@karadagceren
|
Selaammm! Nasılsınız?
Umarım hepiniz çok iyisinizdir.
Bölüme başlamadan önce oy verip satır aralarına yorum yaparsanız çok sevinirim.
Ek olarak, kurgu için resmi bir instagram sayfası açıldı. @yureksevdaofficial
Resmi ve tek hesabımız budur. Takip ederseniz çok sevinirim. ---
"Vatan için can veren bütün şehitlerin anısına. Saygı ve minnetle anıyoruz..." --- Aile... Ne kadar derin, ne kadar anlamlı bir kelimeydi. Herkes için farklı bir anlam taşısa da, özünde hep aynı şeyi ifade ederdi: Bağlılık, güven, sevgi. Ama bu bağları tanımlamak, kağıda dökmek zor değil miydi? Kelimeler bazen kifayetsiz kalırdı. Bir çocuğun anne babasına duyduğu saf sevgi, kardeşler arasındaki kopmaz bağ, zor günlerde sırtını dayayabileceğin insanlar... Bunu bir tanıma sığdırabilir miydik gerçekten? Mesleğime gelince, bu soruyu da çok sık duydum: "Neden bu meslek?" Çoğu insan anlam veremedi. Onlara göre daha sakin, daha az tehlikeli bir meslek seçmek varken, neden kendini böylesine zorlu bir hayata adamıştın? İlk başta bu sorular canımı sıkardı. Ama zamanla bu mesleğin bende bıraktığı izlerin, bana kazandırdığı değerlerin farkına vardıkça, cevap bulmak daha kolaylaştı. Şerefli, onurlu bir meslekti askerlik. Hayatını bir ideale, bir vatana adamak kolay bir seçim değildi ama bu seçim, insanı bambaşka bir yere taşıyordu. Bağımlı bir insan değildim. Ne bir kitaba, ne bir nesneye, ne de bir alışkanlığa. Oysa hayatımda öyle şeyler vardı ki, onlara kalbimle bağlıydım. Bağlılıktan öte, adanmışlıkla. Vatanım, ailem ve dostlarım... Bunlar benim için sadece kavramlar değildi. Onlar benim kimliğimdi, yaşamımın anlamıydı. Vatanıma duyduğum sevgi, içimdeki en derin bağdı. Ailem, beni ben yapan, köklerimi derinleştiren bir parçamdı. Ve dostlarım... Hayatın tüm zorluklarında yanımda olan, savaş alanında sırtımı yaslayabildiğim insanlar. İşte bu yüzden askerlik... Çünkü aile sadece kan bağıyla olmazdı. Aile, omuz omuza mücadele edenlerin, aynı yolda yürüyenlerin oluşturduğu güçlü bir bağdı. Aile, dostluktu, vatandı. Bir keresinde bir cümle ile karşılaşmıştım. Ailesine bağlı olan, vatanına da bağlı olur yazıyordu. Bu sözün üzerinde saatlerce, günlerce hatta haftalarca düşündüm. Sonra kendi kendime, belki de ben bu yüzden bu kadar bağlıyımdır vatanıma, aileme ve dostlarıma? On iki yaşında, ailemi kaybettiğimde çok ağladım. Sonra toparlandım, ayağa kalktım ve elime al bayrağı alıp, daha dakikalar önce ailemin bedenlerinin yanına çöküp ağlayan ben değilmişim gibi o al bayrağı gururla penceremizin önüne astım. On iki yaşında olmama rağmen, ailemin uğruna şehit düştüğü vatan sevgim acımı hafifletti. Bayrağın iplerini bağladıktan sonra dudaklarımdan sadece birkaç kelime dökülmüştü. "Vatan sağ olsun, Türk Milleti var olsun." O an, içimdeki çocuğun hıçkırıklarıyla vatan sevgisinin gücü bir savaşa tutuşmuştu. On iki yaşımdaydım, ama o yaşın getirmesi gereken masumiyet ve çocukluk benden çoktan alınmıştı. Ailemi kaybettiğim o gün, bir yanım sonsuza dek çocuk kalırken, diğer yanım aniden