içindeki duyguları ve korkuları kabullenmeye ihtiyacı vardı. Ama bunu göstermek, özellikle de böyle bir ortamda, zayıflık gibi algılanabilirdi. Bu yüzden çoğu zaman içimde saklamayı tercih ediyordum. "Belki de," dedim, hafif bir gülümsemeyle. "Ama şimdi iyiyim. Hepiniz burada olduğunuz sürece daha iyiyim." Senem'in gözlerinde beliren anlayışlı ifadeyle, bir süre daha sessizlik içinde birbirimize baktık. Sessizlik, aramızda paylaşılmayan ama hissedilen tüm o duyguları anlattı. Sonunda, hafif bir iç çekişle bakışlarımı pencereye çevirdim. Dışarıda gökyüzü yavaş yavaş aydınlanıyordu. Yeni bir gün başlıyordu ve ne olursa olsun, bu günün getireceklerine hazırdım. Çünkü biliyordum ki, Senem ve timim yanımdayken her şeyi göğüsleyebilirdim. Boşalan bardağı masanın üzerine koyduğumda onu inceledim. Sarı saçları belinden aşağısına kadar uzanıyordu ve mavi gözleri uykusunu alamadığı için kenarları kızarmıştı. Çenesinin sol alt boşluğun köprücük kemiğine kadar uzanan bir yara izi vardı. "Yara izin, nasıl oldu? Eski ama izi kalmış gibi." "Öncesinde çıktığım bir görevde bir terörist yapmıştı." Hazır cevap vermesi bir çok insanın ona bunu sorduğunu gösteriyordu. "Normalde kadınlar, bu tarz izleri kapatırdı. Sen neden kapatmadın?" Gözlerim, Senem'in ifadesine odaklandı. Yüzündeki ciddiyet, bir anlığına bana onun geçmişine dair bir ipucu veriyormuş gibi hissettirdi. "Kapalı kalmanın da bir anlamı yok. Bu iz, geçmişimin bir parçası. Kapatırsam, o anı silmiş olurum, ama ben onu unutmuyorum," dedi. Sesindeki kararlılık beni etkiledi. "Geçmişe dair bir şeyleri silmek yerine onlarla yüzleşmek, bu izle yaşamayı öğrenmek daha güçlendirici," diye ekledi. "Yaralar, sadece fiziksel değil, ruhsal da olabilir. Benimki ikisini de kapsıyor." Bir an sessiz kaldım. Onun cesareti, içindeki savaşçı ruhu beni derinden etkiliyordu. "Peki, bu yara seni nasıl etkiledi?" diye sordum, merakla. Senem, hafifçe gülümsedi ama gülümsemesinde hüzün vardı. "Öğrendim ki, hayatta her şey bir bedel ödemekle ilgili. Bu yara, bana daha güçlü olmam gerektiğini hatırlatıyor. Korkularla yüzleşmemi sağlıyor." Bu sözler aklımda yankılandı. Hayatta karşılaştığımız zorlukların aslında bizi şekillendirdiğini biliyordum, ama onun bu kadar net ifade etmesi beni düşündürdü. "Senin gibi biri için bu daha da kolay olmalı. Yani, zaten güçlü ve cesur birisin," dedim. "Güçlü olmak, her zaman kolay değil. Bazen düşmek ve yeniden kalkmak zorunda kalırsın. Ama her düştüğümde, bu yaralarımın hikayesini anlatmaya devam ettim," dedi Senem, gözleri derin bir kararlılıkla parlayarak. Bunlar, onun yalnızca bir asker değil, aynı zamanda bir insan olarak ne kadar derin düşündüğünü gösteriyordu. Yüreğindeki acıları, hayatta kalma mücadelesinin bir parçası olarak nasıl kucakladığını görüyordum. O an, Senem'in yarasıyla kendi yaralarımın da benzer bir hikaye anlattığını fark ettim. Geçmişin izleri, yalnızca acı değil, aynı zamanda güç ve dayanıklılığın birer sembolüydü. Mavi hareleri bana döndü. Yeşil gözlerimin içine baktı. "Bir yarayı ne kadar kapatmaya çalışırsan çalış, onun orada var olduğunu bilirsin. Nasıl oluştuğunu da. Yarayı dıştan kapatabilirsin ama içten kapatamazsın." Ardından önüne dönüp başını salladı. "Ben onla yaşamayı öğrendim." Senem, bu konuda açık