@karanliginkizi
|
Ateş Gözcüsü'nün anlaımıyla Çelik kapıyı biraz daha zorladığımda açılmayacağını anlayıp biraz geriye çekildim. Bakışlarımı sağ taraftaki pencereye çevirip kilidin nerede olduğunu bulmaya çalıştım. Bu gece, bu eve girip işi bitirecektim. Pencerenin oraya ilerleyip sağ taraftaki kilidin oraya yöneldim. Cebimdeki çakıyı elime alıp ucunu kilide yerleştirdim. 1-2 zorlamada açıldığında aynı şeyi sol taraftaki kilide de uyguladım. Pencere açılırken ses çıkarmasın diye elimle tutup içeri ittim. Kendimi hafifçe yukarı itip içeri atladığımda ses çıkarmamaya özen gösterip oda da ilerlemeye başladım. Başarmıştım. Yıllar önce arkama bakmadan çıkıp gittiğim eve, yıllar sonra son kez girmiştim. Zaten ben buradan çıktıktan sonra, ne gizlice girecek bir penceresi nede arkana bakmadan çıkıp gidebileceğin bir kapısı olacaktı. Koridorda ilerleyip kapısı kapalı olan odanın önünde durduğumda derin bir nefes verdim . Eldivenli elimi kapının kulpuna koyup kapıyı açtım. Oradaydı, yatağında muhtemelen huzurlu bir uykunun içindeydi. Odanın içine girip sessizce ilerledim. Yatağının başında durduğumda, maskemin altındaki sırıtmaya engel olamadım. Kafamdaki pelerini indirdiğimde, yüzümü gizleyen sadece gözlerimin altından bağladığım bez parçasıydı. Turkuaz gözlerimi odanın içinde gezdirdiğimde çokta bir şeyin değişmediğini fark ettim. Duvara dayalı, ağaçtan yapılmış eski bir dolap, dolabın yanına asılmış yarısı kırık ayna, aynanın altında bir ayağı kırılmış sehpa. Hepsi yerli yerindeydi. Aynanın oraya yürüyüp sehpanın üstündeki çerçeveyi elime aldım. İçinde kurumuş bir gül vardı. Alt köşesine bir tarih atılmıştı. Ne zamandan beri kurumuş çiçeklerin altına tarih atıyordu? Kaşlarımı hafifçe çattığımda arkamdaki hareketlenmeyle hafifçe sırıttım. Uyanmıştı. Uyanarak kendi ayağına sıkmıştı. Ay'ın içeriye yansıyan ışığının oluşturduğu gölge duvara yansıyıp gözlerime çalındığında sırıtmamda genişledi. Beni bir vazoyla etkisiz hale getirebileceğini mi düşünüyordu? Ayrıca vazoyu nereden bulmuştu? Vazoyu tam kafama indirecekken seri bir hareketle yana kayıp ona dödüm. O daha ne olduğunu anlayamadan vazoyu tutun elini tutup büktüğümde vazo yere düşüp tiz bir ses çıkardı. Bana şaşkın ve korku dolu gözlerle bakmaya başlamıştı. Yıllar önce ise bu gözlerle bana bakarken tek ve değişmeyen bir duygu görürdüm. Nefret. Beni tanımamıştı. Yıllar önce evden bir gece vakti kaçıp giden ve bir gün bile aramadığı çocuğu hatırlayacağını da düşünmemiştim zaten. Kurtulmak için çırpınmaya ve çığlık atmaya başladığında, ayağımda dizlerini vurup yere düşmesini sağladım. Tuttuğum elini arkaya getirip diğer eliyle beraber cebimden çıkardığım iple bağladım. Çığlık atacağı sırada boynunu hafifçe arkaya eğip, gözlerini gözlerimle hizaladım."