büyümüştü. Bayrağı elime aldığımda gözlerim hâlâ ıslaktı, ama içimde bir ateş yanıyordu. O bayrak, ailemin hayatları pahasına savunduğu şeydi. Ağlayarak çöktüğüm yerden kalkıp dimdik durmam gerektiğini biliyordum. Elim titreyerek de olsa bayrağı penceremizin önüne astım, ve o kırmızı bayrak, kanlarını döktükleri bu toprakların üstünde dalgalandı. İplerini bağlarken, kalbimde yanan o büyük sevgi, bana güç verdi. İçimdeki tüm acı bir süreliğine geri çekildi, yerini tarifsiz bir gurur aldı. Dudaklarımdan dökülen sözler, sadece bir dua ya da bir temenni değil, bir ant içmek gibiydi: "Vatan sağ olsun, Türk Milleti var olsun." O anın ağırlığını, sadece vatan için kaybedilenlerin ardında kalanlar anlayabilirdi. Bu yüzdendi, timime bu kadar sevgi dolu oluşum. Ailemin uğruna can verdiği bu bayrak için hepimiz sırt sırta, omuz omuza savaşıyorduk. Her birimizin elinde şehadet şerbeti vardı ve annemle babam gibi hepimiz bu bayrak, bu vatan için o şehadet şerbetini içmeye her daim hazırdık. Bazen beni deli ederlerdi, hatta çoğu zaman deli ederlerdi. Hiç biri evimden çıkmazdı ama onlar evime bir gün gelmese o evde duramazdım. Geldiklerinde kızardım, söverdim ama gelmediklerinde hemen arardım. Evime her zaman giren, çıkan, gürültü yapan o kalabalık, aslında bana bir tür huzur veriyordu. Onlar oradayken, evim gerçek bir yuva gibi hissediliyordu. Birlikte geçirdiğimiz o bol kahkahalı, tartışmalı anlar, evimin dört duvarında yankılanıyordu. Her ne kadar bazen sinirimi bozup beni deli etseler de, aslında onların orada olmaları, yalnızlık hissimi dindiriyordu. Bir gün olmadıklarında, evin sessizliği adeta boğuyordu beni. Yalnızlık, adeta dört bir yanı saran bir sis gibi sarıp sarmalıyordu. Arar, gelmelerini isterdim. Onların varlığı, hayatımın tam anlamıyla dengede kalmasını sağlıyordu. Geldiklerinde onları bir yandan azarlardım, bazen de sinirlenip onlara bağırırdım. Ama öte yandan, onların orada olmaları, evime hayat veriyordu. Kışın soğuk akşamlarında, baharda yağmur altında veya yazın kavurucu sıcağında, o evdeki varlıkları, her şeyin daha anlamlı ve daha yaşanabilir olduğunu hissettiriyordu. Onlar orada olmadığında ise, evin boşluğunda kaybolur gibi olurdum. Yalnızlığım, evin dört duvarından daha geniş bir alanı kaplar, her köşede yankılanırdı. Arardım, seslerini duymak isterdim. Sadece seslerinin varlığı, bir nebze olsun huzur getirebilirdi bana. Sonuçta, bazen sinir olmaları ve benim onlara kızmam, aramızdaki bağın bir parçasıydı. Her şeyin arasında, o kaotik ama samimi durum, aslında bize kim olduğumuzu ve birbirimize ne kadar bağlı olduğumuzu hatırlatıyordu. "Herhalde oğlum, sizin gibi evime pata küte girmiyor hiç değilse. Efendi gibi kapımı çalıyor, komutanım, ev müsait mi deyip? giriyor. Ya siz, komutanım biz geldik kapıyı aç, kapıyı. Diye bağırıyorsunuz camdan. Medeniyet yoksunları." Koray öne atıldı. "Ev demişken komutanım, sizin anahtarlar aynı yerinde değil mi? Buradan eve geçeceğiz de." Gözlerimi devirip Koray'ın ensesine şaplak indirdim. Sabır dilenir