sözlüydü ve alışkın olduğu bir konu olduğunu belli ediyordu. "Ayrıca yaralar genellikle bir hikaye anlatır," dedi, sessizce ama kesin bir şekilde. "İzler de geçmişin bir parçasıdır. Onları saklamaktansa, insanın yaşadıklarını hatırlamasını sağlarlar. Kapatmak yerine, bu izlerle yaşamayı tercih ediyorum." Sözlerinin ardından, bir süre sessizlik oldu. Senem'in gözleri, geçmişin izlerini ve yaşadığı zorlukları taşıyor gibiydi. "Bazen, bazı yaralar sadece içini kanatır." Diyerek ona karşılık verdiğimde kıkırdadı. "Sürekli burada mı kalırsınız, izin zamanlarınızda yani." Omzumu kaldırıp indirdim. "Genellikle. Bu ev Asel'e miras kaldı ve çok büyük olduğu için sürekli buradayız. Bakma sen söylendiğine birimiz eve gelmese hemen arar neredesin oğlum diye çağırır." Bakışlarında derin duygular vardı. "Asel sanırım senin için komutandan veya bir arkadaştan fazlası, onu anlatırken bile sesinde ona karşı hayranlık var." Sırıttım. "Asel, benim için ölen kız kardeşim gibi. Karakter özellikleri falan... Kübra'ya, kardeşime yani, çok benziyor. Ayrıca, yaşadıklarına rağmen böylesine güçlü birisi, onun bu yönüne hayranım, evet." Senem, bu sözlerimi dikkatle dinlerken gözleri parladı. "Kız kardeşin gibi mi? O zaman Asel'in senin için ne kadar değerli olduğunu daha iyi anlıyorum," dedi. Sesindeki empati, bana sıcak bir his verdi. "Evet, onunla geçirdiğim zamanlarda, Kübra'yı daha fazla hissediyorum. Asel, sadece bir komutan değil; onun kararlılığı ve cesareti, beni sürekli ileriye itiyor," dedim, içimdeki duyguların yüzeye çıkmasına izin vererek. Senem başını salladı. "Kayıplarımız, bizi nasıl şekillendiriyor, değil mi? Asel'in yaşadığı zorlukları ve bunları nasıl aştığını görmek, beni de güçlendiriyor. Benim için de öyle, belki de bu yüzden onu bu kadar takdir ediyorum." O an içimde bir bağ oluştuğunu hissettim. Hem Asel'e olan sevgim hem de Senem'in güçlü karakteri, beni derin bir anlayışla bir araya getiriyordu. "Aynen öyle. Kayıplarımızla yüzleşmek zor, ama onlardan ders almayı başardığımızda, gerçekten güçlü olabiliyoruz," dedim. "Hayatın getirdiği zorluklar, bizi değil, aslında daha iyi bir versiyonumuzu yaratıyor," dedi Senem, kafasını hafifçe eğerek. Gözlerinde bir ışık vardı; güçlü olmanın ve hayatta kalmanın ne demek olduğunu biliyordu. "Birbirimizi destekleyerek daha güçlü olabiliyoruz. Zayıf anlarımızda bile, bir arada olmak ve dayanışma göstermek önemli," diye ekledim. Senem'in yüzündeki gülümseme, onu daha da güçlü kılıyordu. "Bu yüzden burada olduğun için teşekkür ederim. Asel'in etrafındaki insanlar, onun kadar güçlü olmalı. Sen de bu gücü paylaşıyorsun, biliyorsun değil mi?" Bir an sessizlik oldu. Duygularım iç içe geçmişti; hem geçmişim hem de geleceğimle ilgili düşüncelerimi paylaşıyordum. "Bunu duymak güzel. Ben de sizinle birlikte bu aileyi korumak ve güçlendirmek istiyorum," dedim, kalbimde bir şeylerin değiştiğini hissederek. "Birlikte güçlüyüz, Asel gibi," dedi Senem, gözlerimdeki kararlılığı görebilir gibi. "Birbirimize destek olduğumuz sürece, kayıplarımızı anlamlandırabiliriz." O an, yaşadıklarımızın sadece zorluk değil, aynı zamanda dayanışma ve sevgi dolu anılar da getirdiğini fark ettim. Kayıplarımızı paylaştıkça, onların bize kattıklarını da anlıyorduk. Senem'in yanında olmak, Asel'in