@karadagceren
|
Selamlar! Nasılsınız? Umarım hepiniz çook iyisinizdir. Bazı sebeplerden dolayı dün bölüm yükleyemedim, kusuruma bakmayın lütfen. Bölüme geçmeden önce oy verip yorum yaparsanız çok sevinirim. ☪☪☪ Alpay Yenilmez... Asel'i takip ederek Senem'in odasından çıktık. Alayın uzun koridorlarında yürürken ikimizin de postalları sert sesler çıkartarak zemini dövüyordu. Koridorda ikimiz yan yana omzumuz dik bir şekilde ve yüzümüzde ciddi bir ifade ile yürüyorduk. Asel ile yan yana yürümeye devam ederken içimdeki huzursuzluk gittikçe artıyordu. Alayın uzun koridorları sessizdi, sadece bizim postallarımızın tok sesi yankılanıyordu. Bütün askerler görevlerine odaklanmıştı. Göz ucuyla ona baktığımda, yüzündeki sert ifadenin altında başka bir şeyler gizli olduğunu hissediyordum. Sanki söylemek istediği şeyler vardı, ama onlar dudaklarının ardında kilitlenmişti. Geçtiğimiz koridorlarda bizi gören askerler ikimize de baş selamı vererek yanımızda hazır ol komutuna geçiyorlardı. Biz selamlarına karşılık verdiğimizde ise hızla gittikleri yola devam ediyordu. Asel'in odasına gelip içeri girdiğimizde odanın içerisinde ilk dikkatimi çeken şey çalışma masası olmuştu. Masanın üzerinde bir sürü boş çay bardağı, bir sürü kalem ve her yere saçılmış kağıtlarla evraklar vardı. Saatler boyunca kendisini odasına kapatarak dosya işleri ile uğraştığı belliydi. Asel'in odasına girdiğimde içimde bir huzursuzluk oluştu; her şey bir karmaşa içerisindeydi. "Sana tek bir soru soracağım Alpay, sende tek bir cevap vererek bana gerçeği söyleyeceksin, anlaştık mı?" Sesindeki otorite, bakışlarındaki ifade ve dik duruşu, adeta şuan bir komutan olduğunu haykırıyordu. Başımı sallayarak onu onayladım. "Emredersiniz, komutanım." Asel, bordo beresini başından çıkartarak dağınık kağıtların üzerine bıraktı ve kalçasını masaya yaslayarak kollarını önünde göğüs hizasında birleştirerek bir birine doladı. İnceleyici ve dikkatli bakışları bendeydi. Her hareketimi inceliyordu. "Senem Teğmen'e saldıran kişi kimdi Alpay?" Diye sorduğumda yutkundum. Bir kaç saniye duraksamanın ardından cevap verdim. "Bilmiyorum." Gerçeği söylemeni istemişti Alpay, dedi içimden bir ses. Asel kaşlarını çattı. Bakışları ilk defa bu kadar sertti. "Bu hayatta teröristlerden sonra en çok nefret ettiğim iki şey vardır Alpay; Yalan ve ihanet. Sen şuan onlardan birini yapıyorsun. Senem Teğmen'e saldıran kişinin kim olduğunu biliyorsun ama bunu benden saklayarak bana yalan söylüyorsun. Yapma Alpay." Bakışlarımı parlayan kahverengi gözlerinden kaçırdım. Ona nasıl diyebilirdim ki? Kardeşime saldıranın, kardeşim olduğunu? Diyemezdim. Kimsenin anlamadığı gibi o da anlamazdı beni. Derin bir nefes aldım, içimdeki sıkışıklık büyüyordu. Asel'in bakışları üzerimdeydi; o sorgulayıcı, sert ama bir yandan da anlamaya çalışan gözlerle bana bakıyordu. Gerçeği söylemek, şu anın en ağır yüküydü. Asel'e dönüp dürüst olmam gerektiğini biliyordum ama bu gerçeği ona nasıl açıklayabilirdim ki? Boğazımdaki düğüm büyüdü. Gözlerimi onun kararlı bakışlarından kaçırarak, yere sabitledim. Ona, kendi kardeşimin bu saldırıyı gerçekleştirdiğini, hem de kendi öz kardeşine karşı bunu yaptığını nasıl anlatabilirdim? "Orada Senem'in söylediği şeyi duydum Alpay. Sen de Senem de saldırgan