gibi bir nefes aldım "Bekleyin, beraber gideriz yarım saate." Hepsinin anında kaşları çatıldı ve o korumacı bakış yerli yerini aldı. "Sen nereye?" Kaşlarımı kaldırıp Alpay'a baktım. "Evime?" Alpay alayla dudağının kenarını kıvırdı. "İki hafta burada kalacaksın." Emir eden sesi sinirden küplere binmeme neden olurken bir hırsla çantama attığım izin kağıdını çıkardım. "İzin kağıdım burada, eve gitmemde doktor bir sakınca görmedi. Şimdi, izniniz olursa evime gidebilir miyim, komutanım?" Komutanım kelimesine vurgu yapıp onunla uğraşmam hoşuna gitmiş gibi burnundan güldü. "Gidebilirsin, asker." Benimle alay etmesi, o güzel yüzüne bir yumruk geçirme isteği ile beni yakıp kavurdu. Bu surata nasıl kıyılır Asos... Çok güzel kıyılır Bayan Çok Bilmiş. Çok merak ediyorsan sana uygulamalı gösterebilirim? "Uras, şu çantamı al. Ben kalan bir kaç eşyamı toplayarak çıkacağım. Daraldım ulan burada! Duvarlar üstüme üstüme geliyor!" Uras çantamı verirken dolapta kalan eşyalarımın hepsini çantaya tıktım. "Eve gidince ne yiyeceğiz? Çok açım!" "Pizza söyleriz oğlum, başka yediğimiz bir şey mi var?" Baş parmağımı ve orta parmağımı birbirine vurup şaklatarak Kürşad abiye hak verdim. Elimdeki tişörtü çantaya yerleştirirken hâlâ odada bulunan Senem ve Alpay'a döndüm. "Sizde gelin isterseniz, bizim ekip benim evimi işkal ediyor da." Diyerek konuyu alaya aldım. Senem, hevesli bakışlarını abisine çevirdi. "Eh, madem askerim çok ısrar ediyor, komutan olarak bu ricayı kıramam, değil mi?" Çantaya yerleştirmek için elime aldığım sporcu crobunu Alpay'ın yüzüne fırlattım. "Şu iznim bir bitsin, elimden çekeceğin var Yenilmez!" "Komutanlık sana geçtiğinde, çekeceklerime razıyım, asker." Sabır dilenir gibi bir nefes alıp elindeki crobumu sertçe çektim ve çantama yerleştirdim. Eşyalarımı tamamen topladığımda gitmeye hazırdım. Çantamı Uras'a uzattım. "Al lan hayırsız, azıcık işe yara." Uras, çantayı alırken her zamanki gibi alaycı bir gülümsemeyle gözlerini devirdi. "Yine laf sokmadan duramadınız," dedi, ama el çabukluğuyla çantayı kaptı. Onun bu tepkisi beni güldürürdü; sanki ne kadar şikayet ederse etsin, yardım etmek için hep oradaydı. Odadan çıkarken derin bir nefes aldım. Eşyalarımı toplamıştım, ama zihnimde hala toparlanmamış birçok şey vardı. Uras önde yürürken, ben arkamda kalan odanın kapısına son bir kez baktım. Geçmişe dair birçok hatıra orada kalmıştı, ama artık ayrılma zamanıydı. Koridorda adımlarımız yankılandıkça, içimdeki karışık hisleri bastırmaya çalıştım. Alpay arkasına bakıp, "Hadi, daha ne kadar yavaşlayacaksın?" diye seslendiğinde, ona bakmadan gözlerimi devirdiğimi gizleyip adımlarımı hızlandırdım. Hastanede çıkış için bir kaç dosya işini de hallettikten sonra sonunda çıkabilmiştim oradan. "Oh be, Dünya varmış. Yeminle daraldım." Arabanın sürücü koltuğuna oturacakken Alpay önüme geçip sürücü kapısını tuttu. "Ne yapıyorsun ya? Çekilsene." Alpay bilmişçe sırıtıp başını iki yana salladı ve dilini damağına vurup bir kaç kez cık sesi çıkarttı. "Yaralı bir askerime araba