hikayesini daha iyi anlamama ve onun gücünü benimsememe yardımcı oluyordu. "Biliyorum, bu yolda yalnız değilim. Hep birlikte güçleniyoruz," dedim, içimdeki umudu hissederek. "Aslında hiç dışarıdan göründüğün gibi değilsin." Aniden gelen itirafı ile şaşkınlıkla ona döndüm. "Nasıl yani, anlamadım?" Bir kaz daha bana döndü. "Karargâhtaki herkes senin için çok sert, çok soğuk ve mesafeli olduğunu söylüyor, eh dışarıdan da öyle görünüyorsun birazcık. Ama aslında hiç de anlattıkları gibi biri değilsin." Dudaklarımda çarpık bir gülümseme oluştu. "Nasıl biriyim peki?" Senem kurnazca bana bakıp sırıttı. "Sevdiklerin için her şeyi göze alabilecek birisin. Onlar için kurşunların önüne bile atlayabilirsin. İnsanlara karşı tedbirlisin ama ön yargılı biri değilsin. Hemen samimi olmak yerine o kişinin davranışlarını ve kişiliğini inceliyorsun. Grubun en büyüğü olduğun için abilik görevini üstleniyor, onların her derdine dermen olmaya çalışıyorsun ama büyük ihtimalle kendi derdin olunca onlarla paylaşmıyorsundur." Bu kadar iyi tespitler yapması beni hayrete düşürdü. Time katılalı henüz bir hafta olmuştu. "Teğmenim, sanırım sizi hafife almamalıyız. Bu kadar kısa sürede böyle nokta atışı tespitler yapmanız ürkütücü." Senem, gülümseyerek başını salladı. "Teşekkür ederim. İnsanların karakterleri hakkında kısa sürede doğru tespitler yapmak, bazen içgüdüsel bir şeydir. Aslında, gözlem yeteneği ve dikkatli olmak, insanları anlamak için önemli. Ama bu, seni hafife almadığımı gösteriyor." Gözlerimdeki şaşkınlık ifadesi, Senem'in söylediklerine olan hayranlığımı yansıtıyordu. "Gerçekten etkileyici. Timdeki herkesin bana dair düşünceleri var, ama senin bu kadar kısa sürede bu kadar net bir analiz yapman oldukça şaşırtıcı." Senem, hafif bir gülümsemeyle omuzlarını silkti. "İnsanları anlamak için zaman gerekmiyor; bazen sadece dikkatli olmak ve gözlem yapmak yeterli. Özellikle senin gibi, grupta önemli bir rol oynayan biriyle çalışırken, senin iç dünyanı da anlamak önemli." Beraber güldüğümüzde mutfaktan içeri Asel girdi. "Bende mutfağımdaki kaçaklar kim diyordum. Günaydınlar efenim." "Günaydın, kızıl kafa." Asel, dolaptan çıkardığı dün geceden kalan kolayı kafasına diktiğinde gözlerimi devirdim. "Sabah sabah kola mı içilir Asel? sen gerçekten midesizin tekisin." Asel boş şişeyi çöpe atarken bana el hareketi çekti. "Bir komutana yakışıyor mu hiç? Üstelik ben senin abinim." Diye söylenmelerime aldırmadan mutfak tezgahına oturdu. Asel'in bu rahat tavrı karşısında bir an gülümsememek için kendimi zorladım. "Seninle aynı evde yaşamak, bir cehennem azabı," dedim, gözlerimi yeniden devirdim. "Neden kahvaltı yapmıyorsun? Kola ile güne başlamak, kesinlikle sağlıklı bir yaşam tarzı değil." "Ulan madem erkenden kalktınız, insan bir kahvaltı hazırlar. Birde kahvaltı yap diyor, ortada kahvaltı yokken ne fışgi yapacağım kahvaltıyı?" Asel söylenmeye başlayınca Senem'e kalk kalk işareti yapıp yanına yürüdük. "Tamam, bak hazırlıyoruz. Yeter ki söylenme sen, güzelim." Ardından Senem'e doğru eğildim ve kulağına fısıldadım. "Söylenmeye başlayınca susmak bilmiyor." Senem, omzuma vurup güldüğünde bende güldüm. Kahvaltı hazır olunca fırından poğaça ve simit almak için dışarı çıktım. Çıkmadan Asel'in zorla elime tutuşturduğu yüz