Çığlık attığın an dilini keserim. Şimdi sessiz ol ve başımı ağrıtmayı kes" daha demin korkudan açılan gözleri şimdide dolmaya başlamıştı. Ağladığında ona merhamet edeceğimi mi düşünüyordu? Benim sırtıma sıcak demiri bastığında ben ağlamıştım, peki o bana merhamet etmiş miydi? Hayır. Günlerce yemek vermeyip soğuk ve rutubetli bir depoya kitlediğinde ağlamıştım, peki o bana merhamet etmiş miydi? Hayır. Ben niye ona merhamet edecektim ki? Çöktüğü yerden kaldırıp oturma odasına götürdüm. Kenardaki sandalyeyi ortaya çekip onu sıkı bir şekilde bağladım. Ben bunları yaparken o ise sessizce ağlamayı seçmişti. Ne kötüydü ki bu benim sadece hoşuma gidiyordu. Buruşmuş yüzüne iğrenerek baktığımda içimdeki duygu daha da kabardı. Onu öldürmek istiyordum. Onu hemen burada, bu saniye öldürmek istiyordum. Ve yapacaktım da. Ama önce acı çekecekti. Mutfağa ilerleyip çekmeceleri karıştırmaya başladım. İkinci çekmeceyi açtığımda gördüğüm ağaç saplı bıçakla acı bir gülümseme yüzüme yerleşti. Bununla beraber sırtımdaki yaralar da sızlamaya başladı. Bu bıçağı ısıtıp sırtıma kesikler atmıştı. Peki, benim suçum neydi? Bilmiyordum. Önceki işkencelerin sebebini bilmediğim gibi. Bıçağı elime alıp yeniden oturma odasına döndüm. Gözleri kızarmaya başlamıştı. Diğer sandalyeyi de alıp tam karşısına koydum. Oturduğumda bir süre onunu incelemeye başladım. Rengi solmuş bir gecelik, kirli ve birbirine girmiş saçlar, üflesem uçacak kadar zayıf bir vücut. O hâlâ korkusundan konuşamazken bir hamle daha yapıp kim olduğumu gizleyen son bez parçasını da yüzümden çıkardım. Ağlamaya devam ettiğinde kaşlarımı çatıp sinsice sırıttım “Beni gerçekten hatırlamadın mı ihtiyar?” anlamaz gözlerle bana bakmaya başladığında oturduğum sandalyeye iyice yerleştim. “Beni diyorum, hatırlamadın mı? Yıllarca türlü işkenceye maruz bıraktığın, evden çıkıp gittiğinde bir gün bile aramadan öldü dediğin, kendi öz çocuğunu hatırlamadın mı?” şaşkınlık yüzüne uğradığında yavaşça bir isim fısıldadı; Drake “Drake? Demek adımı hatırlıyorsun. Ama şunu bil ki ben artık Drake değilim.” aniden gür bir kahkaha attığımda yerinde sıçradı. Sandalyeden sertçe kalkıp yere düşmesini sağladığımda, bağlı olduğu yerde geriye çekilmeye çalıştı. Tam önünde durduğumda yüzüne biraz daha yaklaştım. Korkutucu bir tınıyla yavaşça fısıldadım “Sen onu yıllar önce, daha 5 yaşındayken sadece 1 saat fazla uyuduğu için kapıya attığın gün öldürdün” biraz daha eğilerek, dudaklarımı kulağına yaklaştırdım “Şimdi bende seni öldüreceğim, tam da burada” söylediğim şeyle titrediğinde geriye çekilip tam yüzüne baktım. İğreniyordum ondan. Düşündüğümde bile midem bulanıyordu. Ben onun yüzünden birçok kez intihar etmeye kalkışmıştım. Onun yaptığı bir hata sonucu dünyaya gelmem, benim suçum değildi öyle değil mi? Bunu öğrendiğimde sadece 7 yaşındaydım. İlk kez bir aile gibi oturup normal bir gün geçirmiştik. Okulda veya sokakta gördüğüm hemen hemen herkesin yanında babası vardı. Bende merak edip sormuştum “Benim babam nerede?” anne diyemezdim ona. Anne demem yasaktı. İlk önce bir gülümseme yerleşmişti yüzüne sonrasıysa tam bir kâbustu. İlk önce sinir krizi geçirip evi dağıtmış ardından da bana bıçak çekmişti. Yüzüne iğrenerek bakıp kiler olarak kullandığı odaya yöneldim. Bu oda hep soğuktu, güneş almazdı. Duvarları rutubetle doluydu. Buraya az kilitlenmemiştim. Odunluktan kuru bir meşe çıkardığımda gözlerim doldu. Hayır, şimdi ağlayamazdım. Güçsüzlüğümü ona yeniden gösteremezdim. Derin bir nefes alıp, gözyaşlarımı geriye ittiğimde elimdeki meşeyle yeniden yanına döndüm. Meşeyi de, bıçağın yanına koyup tekrardan sandalyeye oturdum. Yüzümü ona çevirdiğimde ağlamasının durduğunu gördüm. Cebimden çıkardığım kibrit kutusuyla oynamaya başladığımda, fısıltıyı andıran, çatallaşmış sesiyle konuştu “Yıllar sonra neden geldin?” söylediği şeyi umursamayıp bakışlarımı kibrit kutusundan çekip ona döndüm “Biliyor musun? Bugün benim doğum günüm. 