@karadagceren
|
Merhabaaa! Nasılsınızzz? Umarım hepiniz çok iyisinizdiiir. Bölüme geçmeden önce oy verip satır aralarına yorum yaparsanız çok sevinirim. --- "Vatan için can veren bütün şehitlerimizin anısına. Saygı ve minnetle anıyoruz..." --- Ölüm. Ölüm, hepimize çok yakındı. Her anımızda ölüm vardı. Biz ölümle cirit atanlardık. Biz, göz göre göre, bile isteye ölüme yürüyenlerdendik. Ölüm, bizim için bir sondan öte, bir yol arkadaşıydı. Nefes alırken dahi onun soğuk varlığını hissederdik; kanımıza işleyen bir korku değil, aksine cesaret veren bir farkındalıktı bu. Gözlerimizi kapattığımızda peşimizi bırakmayan karanlık bir gölge, her an omuz başımızda bekleyen bir sessizliğin ta kendisiydi. Her gün hayatla ölüm arasındaki o ince çizgide yürürken, yüreklerimizde hissettiğimiz tek şey, bizden geriye ne kalacağıydı. Geride bıraktığımız insanlar, yarım kalan hayaller ve asla yaşanamamış mutluluklar... Bizim savaşımız sadece dışarıdaki düşmanla değil, kendi içimizdeki pişmanlıklarla da veriliyordu. Her kurşun sıktığımızda, hayatla ölüm arasındaki dengeyi sorguluyorduk. Acaba bu son mu olacaktı? Belki de bir sonraki köşeyi döndüğümüzde, o kaçınılmaz sona ulaşacaktık. Ama bu düşünce bizi durdurmuyor, aksine daha da güçlendiriyordu. Çünkü biz, ölüme aldırış etmeden yürüyenlerdik. Bir dost gibi bağrımıza basar, onunla dalga geçerdik. Ölümü korkutmaktı belki de amacımız, çünkü korkmadığımız tek şey oydu. "Bir gün hepimiz öleceğiz," derdik birbirimize, sanki o günü bekliyormuşuz gibi. Ama aslında ölümden değil, arkamızda kalanlardan korkardık. Anılarımıza ihanet etmekten, sevdiklerimizi yarı yolda bırakmaktan korkardık. Ölüm hepimizin peşindeydi, ama biz ondan hızlı koşuyorduk. Koşarken düşen dostlarımız oldu, her birinin ardında koca bir boşluk bırakan. Ama biz yine de durmadık. Her düşenle biraz daha karardı ruhlarımız, biraz daha azaldı umudumuz. Ama ölmektense yaşamayı seçtik. Yaşamak ve savaşmak... Son nefesimize kadar mücadele etmek. Çünkü biliyorduk ki ölümü alt edemezdik ama onunla dalga geçebilir, onu hiçe sayabilirdik. Kalbimde kocaman bir ağırlık vardı. Sanki, sanki kalbimin üzerine kocaman bir öküz oturmuştu. Kasketimi yavaşça başıma geçirip arabaya bindim. "Kurşunlara dizilmeyi yeğlerdim şuan." Kurumuş dudaklarımı aralamadan başımı sallayarak Senem'i onayladım. Bu gün, bayraklar yarıdaydı. Karargâh yastaydı. Kalbimdeki ağırlıkla koltuk kenarına tutunarak gözlerimi kapattım. Sessizliğin içinde bir süre sadece motorun titreşimini ve göğsümde yankılanan o sızıyı dinledim. Karargâhın önündeki bayrak, rüzgarın hafif dokunuşlarına boyun eğmiş, yarıya kadar inmişti. Bugün, hepimiz biraz eksilmiştik. Uras'ın sesi, boğuk ve kederli, o kasvetli havayı daha da ağırlaştırdı. "Birini daha toprağa veriyoruz." Gözlerimi açmadan kafamı hafifçe salladım. Kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Konuşmak imkansız gibiydi. Her nefes alışımda, koca bir boşluk doluyordu ciğerlerime. Hangi kelime bu boşluğu doldurabilirdi ki? Hangi cümle bu acıyı hafifletebilirdi? Baran, ellerini sıkıca birbirine kenetlemiş, sessizce pencereden dışarı bakıyordu. Gözleri dalıp gitmiş, belki de yaşadığı her acıyı yeniden anımsıyordu. Her birini içselleştirip, kendi yüküne ekliyordu. Kimse böyle bir günü yaşamak zorunda kalmamalıydı. Hiç kimse, böylesi bir kaybı bu