kişiyi tanıyorsunuz. Olay taze olduğu için Senem'i zorlamak istemedim ama bu durum, bu olayı hemen kapatacağım anlamına gelmiyor. Benim askerime, alay sınırları içerisinde bir saldırı düzenlendi, ben bunu unutmam, olayı hemen kapatıp rafa kaldırmam. Şimdi söyle bana, o kimdi?" Derin bir iç çektim, söylemekten başka şansım yoktu. "Senem'in ikizi." Dedim tek nefeste. Asel'in bakışlarında derin bir şaşkınlık peyda oldu. Kollarını birbirinden ayırıp karşımda dikildi. "Ne?" Bakışlarım onun bakışları ile kesişti. "Saldırıyı yapan kişi kardeşimdi, Senem'in ikiziydi." Dedim yeniden. Asel'in yüzündeki şaşkınlık yavaş yavaş yerini ve öfkeye bıraktı. Kollarını indirip başını iki yana salladı, sanki duyduklarına inanamıyormuş gibi. Derin bir nefes aldı, bakışları kararlı ve sertti. "Senem'in ikiz kardeşi mi?" dedi, sesi titreyen bir öfkeyle. "Bunu albaya söyledin mi?" Başımı hayır anlamında salladım. "Alpay, sen ne yaptığının farkında mısın? Bir özel kuvvetler askerine en güvende olması gerektiği yerde, alayda bir saldırı gerçekleştiriliyor ve bunu kendi ikizi yapıyor. Sen ise bunu ne bana, ne albaya açıklıyorsun. Bu olayı saklaman senin mesleğini tehlikeye atar Alpay." Gözlerindeki öfke, hem bana hem de saldırıya yönelikti. Gözlerimde bir endişe ile ona baktım. "Bunu rapor edecek misiniz, komutanım?" İçimden etmemesi için dua ediyordum. Dediği gibi, bu durumu saklamam mesleğimi elimden alabilirdi. Bir kez daha mesleğimi aile yüzünden kaybetmek istemiyordum. "Hayır Alpay. Bunu rapor etmeyeceğim ama bir daha böyle bir durum yaşanırsa ve sen o sefer de benden bu durumu saklarsan rapor yazmak zorunda kalacağım." Dediğinde başımı salladım. Bir şey diyemedim. Haklıydı. O şuan bir komutandı ve hepimizin güvenliğinden o sorumluydu. "Senem Teğmen'e neden saldırdı, biliyor musun? Kendi ikizine saldıracak kadar ileriye gitmesini ne sağladı?" Bu soru, benim için beklenmedikti. Hayır, beklenmedik olan soru değildi, soruyu sorarken sesindeki tonlamaydı. Bunu bir komutan olarak öylesine sormuyordu bu sefer. Gerçekten endişelendiği için soruyordu. "Saldırgan kişini Senem'in ikizi, benimde kardeşim olmasına rağmen birbirimizden çok farklıyız. O, pek iyi biri değil." Asel tekrardan bir şey sormak istedi ama hemen durdurdum. "Komutanım yanlış anlamayın ama bu konuşmak istemediğim özel bir konu." Diyerek onu durdurdum. Asel birkaç saniye sadece yüzümü inceledi, ardından başını aşağı yukarı sallayarak dediklerim yavaşça onayladı. "Alpay," Odadan çıkmak üzereyken beni durdurdu. "Kürşad Üsteğmen'e söyle, Senem'in yanından ayrılmasın. Açık bir hedef halindeyken alay içerisinde dahi tek dolaşması iyi olmaz." Sadece başımı salladım ve hızla odadan çıktım. ☪☪☪ Asel Sönmez... Başım ağrıyordu. Başıma ağrı girmişti. Başım çatlamak üzereydi. "Metin!" Diye bağırdım başımı eğdiğim masadan kaldırmadan. Metin hemen içeri girdi. "Bana bir bardak kahve bir de ağrı kesici bul bir yerden, hemen!" Metin başını salladı. "Emredersiniz komutanım!" Diyerek odamı terk etti. Sandalyeme oturduğumda işaret ve orta parmaklarım ile önce alnımı sonra şakaklarımı ovaladım. Ne saklıyorsun sen Alpay? Geçmişinde ne var senin Alpay, ne? Aklımda sürekli bu sorular dönüyordu. Alpay, benim dengelerimle oynuyordu. Metin kapıyı çalıp odaya girdiğinde elinde tuttuğu tepsideki bir bardak kahveyi ve ağrı kesiciyi masama bıraktı. "Çıkabilirsin." Metin selam vererek odamdan çıktı. Kafamdaki sorunları düşünmemek için ağrı kesiciyi su olmadan yutup kahvemden bir yudum aldım ve masanın üzerindeki dosyaları toparladım. Saat akşam on buçuğu gösteriyordu. Telefonumu elime aldığımda kapalı olduğunu fark ettim ama hiç umursamadan odamdan çıktım. Anahtar ile odanın kapısını kilitleyerek Metin'e döndüm. "Koğuşuna dönebilirsin sen." Metin selamını verip koğuşuna dönmek üzere ayrıldı yanımdan. Bende karargâhtan çıkarak nizamiyeye, bizimkilerin yanına ilerledim. "Komutanım, hoş geldiniz." Baran'a hoş bulduk diyerek Uras'ın yanına oturdum. "Siz niye buradasınız? Niye gitmediniz eve?" Soruma hepsi baktı. "Saatlerdir odandan çıkmayınca merak ettik seni. Seni bekledik." Yüzümde gerçek bir tebessüm oluştu. Zaten bir tek onların yanında gerçekten gülebiliyor, kendim gibi olabiliyordum. "Hadi o zaman, gidelim." Diyerek ayaklandığımda hepsi benimle ayaklandı. Arabanın sürücü koltuğuna geçtiğimde diğerleri arkaya, Senem yan koltuğa, yolcu koltuğuna bindi. Araba karanlık yolda ilerlerken ben hâlâ zihnimdeki sorularla boğuşuyordum. Arka tarafta erkeklerin arasında dikkat etmediğim bir muhabbet dönerken Senem hafifçe bana eğildi. "İyi misin?" Gözlerimi yoldan ayırmadan başımı salladım. "Neden sordun?" Senem'in mavi gözleri beni daha çok inceledi. "Durgun görünüyorsun." Direksiyonu kırıp sağ yola saparken cevapladım. "İyiyim. Sadece yorgunum, dosya işleri baya birikmiş; saatlerce onlarla uğraşmak yordu." Senem inanmasa bile tekrardan koltuğa yaslanarak beni düşüncelerimle baş başa bıraktı. Benim eve geldiğimizde arabayı evin önünde durdurdum. Herkes aşağı indiğinde anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım. Baran ve Uras direkt olarak mutfağa daldıklarında buzdolabını açıp içindeki şişelerden soğuk su şişesini çıkardı ve bardağa dökmeden kafasına dikti ikisi de. "Ne pislik heriflersiniz siz ya, çok pisliksiniz bakın ciddi diyorum, gerçekten pisliksiniz." Kürşad abinin söylenmesine ikisi de mırıldanarak cevap verdi. "Ne abi? Sanki birbirimizden iğrendiğimiz var?" Doğruydu. İki yılda birlikte o kadar çok vakit geçirmiştik ki artık birbirimizin ağzından bir şey yiyip içmeye iğrenmiyorduk artık. "Dizi açıyorum lan buraya gelin." Diye bağırdım mutfaktakilere. Hepsi anında buraya topladığında milli dizimizi açtım; Leyla ile Mecnun! Garip bir şekilde bütün ekip olarak bu diziyi çok seviyorduk. Bir aradayken izlediğimiz tek dizi bu oluyordu. Bu yüzden bu diziyi timin milli dizisi ilan etmiştik. Birçok repliği ezbere bilmemize rağmen usanmadan bütün bölümleri tekrar tekrar izliyorduk. En son dizide kaldığımız bölümü açtığımda herkes pürdikkat diziyi izlemeye başladı. Bölümde geçen bir replik beni diziden koparıp gene düşüncelere itti. "Onu arama. Eğer onu aramaya başlarsan her şey emin ol eskisinden daha kötü olacak. Sen sadece bekle. O gelip seni bulacaktır..." Aşk, gerçekten beni bulur muydu bir gün? Hiç aşkı aramamıştım bu zamana kadar. Bulmak istediğim son şeydi benim için. Ben, herkesin gözünde özel kuvvetlerin en başarılı timi olan Kalkan Timi'nin, şimdiki adı ile Sönmez Timi'nin komutanıydım. Adım, birçok kişinin ağzında dolaşırdı. Bütün üstlerim beni tebrik ederdi. Benim tek korkum hata yapmak ve bana güvenen herkesi yüz üstü bırakarak hayal kırıklığına uğratmaktı. Bu yüzden hiç aşık olmamıştım. Aşık olursam hata yapmaktan korkuyordum. Benim tek bir hatam, bütün timimin hayatına mâl olabilirdi. Bundan korkuyordum. Ailemden sonra aile dediklerimi kaybetmekten korkuyordum. Hızla ayaklandığımda herkes filme çok dalmıştı. Kürşad abi ise uyuyakalmış, başı Senem'e doğru kaymak üzereyken yanında oturan Alpay küfrederek Senem ile Kürşad'ın arasına girdi. Tam kenardan sıvışacaktım ki Alpay'ın sesi durdurdu beni. "Asel, nereye?" Herkesin bakışı bana döndü. "Uykum geldi, odama çıkacağım." Diyerek hiçbirinin tek kelime etmesine izin vermeden odama çıkıp kapımı kilitledim. Adımlarım eski eşyalarımı koyduğum dolabıma yöneldiğinde dolabın baş köşesinde duran anne ve babamın resmini alıp yatağa geçtim. Sırtımı yatak başlığına yaslarken iki dizimi de kırarak karnıma doğru çektim. Uzun uzun resmi inceledim. Annem ve babam üzerlerinde asker üniformaları ile gülümseyerek kameraya bakıyorlardı. Babam bir elini annemin omzuna atmış, onu kendine çekmişti. Annem benimkine benzeyen kızıl saçlarını örmüş bir şekilde sol omzundan aşağıya sarkıtmıştı. Babam her gün gördüğüm gibi yeni tıraş olmuş gibiydi. Saçları üçe vuruluydu. Resmi incelerken uzun uzun iç çektim. Yatakta aşağıya kayarak yan bir şekilde yaptım ve gözlerimi ayırmadan ikisinin resmini izlemeye devam ettim. "Ya baba ama ben bunu sevmiyorum ki." Diye mızmızlandım babama. Annem bana o yemek yenecek Asel temalı bakışlarını atarken umursamadan babamın dizine oturarak başımı omzuna yasladım ve ona nazlanmaya çalıştım. Annem akşama adını bilmediğim, karışık bir yemek yapmıştı ama içinde mantar vardı ve ben mantardan nefret ederdim. "O yemeğin hepsi bitecek Asel. Tabağın bitmeden sofradan kalmak ve çizgi film izlemek yok, babaya nazlanmak da yok!" Dudağımı büzerek yalvaran bakışlarımı babama çevirdim. Bunu gören annem tehlikeli bir ifadeyle babama döndü. "Zaten sürekli biz görevdeyken sağlıksız besleniyor, kırk yılın başı sağlıklı bir şey yapmışım ağzını açarsan seni mahvederim!" Babam annemi dinlemeden hızlıca tabağımı önümden aldı ve yemeğin içindeki mantarları kendi tabağına alarak bana tabağımı geri verdi. Artık çocuksu bir neşeyle yemeğimi yemeye hazır bir şekilde elimdeki kaşığı kaldırarak tabağıma daldırdım ve kocaman bir kaşık yemeği ağzıma tıktım. Yemeğin suyu ağzımın kenarından akarken ben bunu aldırmadan neşeyle yemeğimi yiyordum. Annem, yemeğimdeki mantarları aldığı için babama söylenirken babam bana öpücük atıp kendi yemeğine devam etti. Annem, sinirle ofladı ve sofradan kalktı. Mutfağa giderken söylenmesine devam ediyordu. "Ben kime diyorsam zaten ya! Gelme bu akşam odaya falan, istemiyorum seni! Koltukta yat da belin tutulsun az! O zaman görürüm ben seni! Kapıma geleceksin sen, yalvaracaksın bana bak! Allah'ım sen bana sabır ver!" Hatırladığım bu anıyla acı dolu bir şekilde güldüm. Parmaklarım annemin yüzünü okşadı. "Anne... keşke şuan gelip mantar yapsan bana gene. Gıkımı çıkarmadan yerim bu sefer, yemin ederim..." -Bölüm Sonu- -Bölüm nasıldı? -Alpay'ın ve Senem'in geçmişi hakkında daha fazla bilgiye ulaşıyoruz giderek, tahminleriniz nelerdir? -Bölümde en sevdiğiniz sahne?
|
0% |