lirayı cüzdanıma koydum. Fırından taze çıkan poğaçaları ve simitleri de alıp tekrardan eve dönmek üzere fırından çıktım. Fırından çıktığım gibi silah seslerini duymamla hızla fırının arka duvarına saklandım ve belime bağladığım tabancamı çıkardım. Gözlerim etrafı ararken kurşunların nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Etrafta bir sürü sivil vardı, yanlış bir hareket yapamazdım. Caddenin karşısındaki bir arabanın arkasından gelen mermileri takip ettim. Mermilerin hedefi bendim. Sivil halk korkuyla çığlık atıp koşuştururken içlerinde vurulanlar da vardı. Arabanın arkasındaki grup kalabalıktı. Tabancamdaki şarjörler azalmıştı. Hızlıca duvarın arkasına sinip telefonumu çıkardım ve Asel'i aradım. ☪☪☪ Asel Sönmez... "Kürşad Abi nerede kaldı ya? Onu bekliyoruz yarım saattir." Masanın başında Kürşad Abiyi bekliyorduk ve sabırsız Uras dayanamıyordu. "Gelir şimdi, belki sıra vardır fırında o yüzden geç kalmıştır." Dediğimde içime bir sıkıntı düştü. Çalan telefonuma uzandım. Ekrandaki ismi görünce ekranı diğerlerine çevirdim. "Bakın arıyor, gelir şimdi." Diyerek telefonumu açtım. "Abi, neredesin ya? Bu aç ayılar söyle..." Arkadan gelen silah seslerini duymamla cümlem yarıda kaldı. "Abi, o sesler ne? iyi misin?" Diğer herkesin de ilgisi buraya dönmüştü. "Asel, fırının oradayım ve ateş ediyorlar. Çatışma çıkmak üzere, şarjörüm boşalıyor. Kalabalıklar." Duyduklarımda telaşla oturduğum sandalyeden kalktım. "İyi misin sen?!" Telefonun ucundan silah sesleri gelmeye devam ediyordu. Tek elimle telefonu tutarken mutfaktan çıkmış tek elimle açık olan saçlarımı karıştırıyordum. "Gelebildiğiniz kadar hızlı gelin." Diyerek telefonu kapattı Kürşad abi. "Asel, ne olmuş?" Telefonu koltuğa fırlatıp çekmecedeki tabancamı aldım. "Çabuk çıkmamız lazım, hızlı! Meydanda saldırı yapılıyor, Kürşad abinin şarjörü bitmek üzereymiş!" Bütün ekip şaşkınlıkla bağırıp hızla silahlarını aldılar ve hepimiz evden çıkıp fırına doğru koştuk. Çatışma sesleri yaklaşırken yerde yatan siviller içimi öfkeyle doldurdu. Kim bilir, kimi evde çocuğuna ekmek götürmeye çıkmıştır. Kim bilir, kimi sevgilisine güzel bir kahvaltı hazırlamak istemiştir. Kim bilir, kimi anne babası ile çay eşliğinde sohbet edecekti. Hepimiz silahlarımızı çıkarıp kendimizi savunmaya başladığımızda uzaktan buraya yaklaşan polis sirenlerini işittik. Polis sirenlerinin sesi, çatışmanın gergin atmosferine karışırken içimdeki öfke daha da kabardı. "Bu durumu daha fazla sürdüremeyiz!" diye bağırdım. "Sivilleri korumalıyız, hemen arka kapıya yönelmeliyiz. Ön taraftaki ateşle başa çıkmak zorundayız, ama ilk olarak sivilleri güvenli bir yere götürmeliyiz!" Alpay başını salladı, gözleri kararlılıkla parlıyordu. "Hemen harekete geçelim. Koray, Uras, siz fırının arka tarafına geçin. Oradan ilerleyip durumu değerlendirin. Biz de ön kapıdan kontrol sağlarız." Hızla fırının arka tarafına yöneldik. Yerde yatan sivillere bakmak içimi acıtsa da, dikkatimi dağıtmamak için odaklanmam gerekiyordu. Koray, hızla bir sivilin yanına koştu ve onu güvenli bir yere taşımak için yardım etmeye başladı. Uras da etrafa dikkatle bakarak, olası tehditleri izliyordu. "Senem, bu tarafta!" dedi Baran, yanımdaki kapıyı göstererek. "Bunu kapatmalıyız, böylece dışarıdan gelen ateşten korumamız