kadar defa yaşayıp, hâlâ ayakta durmayı başarmamalıydı. Arabanın içinde ağır bir sessizlik vardı. Sanki kimse nefes almıyordu. Belki de almıyorduk. Bayraklar yarıya inmiş, biz ise biraz daha eğilmiştik. Kimimiz kırılıyordu, kimimiz ise sessizce çatlıyordu içten içe. İlk görev yerimdeki bir komutanım her zaman şöyle derdi. "Şehit haberi vermenin yükünü bilir misin sen, kızım? Sabah mesaiye başlamadan önce yazılı bir emir koyarlar masana. Vatanımızın bir aslanı şehit oldu der. Allah'ım, dersin. Kurşunların önüne dizilsem, aç susuz bir ay geçirsem ama şu haberi hiç anneye, hiç bir babaya, hiç bir abiye ablaya, hiç bir sevgiliye vermesem dersin. Ama mecbursun, gidip tören üniformanı giyersin. Arkana bir ambulans ile şehit düşen askerin silah arkadaşlarını alırsın yanına, düşersin o azap dolu yola." "İnsanlar hemen anlar, bir askeri aracın arkasında onu takip eden iki üç araç ve bir ambulans varsa bilirler ki bir yiğit, bir kahraman asker şehit düşmüştür bu topraklarda. Anlarlar, bir eve acının, kıyametin düştüğünü... Yaklaştığın her köyün yüreğinde inceden bir korku, bir sızı hissedersin. Geçip gittiğin her köy rahat bir nefes alır. Sıra şehit askerin köyüne gelir. Evladını vatana emanet eden her bir evde bir korku, bir keder... Herkes sana bakar, acaba bizim eve mi? Benim Ahmet'im, benim Muhammet'im, benim evladım mı? Diye..." "Bütün köy elleri yüreğinde gözleri seni takip eder. Şehit düşen askerin evine geldiğinde bahçede oturan bütün ev halkı ayaklanır. Oldukları yerde titrerler. Yüreklerini bir yangın sarar... İnersin arabadan. Varsa anne babası, yoksa bir yakını koşar yanına, yaşlı gözleriyle bakar sana. Boğazın düğümlenir o an. Konuşmayı bile unutursun. Komşular doluşur eve, asıl kıyamet odur, evlat... asıl dert, asıl keder odur güzel kızım." Gözümden akan yaşı elimin tersiyle sildim. Bu konuşma, yol boyu zihnimden çıkmamıştı. "Asel." Alpay yanıma gelip ellerini omzuma koydu. "Yapma, onların karşısında güçlü durman lazım." Başımı salladım. Gözümden akan yaşları sildim. Her köşesini adeta ezbere bildiğim o bahçeli evin kapısını açtım. Bizi gören bütün komşular pencerelere dolmuştu. Ayaklarım bir adım ileri üç adım geri giderken zorla evin ziline bastım. Bir kaç dakikanın ardından bir kahkaha duyuldu koridorda. İçim cız etti. Saniyeler sonra kapıyı Suna abla açtı. Karşısında beni görünce bir an duraksadı. Gözleri arkama kaydı. Tören üniformalı bizi gördü, ambulansı gördü... gözleri her saniye daha fazla dolarken gözleri içimizde Koray'ı aradı. Suna abla'nın yüzündeki o tereddüt dolu bakışı ve gözlerindeki kaygı her şeyi anlatıyordu. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Gözlerimin dolduğunu fark ettiğimde Alpay'ın elini omzumda daha da hissettim, hafifçe sıktı, kendimi tutmam gerektiğini hatırlatır gibiydi. Ama gözyaşlarım engel tanımıyordu, birer birer süzülüyordu. Suna abla dudaklarını aralayıp bir şey söylemek ister gibi oldu ama kelimeler boğazında düğümlendi. Yavaşça kapı eşiğinden içeri çekildi. Suna ablanın gözleri bana, sonra Alpay'a, sonra tekrar bana döndü. Gözyaşları yanaklarından süzülmeye başlamıştı bile. "Ne oldu?" dedi bu sefer daha yüksek bir sesle, neredeyse bir feryat gibi. "Koray'a bir şey mi oldu?" Titreyen ellerimi güç bela cebime atıp mendilimi çıkardım. Gözyaşlarımı sildim. Ne kadar dik durmaya çalışsam da