
Selamlar hepinize! Nasılsınız?
Umarım hepiniz çok iyisinizdir.
Dün uygulama açılmadığı için bölüm atamadım maalesef. O yüzden bu bölümümüz biraz gecikti.
---
"Vatan için can veren bütün şehitlerimize. Saygı ve minnetle anıyoruz..."
----
☪☪☪
Alpay Yenilmez...
"Asel, öpsene beni?" Bunu dediğime ben bile inanamıyordum ama demiştim işte.
Asel kalakaldı. Gerçek anlamda kalakaldı. Bakışlarının tamamında şaşkınlık duygusu yer ediniyordu. Bir kaç kez dudakları açılıp kapandı ama ne diyeceğini bilemediği için sanırım geri kapattı.
"Ney?" Diyebildi en sonunda. Gayet makul bir soruydu.
Hayvan gibi kıza beni öp dedin Alpay.
İçimdeki sesi susturdum hemen. Ne vardı ki? Sonuçta her gün bir kadına gel beni öp demiyordum. Allah Allah!
"Dedik ya hani, kazanan istediğini yaptırır diye... Öpsene beni?" Dedim bir kez daha. Kaşlarını çattı. Kollarını önünde birleştirdi. Yalandan bir kızgınlıkla öksürdü, boğazını temizledi. Bakışlarına o yalandan kızgınlığını ulaştırmaya çalışıyordu ama beceremiyordu.
"Ben senin komutanınınım, hatırlatırım." Dedi yeniden yalandan bir kızgınlıkla. Güldüm. Hem de sesli güldüm. "Şuan rütbede değiliz. Üzerimizde üniforma da yok. Şuan sadece Alpay ve Asel'iz." Dedim tane tane.
Yutkundu. Yutkundum. Sonra derin bir nefes aldı. Yavaşça elini omzuma attı. Boyu benden kısa olduğu için parmak uçlarında yavaşça yükseldi.
Aniden kalbim depar atmaya başladı. Hızlı hızlı atıyordu. Çok hızlı atıyordu. Fazla hızlı atıyordu.
Asel, parmak uçlarında bana doğru yükselirken bende yavaşça ona eğildim. Saniyeler sonra dudaklarını dudaklarımın üzerinde hissettim.
Sakince öptü beni. Bende aynı sakinlikle karşılık verdim. Öpüşü sakindi, acelesizdi.
Bir kaç dakika sonra benden ayrıldı. Bende yavaşça ondan ayrılıp geri çekildim. Gözlerine baktım. Gözleri parlıyordu. Sonra bakışlarını benden kaçırdı. Beyaz teninde, yanaklarındaki kızarıklık ele verdi onu.
Güldüm. Tekrardan.
Eğilip yavaşça iki yanağına elimi koyarak yüzünü büyük ellerimin arasına aldım. Yuvarlak bir yüzü vardı ama çene yapısı keskindi.
Saçlarındaki toka düşmüştü. Siyah, dalgalı saçları yüzüne dökülüyordu. Bir elimle alnına gelen saçlarını geri ittim. Alnından öptüm.
"Benden rahatsız oldun mu?" Diye sorma ihtiyacı hissettim o an. Yeni, kötü bir olay yaşamıştı ve bu olabilecek bir durumdu. Sorduğum bu soruya anlam veremedi. Bir süre durdu, düşündü.
Sonra yavaşça tekrardan dudağıma kısa ve hafif bir öpücük bıraktı. Bu sefer şaşırma sırası bendeydi. "Olmuş muyum?" Diye sordu masumca sırıtırken.
Kocaman gülümsedim. Kendime çekip ona sıkıca sarıldım. "Olmamışsın. Hiç olmamışsın hem de." Dedim eğlenen bir tınıyla.
Başı göğsüme yaslıyken güldü. "Hadi gidelim artık." Tekrardan Asel'in elinden tutup arabaya yöneldim. O yolcu koltuğuna oturdu. Ben sürücü koltuğuna oturdum.
