@karadagceren
|
Merhabalar! Nasılsınız? Umarım hepiniz çook iyisinizdir. Bölüme başlamadan önce lütfen oy verip satır aralarına yorum yaparsanız çok sevinirim. --- "Vatan için can veren bütün şehitlerimizin anısına. Saygı ve minnetle anıyoruz..." --- Koray'ın şehit düşmesinin üzerinden iki hafta geçmişti. Suna abla ve Özlem hâlâ toparlanabilmiş değillerdi. Gerçi, bizde öyle. İki haftadır tim bana her geldiğinde sanki Koray girecekmiş gibi herksin ardından ona bakardım. Hatta bir keresinde Koray'ın şehit düştüğünü unutup Koray nerede? Diye sormuştum. En kötüsü de saniye geçmeden gerçeği hatırlamamdı... "Ben fark ettim ki ortamda en çok küfür eden Koray'mış lan. O olmayınca hiç küfür dönmüyor burada." Uras'a hak verdim. Bizde küfrederdik ama Koray'ın küfürlerini her an arıyordum. Uras'ın sözleri ortamda kısa bir sessizlik yarattı, herkesin aklından aynı şeyler geçtiğini hissettim. Koray'ın o sert ama bir o kadar içten küfürleri yoktu artık. Eksikliğini sadece sessizlikte değil, her sohbette, her tartışmada hissediyorduk. O olmasa da küfürleriyle bile bize neşe verirdi, şimdi ise o ses bomboş kalmıştı. Kafamı ellerimin arasına alıp iç çektim. "Bir de şunu fark ettim," dedim, gözlerimle boşluğa bakarak, "Koray bizden çok gülermiş. Her saçmalığımıza, her komikliğe bir kahkaha atardı. Şimdi bazen espri yapıyorum, ortam donup kalıyor. Onun o neşeli kahkahası olmadan bir şeyler eksik gibi." Gözlerimden kaçamak bir bakışla Uras'a döndüm. O da aynı hisleri paylaşıyor olmalıydı, yüzündeki hafif tebessümün altında bir ağırlık vardı. "Evet," dedi Baran, başını hafifçe eğerek, "hep gülerdi... Ama en çok da bize söylenirdi." Bir kahkaha atmaya çalıştı ama yarıda kaldı. O kahkahaların ardından bile özlem duyduğumuzu fark etmek daha da acı veriyordu. O an sessizlik tekrar çöktü. Herkesin aklında bir soru vardı belki, bir özlem, ama hiç kimse bunu dile getiremiyordu. Timdeki herkes birbirine bakıyor ama hiç kimse göz teması kurmaktan kaçınıyordu. Çünkü herkes biliyordu ki bir bakış, içimizde tuttuğumuz o duygusal fırtınayı açığa çıkarabilirdi. Koray'ın yokluğu, her birimizde derin bir boşluk bırakmıştı. "Abi..." dedi Uras, sesi bu kez daha yumuşak ve kırılgan, "hiç alışamayacağız değil mi?" Başımı hafifçe salladım. "Hayır... Alışmayacağız, alışmak da istemiyorum." Bu cümle, boğazımdan zorlukla çıktı, çünkü Koray'sız bir time alışmayı düşünmek bile zordu. Herkes sessizliğe gömülmüşken, dışarıdan gelen bir kuş sesi ortamı doldurdu. Kuşun cıvıltısı o an garip bir teselli gibi geldi; belki de Koray'ın ruhu bir yerlerde huzur bulmuştu, ama bizim içimizdeki fırtına daha uzun süre dinmeyecek gibi duruyordu. "Başçavuş Okan Buruk, İshak Albay Yüzbaşı Sönmez'i ve Üsteğmen Türkmen'i çağırıyor komutanım." Kürşad'a kalk işareti yapıp Albayın odasına ilerledik. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimizde albay, bilgisayarında bir şeyler yapıyordu. "Bizi emretmişsiniz, komutanım?" Albayın bakışları bize döndü. "Rahat çocuklar, rahat. Gelin." Yanına ilerledik. "Generalden emir geldi, merkezdeki bir lisede mesleki tanıtımlar için ikinizin gitmesi isteniyor. Harp okulu okumak isteyen gençler için." Başımı sallayarak onayladım. "Beş dakikaya araç hazır olacak, tam teçhizat hazırlanıp öyle gidin. Oradaki gençlerimize verebildiğiniz bütün bilgileri verin, unutmayın onlar devletimizin geleceği." Albayın ciddi ama bir o kadar da sıcak tavrıyla başımı tekrar salladım. Kürşad'a dönüp kısa bir bakış attım, o da hafif bir tebessümle onayladı. "Emredersiniz komutanım," dedim. Selam vererek Kürşad ile odadan çıktık. "Bir bu eksikti, ya daha kardeşimizin, Koray'ın kırkı çıkmadı." Sıkıntılı bir nefes aldım. "Yapacak bir şey yok Kürşad, emir emirdir." Kürşad derin bir nefes aldı, yüzündeki tebessüm yerini ciddiyete bıraktı. "Haklısın," dedi, sesinde yorgunluk vardı. "Ama yine de zor geliyor. Koray'sız tim, eksik bir aile gibi. Hâlâ onun olmadığına alışamadım." Gözlerimi yere diktim, içimdeki boşluk yeniden kendini hatırlattı. Koray'ın yokluğu hepimizin üzerinde bir gölge gibi duruyordu. Özellikle de böyle rutin bir görevde, sanki her an aramızda olacakmış gibi hissediyordum. Ama gerçeği kabul etmek zorundaydık. "Emir emirdir, evet," dedim, daha sert bir sesle. "Ama bu tarz görevler de önemli. Gençler bizi görüp örnek alıyor. Belki de onlara ilham oluruz." Kürşad omuz silkti. "İlham oluruz da... Bizim ne çektiğimizi bilseler, yine de aynı yolu seçerler mi dersin?" Cevap vermeden yürümeye devam ettim. Onun bu sorusu içimde yankılandı. Gençlerin hevesle bu yolu seçmek istemeleri bazen bana da ağır geliyordu. Asker olmak, fedakârlık demekti; Koray'ı kaybettiğimiz gün bir kez daha bunun ne kadar zor olduğunu anladım. Araç bizi bekliyordu. Kürşad teçhizatını düzeltti, ben de arkamdan onu takip ettim. "Hazır mısın?" dedim ona bakarak. "Hiçbir zaman tam hazır olamıyoruz ki," dedi, gözleriyle bana bakmadan. "Ama gidip elimizden geleni yapacağız, değil mi?" Başımı salladım. "Evet, öyle." Kamuflajlarımızı üzerimize geçirip çantalarımızı aldık. Her ihtimale karşılık el tabancaları alıp emniyetlerini kilitledik. Kapıda hazırlanan araca binerek şehir merkezinde ilerlemeye başladık. Bizim aracı gören bütün araçlar açılıp bize yol veriyordu, bazıları arkamızdan destekler gibi korna çalıyordu. Bir saatin sonunda bir okulun önünde durduk. Araçtan indiğimizde kapının önünde duran bir öğretmen bize yaklaştı. Elimi kaldırıp uzattığı elini sıktım. "Hoş geldiniz, komutanım. Şeref getirdiniz. Buyurun, konferans salonumuzda bütün öğrencilerimiz." "Hoş bulduk hocam." Kürşad ile beraber ilerlerken ikimizin ayağındaki postallar çok kuvvetli bir ses çıkarıyordu. Koridorlardan ilerlerken bizi gören bir kaç kişi selam vererek bize bakıyorlardı. Konferans salonuna geldik. Önden müdür, ardından Kürşad ve ben girdiğimde az önce olan bütün uğultu bizi görmeleriyle