@karanligaasikk_
|
* {Herkes mavi gözleri denize benzetir ve içinde kaybolduğunu söylerdi. Ama ben kısacık zamanda şunu öğrenmiştim ki kahverengi gözler de sizi hapsedebilir ve içinde kaybolabilirdiniz }
* Alarmımın sesiyle birden irkildim. En kısa zamanda bu sesi değiştirmeliydim aksi hâlde böyle sıçrayarak uyanacaktım. Alarmı kapatmak için telefonuma uzandım ve saate baktım. Çok uyursam diye alarmımı saat 20.00'a kurmuştum. Bu saate kadar hiç uyandığımı hatırlamıyorum. Anlaşılan uyusam sabaha kadar mışıl mışıl uyurdum.
Daha fazla oyalanmadan koltuktan kalktım. Kahve bardağını mutfağa bıraktım ve odama ilerledim. Odamda biraz kitap okuma fikri gülümsetmişti beni.
Küçük bir evde yaşadığım için çalışma odam yoktu. Hem tek başıma yaşadığım için hem de öğrenci olduğum için küçük bir ev tutmuştum kendime. Ve bu durumdan gayet de memnundum. Bu yüzden çalışmak için yatak odamı kullanıyordum.
Odamın kapısını açtım ve ardından lambayı da yaktım. Gece odamda güzel durur diye masamın olduğu duvara led ışıklarla kaplı bir alan yaratmıştım kendime. Burası odamda en sevdiğim ikinci yerdi. Başta biricik yatağım tabi kii...
En son okuduğum İçimizdeki Şeytan kitabı ile bakıştım. En son bu kitapta mıydım gerçekten? Ne ara geçmiştim hiç hatırlamıyordum. Sandalyeme oturdum ve kitabın kapağını açtım. Hiç başlamamıştım bu kitaba. Güzel olmasını dileyerek ilk satırları okudum ve kendimi kitap haricinde her şeye kapattım.
*
Yaklaşık 10-15 sayfa okuduktan sonra kitabın kapağını kapattım ve pencereye doğru ilerledim. Perdeyi araladım. Sonu yokmuş gibi görünen şehre uzunca baktım. Oldukça büyüktü Konya. Ayrıca büyüleyiciydi de. Tarihî yapılar, coğrafyası ve insanları çok güzeldi. Üniversite okumak için geldiğim bu şehir bana kendimi yabancı gibi hissettirmemişti. Hemen ısınmıştım. Bir İstanbul değildi belki ama güzeldi işte. Okuduğum üniversite nedeniyle şehir merkezine pek de uzak değildim. Bu yüzden şehrin ucu bucağı yok gibiydi. Her yeri görebiliyordum.
Karşı komşum olan Zeynep ablanın ışığı hâlâ yanıyordu. Hatta perdesi de açıktı ve kucağındaki bebeğiyle gidip geliyordu. Onları hep bu şekilde gördüğümde aklıma babam geliyordu. Bir zamanlar o da beni bu şekilde gezdirmiş olmalıydı değil mi ?
Gözlerimin dolduğunu fark ettim ve buruk bir tebessümle izlemeye devam ettim. Zeynep abla bir anda durdu ve penceresinin önüne geldi. Eliyle gel anlamında bir işaret gönderdi. Zeynep abla hangi saatte olursa olsun hep davet ederdi beni. Saat sınırlaması yoktu. Bunu bildiğimden ben de her zamanki gibi seve seve kafamı sallayarak geleceğimi belirten bir harakette bulundum. Perdemi çektim ve aynamın karşısına geçtim. Saçlarım uyuduğum için dağınıktı. Bu yüzden çeki düzen vererek sıkı bir at kuyruğu yaptım. Anahtarımı ve telefonumu alıp evimden ayrıldım. Karşı komşum olduğu için aramızda 3 adımlık mesafe vardı.
Zeynep ablanın bebeği olduğu düşüncesi aklıma gelince zile basmak yerine kapıyı çaldım. Karşımda kucağında ağlamaktan gözleri kızarmış oğluyla duran Zeynep ablayı görünce güldüm ve içeri girdim. "Hoş geldin canım benim" dedi Zeynep abla. Ben de: "Hoş buldum Zeynep abla" diyerek sarılmak üzere ileri atıldım. Kucağında oğlu olduğu için biraz zor olsa da güç bela sarıldık Zeynep ablayla birbirimize. Yaklaşık 1 yıldır tanışıyorduk Zeynep ablayla. 6 aylık bir oğlu vardı. Bu apartmana taşındıkları sırada hamileydi ve onu hamile bir şekilde görünce yardım etme isteğime karşı koymadan işlerin bir ucundan da ben tutmuştum. O gün bugündür severdim Zeynep ablayı.