"Şarkı açabilir miyim?" Diye sordu masum masum. Gülümseyerek karşılık verdim. "Ne istersen yapabilirsin." Asel aldığı olumlu yanıt ile telefonunu alıp arabaya bağladı.
Bir kaç dakika telefonla uğraştığında şarkı seçmeye çalıştığını anladım. Saatler süren yolculuk Asel'in seçtiği şarkılarla geçti.
"Karadenizli misin?" Bu neredeyse emin olduğum bir tahmindi. Seçtiği çoğu şarkı Karadeniz müziğiydi çünkü. Başını yavaşça aşağı yukarı salladı. "Neresinden?"
"Rize."
"Orada mı büyüdün?"
Omzunu silkti. "Sayılır. Orada doğmuşum ama ailemin işi sebebiyle çocukluğum Şırnak'ta kalıyorduk. Ailem şehit olduğunda ise dedemle anneannem beni yanına aldı. Rize'de yaşardı onlar. Annem ve babam izin aldıkları zamanlar sık sık giderdik zaten. Yani on iki yaşından sonra akademiden mezun olana kadar orada büyüdüm."
Durdu sonra. Bana baktı. Merakla yana doğru döndürdü bedenini. "Ya sen? Sen nerelisin. Senem ve sen, hiç kendinizden bahsetmiyorsunuz." Güldüm.
"İzmirliyim ben. Orada doğdum, orada büyüdüm." Dediğimde o da benim hakkımda bilgi edinmiş olmanın sevinciyle güldü.
"Ailen?" Dedi bu sefer. Yutkundum. "Yetimhanede büyüdük biz Senem ile. Ailemizi tanımadık. Birbirimizin ailesi olduk." Dedim sürekli bahsettiğim bir şeymiş gibi bir ses tonuyla.
"Tabuu oynadığımız akşam aslında aileyi anlatmadığında bir şeylerin farkına varmıştım ama sormaya çekindim hep. Özür dilerim. Yaranı deşmek istemedim."
Düşünceliydi. Sert duruşuna rağmen çevresindeki insanlara düşünceli biriydi Asel. Bir kez daha gülümsedim. Benim gibi bir adam, onun yanında sürekli gülümsüyordu. Alışık değildim.
Sen, bu kadına âşık oldun Alpay. Dedi içinden bir ses.
Evet dedim. Evet, âşık oldum.
Bir ses daha yankılandı içinden. Diğer sesin aksine olacak bir ses.
Sen kim âşık olmak kim Alpay Yenilmez? Sen sevebilir misin ki? Sevgi görmeyen biri sevmeyi nereden bilsin.
Kırıcıydı bu ses. Acıtıyordu. Toprak altına gömdüğüm geçmişimi çıkartıyordu. Gerçekleri çıkartıyordu.
İçimdeki iki ses, adeta birbirini boğazlayan iki düşman gibi çatışıyordu. Bir yanım umut doluydu; belki bu kez, bu kadınla her şey farklı olurdu. Belki ben de... Ben de sevmeyi öğrenebilirdim. Ama diğer ses... O lanet olası diğer ses, çocukluğumdan kalma bir yankı gibi, geçmişimden fırlayıp yeniden içime oturuyordu.
"Sen nasıl seveceksin Alpay?" dedi soğuk, zalimce. "Sevgi mi gördün ki, sevgi verebilesin? Ellerine bak! Hep kaybetmeye alışmış eller bunlar. Tutamaz, koruyamaz, sevemez."
Nefesim kesilir gibi oldu. O ses haklıydı belki. Çok şey kaybettim, çok şey yıktım. Ama... O geldi. Asel geldi.