vücudum titriyordu. Boğazımdaki düğümü çözmeye çalışarak, "Suna abla..." dedim, sesim çatallandı. "Koray... Koray artık..." Devamını getiremedim. Suna abla bir adım attı, sonra bir adım daha. "Hayır," diye inledi. "Hayır, olamaz!" Gözleri kocaman açılmış, inanamaz bir halde gözlerimin içine bakıyordu. Ben de onun gözlerine baktım, hiçbir şey söyleyemedim, hiçbir şey anlatamadım. Beni itip Alpay'ın koluna yapıştı. "Yalan söyleyin!" diye haykırdı, "Lütfen, yalvarırım, bu bir şaka olsun." "Asel..." Yalvarır gibi çıktı adım dudaklarından. Gözlerimden yaşın akmasını engellemek çok zor oldu ama burnumun direğinin sızlamasını engelleyemedim. "Yaralı... yaralı deme Asel? Yaralı. Yaralı... Asel bir şey de..." Ellerim boynumu sıvazlayarak gözlerimi Suna ablaya çevirdim. Arkadan Özlem de kapıya çıktığında her şey daha da zorlaştı. Bizi görmesiyle dizlerinin bağı çözüldü sanki. Koridorun ortasına, kapıya yakın bir alanda çöktü yere. Biliyordu ikisi de, Koray olsaydı bağırarak içeri dalar, onları sarıp sarmalardı. "Suna abla, Özlem..." Yutkunarak devam ettim sözlerime. "Ben, ben çok üzgünüm. Koray, maalesef Koray Kırbaç... şehit düştü. Başınız sağ olsun." Bahçede bir feryat koptu. Suna abla ağlayarak "KORAY!" Diye haykırıp kollarımın arasında yere düştü. Bende onunla beraber yere çökerken arkamda kalan timim başlarını eğip gözyaşlarını gizlemeye çalıştı. Suna ablayı kollarımın arasına alırken gözyaşlarım daha fazla direnemeyip yanaklarımdan süzüldü. Herkesin önünde güçlü durmaya çalışıyordum ama artık dayanacak gücüm kalmamıştı. Suna ablanın acısı içime dolmuş, kalbimi paramparça ediyordu. Kollarımın arasında, derin hıçkırıklarla "Koray... Kardeşim, canım kardeşim..." diye inliyor, sesi her seferinde biraz daha kırılıyordu. Arkada Özlem'in hıçkırıklarını duydum. Gözlerim istemsizce ona kaydı. Yüzü bembeyazdı, gözleri kocaman açılmış, yaşlar yanaklarından süzülüyordu. Yavaşça ileri doğru uzanıp Suna ablaya dokunmak istedi ama gücü yetmedi. Sanki dünya ayaklarının altından kaymış, bedenini taşıyamıyordu. O an bir anda yere yığıldı, dizlerinin üzerine düşüp elleriyle yüzünü kapadı. Hıçkırıkları daha da yükseldi, başını iki yana sallayarak gerçeği reddediyordu. "Hayır, hayır! Koray gitmez, gitmemiştir... Olamaz, bu bir kabus!" diye ağladı. Kalbim her bir kelimeyle biraz daha sıkışıyordu. Derin bir nefes almaya çalıştım ama nefesim tıkanmıştı sanki. Alpay'ın sesi kulağımda yankılandı, "Sakin ol Asel, güçlü olmalısın," diye fısıldıyordu. Ama nasıl güçlü olabilirdim ki, bu acıya nasıl dayanabilirdim? Özlem'i izlerken içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. Koray'ın çocukluk arkadaşı, en yakın dostu... Özlem'in Koray'a olan sevgisini bilirdim. Şimdi o sevgiyi kaybetmişti, sonsuza kadar. Ayağa kalkmak istedim, onlara sarılıp teselli etmek, acılarını hafifletmek istedim ama vücudum kaskatı kesilmişti. Sadece orada, yerde çökmüş, çaresizlik içinde onlarla birlikte ağladım. Timimden biri, Uras, bir adım öne çıktı. Gözyaşlarını zorlukla tutarak Suna abla ve Özlem'e yaklaştı. Eğilip Suna ablanın elini nazikçe tuttu. "Suna abla," dedi titrek bir sesle, "Koray hep bizimle olacak. Onun hatırası, kahramanlığı, gülen yüzü hep yanımızda... Onu asla unutmayacağız. Hepimiz onu çok sevdik, o bizim kardeşimizdi." Bu sözler belki biraz olsun acılarını