gereken sivilleri koruyabiliriz." Hızla kapıyı kapatırken, derin bir nefes aldım. "Polis burada! Belki de destek isteyebiliriz," dedim. "Ama önce, sivilleri güvenli bir yere ulaştırmalıyız. Bu çatışma uzarsa, durum daha da kötüleşecek." İçerideki kaos sürerken, sivillerin durumunu görmek için kendimi yeniden kontrol ettim. "Hızlı olun!" dedim. "Onları buradan çıkaracağız. Birlikte hareket etmeliyiz." "Tamam, buraya odaklanalım. Önce onları alalım, sonra bu çatışma için bir plan yaparız," diye yanıtladı Alpay Koray, taşıdığı sivilin yanında durarak, "Bir an önce güvenli bir yere götürmeliyiz. Hızlı olmalıyız!" dedi. Dışarıdaki çatışma sesleri, sirenlerin ve haykırışların iç içe geçmesiyle giderek yükseliyordu. Kalbim hızla çarparken, herkesin güvenliği için çabalıyordum. "Bunları korumalıyız. Hayatlarını kurtarmalıyız," dedim, kendime ve arkadaşlarıma olan inancımı tazelemek için. Arka kapıdan çıkarken, dışarıda beliren polis arabalarını gördüm. "Polis geldi!" diye seslendim. "Şimdi, hep birlikte hareket edelim!" Ekip olarak güvenli bir yere doğru ilerlerken, gözlerim etrafı taradı. İyice dikkatli olmalıydık; her an patlayabilecek bir çatışmanın ortasındaydık. "Önceliğimiz siviller, onların güvenliğini sağlamalıyız," diye tekrarladım, ilerlemeye devam ederken. İçimdeki öfke ve kaygı, zamanla daha da belirginleşti. Ama aynı zamanda, bu durumu değiştirmek için bir fırsat vardı. Belki de bu sefer, hayat kurtarabiliriz. Dakikalar sonra polis ekiplerinin de yardımıyla ateş eden adamların bir kısmı yakalandı. Diğer kısmı ise zaten ölmüştü. Hızla Kürşad abinin yanına koştuk. "Abi, bir şeyin var mı?" Kürşad Abi, kolunu Koray'ın omzuna atıp sıktı. "İyiyim aslanım, iyiyim." "Korkuttun bizi." Alpay'a başını salladı Kürşad abi. Eve doğru ilerlediğimizde hiç birimizde kahvaltı yapacak iştah kalmamıştı. Ama mecburen masaya oturup bir şeyler yedik. Televizyondan haberleri izlerken bu sabah yaşanan olayı son dakika diye geçiriyorlardı. Başlıklarda ise "FIRININ ÖNÜNDE ÖZEL KUVVETLER ASKERİNE ACIMASIZ SALDIRI! SİVİL HALKTAN ON DÖRT ŞEHİDİMİZ VAR!" yazıyordu. "Senem, şunun sesini açsana." Senem eline kumandayı alıp televizyonun sesini açtı. Spiker kadın konuşuyordu. "Sayın seyirciler, bir son dakika haberi ile ekranlardayız. Bu gün, sabah saatlerinde bir fırının önünde sivil konumundaki bir Özel Harekat askerine saldırı düzenlendi. Bir çok sivil halkın bulunduğu meydanda, acımasız bir saldırı düzenlendi. Sivil konumundaki askerin yardımına görev arkadaşları yetişti. Ne acı ki, sivil halktan on dört şehidimiz var. Askerimize geçmiş olsun, şehitlerin yakınlarına baş sağlığı ve sabır diliyoruz." Sıkıntılı bir şekilde iç çektim. Haberde bizim caddede koşup silahlarımızla çatışmaya katıldığımız ve Kürşad abinin duvar kenarından ateş ettiği görüntüler vardı. "Şerefsizler, bilerek sivil halkın olduğu bölgeleri seçtiler. Abi bu nasıl bir kansızlık!" Koray'ı kolundan tutup koltuğa geri oturttum. "Öyle yada böyle, düşmanlarımız var kardeşim. Hem de takıntılı düşmanlarımız." -Bölüm Sonu- EVVVEEETTT! Bölümümüz bitti. - Bölüm nasıldı? - Senem ve Alpay'ın geçmişi hakkında tahminleriniz? - Senem'in yara izi nasıl oldu sizce? Ve kim yaptı? - Bölümde en sevdiğiniz sahne? Bir sonraki bölüme kadar sağlıcakla kalın. ⭐
|
0% |