"Bence istifanı bir kez daha düşünürsün artık?" Dedim içimdeki tüm sesleri susturarak. Yüzünü buruşturdu. "İshak Albay izin vermedi zaten. İstifa dilekçemi aldı yırttı, sonrada çöpe attı." Daha çok güldüm.
"İyi yapmış." Kaşlarını çatarak tip tip baktı bana. "O dilekçeyi yazmak için kaç saat harcadım ben. Parmaklarım acıdı o kadar." Dedi huysuzca.
Bir kez daha güldüm. Yapabildiğim tek şey buydu; gülmek. Bu yaşıma kadar gülmediğim her anın acısını onun yanındayken çıkarıyordum.
"Madem izinlisin, benimde görevim bitti zaten, beraber yemek yiyelim mi?" Diye sordum. Asel'in dudaklarında muzip bir sırıtma oluştu.
"Amacınız benimle flört etmek mi yüzbaşım?"
"O kadar mı belli ediyorum yüzbaşım?" Dediğimde ikimizde sesli güldük. Önüne düşen saçlarını kulağının arkasına atarken gülmeye devam etti. "Kürşad abim duymasın, fazla... korumacıdır." Dedi alayla.
Umursamazca dudaklarımı büzdüm. "Duysun. Bende Senem'i vermem ona." Dedim ciddi ciddi. Asel anında dedikoducu teyze konumunu açtı ve kemerinin izin verdiği kadar bana döndü.
"Değil mii?" Dedi heyecanla. "Çok yakışıyorlar!" Diye ekledi. "Benden demesi onların yolunun sonu kesin sevgililik, bak şuraya yazıyorum." Diyerek arabanın camına parmağını sürtünce göz devirdim.
"Kardeşim için bu konularda konuşmaktan nefret ediyorum." Dedim huysuzca. Bana baktı. Güldü. "Sen benimle istediğin kadar flört edebilirsin ama kardeşinin sevgilisi olamaz, öyle mi Yenilmez?"
Başımı salladım. "Aynen öyle. Yedi yaşında ne sevgilisi hem?"
Kahkaha attı bir kez daha. "Senem otuz iki yaşında Alpay."
"Ne fark edecek?"
"Arada otuz yıl var neredeyse."
"İster otuz yıl olsun ister otuz milyon. Ben kardeşimi vermiyorum."
"Kürşad abi de beni vermez sana. Senin flört işi iptal olur."
"Kaçırırım?" Dediğim sırada omzuma bir tane vurdu. "Çok pislik bir adamsın." Diye söylendi.
Arabada kahkahalarımız yankılanırken, bir an için içimdeki o sıkıcı, karanlık sesin sustuğunu fark ettim. Asel'in gülüşü, sanki yıllardır duyduğum en güzel melodi gibiydi. İçimde hafif bir huzur belirdi; bu kadının yanında, her şey daha basit ve eğlenceliydi.
Omzuma vurduğu yer hâlâ sızlarken ukala bir gülümsemeyle ona baktım. "Sen de çok şiddet yanlısısın, farkında mısın?"
"Pisliğe pislik muamelesi yapıyorum." dedi gözlerini kısıp. Yüzüme o alaycı, ama bir o kadar sıcak gülüşünü fırlatırken, başımı iki yana salladım.
"Ben sana ne yaptım ki?" dedim, masum bir tonla.
"Kaçırırım diyorsun bir de! Elinde ip, kafanda planlarla dolaşıyorsun sanki."
"Ne yapayım, Kürşad'ın beni reddetme ihtimalini ortadan kaldırmak lazım. Önlem alıyorum şimdiden."
Bir an bana baktı, gerçekten ciddi mi söylüyorum diye tartarcasına. Sonra kahkaha attı, yeniden koltuğuna yaslanarak.
"Seninle işimiz zor Alpay Yenilmez, hem de çok zor."
Göz ucuyla ona baktım. Gülüşü, gözlerindeki o ışıltı... İçimde tuhaf bir sıcaklık yayıldı yine. "Zoru severim." dedim kısık bir sesle, ona bakarak.