dindirebilirdi, ama ne fark ederdi ki? Koray gitmişti ve hiçbir şey, hiçbir kelime bu gerçeği değiştiremezdi. Bahçeden gelen hıçkırıklar ve feryatlar hala kulaklarımızda yankılanıyordu. Komşular, sessizce ağlayarak olan biteni izliyor, birbirlerine sarılıyorlardı. Hiç kimse bu eve, bu insanlara, bu acıya yardım edemezdi. Hepimiz çaresizdik. Sadece sessizce Koray'ı anıyor, ona veda ediyorduk. Suna abla bana sarılıp ağladı. Özlem arkada duvarları yumruklayarak ağladı. Senem, yanımdan geçerek Özlem'in yanına çöktü. Sağlık çalışanları hızla gelip Suna abla ve Özlem'e serumlar taktı. Bütün komşular bahçeye dolmuştu. "Hayır, hayır, hayır Koray, hayır... bırakamazsın beni ablam... bırakamazsın, yapamazsın!" Ellerim Suna ablanın omzuna sarıldı. "Ablam, ne olursun..." devamını getiremedim. Arkadan Özlem'in bağırışlarını duyuyordum. "Nikah tarihi bile almıştık! Daha üç gün önce beraber gelinlik denemeye gittik, üç gün önce! Söz vermişti! Evleneceğiz, çocuklarımız olacak demişti, söz vermişti! Suna abla'nın omuzlarına sarılmış, onu sakinleştirmeye çalışıyordum ama kendim bile sakin kalamıyordum. Onun gözyaşları yanaklarımı ıslatırken, derin acısını tüm benliğimde hissediyordum. "Ablam..." diye fısıldadım, ama kelimeler boğazımda düğümlendi. İçimdeki acı, çaresizlik, her şey o kadar yoğun, o kadar yakıcıydı ki, ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Sadece ona sarıldım, var gücümle sarıldım, sanki acısını biraz olsun hafifletebilirmişim gibi. Arkamda Özlem'in sesi yankılanıyordu, her bir kelimesi, her bir feryadı içimi dağlıyordu. "Üç gün önce!" diye bağırıyordu tekrar tekrar. "Beraber hayaller kurduk! O hayallerin içinde kocaman bir aile vardı, birlikte yaşlanacaktık! Nasıl yapar bunu bana? Söz vermişti!" Senem, Özlem'in yanında çaresizce durmuş, elini uzatıp onu sakinleştirmeye çalışıyordu ama Özlem, gözyaşları içinde, nefesi kesilmiş gibi haykırmaya devam ediyordu. "Özlem, lütfen," dedi Senem, sesi titriyordu. "Biliyorum, biliyorum çok zor ama..." Ne dese, ne yapmaya çalışsa, sözleri bir duvara çarpıp geri dönüyordu sanki. Çünkü bu acıya, bu kayba hiçbir söz, hiçbir teselli yetmezdi. Özlem yıkılmıştı, tüm dünyası, hayalleri, geleceği yerle bir olmuştu. Sağlık çalışanları hızla gelip Suna abla ve Özlem'e serum takarken, ben hala Suna abla'ya sıkıca sarılmış, onun inlemelerini dinliyordum. "Ablam," dedim tekrar, sesi duyulur duyulmaz bir fısıltıyla. "Koray hep yanımızda olacak, hep kalbimizde. Sizi çok sevdiğini biliyorsunuz. O da istemezdi böyle olmasını..." Ama bu sözler neye yarardı ki? Kardeşini, hayatının parçasını kaybetmişti. Suna abla'nın derin hıçkırıkları arasında, kalbim sıkışmış gibi hissettim. Gözlerim pencerelere doluşmuş, başları eğik, sessizce dua eden komşulara kaydı. Hepsi gözyaşları içinde, dudakları dua mırıldanarak, olan biteni izliyorlardı. Bahçede bir uğultu vardı, bir feryat çınlıyordu kulaklarda. Özlem'in sesi tekrar yükseldi, "Koray'sız nasıl yaşarım ben?" diye haykırıyordu. "Her şeyimi, her şeyimi kaybettim! Nikah tarihini bile aldık, daha üç gün önceydi, nasıl yapar bana bunu? Beni burada bırakıp nasıl gider?" Duvarlara yaslanmış, ellerini yumruk yaparak kafasına vuruyor, saçlarını çekiyordu. "Kendimi kandırıyorum, hala gelecekmiş gibi bekliyorum onu!" Senem gözleri yaşlı, titreyen elleriyle Özlem'in ellerini tutmaya