Muhtemelen güç bela da olsa sarılmamıza bozulan küçük Ömer ağlamaya başladı.
"Sabahtan beri ağlıyor Gülce. Ne yapsam susturamadım. Halit abin de olmayınca hastaneye gitmek de istemedim ama böyle olmayacak gibi" dedi.
Ağlamaktan heder olmuş minik Ömer'e baktım. Kucağıma alayım diye ellerimi uzattım ve Zeynep abla da hemen ellerini bana uzatarak Ömer'i kucağıma bıraktı. Kucağıma aniden bırakılan Ömer de ben de şaşırdık. Kollarıma aniden yüklenen ağırlığa bakakaldım. Bu çocuk ne ara bu kadar ağırlaşmıştı böyle ?
Kucağımda ağlamaya devam eden Ömer'in ateşine bir de ben baktım. Biraz ateşi var gibiydi. Üstü de bu duruma nazaran kalındı. Zeynep abla fark etmemiş miydi acaba oğlunun ateşi olduğunu ?
"Biraz ateşi var gibi sanki Zeynep abla. Bir de sen bak istersen" dedim ve bunun üstüne Zeynep abla oğlunun ateşine baktı.
"Yanıyor çocuğum. Nasıl fark etmem ? Bakmıştım oysaki sen gelmeden önce sınırda bile değildi"
Telaşlanmıştı Zeynep abla. Hemen Halit abiyi arayıp durumu bildirdi. Ben de kucağımda ağlayan Ömerle beraber oturma odasına geçtim. O sırada Zeynep abla hem hazırlanıyor hem de Ömer'in bebek çantasını hazırlıyordu. Bana da Ömer'i pışpışlamak düşünüyordu tabii.
Yaklaşık 10 dakika sonra zil çaldı ve Halit abi geldi. Ömer onların ilk çocuklarıydı ve en ufak bir durumda telaşa kapılıyorlardı. Korktuğu yüzünden belli olan Halit abi hızla yanıma geldi.
"Oğlum, neyin var aslanım" derken yüzünü bana çevirdi. Gözleri dolmuştu. Biraz fazla endişelendiklerini düşünüyordum. Bebekti bu sonuçta. Ateşi de çıkardı, hastalanırdı da. Ama bunu onlara elbette söyleyemezdim.
"Hoş geldin Halit abi. Azıcık ateşi çıkmış sadece. Merak etme bir şeyi çıkmaz inşallah" dedim ve Ömer'i babasına verdim.
Zeynep abla kapıda Halit abiyi ve oğlunu izliyordu. Hazırlanmıştı. Yavaş adımlarla ilerledi ve eşinin yanına geldi.
"Korkma canım. Bebek bu hastanadabilir, ateşi de çıkabilir. Şimdi doktora gideceğiz ve neyi varmış öğreneceğiz. Sakin ol biraz" derken kendisinin farkında değildi sanırım. Çünkü Zeynep abla da bir hayli endişeliydi. Ayrıca lafı ağzımdan almıştı. Helal olsun Zeynep abla...
Zeynep ablanın sözlerine karşı Halit abi başını salladı. Arkasını döndü ve Ömerle beraber kapıya ilerledi. Ben de oturduğum yerden kalktım ve Zeynep ablanın yanına gittim.
"Bana da haber edersen sevinirim Zeynep abla. Merak ederim şimdi. İnşallah kötü bir şey yoktur" dedim. Zeynep abla başını salladı.
"Sen dediğin zaman fark ettim ateşi olduğunu. Anneyim ben, anne. Nasıl fark etmem ? Sen demesen belki de biraz daha sonra fark edecektim. Daha farklı şeyler olabilirdi. İyi ki geldin Gülce. Doğru düzgün oturamadık kusura bakma canım"
Dediklerine karşı gülümsemekle yetindim. İkimiz de kapıya doğru ilerledik. Ben kapımın önüne geldiğim sırada Zeynep abla da kapıyı kilitliyordu. Arkasını döndü ve :
"Mesaj atarım durumla ilgili. Tekrar teşekkür ederim Gülcecim"
"Rica ederim Zeynep abla. Hadi görüşürüz" dedim ve kapıyı açıp içeri girdim. Saat 22.30'u gösterirken başımın ağrıdığını hissettim. Oldukça yorucu bir günün ardından oldukça normal bir şeydi başımın ağrısı. Uyursam geçer düşüncesiyle odama doğru ilerledim. Kapıyı açtım. Üstüme çiçekli ve kısa kollu pijamamı giydim.