Gülmeyi kesip kısa bir an yüzüme baktı. Sanki bu sözle birlikte havadaki o ince alay yerini başka bir şeye bırakmıştı. Göz göze geldiğimizde, zamanı durdurmak ister gibi bir hisle dolup taştım. Ama bu anı bozmamak için hemen ardından başımı ön cama çevirdim.
"Sakın kaçırırım falan deme bir daha." dedi yumuşak ama tehditkâr bir tonla.
"Tamam," diye mırıldandım, gülümsememi saklamaya çalışarak. "Yasal yolları deneyeceğim."
Bir kez daha kahkaha attı. Bu kez ne ben, ne o bir şey eklemedi. Sadece, araba sessizliğe gömülüp yol uzadıkça, içimdeki seslerin sustuğunu ve Asel'in gülüşünün hâlâ kulağımda yankılandığını fark ettim.
Ve o an, içimden şu geçti: Belki de gerçekten âşık olmak bu. Kendi karanlığını unutturacak birini bulmak.
Arabayı bir restoranın önünde durdurdum. "Hadi in, ben çok acıktım." Asel arabadan inince anahtar ile arabayı kilitledim. Restoranın içine girip boş bir masaya oturduk. İkimizde önümüzdeki menülere baktık. Garsonlardan birisi yanımıza geldi. "Buyurun efendim, ne istersiniz?"
"Ben bir tabak tavuk döner alayım. Yanında büyük boy ayran da olsun." Asel siparişini verdiğinde garson bana baktı. "Bende bir tabak köfte alayım. Yanında büyük boy ayran." Garson saygıyla başını sallayarak ayrıldı masamızdan.
Yarım saat sonra siparişlerimiz gelmişti. İkimizde yemeklerimizi yemeye başladık. Bir yandan da sohbet ediyorduk.
Gözlerim masalardan birinde oturan bir adamda takıldı. "Asel, yemeği bırak çabuk!" Diyerek ayaklandım hemen. "Ne oluyor?" Diyerek o da benimle ayaklandı. Adamı daha detaylı inceledim. Bu oydu.
"PKK tarafından, bizim tarafımızda kırmızı listede olan bir adam masaların birinde." Diyerek adamın oturduğu masayı işaret ettim. "Üzerindekilere bak. Dikkatli bak. Canlı bomba var. Burayı boşaltmamız lazım."
Asel hızlıca ilerideki garsonun yanına ilerledi.
☪☪☪
Asel Sönmez...
Alpay ile bomba tespitimizden sonra hızlı ama dikkat çekmeyecek şekilde garsonlardan birinin yanına ilerledim. "Kardeşim, baksana bir."
Garson bana döndü. "Buyurun, sorun nedir?" Hızlıca konuya girdim. Gözlerim masada oturan kırmızı listedeki teröristteydi. "Bu restorandı boşaltmanız lazım, hemen!" Dediğimde adam gözlerini büyülttü. "Neden?"
Cebimden cüzdanımı çıkarıp içerisinden subay kimliğimi çıkardım. Yavaşça kaldırıp garsona gösterdim. "Askerim ben. Canlı bomba var. Hemen burayı boşaltmanız lazım."
Garsonun yüzü anında bembeyaz kesildi. Gözlerindeki panik, durumu daha da ciddileştiriyordu. Ama şimdi panik değil, sakinlik gerekiyordu. Kaşlarımı çatıp, sert ama kontrollü bir sesle tekrar ettim: "Kimseyi korkutmadan, dikkat çekmeden... Anladın mı? Yavaşça insanları dışarı çıkarın."
Garson başını hızla salladı ve hemen uzaklaştı. Arkamı dönüp masaya doğru ilerlerken, gözüm hâlâ kırmızı listedeki adamdaydı. Sakindi. Hatta fazlasıyla. Bu sakinlik, bir fırtınanın habercisi gibiydi.