çalıştı. "Özlem, sakin ol lütfen," dedi, ama sesi de onun kadar kırılgandı. "Koray'ı biz de çok sevdik, hepimiz onu çok sevdik. Ama senin yapman gereken şimdi onunla yaşadığınız güzel anıları hatırlamak. Onu yaşatmak..." Özlem başını Senem'in omzuna yasladı, ağlamaktan bitkin düşmüş gibi. "Söz vermişti," dedi kısık bir sesle. "Beni bırakmayacaktı. O, o bana umut vermişti. Şimdi ne yapacağım ben? Onsuz ne yapacağım?" Senem, Özlem'i kucaklayarak sıkıca sarıldı. "Sen güçlü olacaksın, Özlem," dedi. "Onun sevdiği, güvendiği Özlem olacaksın. O seninle hep gurur duydu. Şimdi de duyuyor, buna inan." Özlem'in ağlamaları biraz hafiflerken, Senem'in de gözlerinden yaşlar süzüldü. Gözlerimi kapatıp içimden dualar ederken, o acının ağırlığı, kederin derinliği içinde kaybolmuş gibiydim. Suna abla sessizleşmiş, bitkin bir halde, başını omzuma yaslamıştı. Gözlerimi ona çevirdiğimde, o yaşlı gözlerde öyle büyük bir boşluk, öyle derin bir hüzün gördüm ki, nefesim kesildi. Ne kadar dayanabileceğimi bilmiyordum ama onun yanında, bu acının ortasında dik durmalıydım. Onun için, Özlem için, Koray için... Dışarıdaki uğultu hafifçe yükseldi, kapıda başka komşular belirdi. Herkes üzgün, herkes çaresizdi. Ama hepsi burada, yanımızdaydı. Ve bu kalabalığın, bu sevginin içinde, Koray'ın anısı, onun kahramanlığı hepimizin kalbinde yaşamaya devam edecekti. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım, derin bir nefes aldım. "Huzur içinde yat, kardeşim." diye fısıldadım içimden. "Seni asla unutmayacağız..." ☪☪☪ 3 Gün Önce... "Sönmez, sende geliyorsun." Alpay'ın dediğiyle şaşırsam da bir şey demeden yukarı çıkıp üniformamı giydim. Telefonumu da alıp ayakkabılarımı giydim. Hep birlikte karargâha girdiğimizde harekat odasına doğru ilerledik. Bizim ardımızdan albay da içeri girdiğinde Alpay, dikkat tekmilini verdi ve hepimiz hazır ol konumuna geçtik. "Rahat çocuklar, rahat." Rahat konumuna geçtiğimizde harekat odasındaki teğmenlerden biri görüntüleri açtı. "Oturun." Hepimiz oturduğumuzda bakışlarımız büyük ekrandaki görüntüye sabitlenmişti. "Bu görüntü, dört saat önce Şırak taraflarında çekilmiş. Örgüt üyeleri ders saatleri içerisinde bir ilkokulu bombalayarak içerisindeki öğrencilerin canına kıydılar." Görüntüde duvarların dışındaki sıvaları dökülmüş eski bir okuldan kalan yanmış parçalar ve sayısız çocuk cesedi vardı. Resme baktıkça içimde yangınlar koptu. Hiç bir suçu günahı olmayan çocuklar, orada öylece yatıyordu. Tek istedikleri teneffüsün uzaması ve beş dakikada olsa arkadaşları ile fazladan oyun oynamaktı. Evde onları bekleyen aileleri vardı. Belki evlerine gittiklerinde annelerinin yaptıkları sıcak çorbayı içip, sobanın ateşinde ödevlerini yapacaklardı. O an içimden bir kez daha yemi ettim; Bu şerefsizlere dünyayı cehenneme çevirmezsem, bende Sönmez değilim. Asker değilim, insan değilim. Gözlerim ekrandaki dehşet verici görüntülere kilitlenmişti. Her karede, her çocuğun o minik bedeni içimde daha büyük bir öfkeye sebep oluyordu. Kalbim sıkıştı, ellerim titredi. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes almaya çalıştım ama aldığım her nefes ciğerlerimi daha da yakıyordu. Bir zamanlar o sıralarda oturan, geleceğe umutla bakan, belki de doktor, öğretmen, asker olmayı hayal eden çocuklar, şimdi o harabelerin arasında, üzerleri toprak ve kanla kaplı bir şekilde öylece yatıyorlardı. Gözlerimde beliren yaşları zorla geri ittirdim. Ağlamak, bu öfkeyi bu acıyı hafifletmezdi. Hiçbir şey o minik bedenlerin yerde yattığı gerçeğini değiştirmezdi. Öğretmenlerinin sesini, tahtadaki tebeşirlerin izini, oyun bahçesindeki kahkahaları düşündüm. O sınıfın içindeki sıcaklığı, masumiyeti. Belki az sonra zil çalacak ve hepsi bahçeye koşacaktı, belki sınıfa gelen bir kedi yavrusunun peşine düşüp kahkahalarla peşinden koşacaklardı. Ama şimdi, o hayaller, o gülüşler, o umutlar, hepsi yanmış, kül olmuştu. Ekrana tekrar baktım, görüntüleri zihnime kazırcasına. Gözlerim yandı, ama gözlerimden yaş akmadı. O çocukların acısının karşısında, kendi acım bana küçük ve önemsiz geldi. Onlar ne yaşamışlardı, ne kadar korkmuşlardı? Kalbim bir yumruk gibi sıkışırken, içimde yanıp sönen tek bir şey vardı; intikam. O masumların hesabını sormadan, bu dünya bana rahat yüzü göstermeyecekti. Gözlerimi ekrandan ayırıp ellerimi sıkıca yumruk yaptım. O masumların, o günahsız çocukların kanını yerde bırakmayacaktım. Tüm ekibimle, tüm gücümle, tüm öfkemle onların peşine düşecektim. "Sönmez," dedi yanımdaki Albay, sessiz ama kararlı bir sesle. "Ne yapacaksın?" Ona baktım. Gözlerimdeki öfkeyi, içimde kaynayan intikam arzusunu hissetmişti. "Onlara cehennemi yaşatacağım," dedim dişlerimin arasından. "Bu çocukların, bu masumların kanını yerde bırakmayacağız." O an, tüm bu acının, öfkenin ve intikam arzusunun ötesinde, kalbimde bir şey daha belirdi: Bu çocuklar için, bu aileler için, adaletin kılıcı olacaktık. Hepsinin hesabını soracak, onları yapanları, onlara yardım edenleri, destek verenleri tek tek bulacak ve adaleti sağlayacaktık. Gözlerimi tekrar ekrana çevirdim, o yanmış, harap olmuş okulun, o masum çocukların görüntüsünü içime kazıdım. "Komutanım, izin var mı?" Dediğimde Albay başını salladı, konuşmanı yap diyordu. "Beni iyi dinleyin," dedim yanımdaki ekibe dönerek. Sesim titremedi, gözlerimdeki kararlılık onlara güç verdi. "Bu hainler, bu alçaklar, masumların canını yaktılar. Biz de onların kökünü kazıyacağız. Öyle bir cehennem yaşatacağız ki, bu toprakların, bu çocukların ahı hiçbir zaman unutulmayacak. Bu bizim sözümüz, bu bizim yeminimiz olsun." Ekipteki herkes, aynı kararlılıkla başlarını salladı. O an, bir kez daha yemini ettim içimden. Eğer bu şerefsizlere dünyayı cehenneme çevirmeden bu dünyadan göçersem, bana da Sönmez Komutan demesinler. Albayın bakışları bana döndü. "Seni yakından ilgilendiren bir konu bu, Sönmez." Kaşlarımı çatıp duruşumu dikleştirdim. "Benimle ilgisi nedir, komutanım?" Albay, kumanda ile görüntüyü değiştirdi. Bir kağıt parçasında Arapça yazılar yazıyordu. "Burada sana ithafen yazılan bir not var. Notta 'Yüzbaşı Asel Sönmez'i tabuta yatırana kadar durmayacağız.' Yazıyor." Albay'ın dedikleriyle nefesim kesildi. Albay'ın sözleri beynimde yankılanırken bir anlık şokla yerimde kaldım. Gözlerim ekrandaki not parçasına kilitlenmişti. Arapça harfler bulanıklaşıp yeniden odaklandıkça içimdeki öfke dalga dalga yükseldi. "Nedir bu şimdi?" diye fısıldadım, sesim titrememesi için gayretle kontrol altında. Gözlerimi o lanetli yazıdan ayırmadan devam ettim, "Bu tehditler ne zamandır var, komutanım?" Albay, bana doğru bir adım attı ve sesi daha alçak bir tona indi. "Esir alındığından beri daha sıklaştı. Özellikle son birkaç haftadır seni hedef alıyorlar. Bununla ilgili tedbirlerimizi alıyoruz, ama artık bilmen gerektiğini düşündüm." "Beni hedef almaları önemli değil," dedim, gözlerimi albaydan ayırmadan. "Ama sevdiklerime, ekibime zarar verecek tek bir adım atarlarsa..." "Biliyorum, Sönmez," dedi albay, sözlerimi tamamlamama gerek kalmadan. Bakışları ciddiydi, gözlerinde yorgun ama kararlı bir ifade vardı. "Bu yüzden tedbirleri artırdık. Ekibine de bu konuda bilgi verilecek. Hepsi senin yanında." Omuzlarımdaki ağırlık bir an için hafifler gibi oldu. Ekibimin gücünü ve desteğini hissetmek, bu korkuyu biraz olsun hafifletmişti. "Onları bulacağız, değil mi?" dedim, albayın gözlerinin içine bakarak. "Bu notu yazanları, bu tehditleri savuranları, hepsini tek tek bulacağız." Albay, bana uzun bir bakış attıktan sonra başını salladı. "Bulacağız, Sönmez. Ama sen de dikkatli olacaksın. Gereksiz riskler almanı istemiyorum. Ekip arkadaşların, biz, hepimiz bu tehditleri bertaraf etmek için buradayız." Dudaklarımı sıktım, öfkeyi ve korkuyu içimde bir köşeye itmeye çalışarak. "Anladım, komutanım," dedim sonunda. Ama içimde bir şeyler, bu işin sadece tehditlerle sınırlı kalmayacağını fısıldıyordu. Her ihtimale karşı hazırlıklı olmalıydım. Albay, kumandayı eline alıp görüntüyü kapattı ve ciddiyetle ekledi, "Bu durum seni yıldırmasın, Asel. Şimdi her zamankinden daha güçlü olmalısın. Onlara bu tehdidin seni korkutmadığını göstereceksin." Başımı salladım. "Merak etmeyin, komutanım. Benim milli marşım Korkma! Diye başlarken rabbimden başkası beni korkutamazlar. Bilirsiniz ki Türk, bir tek rabbine secde eder ve Türk'ğ bir tek ezan sesi susturur. Onlardan korkmuyorum ama onlara hak ettikleri dersi de vereceğiz." Albay, hafif bir tebessümle başını salladı. "Bu senin işin, Sönmez. Her zamanki gibi dikkatli ol, ne kendini ne de ekibini riske at. Hepsini yakalayacağız." Kararlı bir şekilde başımı eğip selam verdim. "Emredersiniz, komutanım." Odayı terk ederken, içimde yanıp tutuşan öfkeyi dizginlemeye çalıştım. Bu tehditler ne olursa olsun beni yıldırmayacak, aksine daha da güçlendirecekti. Eğer bana meydan okumak istiyorlarsa, neyle karşı karşıya olduklarını bilsinler. Onları bulup bu tehditleri sonsuza dek sonlandıracaktım. Operasyon çantalarımızı hazırlayıp yarım saatin sonunda helikopter kalkış pistindeydik. Albay geldiğinde bu sefer dikkat tekmilini veren bendim. Albay, gerekli konuşmaları yaptıktan sonra görev için başarı dileklerini iletip ayrıldı. "Sönmez Timi, helikopter bin!" Herkes emrimi ikiletmeden helikoptere biniş yaptığında en son ben bindim. "Plan nedir komutanım?" Haritayı incelerken bir yandan da aklımda görev dağılımı yapıyordum. "Karşımıza çıkan herkesi kanlarında boğuyoruz." Hepsi dünden hazır gibi onayladı. "O bombayı o okula yerleştiren it oğlu itlerin, namussuz piçlerin ellerini çıkarıp derisinden sarma yapıp hepsini götlerine sokacağım!" Başımı sallayarak başımı yanımda oturan Koray'ın omzuna yasladım. Ortamı neşelendirmek ve moral vermek için dudaklarımı aralayıp marşı söylemeye başladım. "Annem beni yetiştirdi, bu ellere yolladı. Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı." Benim ardımdan Kürşad abi bana katılıp devam ettirdi. "Al sancağı teslim etti, Allah'a ısmarladı. Al sancağı teslim etti, Allah'a ısmarladı." Baran katıldı. "Boş oturma çalış dedi, hizmet eyle vatana. Boş oturma çalış dedi, hizmet eyle vatana." Uras katıldı. "Sütüm helal olmaz, saldırmazsan düşmana. Sütüm helal olmaz, saldırmazsan düşmana." Koray katıldı. "Ne şereftir ölmek bize, bu güzel vatan için. Ne şereftir ölmek bize, bu güzel vatan için." Senem katıldı bu sefer. "Yanar yürek yurt aşkıyla, daima için için." Alpay, kolunu Senem'in omzuna atıp devam etti. "Yanar yürek yurt aşkıyla daima için için." Son nakaratı hep beraber bağırarak söyledik. "Yastığımız mezar taşı, yorganımız kan olsun. Yastığımız mezar taşı, yorganımız kan olsun." "Biz bu yoldan döner isek, namus bize ar olsun. Biz bu yoldan döner isek, namus bize ar olsun." Ardından sessizlik devam ettiğinde helikopter iniş yaptı. Hepimiz silahlarımızı doğrultup ilerlemeye başladık. ☪☪☪ İki gün geçmişti. Bir kaç adam bulsak da hâlâ esas adamları bulamamıştık. "Böyle işi sikeyim ama!" Koray'ın küfürleri sürekli daha da artıyordu. Omzumun üstünden ona baktım. "Yeter artık, Kırbaç! Küfürlere son ver, işine bak. Döndüğümüzde yazılı savunmanı vereceksin." Koray başını salladı. "Emredersiniz komutanım!" Bu sırada dürbünle önden ilerleyen Senem hoşuna gitmeyen bir şey görmüş gibi mırıldandı. "Ne oldu, Yenilmez?" "İleride bir kasaba var. Resmi olduğunu sanmıyorum naylon plastikten çadırlar yapılarak kurulmuş. Teröristlere ait, tam ortaya bayrak dedikleri paçavrayı dikmişler." Hepimiz yüzümüzü buruşturduk. "Etrafta bir şey var mı?" Senem başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır, komutanım. Temiz." İlerlemeye başladığımda hepsi benimle beraber ilerledi. Çadırların olduğu yere vardığımızda etrafı inceledim. Koray, hızla öne atılıp diktikleri kumaş parçasını indirmeye çalıştı. Senem bir şey görmüş olacak ki "Koray, dur! Koray hayır!" Diye bağırarak öne atıldı Koray durup Senem'e baktığında arkamızdan yüksek bir patlama sesi geldi. Hepimiz hızla koşarak Koray'ın savrulan bedenine baktık. Yaşıyordu. "Koray, Koray iyi misin?" Ayaklanandı. "İyiyim, Senem Teğmen sağ olsun son anda uyarmasaydı gebermiş..." Cümlesini tamamlayamadan eş zamanlı olarak gelen silah sesleriyle hepimiz tetiğe geçtik. "Sönmez Timi, mevzi al!" Herkes mevzi aldığında silah sesleri yayıldı. Koray'ın acı dolu bağırışını duyduğum an başımı ona doğru çevirdim. Vurulmuştu. Hızla koşarak yanına ilerledim. Silah sesi durmuş, adamlar gitmişti. Herkes Koray'ın başına toplandı. "Koray, Koray, Koray cevap ver!" Kürşad Abi Koray'ın yanına çöktü ve yavaşça açık olan gözlerini kapattı. Koray... şehit olmuştu... Ben hızla Koray'a sarıldım, orada ağlamaya başladım. Diğerlerinin de gözleri dolmuştu. "Koray..." dedim kuru bir sesle. "Koray, hayır. Hayır, kardeşim hayır." Daha çok sarıldım. "Savunma falan getirme, istemiyorum ki. Aç gözlerini ne olur Koray. Ben diyemem... Suna ablaya, Özlem'e diyemem. İstediğin kadar küfür et yeminim olsun tek kelime edip kızmayacağım." Kürşad abi, omzumu tutup beni çekti. "Komutanım," dedi Alpay. Telsizden Albayla konuşuyordu. "Bir şehidimiz var, Teğmen Koray Kırbaç, şehit düştü. Tekrar ediyorum, Teğmen Koray Kırbaç şehit düştü. Saatler sonra gelen helikoptere bindik... iki gün önce bu helikoptere yedi kişi binmiştik. Şimdi ise altı kişi dönüyorduk.... -Bölüm Sonu- Bölüm nasıldı? Sizce Asel bundan sonra ne yapacak? Bölümde en çok beğendiğiniz sahne neydi?
|
0% |