Yarın okula gitmem gerekiyordu. Güzel bir uyku çeksem iyi olurdu doğrusu. Göz kapaklarım ağırlaştı, ağırlaştı ve sonunda kapandı.
*
Telefonuma gelen bildirimle beraber gözlerimi açtım. Mesaj Zeynep abladandı. Saat sabahın 06.00'ıydı. Bu saate kadar hastanedeler miydi acaba ? Zeynep abladan gelen bildirime tıkladım.
"Korkulacak bir şey yokmuş canım. Ateşi biraz yüksek çıkınca sabaha kadar hastanede kalmamızı istediler. Kan da aldılar. Tahlil sonucu da temiz. Sadece diş çıkartıyormuş evladım"
Korkulacak bir şey yok mesajını okur okumaz derin bir nefes aldım. 6 aylık Ömer efendiye bak sen diş çıkartıyormuş demek... Ne ara büyümüş böyle ?
Daha fazla oyalanmadan mesaj gönderdim sevindiğime dair. Artık okul için hazırlanmam gerekiyordu. Yatağımı düzelttim ve hızlıca bir duş aldım. Beyaz bir gömlek ve mavi kot pantolonumu giyindim. Saçlarımı kuruttum. Yüzüme hafif bir makyaj yaptım. Hafif pembemsi bir nemlendirici, rımel ve güneş kremiyle hazırlığımı tamamladım. Çantama telefonumu atıp kapıya doğru ilerledim.
Genelde kahvaltı yapardım ama bugün canım bir şey istemiyordu. O yüzden mutfağı es geçerek vestiyerde asılı anahtarımı alıp ayakkabımı giydim. Kapımı kilitleyip asansöre bindim. Asansör kapısı açıldığı sırada üst katımda oturan pek sevgili (!) Mert ile karşılaştım. Bu çocuk asla akıllanmazdı. Benden 1 yaş küçüktü. Geceleri bazen evde yüksek sesle müzik dinler, koridorda çocuk gibi koşardı. Henüz çözebilmiş değildim.
Beni görünce salak saçma bir şekilde sırıttı. Onun bu sırıtışını görünce asansöre binmek yerine merdivenlere doğru ilerledim. Onunla aynı ortamda bulunmak istemiyordum. Beni yeterince geriyordu. Hızla merdivenlerden aşağı indiğim sırada ismimi söylediğini duydum. Giriş katına geldiğimde duvara yaslanmış bir şekilde beni bekliyordu.
"Sabah şerifleriniz hayır olsun Gülce hanım. Bu ne kaçış böyle ?" derken yüzünün ortasına bir tane geçirsem fena olmazdı. Ne saçmalıyordu sabah sabah anlam verememiştim. Ama şunu biliyordum ki Mert'in yüzünden derse geç kalmak istemiyordum. O yüzden yanından geçip gitmeye karar verdim.
Tam kapıdan çıkacakken sülük gibi koluma yapışan Mert yüzünden dışarıya çıkamadım. Bu çocuğun benimle derdi neydi ?
Daha fazla sakin kalamadım.
"Sen ne sanıyorsun kendini ha ? Bırak kolumu" diyerek kolumu ondan kurtardım.
Tepkime karşı gülümsemişti. Bu çocuk kesinlikle manyaktı. Fırsattan istifade kapıyı yüzüne kapatıp apartmandan ayrıldım ve kalabalığın arasına karıştım. Cadde üstünde bir apartman seçtiğim için bu kez sevindim. Hızla ilerledim ve durakta beklemeye başladım. Oldukça tempolu başlamıştı günüm. Bakalım beni daha neler bekliyordu ?
Otobüsü beklerken sosyal medya hesabıma girdim. İstek atan 17 kişi vardı. Bir blog sayfası açtığımdan beri mesaj atan atanaydı. Atılan isteklere girdiğimde 2 dakika önce atılan 'mertboy.ss' hesabını görünce kaşlarım çatıldı. İsminden de anlaşıldığı üzere ergenliğini hâlâ zirvede yaşayan bir manyakla aynı apartmanda oturduğum için üzgündüm. Hem de üst katımdaydı. Hemen engelledim. Uğraşmak istemiyordum.