Alpay cebinden telefonunu çıkardı. "Senem, hemen albaya haber verin attığım konuma ekip yollasın. Canlı bomba var." Telefonu kapatıp cebine koydu.
Alpay telefonu kapatıp cebine koyduğu anda yüzünde o alışılmış ciddiyet belirdi. Bu ifade, her şeyi değiştiren bir ana girildiğini gösteriyordu. Göz göze geldiğimizde, ne demek istediğini anlamıştım. Zaman daralıyordu ve hâlâ bir kıvılcım yetebilirdi.
Adamın üzerindeki düzeneği inceledim. "Bomba elli saniye sonra çalışacak. Asel çabuk buradan çıkmamız lazım!" Diyerek beni tuttu.
Tam hızlıca ilerliyorduk ki kapılar kapandı. Kilitliydi.
☪☪☪
Alpay Yenilmez...
Kilide sert bir tekme atıp dışarı çıktım hemen. Asel de çıkmak üzereydi ama çıkamadı. Otomatik kapı tam açılmıştı ki, içeride bomba patladı.
Büyük bir ses, yüksek bir ses... Alevler... Duman... Bunca şeyin arasında ise düşündüğüm tek bir şey var; Asel.
Patlamanın etkisi ile ben sadece sarsılarak yere düştüm ama Asel... Asel, daha yakındı.
Asel düşmüştü. Yüzü gözü is içindeydi. Gözleri kapalıydı. Dumandan etrafımı göremiyordum. Dumanların arasından bir ses daha yankılandı. Silah sesi.
Asel'in sırtını bulan bir kurşun. Sivil kıyafetleri is içindeyken bir de kan bulaşmıştı sırt kısmına. Büyük bir yaraydı. Tahminen dört kurşun almıştı. Beş el ateş edilmişti ama kurşunlardan birisi benim koluma isabet etti.
"Asel, Asel uyan. Uyan. Aç gözünü." İs olan yüzünü ellerimin arasına aldım. Tepki vermiyordu. Gözlerim dolarken nabzını ölçmeye çalıştım. Nabzı zayıftı.
"HASTANEYİ ARAYIN! BİRİNİZ AMBULANS ÇAĞIRSIN!" Diye etraftaki kalabalığa bağırdım. Kontrolümü kaybetmiştim. Buraya yaklaşan araç seslerini duydum. Bizimkilerdi. Gelmişlerdi. "Asel, dayan güzelim. Bak geldiler. Ne olur." Diye mırıldandım.
Sönmez Timi, ışık hızıyla araçtan inerek yanımıza koştu. "Asel!" Arkalarındaki ambulans seslerini duydum. Bir kaç sağlık görevlisi gelerek Asel'i sedyeye aldılar. Ambulansa koydular. Bende bindim ambulansa.
Hastaneye nasıl geldik? Bilmiyordum.
Nasıldım? Bilmiyordum.
Etrafta ne oluyordu? Bilmiyordum.
Hemşireler ne diyordu? Bilmiyordum.
Ben şuan hiç bir şey bilmiyordum. Hiçtim. Ameliyathane kapısının önünde oturmuş öylece yerdeki fayanslara bakıyordum. Tek kelime etmiyordum.
Ameliyathane kapısının önünde otururken, zaman sanki durmuş gibi hissettiriyordu. Etrafımdaki her şey bulanık ve uzak görünüyordu. Kalbim, göğsümde hızlıca çarpıyordu ve düşüncelerim kaotik bir şekilde dolaşıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, gözlerim genellikle yerdeki fayanslara odaklanmıştı.
Hemşireler ve doktorlar sürekli hareket halindeydi, ama ben onların söylediklerinden sadece birkaç kelime yakalayabiliyordum:
"Durum kritik,"
"Acil müdahale,"
"İyi olacak."