tamamen kesildi. Hepsi hayranlıkla bize baktı. Kürsüye çıkıp çantalarımızı masaya bıraktık. Bizim için masaya sürahi ve su bardağı koymuşlardı. Gülümseyerek öğrencilere baktım. Birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar bir sürü öğrenci vardı. Öğretmenlerin uzattığı mikrofonları aldık Kürşad ile. Müdür öne çıkıp öğrencilere döndü. "Özel Kuvvetler'den komutanlarımız size tanıtım için buralara kadar geldi, sizden her zamankinden daha saygılı ve sessiz bir şekilde onları dinlemenizi istiyorum çocuklar." Ardından sözü bize bıraktığında ilk ben konuştum. "Merhabalar, benim adım Asel. Türk Özel Kuvvetler askeriyim, genellikle sizin söyleminizle Bordo Bereliyim." Ardından sözü Kürşad aldı. "Buraya son dakika geldiğimiz için sizin için belli planlı bir konuşma hazırlayamadık, siz sorular sorun biz cevaplayalım, ne dersiniz?" İlk elini kaldıran bir çocuk olmuştu. Söz verdim. "Erkek askerin rütbesi sizinkinden daha yüksek değil mi?" dediğinde güldüm. Bakışlarım Kürşad'a döndüğünde onun da güldüğünü gördüm. Onun konuşması gerektiğini söylediğimde mikrofonu dudaklarına yaklaştırdı. "Hayır, ben üsteğmenim o yüzbaşı. O benim komutanım." Bütün öğrenciler şaşkınlıkla mırıldanırken bu halleri çok tatlı geldi. "Nasıl asker olunuyor?" Sorunun nereden geldiğini anlamadım ama cevapladım. "Asker olmak için Kara Harp, Hava Harp ve Deniz Harp Akademilerinden birinde okuyup o akademiden mezun olmanız lazım. Bunlar için çok zorlayıcı ve ağır sınavlardan tabii tutuluyorsunuz, çok sıkı eğitimler alıyorsunuz. Boy sınırı da var elbette. Kadın adaylar için boy sınırı 1.60 iken erkek adaylar için 1.65. Bu boy sınırını geçerseniz ardından güç kuvvet testlerine katılıyorsunuz." Sözü gene Kürşad aldı. "Akademide bir çok konu üzerine eğitim görürsünüz. Eğitimler genellikle beden eğitimi ve tarih ağırlıklıdır. Ayrıca size günlük hayatta kullanabileceğiniz mesleklerden birinin eğitimi de verirler. Mühendislik gibi mesela. Eğer bir daha askerlik yapamama gibi bir durumunuz olursa bu aldığınız eğitimlerin belgelerini gösterip o mesleğe yönelebilirsiniz. Okul yatılıdır ve telefon kesinlikle yasak. Eğitimleri ve akademiyi bitirirseniz sizin için bir meslek eğitimi süreci başlıyor o eğitimden sonra asker kimlikleriniz akademiniz tarafından çıkartılıyor." Arkadan bir kız parmak kaldırdı. Söz verdiğimde konuşmaya başladı. "Ölmekten hiç korkmuyor musunuz?" Başımı sol omzuma yatırdım. "Hayır, korkmuyoruz. Eğer bu bayrak, bu vatan içinse ölüm bizim için büyük bir şereftir." Başka bir çocuk parmak kaldırdı. "Dağlara çıkıyor musunuz? Neler yapıyorsunuz?" "Elbette dağlara, hatta sınır dışına çıkıyoruz, mesleğimizin yüzde doksan sekizi bu yönde, onun dışında gönüllü olarak yardım kolilerini dağıtmaya da gidebiliriz." Başka bir kız elini kaldırdı. "Hiç yaralandınız mı?" Başımı salladım. "Asker adamın yarası olur. Yaralanmak, bu mesleğin temelinde olan bir şey. Kendimden örnek verecek olursam