kullandıramam, seni arka koltuğa alalım asker. Sürücü benim." Bir elimi sallayıp onu itmeye çalıştım ama herif öyle bir uzundu ki itmek şöyle dursun, hareket bile ettiremedim. "Bu bir emirdir asker," Baş parmağı dışındaki bütün parmaklarını içeri kıvırıp arka koltuğu gösterdi. "Arka koltuğa." Kaşlarımı çatıp ellerimi belime koydum. Hafif öne eğildiğimde başım göğsüne denk geliyordu. Yüzünü görebilmek için kafamı epey bir kaldırmam gerekti. "Ne zamandır emirleri sen veriyorsun?" Sırıtarak kaşlarını kaldırdı. "Albayın dediklerini unuttun mu? Komutan benim, sen askersin. O yüzden emri uygula, asker." Derin bir nefes verip omzuna sertçe vurdum ve arka koltuğun kapısını açıp oturdum. Sürücü koltuğunun yanında Senem oturuyordu. Arka koltukta ise Baran ve Koray. Baran bir şey diyecekken işaret parmağıma suratına doğrulttum "Tek kelime edersen topuğuna sıkarım, Yıldız!" Baran, ellerini kaldırıp teslim oluyormuş gibi durduktan sonra başını arkaya yatırıp kahkaha atmaya başladı. Evimin konumunu Alpay'ın telefonuna yolladıktan sonra arabada sessizlik oluştu. Bu sessizlik çok canımı sıkmıştı. "Şarkı açıyorum ben, bu sessizlik sinirimi bozdu." Telefonumu çıkartıp müzik listemde gezindi. Genellikle eski şarkılar, türküler veya Karadeniz şarkıları vardı listemde. En mantıklı gelen türküyü açtım ve arabada sesin yankılanmasına izin verdim. Bir saatin sonunda evime geldiğimizde diğer arabadan Uras atladı hemen. Ardından Kürşad indi. Cebimden çıkardığım anahtar ile kapıyı açtığım gibi Baran ve Uras direkt içeri girip kendilerini salondaki büyük koltuklara attılar. "Evim evim, güzel evim." Diye mırıldanan Baran'a gözlerimi devirdim. "Ulan, burası benim evim?" "Komutanım, aramızda sen ben mi var?" "Yok mu?" "Yok?" Sabır dilenir gibi nefes alıp anahtarı girişteki anahtarlığa astım. Kapıda çekingen bir ifadeyle duran Senem ve Alpay'a baktım. "Girin, girin. Bakmayın öyle söylendiğime, bizim ortak toplanma alanıdır burası. Kendi eviniz gibi." Senem ve Alpay ceketlerini portmantoya asıp içeri geçti. Yaşadığım ev üç katlıydı. Dedemden babama mirastı ve babam hiç kullanmadan ileride bana miras bıraktığına dair bir evrak imzalamıştı. Ailem şehit olduğunda beni dedem ve babaannem yanlarına almıştı. Ben görev için İzmir'e geldiğimde Ordu'daki evimizden ayrılıp bu eve yerleşmiştim. Evim yeterince -hatta fazlasıyla- büyük olduğu için de bizim ekibin toplanma alanı olarak ilan etmiştik. "Ben pizzaları söylüyorum o zaman? Kaç kutu söyleyelim?" Telefonumu çıkarıp buzdolabına yapıştırdığım pizzacı magnetini alıp numarayı tuşladım. "Valla ben çok açım Asel. Sen bir on kutu falan söyle. Anca yeter bize." Koray'a onay verip numarayı tuşladım. Telefonu kapattığımda magneti tekrardan dolaba yapıştırdım. "Pizzalar gelene kadar bende içecekleri ayarlayayım. Hazır boşken mutfağı da toplarım. Evi ezbere biliyorsunuz zaten." Mutfağa ilerlediğimde Senem de geldi. "Bende size yardım edeyim, komutanım." Kalçamı mutfak tezgahına yaslayarak ona döndüm. "Şuan rütbede değiliz Senem. Asel diyebilirsin." Senem