19 Mart” Anlamaz gözlerle bakmaya devam etiğinde hafifçe gülümsedim “Yıllar sonra buraya gelmemin nedeni, senin hâlâ yaşıyor olman” vahşi bir sırıtmayı dudaklarıma kondurduğumda, yavaşça ayağa kalktım. Fazla oyalanmıştım. Bu iş artık bitmeliydi. Bıçağı koyduğum yerden alıp yanına yürüdüm. Tam önüne geldiğimde ise onunla aynı boyda olmak için hafifçe çömeldim. Elimdeki bıçağı gördüğünde yüzüne dehşet uğradı. O da sonunun nasıl olacağını anlamıştı. Tam bağırmaya başlayacakken gözümü bile kırpmadan, tam gözlerinin içine bakarak bıçağı karnına sapladım. Dudaklarından acı bir çığlık koptuğunda, tepkisiz bir suratla onu izlemeye başladım. Elimi bıçağın üstünden çekmediğim için kan olmaya başlamıştı. Bıçağı sapladığım yerden çıkarıp, bu seferde diğer tarafa sapladım. Yeniden çığlık attığında vahşice sırıttım. Bıçağı oradan da çekip yere attığımda ayağa kalkıp geriledim. Daha işim bitmemişti. Sırtıma astığım sadak ’tan bir ok alıp yayıma yerleştirdim. Hedefe odaklandığımda, onu yakın mesafeden ve sol omzundan okla vurmuştum. Kısık bir çığlık attığında sırıtmam genişledi. Çığlık atmaya bile gücü kalmamıştı. Yerdeki odunu alıp arkasına geçtim. Oda daha şimdiden kan kokmaya başlamıştı. Odunu tam ense köküne sert bir hamleyle indirdiğimde sesi bile çıkmadan kafası öne düşmüştü. Nabzını kontrol ettiğimde çok yavaş attığını fark ettim. Önüne geçip omzuna sapladığım oku sertçe çıkardım. Yerde duran bıçağı, çıkarıp yere atığım bez parçasını aldığımda, yatak odasına geçip yeniden sadece gözlerim açıkta kalacak şekilde bağladım. Pelerini de kafama geçirdiğimde artık her şey hazırdı. Onu öldürdüğüm odaya yeniden dönüp arkamda iz bırakmış mıyım diye kontrol ettim. Ardımda hiçbir iz bırakmamıştım. Odanın eski, sıvası dökülmüş kapısını kapattığımda, yatak odasında bulduğum battaniyeleri ıslatıp kapının altına teptim. Kuru olan battaniyelere biraz alkol döküp, daha demin elimde oynadığım kibrit kutusunda bir kibrit yakıp üslerine attım. Battaniyeler tutuşmaya başladığında mutfağa girip çekmecede gördüğüm zarfı yanıma aldım. Üstünde bir tarih ve saat yazıyordu. Zarfı cebime sıkıştırıp evden hemen ayrıldım. Tıpkı o gün gibi kapıdan çıktım. Tek fark koşarak değil de yürüyerek, gayet sakin bir şekilde çıkmam olmuştu. Sağ elim, belimdeki kılıcı sıkıca kavradı. Başarmıştım. Yıllarca bana acı çektiren kadından intikam almıştım. Şimdi sıra diğerlerindeydi… ..................................................................................................................................................................................................................... Bu benim yayınladığım ilk kurgum ve oldukça heyecanlıyım. Yazım yanlışları varsa uyara bilirsiniz bir sonraki bölüm geç gelebilir çünkü harita hazırlama aşamasındayım.
|
0% |