Bu sözler kulaklarıma çarpıyordu ama anlamını kavrayamıyordum.
Bir hemşire, yanımdan geçerken omzuma dokundu. "Bir şeyler yemeniz ya da biraz su içmeniz gerekebilir. Durumunuzu kontrol etmemiz lazım."
Başımı salladım ama içimdeki boşluk hissi daha da büyüyordu. Hangi duyguyu hissetmem gerektiğini bilemiyordum; umut mu, korku mu, yoksa her ikisi mi?
Zihnimde, Asel'in yüzü sürekli dönüp duruyordu. Gözleri kapalı ve yaralı hali, hafızama kazınmıştı. Onu bu durumda görmek, her geçen saniye içimi daha da parçalıyordu.
Ameliyathane kapısının önünde oturduğum yerden kalkmaya cesaret edemedim. Sanki kapının arkasında, Asel'in hayatını kurtarmak için savaşan doktorlar kadar güçsüz ve çaresizdim. Saçlarım dağılmış, yüzümdeki ter ve gözyaşları birbirine karışmıştı.
Bir süre sonra, İshak Albay, yanıma geldi. "Durum hakkında herhangi bir bilgi var mı?" diye sordu, endişeyle.
Kafamı kaldırarak ona baktım. Gözlerimdeki umutsuzluğu görmüş olmalı ki, bir elini omzuma koyarak, "Yapabileceğimiz her şeyi yapıyoruz. Umarım her şey yoluna girer," dedi.
Ameliyathaneden bir hemşire, kapının önüne geldi ve hafifçe soluklanarak, "Ameliyat bitmek üzere. Şu anda doktorlar durumu değerlendiriyorlar. Durumunuza bakmamız gerekiyor, biraz bekleyin lütfen."
Gözlerim yeniden kapıya döndü, her an ameliyat odasından birinin çıkmasını bekliyordum. Beklemek, korku ve umut arasında bocalamak, bu anın en zorlu kısmıydı. Asel'in bu karanlık ve belirsiz süreçten sağ salim çıkmasını umut ediyordum.
Her geçen dakika, sanki bir ömür gibi uzuyordu. O anda, Asel'in gözlerinin yeniden açılmasını ve güvenli bir şekilde iyileşmesini umut ederek beklemeye devam ettim.
"Abi?" Dedi ince bir ses. Senem. Başımı çevirmeden sadece yandan baktım ona. Bir elini kaldırıp omzuma koydu.
Herkes buradaydı. Ben, Senem, Kürşad, Baran, Uras ve Koray. Hepsi buradaydı. "Sessizliğin beni korkutuyor."
Korkmalıydılar. Herkes sesimden değil, sessizliğimden korkmalıydı. Çünkü benim sessizliğim kıyametti.
Tek kelime etmeden ayağa fırladım. "Abi!" Diye seslendi Senem arkamdan. "Nereye?!" Cevap vermedim. Koridordan çıkarken Kürşad tuttu beni.
"Otur şuraya." Dedi sert ama kısık bir sesle. "Üsteğmenim, çekil önümden. Bu bir emirdir." Dedim sertçe. Kürşad umursamadı.
Kürşad'ın sert ama endişeli sesi, içimdeki fırtınayı daha da alevlendirmişti. "Üzerinde üniforman yok. Mesaide değiliz. Burada benim komutanım değilsin Alpay. Şimdi senden büyük biri olarak yerine oturmanı istiyorum. Hadi kardeşim."
Cevabını duymadım bile. İçimdeki boşluk ve öfke, adeta bana engel oluyordu. İsyan ve çaresizlik arasında, etrafımdaki her şeyin önemsizleştiğini hissettim. Ayağa kalkıp koridordan çıkarken, Senem'in sesi ardımda yankılandı.
