@karanligiyazar
|
Katilin kurbanını izbe bir koridorda nasıl kovaladığı umurumda değildi. Zira ben de şu dakikadan itibaren bir kalp katilinin kurbanıydım ve tam da burada, bordo koltuğun üzerinde ağlama krizinden ölmeyi bekliyordum. Yaşlardan bulanık görmeye başladığım gözlerim hep aynı noktaya sabitlenmişti; ona. Ona ve yanındaki ultra sarışın kıza. Beynimin vermek istediği komutu dinleyecek olursam buradan yaka paça dışarı atılacağımı biliyordum. Savaş çıkaracak değildim, sadece sebebini öğrenmeliydim. Bana sinemaya gideceğini söylediğinde, ilk önce neden davet etmediğini düşündüm. Sonra hangi filme gideceğini ve kimlerle olacağını. Fakat bunları sormadım; yine kendi kendimi yedim ve kafa yormaktan bitap düştüm. "Alçak katil." Arka sıralardan gelen sesle her ne kadar farklı katillerden bahsediyor olsak da aynı fikirdeydik. Benim katilim de alçak, oldukça düşüncesiz, kalp kırangiller türünün en iyi örneği ve vicdansızlık derecesinde yakışıklıydı. Kazağımın koluyla gözyaşlarımı silerken, saniye başı yerini doldurması biraz sinir bozucu olsa da gözlerimin önünde bağım bahçem yanmış gibi içli içli ağlamaktan vazgeçemiyordum. Saçlarındaki parlaklık devasa ekrandan daha fazla yansıyan o kız, numaradan korkup Rüzgar'a sarılmaya çalışırken ben sadece ağlıyordum. Rüzgar... Onu tanıdığımdan beri oyunun tüm kurallarını ezbere bildiğim basketbolcu Rüzgar. Kızıla çalan saçlarını rahatlıkla karıştırmasından anlıyorum ki kucağındaki patlamış mısıra asla dokunmamış. Çünkü amaçları film izlemek değil, biraz daha yakınlaşmaktı. Kimse yağlı parmakları tutmak istemezdi sanırım. Benimle sinemaya gittiğinde ise kendi mısırlarını bitirmiş ve üstüne üstlük benim kolamı da içmişti. Yan yana bile değildik, aramızda tam üç kişi vardı. Yer kalmayan sinema salonunda bir sonraki seansı beklemedik, başka bir filme gitmedik... Aramızdaki üç liseli ergen grubuyla komedi filmi izledik. Çünkü siz hiçbir zaman sevgili olmadınız. İç sesimin beni hayal aleminden uyandırmasıyla yerimde kıpırdandım. Henüz Rüzgar ile sevgili değildik belki ama bu umut vermediği anlamına gelmiyordu. Bana bakışı, başını yana eğip gülüşü, WhatsApp'tan attığı ses kayıtları, sarhoşken beni araması... "Kurban çok saf, katile başka seçenek bırakmak istemez gibi salakça davranıyor." Arka çaprazımdan gelen düşünceyi üzerime alınmadan, yan koltuğa yerleştirdiğim montumu sertçe çektim. Bu kadar asi bir çıkış yaparken birinin ayağına basmamayı dileyerek geniş kapının önüne ulaştım. Bazı gözler bana çevrilse de salonu zaman zaman aydınlatan ekran ışığı onları tanımam için yeterli olmuyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, Rüzgar'ın sarışın kızdan bir santimetre dahi uzaklaşmamış olması beni ilgilendiren tek şeydi. Film afişlerinin sıralandığı lavabolara ulaştığımda yapmam gereken en son iş aynaya bakmaktı. Aynı zamanda bu, yaptığım ilk eylemdi. Henüz sevgili olmadan aldatılmış ve terk edilmiş gibi hissediyordum. Soğuk suyu açıp gözaltlarıma inen rimel kalıntılarını temizlerken hep aynı duyguyu yaşadığımı hissettim. Birilerinin en mutlu anıyla benim en hüzünlü anımın ortak olmasını. Bunu en yakın arkadaşıma anlatmalıydım. Zaman kaybetmeden içimi dökmeliydim. Kopardığım havlu peçetelerle elimi yüzümü kuruladıktan sonra sırt çantamın fermuarını açtım. On altı yaşımdan beri sessizce beni dinleyen ortağıma, sevgili günlüğüme yaşadıklarımı yazmalıydım. Kalemimin kapağını ağzımla açıp, kısa bir an, hiç durmadan yazmaya başladım. 'Kırılıp toparlanmaktan yoruldum Önüme gelen saçlarım beni rahatsız edince kafamı kaldırıp aynaya baktım. Berbat görünüyordum. "Kurban çok saf, katile başka seçenek bırakmak istemez gibi salakça davranıyor." Bu tek cümle kulaklarımda uğuldarken ne olduğunu dahi anlamadan bulunduğum yerden hızla çıktım. İlk kez acele adımlar atarken ağlamıyordum. Sadece oldukça öfkeliydim. Ve hayatımda ilk kez, tüm bunların sorumlusu gibi hissetmeyi başarmıştım. Akşamın karanlığı ve serinliği tenimde birleşirken insanların arasından geçip gitmeye çalıştım. Henüz alışveriş merkezinin bahçesinden çıkmıştım ki gözüme ilişen büyük çöp kovalarına soğuk bir gülümsemeyle merhaba dedim. Etrafında ağzı açık siyah poşetler sıralanmıştı ve sokağın başından, bulunduğum noktaya doğru büyük bir çöp toplama kamyonu yaklaşıyordu. "Bu bir işaret." Derin bir nefes aldım ve sıklaşan adımlarım, bitiş çizgisine ulaşan sporcu heyecanıyla öne doğru atıldı. Elimdeki defteri, üç senedir hayatımı dinleyen dostumu, hiç düşünmeden ve arkama dahi bakmadan, basit bir obje gibi atıkların arasına postaladım. Hayatımın devamı yolun karşısındaki otobüs durağında başlayacakmış gibi oraya yürüdüm. Bir taksinin bana çarpma ihtimalinden endişelenip tanımadığım insanlarla dip dibe yaya geçidinde ilerlerken sadece nefes almayı denedim. Ve az önce yaptığım şeyi unutmayı. Tam o esnada gelen otobüs sayesinde duraktaki banka oturup çöp öbeklerini izleme aktivitesinden de kurtulmuş oldum. Cam kenarına kurulduğumda usulca dışarı baktım. Fakat kamyon görüş alanımı kapamış ve hayatımın bir kısmının belgelerini yeryüzünden yok etmeye başlamıştı. Eve saat kaçta ulaştığımı bilmiyordum. Anneme ne söylediğimi, hangi pijamaları giydiğimi ve kulaklığımı takıp hangi müziği dinlediğimi de. O gece sadece hayatımın eskisi gibi olmayacağına emindim ve bu bana yetiyordu. Başımın ağrıdığını hissettiğimde telefonu başucumdaki komodine bırakmak üzereydim ki, karanlık odamda bir ışık belirdi. Sessizde olduğu için tüm gücünü bana parlaklıkla sunan ekrana yüzümü buruşturarak baktığımda bunun bir Instagram bildirimi olduğunu fark ettim. metanoia seni takip etmeye başladı |
0% |