O sırada da otobüs gelmişti. Etrafıma bakındım çünkü 3 yıldır bana otobüs arkadaşlığı yapan Hale henüz ortalıkta yoktu. Muhtemelen uyuyakalmıştı. Kartımı okuttum ve tıklım tıklım dolu olan otobüste hayatta kalmak için tutunacak bir yer aradım. Boyumun ortalamayı geçmesinden dolayı otobüsün üstümüzde kalan kısımlarındaki kollara yetişebiliyordum.
Telefonuma gelen bildirimle ekranı açtım. Hale'den mesaj vardı.
"Gülümmm geç kalmışım sen beni bekleme. Dönüşte görüşürüz" diye bir mesaj atmıştı Hale.
Bana kendince hoş bulduğu gülüm sözcüğünü kullanmayı severdi. Görüldüm açık olduğu için hemen geri döndüm Hale'ye.
"Tamam canım dönüşte görüşürüz". Gönder tuşuna bastım. Otobüs yavaş yavaş boşalıyordu. Benim inmem gereken yer son duraktan bir önceydi. O yüzden gözümü telefondan ayırdım ve yolu seyrettim. Derse henüz 45 dakika vardı ve ben gelmek üzereydim.
Durağa yaklaşınca neredeyse otobüsteki herkesin yerinden kalktığını gördüm. Hepi topu 3 kişi kalmıştı oturan. Biz bu kadar çok muymuşuz ki ?
Üniversiteye sadece sen gelmiyorsun Gülce. Son duraktan bir önceki durak burası unutma. 3 yıldır bunu yaşıyorsun hâlâ alışamadın mı?
İç sesim doğru söylüyordu. Ama ben hâlâ alışamamıştım bu duruma. Kafama kendime alışamamakla ilgili kızarken bir şeyle vuruldu. Sert bir şeydi bu ama küçüktü de. Arkamı döndüğümde elindeki bastonu kaldırmış, sinirle bana bakan bir teyze görünce şaşırmıştım. Bugün insanların benimle derdi neydi ?
"Ne yavaş iniyorsun evladım ? Daha inip bana yardım edeceksin. Haydi yaylanmadan in şuradan"
Bu sözler karşısında afalladım. Gayet de normal bir şekilde iniyordum oysaki otobüsten. Adımlarımı hızlandırdım ve otobüsten indim. Teyze hâlâ söyleniyordu. Tam ona yardım etmek için ileri doğru uzandığımda teyzenin arkasından gelen ses oldukça tanıdıktı.
"Gel teyzecim ben sana yardımcı olayım. Ver elini bana"
Teyze memnuniyetle kendine yardımcı olmak isteyen kişiye elini uzattı. Artık sadece sesi duymuyordum. Şimdi sesin sahibini de görüyordum. Ağzım bir karış açık kalmıştı.
Bugün beynim beni oldukça zorluyordu. Bu kadarı da fazlaydı. Orta boylu, vücudu gayet orantılı, üstünde mavi bir gömlek ve siyah pantolonuyla karşımdaki teyzeye yardımcı olan genç adama baktım. Bu artık şaka olmalıydı. Bu kadar da tesadüf olmamalıydı. Gözlerimi ovuşturdum. Evet, bunu ciddi ciddi yaptım. Ve tekrar gözlerimi açtığımda görüntü değişmemişti.
Karşımda teyzeye yardımcı olmaya çalışan kişi Emir'di. Henüz beni fark etmemişti. Bunu kendime fırsat bilip arkamı döndüm ve hızla okula doğru ilerlediğim sırada :
"Gülce" dedi aynı ses. Durup durmamak konusunda kararsız kaldım. İlerlemeye devam edince tekrar seslendi Emir.
"Gülce, bir saniye bekle" dediğinde bu kez durdum. Ama arkamı dönemedim. Emir önüme geçti ve gözlerini gözlerime çevirdi.
Herkes mavi gözleri denize benzetir ve içinde kaybolduğunu söylerdi. Ama ben kısacık zamanda şunu öğrenmiştim ki kahverengi gözler de sizi hapsedebilir ve içinde kaybolabilirdiniz.
* Bu bölüm de burada sona ererrr🤯 Kusura bakmayın bölüm biraz gecikti. Ama geciktiğinee değdi diye düşünüyorumm Bundan sonra daha sık bölüm atmaya çalışacağım Mert kim ve Gülce'ye neden böyle davranıyor ? Gülce ve Emir tekrar karşılaştı. Peki bu karşılaşma sonucunda neler olacak ? Hepsinin cevabı bir sonraki bölümde... Beklemede kalınnn. O zamana kadar kendinize iyi bakınn✨
|
0% |