Senem'in endişeli bakışları, içimdeki acıyı daha da derinleştiriyordu. Ancak, o an kendimi bu duygularla baş başa bırakmak istiyordum. Her şeyin bu kadar karışmış olması, acıyı içimde birikmiş bir volkan gibi hissettiriyordu.
Koridor boyunca hızla yürürken, adımlarımın yankısı bile boşluk hissini pekiştiriyordu. Etrafımda herkesin bana yardım etmeye çalıştığını biliyordum ama o an kendimi yalnız hissetmiştim. Yalnızca Asel'in hayati durumu üzerine odaklanmıştım.
Bir an, bir hastane odasının kapısına yaklaştım ve derin bir nefes aldım. Kapının önünde dururken, içimdeki tüm öfkeyi ve umutsuzluğu dışarı atmaya çalıştım. Kafamı kapıya yasladım ve gözlerimi kapattım.
Kürşad'ın ve diğerlerinin arkamdan koştuğunu, Senem'in ağladığını, ama bu anlarda sadece kendi içsel çatışmalarımın ön planda olduğunu hissettim. Beklemek, her anın yükünü omuzlarımda taşımak zorundaydım. Bir an önce ameliyathane kapısından bir doktorun çıkmasını bekliyordum.
Kürşad nihayet yanımda belirdi ve omzuma bir kez daha dokundu. "Yapabileceğimiz bir şey yok, kardeşim. Şimdi sakinleşmelisin. Asel için en iyisini umut etmeliyiz."
Sözleri, bir nebze olsun huzur verdi ama içimdeki öfkeyi ve çaresizliği dindirmeye yetmedi. İçsel mücadelem devam ederken, ameliyathane kapısına tekrar odaklandım ve içimdeki umudu yeşerten bir ışık aradım. Her anı, Asel'in hayatına dair bir umut olarak gördüm ve beklemeye devam ettim.
"Şuna bakın." Uras, elindeki telefondan bir haber gösterdi hepimize. Ekranda Asel'le girdiğimiz restoranın görüntüleri vardı. Alttaki kırmızı şeritte büyük harflerle "RESTORANDA BOMBALI SALDIRI." Yazmışlardı.
"Şunun sesini aç." Dedim buz gibi bir sesle. Uras hemen açtı. Kadın spiker monoton bir şekilde konuşuyordu.
"Sayın seyirciler bugün akşam saatlerinde merkezdeki bir restorana bombalı bir saldırı düzenlendi. Saldırıyı düzenleyen terör örgütünün planı başarısız oldu. Mekandaki biri kadın iki Türk askerinin dikkati sayesinde restorandaki bütün müşteriler hasar almadan mekandan çıkartıldı. Acı haber şu ki, kadın askerimiz bombanın patladığı esnada ağır hasar alarak hastaneye kaldırıldı. Askerimizin hayati mücadelesi devam etmekte."
Sonra başka haberlere geçti. Her haber kanalında bu haber vardı. Saldırı. Kürşad abi kantine inmişti. Daha fazla sabredemedim. Ayağa kalkarak arkamdan bağıran kimseyi dinlemeden hastaneden çıktım.
Askeriyeye ilerleyerek harekat odasına girdim. "Erdem, bana şu adamın yerini bulun. Hemen istiyorum!" Diyerek saldırgan adamın resmini verdim askerlere. "Emredersiniz komutanım."
Hızlıca harekat odasında çıktım. Poligon sahasına indim. Oldukça sert ve hızlı şekilde gözlüğü ve koruyucu kulaklığı alarak tabancayı aldım.
Atış yaparken sessizce bir şarkı mırıldandım.
"Güneşimi kaybettim, gözlerini görmem gerek." Bir atış.
"Yaşamaya dönmem için, hep yanında olmam gerek." Bir atış.
"Güneşimi kaybettim, gözlerini görmem gerek." Bir atış.
"Yaşamaya dönmem için, hep yanında olmam gerek." Bir atış daha.