kısa bir süre önce düşman tarafından esir alındım ve çok ağır yaralar aldım. Göreve bile daha yeni başladım." Dediğimde salondaki bütün öğrencilerde bir şaşkınlık vardı. Kimi öğrenci ise bana hayranlıkla bakıyordu. Arka sıralardan bir çocuk söz almadan konuştu bu sefer. Muhtemelen dördüncü sınıftı. "Hepiniz böyle afilli cümleler kurarsınız ama hepinizin tek derdi aldığınız para. Derdiniz yok tasanız yok. Hele bir kadın olarak inanın o üniforma ve o şaşalı cümleler size yakışmıyor. Derdi tasası olmayan biri için fazla konuşuyorsun." Kürşad, yumruklarını sıkarken ben şaşkınlıkla dudaklarımı araladım. Şaşkınlığım yerini hızla öfkeye bıraktı. "Mesleğimizde kadın erkek ayrımı yok! Asel Komutan, bir çatışma esnasında bize sıkılan bir kurşuna ilk atlayan kişidir! Bizim için kendi canını öne attı kaç kez!" Tek elimi kaldırıp Kürşad'ı susturdum. Kürşad hemen emrimi uygulayarak sustu. Ben ise kürsüden inerek sakin adımlarla çocuğun yanına ilerledim. "Haklısın, belki derdimiz tasamız yok." Çocuğun yüzünde haklılığın verdiği bir gülümseme oluştu. Kürşad'ı yanıma çağırıp kamuflajımın yeleğini çıkardım ve ona uzattım. Ardından içindeki ince yeleğin fermuarını açtım. İçimdeki tişörtün yakasını kaldırarak henüz geçmeyen yara izimi gösterdim. Çocuğun gözleri yara izimdeyken bu sefer tişörtümün uçlarını kaldırıp karnımdaki tekme izlerini gösterdim. Yüzümdeki çoğu yara geçmişti ama bu izler hâlâ geçmemişti. "Bu yaralar, en fazla üç hafta önce oldu. İki gece üç gün teröristlerin elinde kaldım. Şiddet gördüm, canlı yayında Türk Milletine benimle şantaj yapıldı, vatanıma karşı tehdit olarak kullanıldım. Aç kaldım, susuz kaldım. Ama tek bir bilgi vermedim. Yetmedi, kalbime çok yakın bir bölgeden vuruldum, sakat kalma ihtimalim bile vardı. Gene konuşmadım. Çünkü benim için vatan ve millet her şeyden önce gelir. Bir arkadaşım daha var, Teğmen Senem. O da benim ekibimden. Şuan burada yok ama onun da boynunun altından köprücük kemiğine uzanan bir bıçak izi var. Gene teröristler yapmış. Üstelik öyle bir iz ki, yıllar geçse bile iz durmuş orda." Herkes pür dikkat beni dinlerken kürsüye tekrardan çıktım. "Ben on iki yaşındayken annemle babam, ikisi de aynı anda şehit oldular. Okuldan sonra arkadaşlarımla biraz parkta oturmuştum halbuki, geldiğimde ikisi de ölmek üzereydi. Son nefeslerini verirken onların yanındaydım." Hırsla bir adım daha attım. "İki hafta önce, kardeşim dediğim bir asker şehit düştü. Canice bir tuzakta hem de. Ben o çocukla, o askerle iki, hatta üç yıldır aynı cephelerde, aynı ekipte savaştım. Kardeşim oldu, ailem oldu. O kardeşim benimle aynı cephede şehit düştü. Bir hafta sonra düğünü vardı. Siz hiç ailesi olmayan bir kadına ailesinin son ferdinin şehit haberini verdiniz mi?" Cevap beklemeden konuştum. "Hayır, değil mi? Ben gidip o şehidimin ablasına ailesinden kalan tek kişinin, kardeşinin şehit olduğu haberini verdim! Düğün için gün saydığı nişanlısına o askerin şehit haberini verdim. Haklısın, bizim derdimiz yok asıl bir dert varsa o evde var şuan." Sesim titrerken devam ettim. Hırsım katlandıkça katlanıyordu. "Arkamdaki asker, Üsteğmen Kürşad. Kendi öz kardeşinin ölümünü izledi. O hainler, on sekiz yaşındaki kız kardeşini Kürşad'ın gözünün önünde işkence ede ede öldürdüler!" Sonra durdum. Buruk bir gülümsemeyle öğrencilere baktım. Hepsinin gözlerinde korku ve üzüntü vardı. "İnanın tek derdimiz para olsa bunlara katlanmazdık." Arkadaki sürahiden bir bardak su doldurdum. "İçinizde asker olmak isteyen gençlerimiz varsa bunları da düşünsün." Diyerek kamuflajlarımı giydim. Kürşad'a işaret vererek çantalarımızı alıp kürsüden indik. Müdürün yanına vardığımızda müdür yanımıza geldi. "Komutanım, kusurumuza bakmayın." Başımı salladım. "Sizin bir kusurunuz yok hocam. İyi günler, iyi dersler dilerim size." Diyerek geldiğimiz araca bindik. "Stressiz bir günümüz geçse olmaz zaten." Alayla güldüm. "Bizim stressiz günümüz geçmez abi, geçmez." Araç karargâha vardığında direkt indim. "Kürşad abi, bizimkilerin yanına mı gidiyorsun?" Kürşad abi başını salladı. "Sen gelmiyor musun?" Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bir kaç dosya, evrak işini halletmem lazım. Alpay'ı yollar mısın odama?" "Tamam, yollarım." Odama çıkıp kapımı ardımdan kapattım. Görev esnasında biriken bir çok dosya işim vardı. Son zamanlarda ise onları imzalamaya vaktim olmamıştı. Bir kaç evrakı okuyup sağ alt kısımdaki imza yerlerini imzaladım. On dakika sonra kapım çalındı. "Gel!" Kapı açıldı ve içeri Alpay girdi. "Beni emretmişsiniz, komutanım." Bilerek komutanım kelimesine yaptığı vurguyu fark edip sırıttım. Elimle öndeki sandalyemi işaret ettim. "Otur yüzbaşım, bir kaç evrak işi var onlar için çağırdım." Alpay ilerleyerek sandalyeye oturdu. Alt sıralardan Senem ve onla ilgili olan dosyayı bulup çektim ve üste çıkardım. Şeffaf dosyanın kapağını açıp ilk kağıdı çıkardım. "Bir kaç soru soracağım lütfen kısa cevaplar ver, daha okumam gereken bir sürü dosya var." Alpay başını salladığında ilk soruyu okudum. "Doğum tarihin? gün ay ve yıl şeklinde." "5 Aralık 1994." "Senem Teğmen'inki?" "27 Şubat 1997." Bir kaç kalem oynatmanın ardından diğer soruya geçtim. "Bu zamana kadar görev yaptığınız şehirler?" "Benimki; Kastamonu, Aydın, Ankara ve Erzurum. En son burası, İzmir. Senem'inki; Van ve Ankara." "Daha önce sizin hakkınızda bir açığa alınma kararı çıkartılmış. Dört ay kadar açıkta kalmışsınız? Sebebi nedir?" Alpay'ın kasıldığını hissettim. "Bir iftira." Diyerek geçiştirdi. "Aile bilgileriniz yazılı değil, bilgilerinizi verir misiniz?" Sert bir sesle konuştu bu sefer. "Ailemizi hiç tanımadık, yetimhanede büyüdük biz." Başımı anlayışla salladım. Son satırları da doldurarak Alpay'a uzattım dosyayı. "Personel odasına devredebilirsin." Alpay selam vererek ayaklandı. "Alpay," Diyerek onu durdurdum. Omzunun üstünden bana baktı. "Son iki soru için, amacım asla seni üzmek yada yaranı deşmek değildi. Sadece bunları sormaya mecburdum. Beni anlıyorsun, değil mi?" Gülümseyerek başını salladı. Aniden ayağa kalktım. "Ne diyeceğim, benim kapıdaki askere söyleyeyim ben bize birer çay getirsin. Bu aralar ihtiyacımız var. Oturalım biraz, olur mu?" Alpay bana doğru yaklaşıp az önce kalktığı sandalyeye oturdu. Bende kapıdaki askere seslendim. "Metin!" Metin hemen kapıyı açarak içeri girdi. "Emredin, komutanım!" "Bize iki çay getir bakalım." Metin hemen selam vererek çıktı. "Şuanda rütbede miyiz, komutan?" Güldüm. Başımı eğerek iki yana salladım gülerken. "Emin ol, rütbede olsaydık şuan bana savunmanı yazıyor olurdun." O da güldü. "Yanlış anlamazsan bir şey soracağım," Merakla kaşlarımı kaldırdım. "Sor?" çekinerek yerinde doğruldu. "Ailen, nasıl insanlardı? Nasıl şehit oldular?" Yutkundum. "Ben on iki yaşındaydım. Ortaokul üçüncü sınıfa gidiyordum, okula erken başlamıştım. Bir gün okuldan sonra arkadaşlarımla parkta oturup dondurma yedik, sohbet ettik. Eve geldiğimde kapı açıktı. İçeri girdiğimde her yer kandı. Giydiğim beyaz çoraba bile kan bulaşmıştı. Annemle babam yerde yatıyordu. Ölmemişlerdi ama ölmek üzerelerdi. Babam, o zamanın başçavuşlarındandı. Annem ise astsubay. Bir belge için sanırım, teröristler evimizi basmış, annemle babam vermeyince onları öldürmüşler. Geldiğimde annem konuşamayacak haldeydi ama babam zorla da olsa konuştu." Kapı çaldığında Metin içeri girip çayları bıraktı ve çıktı. Hiç düşünmeden sıcak çayı tek yudumda içtim. Boğazımı parçalayacak gibi yaktı ama umursamadım. "Bana o gün, yolun ay yıldızın ışığıyla aydınlansın kızılcığım dedi. Yalvardım onlara, geçersiz olduğunu bile bile yalvardım. Bana dedi ki bu ölüm değil, bu şereftir dedi. Biliyor musun bana hep kızılcığım derdi. Onun kızılcığıydım ben." Çekmecemden bir resmimizi çıkardım. Onlar şehit olmadan önce en son çekildiğimiz resimdi. "Bak," Diyerek çerçeveli resmi ona uzattım çocuk gibi. O da dolan gözleri ile resmi aldı. Uzun uzun inceledi. "Annene benziyormuşsun, çocukken saçların daha koyu kırmızıymış." Gözümden akan yaşları engelleyemedim. "Bazen... onları çok özlüyorum." Dedim kendimi saklama gereği duymadan. "Annem her zaman huyumun babama çektiğini söylerdi, arkamdan söylenirdi hep babası kılıklı diye... o zamanlar yakındığım bu söylenmeleri bile şuan duymak için canımı mı vermezdim, nelerimi vermezdim..." Alpay bir anda elindeki resmi yavaşça masaya bırakıp masanın üzerindeki elimi tuttu. "Ailenden sonra Koray'ı kaybetmen seni çok dağıttı biliyorum. Bunu anlayamam, benim ailem yada böylesine sevdiğim dostlarım olmadı hiç ama Senem'in şehit olduğunu düşündükçe... aklımı kaçırıyorum. Ama... biz varız Sönmez. Her şeyi siktir et, Sönmez Timi var yanında. Bir Koray Kırbaç olamayız ama hepimiz senin aileniz burada." -Bölüm Sonu- -Bölüm nasıldı? -Bölümde en sevdiğiniz sahne neresiydi? -En sevdiğiniz karakter kim şuana kadar?
|
0% |