onaylayınca lavabonun içerisindeki bulaşıkları alıp Senem'e verdim, Senem de onları bulaşık makinesine yerleştirdi. Hâlâ üniformalarımızla durduğumuz gerçeğini fark edince Senem'e döndüm. "Üstlerimizi bir değişelim, sonrasında zaten siparişler gelir." İçeriye geçtiğimizde erkeklere baktım. "Kürşad abi, sizin eşyalar zaten biliyorsun, senin odanda. Alpay'a da bir kaç parça bir şey verirsiniz, üstlerimizi değişelim." Kürşad abi beni onaylayıp ayaklandık. Senem ile benim odama çıktığımda dolabın kapağını açıp eşofman takımı aradım. Bu sırada Senem odamı inceliyordu. "Bizimkiler mi bunlar?" Elinde tuttuğu resme baktım. "Evet, bu tim ilk kurulduğu zamanlarda çekilmiştik." Senem fotoğrafı bırakıp odayı biraz daha inceledi. Bende o sırada dolaptan iki tane eşofman takımı çıkardım. Krem rengi alt ve beyaz rengi crobu olan takımı Senem'e uzatırken altı ve üstü mavi olan takımı kendime aldım. "Bunlar kim?" Elindeki resme baktığımda duraksadım. Resim, benim küçüklüğüme aitti. Beşinci yaş doğum günümde çekildiğimiz bir resimdi. Anne ve babam yanımdaydı. Eşofmanlarımı yatağa bırakarak Senem'in yanına ilerledim. "Anne ve babam... şehit oldular ama olsun, vatan sağ olsun." Senem üzgün gözlerle fotoğrafı yerine bıraktı. "Özür dilerim, yarana tuz basmak istememiştim." Elimi omzuna koyup sıvazladım. "Sorun yok." Eşofman takımlarımızı giydiğimizde saçlarımızı toparladık. "Senin anne ve baban, onlar nerede? Memleketinizde mi?" Senem'in saçlarını ören elleri duraksadı. Bir kaç saniye öylece durdu, ardından yutkundu. "Bunlar, şuan konuşmak istediğim konular değil. Daha sonra konuşuruz, belki." Anlayışla başımı salladım ve kızıl saçlarımı rasgele toparladım. Kapı çaldığında aşağıya indik. Kürşad abi, siparişlerin parasını ödeyerek pizzaları getirdi. Baran ve Uras, siyah bir eşofman takımı giymişti. Baran'ın üstü sıfır kolken Uras'ın ki kısa koldu. Kürşad abi, gri bir üst ve siyah bir eşofman giymişti. Koray, beyaz bir takım giymişti. Alpay ise gri bir eşofman ve beyaz bir kısa kollu giymişti. "Üç gün izinliymişiz, oh be!" Pizzalarımızı yemeğe odaklanmıştık hepimiz. "Onu bunu bilmem ama bildiğim tek şey, yüz yıl uyuyabileceğim kadar çok uykum olduğu." Alpay, lokmasını yuttuktan sonra konuştu. "Al benden de o kadar, kardeşim. Yemeğimizi yedikten sonra biz eve geçer uyuruz Senem'le direkt." İçtiğim kola bardağını ona salladım. "Saat gecenin ikisine geliyor, kalın burada işte. Merak etme, pizza yiyoruz, adam yemiyoruz." Alpay güldüğünde bunu onaylamak olarak algıladım. Gülerken çıkan gamzesini gördün mü, Asos? Bu adam kalbime çok zararlı anam! Yasaklı madde resmen! Bende bizim Bayan Çok Bilmiş nerede kaldı diyordum. Hemen Bayan Çok Bilmişi geldiği yere geri postalayarak bizimkilerle uzunca bir sohbete daldık. Sohbetimiz ve yemeğimiz bittiğinde Alpay ve Senem'e boş odaları söyledim ve onlardan istedikleri birine geçebileceklerini söyledikten sonra kendi odama geçtim. Uzun bir uyku bizi bekliyordu.
-Bölüm Sonu- -Bölümü nasıl buldunuz? -Bölümde en sevdiğiniz sahne?
|
0% |