Ne zaman, hangi ara bu kadar sevdim bende bilmiyordum. Belki birden, belki günden güne. Ama çok sevmiştim. İlk defa bir kadını sevdim. İlk defa.
Poligon sahasında, her atışta içimdeki acıyı ve öfkeyi biraz daha dışa vurduğum anlarda, şarkının sözleri hem bir teselli hem de bir ifade şekli haline gelmişti. "Güneşimi kaybettim, gözlerini görmem gerek."
Şarkının sözleri, hem kişisel hem de duygusal bir anlam taşıyor, her bir atışta Asel'e olan duygularımı yansıtıyordu. "Yaşamaya dönmem için, hep yanında olmam gerek." Atışlarım, bu duyguları dışa vurmanın bir yolu haline gelmişti.
Poligon sahasındaki sessizlik, içimdeki karmaşayı bir nebze olsun hafifletiyordu. Ancak, bir yandan da, Asel'in yaşadığı acı ve onun hayatı üzerindeki belirsizlik, içimdeki boşluğu ve karanlığı daha da derinleştiriyordu.
Şarkının sözleri ve atışlar arasında, içimde bir tür denge arıyordum. Belki de bu denge, Asel'in iyileşmesini beklerken yaşadığım duygusal boşlukla başa çıkabilmeme yardımcı oluyordu.
Poligon sahasında geçirdiğim süre boyunca, tabancanın her ateşinde, Asel'e olan sevgim ve onun hayatındaki önemi daha da belirginleşiyordu. O an, sadece bir hedefe odaklanmakla kalmayıp, aynı zamanda Asel'in yaşadığı acı ve mücadeleyi içsel olarak anlamaya çalışıyordum.
Atışlarımı tamamladıktan sonra, derin bir nefes aldım ve kendimi toparlamaya çalıştım. Artık harekat odasına geri dönme zamanıydı. Saldırganın yerini bulmak için harekete geçmek, hem Asel'in yaşadığı acıyı hafifletmek hem de onun için adaleti sağlamak için gerekli olan her şeyi yapmam gerekiyordu.
Delirmiş gibiydim. Korkuyordum. Senem'den sonra başka bir kadın için ilk defa korkuyordum. Onu ilk bulduğumuz gün geldi gözlerimin önüne.
İlk bulduğumuzda terörün elindeydi. Yaralıydı. Çok kan kaybetmişti. Kıyafetleri ve yüzü kir içindeydi. Ellerinde bile kendi kanı vardı. Bilinci yok gibiydi.
O anı hatırlarken, içindeki derin korku ve çaresizlik duyguları, her geçen gün daha da keskinleşiyordu. Asel'in, terörün kurbanı olduğu o gün, gözlerindeki acıyı ve çaresizliği ilk kez gördüğünde, onun için hissettiğin korku ve endişe, Senem'den sonra bir kadını bu kadar derinden sevmenin getirdiği ilk deneyimdi.
Asel'i ilk bulduğunda, terör saldırısının etkisiyle yaralı ve bitkin bir haldeydi. Yüzü ve kıyafetleri kan ve kir içinde kalmıştı. Ellerindeki kan, yaşadığı travmanın bir kanıtıydı. O an, Asel'in bilincinin tamamen kapalı olduğu ve yalnızca büyük bir acı içinde olduğunu fark etmiştin.
O gün dedim ki kendime; Alpay, bu kadın senin sonun olacak. Yenilmez olan sen, bu kadına yenileceksin.
Ve öyle de oldu.
Ben Alpay Yenilmez, Asel Sönmez'e sonsuza kadar yenildim. En güzel yenilgimdi bu. Tek güzel yenilgim.
-Bölüm Sonu-
-Bölüm nasıldı?
-En sevdiğiniz sahne?
-Bir sonraki bölümde sizce neler olacak?
-Alpay bundan sonra sizce ne yapacak?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 30.69k Okunma |
2.02k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |