Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. BÖLÜM

@karanliktaki.isik3

⭐= 🌟

Bölümde geçen şarkı; Sagopa kajmer- Geceler

 

Alarmın sesiyle gözlerimi araladım. Hava hala karanlıktı dışarıda benim gibi işine erken gitmek için yola çıkan insanlar haricinde diğer kısım hala sıcacık yataklarında uykudalardı. Yattığım yerden doğrulup gözlerimi ovuşturarak başımı pencereye çevirdim. Sitenin ışığı içeriyi aydınlatıyordu, dışarıyı izlerken de bir yandan saçımı öylesine topuz yaptım. Sıcacık yatağımı terk edip terliklerimi giyip banyoya doğru ilerledim.

 

Olabildiğince sessiz olmaya çalışıyordum çünkü tek yaşamıyordum. Annem veya babamla birlikte yaşadığım için onları uyandırmak istemiyordum. Zaten uyancaklarını da düşünmüyordum. Beni şimdiye kadar umursamayan bir ailede bu yaşa gelmiştim. Hiçbir şeyim eksik olmamıştı şimdiye kadar ama sevgiden yoksun büyümüştüm. Ben yaşadıklarımın aksine hep sevgi dolu oldum. İnsanlara, küçük bir kediye, evine yiyecek taşıyan minik karıncaya, koparılıp kaldırıma atılan çiçeğe ve daha nice canlı hatta cansız eşyalara bile hep sevgiyle yaklaştım.

 

Benim her zaman ki rutinim olduğu için artık onlarda alışmıştı. Lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım. Lavaboda işimi bitirdikten sonra odama geçip üzerime siyah tişörtümü altıma da siyah kot pantolonumu hızlıca geçirdim. Saçımı çözüp sıkıca at kuyruğu yapıp dünden hazırladığım sırt çantamı da alıp kapıya doğru ilerledim. Hemen mutfağa girip çantamı sandalyeye bırakıp kendimce hazırladığım kahvaltımı yaptım. Kahvaltımı bitirdikten sonra bulaşıklarımı makinaya bırakıp çantamı bıraktığım yerden alıp koridora çıktım. Ceketimi giyip sessizce dış kapıyı açıp, kendimi dışarıya attım.

 

Kapıyı kapatıp ayakkabılarımı giymek için eğilmiştim ama yerde bir şey gördüm. Yerdeki duran zarftan başka bişey değildi. Zarfı elime aldım, isim yazıp yazmadığına bakmak için arkasını çevirdim. İsim yazmıyordu kime geldiğinde çok merak ediyordum ama aynı zamanda işe de geç kalıyordum. Zarfın burda değil aşağıda girişte bulunanan kapı numaramızın bulunduğu kutunun içersinde olması gerekirdi. Onu okumaya kalkarsan işe geç kalıcaktım, zarfı çantamın küçük gözüne koyup ayakkabılarımı giydim.

 

Asansörün düğmesine basıp gelmesini bekledim. 15 yazısını ekranda görür görmez kapı açıldı. Hemen "0" tuşuna basıp bekledim. Bir anlığına asansör duraksadı, bugün asansörde bir sıkıntı vardı. Aşağıya inerken garip garip sesler geliyordu, kapalı alan fobim olduğu için biraz korkmuştum. Neyseki bişey olmadan aşağıya ulaştım.

 

Beni çok seven bir ailem olduğu için beni sırf otobüsle göndermemek, yine ve yine onların istedikerinin olmasını istedikleri için on sekizime girer girmez ehliyet aldırıp, altıma son çıkan modellerden bir araba almışlar benden habersiz süpriz niyetine. Neymiş diğer yaşıtlarımdan geri kalamazmışım, en iyi şartlar da yaşamamı istiyorlarmış, mış ta mış...

 

Sadece bizim hayatımızdan ibaret olmadığını, zor şartlar altında yaşayan benim yaşıtım bir sürü genç olduğunu onlara anlatamadım gitti. Ama ben onlara inat kazandığım psikoloji bölümüne gitmek yerine adliye de Zabıt katibi mesleğini seçerek onların istediğini bu sefer yapmadım. Tercihimi bile kendim yapmamıştım, psikoloji bölümünü sırf annem ve babam istiyor diye yazmak zorunda bırakıldım. Üniversiteye devam etmediğim için bana kızsalar bile anne ve babamı dinlemeyip, onlara bağlı olmadığımı göstermek için bu mesleği seçtim. Onlardan gizli kurslarına gittim ve başardım.

 

Arabaya yaklaşırken kumandasına basıp kapıların kilidinin açılmasına sağladım. Şoför tarafının kapısını açıp, sırt çantamı elime alarak koltuğa oturdum. Çantamı yan koltuğa yerleştirdim. Emniyet kemerimi takıp arabayı çalıştırdım. Daha fazla gecikmemek için yola koyuldum.

 

Yaklaşık yarım saat sonra adliye ye ulaştım. Yavaş yavaş hareketlenme başlamıştı adliye de. İçeriye girip asansörün düğmesine basıp beklemeye başladım o sırada yüksek sesle konuşarak iki kişi girdi kapıdan. Birisi 1.90 boylarında, esmer, hafif dalgalı kahverengi saçları, yeşile çalan ela gözleri olan oldukça kalıplı bir vücuda sahipti. Yanındaki kendisinden yaklaşık beş santim kısa, kahverengi gözlü, düz ve fön ile şekil verdiği saçlara sahipti. Konuşmalarından anladığım kadarıyla arkadaşlardı. O kadar çok incelemeye dalmıştım ki ela gözlü çocuğun beni izlediğini anca fark etmiştim.Yanlış anlamış olduğunu düşünerek bir anlık panikle gözlerimi onlardan, asansörün kapısına çevirdim. Gelmesine bir kat kalmıştı, içimden çabuk gelmesi için dua ediyordum çünkü bana doğru yaklaşmaya başlamışlardı. Yaklaşık on , onbeş adımlık mesafe kala asansörün kapısı açıldı. Öyle bir hışımla girdim ki girerken dengemi kaybedip kolumu çarparak girmek durumunda kaldım.Çıkacağım katın numarasına basarken o çocuğun bana seslendiğini gördüm.

 

" Bakar mısın bir dakika "derken aynı zamanda buraya doğru yaklaşıyordu.

 

Duymazlıktan gelerek kapının biran önce kapanmasını istiyordum. Ve istediğim oldu tam kapının önüne gelmişti ki sadece bana bakmakla yetindi, kapı çoktan kapanmıştı. Arkama yaslanıp bir "oh" çektim kolumu tutarak. Çok acımıştı, bu paniğim yüzünden başıma bir sürü olay gelmişti. Normal bir insan orada kalıp " kusura bakmayın yüksek sesle konuşarak girince refleks olarak bakmak durumunda kaldım. Acaba bu kadar yüksek sesle konuşmalarının sebebi ne diye de incelemeye dalmışım, pardon!" Demesini beklerdim çünkü ben o amaçla bakmıştım. Bu saatte bu ses tonu adliye de olsa fazlaydı. Tabi ki herkesin derdi vardı ama her derdi olan bi ses çıkarsaydı, dünyada ses kirliliğinden dolayı yaşayan canlı kalmazdı.

 

Yaşanan olayı bir kenara bırakıp işime geçtim. İş arkadaşım, aynı zamanda yakın arkadaşım olan Ayça ile birlikte çalışıyorduk. Bana göre çok enerjik bir kızdı. İşe benden on dakika sonra gelirdi. Bende onun gelmesini beklerken ikimize kahve yapardım. Ben kahveleri tam fincana dökerken de şimdi duyduğum cümleyi her sabah duyardım

 

" Günaydın Güneş' im. Bakıyorum senin güneşin daha doğmamış kahve yaptığına göre"gözlerimi devirerek gülmeye başladım.

 

" Her gün şu espriyi yapmaktan vazgeçmeyecek misin Ayça. Senin yüzünden ismimden soğudum."

 

Ayça dediğime gülerken kahvesini ona uzattım.

 

" Maalesef Güneş'im. Bu espriyi senin hayatın da olduğum sürece duyacaksın" dedikten sonra kahvesinden bir yudum aldı.

 

" Ayça biliyor musun ben bir karar aldım" dedim anlık modla ciddi bir ifade takındım. O sırada Ayça meraklı gözlerle bana bakarak söze girdi.

 

"Neymiş o Güneş hanım merak ettim şimdi, yoksa ismini falan mı değiştireceksin " dedi.

 

Birden şok oldum, diyeceğim şeyi bilmişti ben onu değil o beni keklemişti.

 

" Ayça yok artık! Bu kadar da olmaz yani bunu nasıl bildin ya, hevesim kursağımda kaldı."

 

Ayça dediğime büyük bi kahkaha attı çay ocağı Ayça'nın kahkalarıyla yankılandı. Ben ise darılmış gibi yapıp, Ayça' yı biraz daha uğraştırmak istiyorumdum.

 

" Sana diyorum benim altıncı hislerim kuvvetli diye ama bana inanmıyorsun Güneş ben napayım yani." Dedi gülmeye devam ederken.

 

" Neyse kahvelerimizi içelim yavaş yavaş hazırlanalım artık. Bu kadar şaka yeter Ayça. Senin yüzünden şaka dahi yapamıyorum ama neyse" dedim gözlerimi devirerek.

 

Ayça' ya böyle yapmaktan o kadar hoşlanıyordum ki, o da benim hoşuma gittiğini bilerek devam ettiriyordu. İlk duruşmanın başlamasına az kalmıştı. Hemen salona geçip yerime oturdum, gerekli hazırlıklarımı yapıp yetkili kişilerin gelmesini bekliyordum. Salonda sadece ben vardım, bu günün yine yorucu geçeceğini biliyordum neredeyse boş günüm hiç yoktu çünkü. Bu işi hukuk okumak istediğim için seçtim bir nebze. Benim asıl okumak istediğim bölüm Hukuk' tu. Hakim olup herkesin kendine göre yazdığı yasayı değil, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre adaleti sağlamak istiyordum.

 

Annem psikolog diye başta annem daha sonra

babam beni psikoloji bölümünden devam etmemi istiyorlardı. Benim yaşıtlarım -durumu benim gibi olanlar, ailemin dilinden düşmeyen kitle yani- annesi, babası ona her imkanı sunuyor diye çoğunluğu onların dediğine uyarak, hayallerindeki mesleklerden vazgeçiyorlar. Ben ise o çoğunluğun dışında kalan kısımdım. Herşeyi göze alarak aileme karşı çıktım onların değil, benim kendi istediğim mesleği yapacağımı onlara direttim. Bu sene sınava tekrar çalışıyordum çünkü gerçekleştirmem gereken bir hayalim var. Ben bu düşüncelerle tartışırken herkes yavaş yavaş gelmeye başlamıştı.

 

Herkes geldikten sonra ilk duruşma başlamıştı. Her konuşulan kelimeleri, kurulan cümleleri hızlı bir şekilde bilgisayara geçiriyordum. Bu duruşma diğer duruşmalara göre daha kısa sürmüştü. İki saat sonunda bir kahve molası vermek için salondan çay ocağına doğru yol aldım. Çok vaktim yoktu acele etmem lazımdı. Bu gün bir ilk yaşadığım için tadını çıkarmak istiyordum. Genelde beş, altı saatte sürdüğü oluyordu.

 

Molamı bitirdikten sonra duruşma salonuna doğru ilerlemeye başladım. Tam salona girecekken kapının biraz uzağında koltuklarda, sabah çok fazla sesleri çıktığı için dikizlediğim o iki arkadaşı gördüm. Yoğun bir sohbetin içerisindeler gibi görünüyorlardı. Tekrardan beni onlara bakarken görmemeleri için vakit kaybetmeden salona girdim ve yerime geçtim. Herkes yerlerine geçince müvekkillerin isimleri çağrılarak içeri girmeye başladılar.

 

"Davacı Cem Vural, davalı Ayaz Günay" içeriye hangisinin davalı hangisinin davacı olduğunu bilmiyordum ama o tanıdık yüzü gördükten, gözlerini bana diktikten sonra tahminim netleşti.

 

" Tanıklar Berk Keskin, Alya Vural" isimlerini dedikten sonra mübaşir, herşeyi kendimce kafamda kurmuştum.

 

Sabah ki gördüğüm şahsiyet bence davalı taraftı. Zaten yöneldiği taraftan da anlamıştım. Davacı hakimin sağ tarafına yani Cem Vural geçerken, davalı sol tarafa yöneldi, Ayaz Günay...

 

Ben ona bakmamaya çalışıyordum, zaten işim gereği bakmam biraz zordu. Her söyleneni yazmak, profesyonel değil iseniz biraz yorucuydu. Ben haklıydım o konuda ama paniğim beni yine olmadık yerlere sürüdü. Bir yandan yazarken bir cesaretle gözüm ona kaydı. O an göz göze geldik, gözleri o kadar derin yüzü de bı o kadar sert ve ciddi duruyordu. Hemen bilgisayara bakıp göz temasını sonlandırdım. Mübaşir olayı anlatmaya başlamıştı. Duyuyordum, yazıyordum fakat olayı başından dinleyememiştim

 

" 2 Haziran cumartesi akşamı gerçekleşen kazada, Ayaz Günay' ın alkollü olduğu halde araç kullanması sonucu davalı Cem Vural ve eşi Alya Vural' ın içersinde bulunduğu araca, Ayaz Günay'ın sağ kavşaktan gelip, kırmızı ışıkta geçerek hem maddi hem psikolojik açıdan zedelen davalı Cem Vural'ın, Ayaz Günay' a açmış olduğu davada Ayaz Günay suçlu bulunmuştur."

 

Mübaşir konuşmasını sonlandırdıktan sonra yargıç söze girdi.

 

"Ayaz Günay avukatın nerede? Duruşmanın başlıyacağı saati bilmiyor mu senin avukatın!"

 

Derken yargıcın sesi çok sert çıkıyordu. Bana kalsa avukatı beklemye gerek yoktu. Savunulacak bir tarafı yoktu çünkü bu ayyaş Ayaz Günay'ın. Yüzünde hiçbir mimik oluşmadan yargıça birde utanmadan cevap verdi.

 

" Gelince birde ona sorun sayın yargıç biliyor muymuş, bilmiyor muymuş."

 

O kadar gıcık konuşuyordu ki yargıç yerine ben sinir olmuştum. Hayır yani nerden geliyordu bu rahatlık. Yargıç bu ukala konuşmanın altında tabi ki de kalmazdı ve benim iç sesimi konuşturduğu için çekinmesem kalkıp yargıcı öpücektim.

 

" Ne kadar ukala bişeysin sen böyle büyümüşsün ama karakterini oturtamamışsın yazık! Daha fazla ileriye gidersen siciline bir dava daha eklenecek haberin olsun !" Dedi yargıç.

 

Bu kadına aşıktım, çünkü şimdiye kadar asla adaletsiz davrandığını görmemiştim. İşte bu yüzden hukuk okuyup hakim olmak istiyordum. Adeleti sağlayabilen o kadar çok az hakim vardı ki bu hakim de onalardan yalnızca birisiydi. Düşüncelerim birden kapının açılmasıyla dağıldı. İçeriye giren kişiyi tahmin etmek o kadar da zor olmadı. Giren kişi Ayaz Günay'ın avukatından başkası olamazdı. Cübbeli avukat

1.80, 1.85 boylarında, saçlarının arasında hafif beyazları olan, ve geniş omuzlara sahip bu avukat içeriye girince kısa süreliğine ortamı sesszilik kapladı. Sessizliği ilk bozan tabi ki de yargıç oldu.

 

" Duruşmanın başlıyacağı saatten habersizdiniz galiba Avukat Bey. Bu kadar geç kaldığınıza göre vardır bence bir sebebiniz, çünkü bu kadar insan sizi beklemek zorunda kaldık." Yargıcın sesi sert ve sinirli çıkıyordu. Çünkü adliye de bir dakikanın bile önemi çok fazlaydı.

 

" Affınıza sığınıyorum sayın Hakime. Biliyorsunuz İstanbul'un trafiğini, beklettiğim için başta sizden ve burada bulunan herkesten özür diliyorum. " Dedi avukat duruşu dikti ama bir özür konuşmasına göre sesi de bir o kadar sertti. Müvekkilinin yanına yani Ayaz Günay'ın yanına. Kendisi gibi adımları da sertti.

 

Herkes geldikten sonra duruşma sonunda başlamıştı. Yargıç bir yandan dosyayı incelerken bir yandan müştekinin konuşmasını dinliyordu. Ben ise bir yandan dinlerken bir yandan hızla yazıyordum. Müştekim yani Cem Vural o gece yaşananları anlatmaya başladı.

 

" 2 Haziran gecesi eşimle evimize dönüyorduk. Işıklara geldiğimiz de öncelik bizimdi ama karşı taraf önceliği kendisinin sandı galiba ve sağ kavşaktan hızla gelip bize sert bir şekilde çarptı. O şiddetin etkisiyle başımı çarptım ve kaşım patladı. Olay yerine gelen polis ekipleri tarafından da arkadaşın yüksek dozda alkollü olduğunu tespit ettiler. Kuralları hiçe saydığı ve insanların canını tehlikeye attığı için ben şikayetçiyim Hakime Hanım." Dedi Cem Vural.

 

Bence haklıydı çünkü onlar orada olmasaydı başka birisi de aynı şeyi yaşıyacaktı. Daha sonra avukatı söze girdi.

 

" Sayın yargıç ben müvekkilimin hem maddi manevi zarar gördüğü için karşı tarafın gerekli cezayı almasını talep ediyorum. Bütün kuralları ihlal ettiğini de tekrardan hatırlatmak isterim."

 

Açıklamasını yaptıktan sonra yerine tekrardan oturdu Cem Vural'ın avukatı.

 

Sıra karşı taraftaydı. Neyi savunacaklarını çok merak ediyordum. Gözlerimi bilgisayarın ekranından o tarafa çevirdiğimde Ayza Vural karşı tarafa gözünü dikmiş sert bakışlarıyla o tarafı izliyordu. Bakışlarını yargıcın sözüyle yargıça çevirdi, çevirirken de gözleri otomatikman bana da kaydı. Yargıcın önünde oturmanın dezavantajlarından birisi de bu bence çok göz önündeydik zabıt katipleri olarak. Ayaz Günay o kadar rahattı ki ayağa kalkmak için tenezzül bile etmedi. Mübaşir ayağa kalkması için uyarmasa herhalde hâlâ oturacaktı. Ayaz Günay söze girdi.

 

" Evet o gece alkolü biraz fazla içtim. Ama Cem Bey'in yeşil ışıkta geçtiği ne malûm ellerinde somut bir delil var mı biliyor musunuz da bütün suçu bana atıyorsunuz?" Dedi kendinden emin bir şekilde ve devam etti.

 

" Kendisinin yanında bir tanığı varsa, benim de yanım da bir tanığım vardı. Berk Keskin isterseniz onu da bir dinleyin sonra kararınızı verin Sayın yargıç." Dedi bu konuşma kafamı karıştırmıştı.

 

Yargıç sözü tanık Berk Keskin' e verdi yani sabah ki şahsın arkadaşı olarak tahmin ettiğim kişi.

 

"Ayaz'ın yanında ben vardım, o gece beraberdik sayın yargıç. Ben de Ayaz gibi düşünüyorum, bence ellerinde geçerli bir kanıt olarak birşey sunmadıkları sürece suçlayamazlar." Sözünü tamamladıktan sonra avukatı araya girdi.

 

" Müvekkilimin haksız yere bütün suçun ona yüklenmesine göz yumamam sayın yargıç kusura bakmayın. Bu yüzden şikâyetlerini geri çekmelerini talep ediyorum ve ayriyeten zararları ne ise müvekkilimin karşılayacağından şüphelileri olmasın istiyorum." Dedikten sonrasında ise karşı taraf tam savunmaya geçerken savcı önce davranıp söz aldı.

 

" Ayaz Günay ve avukatının söylediklerini doğruluyorum sayın yargıç çünkü topladığım deliller arasında kaza saatinde o kesimde gerçekleşen elektrik kesintisi nedeniyle kaza anı kayıt altına alınamamış. Bu yüzden ellerinde somut bir delil bulunmadığı için karşı taraftan almasını isteyecekleri ceza sadece para cezası olarak sınırlı kalacaktır." Savcının sözü bittikten sonra Cem Vural ve avukatı savunmaya geçtiler.

 

" Yalan söylüyorlar sayın yargıç ben asla kuralları ihlal etmem şimdiye kadar da etmedim nasıl inanırsınız onlara. Kumpaz kurdular bana lütfen onlara inanmayın sayın yargıç. " Cem Vural savunmasını yaptıktan sonra avukatı da benzer bir savunma yaptı sonra sıra verilecek karara gelmişti. Yargıç tokmağı vurdu ve herkes ayağa kalktı.

 

"Karar, Cem Vural'ın ve avukatının elindeki delil eksikliğinden dolayı Ayaz Günay'ın ve avukatının savunmasının haklı olduğuna, Ayaz Günay'ın ceza olarak karşı tarafa ödeyeceği miktarı tespit edilip, tespit edilen paranın iki katının Cem Vural'a ödemesi gerektiğine karar verilmiştir." Yargıç sözünü bitirdikten sonra Cem Vural itiraz etmeye çalıştı ama yargıç onu deliller göstergesinde susturmak zorunda kaldı.

 

Herkes yavaş yavaş salondan çıkmaya başlamıştı benim ise dosyayı düzenlemem gerekiyordu. Bilgisayarla uğraşırken birisini daha benimle birlikte kaldığını fark ettim başımı kaldırmamla göz göze gelmemiz bir anlık oldu. Ayaz hiç istifini bozmadan aynı yerinde oturuyordu. Hem şaşırmış hem de yine panik olmuştum koca salonda sadece ikimiz vardık. Ne yapacağımı bilmiyordum o ise sert yüz ifadesiyle bana bakıyordu hayır yani duvar koysanız karşıma yine de bişey değişmezdi çünkü duvardan farksızdı. Bir şey söylemem lazımdı.

 

" Herkes çıktı, duruşma haricinde içeri girilmesi yasak dışarı çıkar mısınız lütfen beyefendi!" Dedim ama beni dinleyen kimdi hâlâ aynı ifadesiyle bakıyordu. Dayanamayıp tekrarladım.

 

"Lütfen dışarı çıkar mısınız- " sözümü kesip konuşmaya başladı.

 

"Çıkmazsam nolur hanımefendi?" Dedi imalı imalı. Bildiğin beni taklit ediyordu, dalga geçiyordu resmen! İyice ayarlarımla oynamıştı ve dayanamayıp patladım.

 

" Sen kendini ne sanıyorsun ya! Ukala şey seni çık dışarı yoksa-" sözümü yine kesmişti bu iki oluyordu ve ben bundan asla hoşlanmıyordum. İyice sinirlenmeme yetmişti bu saygısızlığı.

 

" Naparsın güvenlik mı çağırırsın, çok korktum sakın güvenliği çağırmayın hanımefendi!" Dalga geçerek konuşuyordu. Ve buna dayanamayıp ayağa kalktım.

 

" İkide bir sözümü kesip durma ayyaş seni! Önce dinlemeyi öğren, bir de adamım diye gezinirsin ortada!" Sesim yüksek çıkmış olmalı ki arkadaşı denilen Berk kapıyı açıp bir Ayaz' a bir bana baktı. Daha sonra Ayaz' a yönelip konuşmaya başladı.

 

" Kusura bakmayın lütfen kendisinin adına özür diliyorum. Yürü abi ya! Bir kere de bir yerde sorun çıkartma ya bir kere." Dedi bıkkın bir şekilde.

 

" Al götür şu arkadaşını. Nasıl dinlenir nasıl konuşulur bu yaştan sonra öğrensin lazım olur bundan sonra!" Dediğimde sinirden sesim titriyordu. Arkadaşı kolundan tutmuştu ama kolunu çektirip elinden kurtardı ve tekrar konuşmaya başladı.

 

" Bence sende birisinden dinlemeyi öğren. Benim bir ismim var hanımefendi. Ben Ayaz Günay, maalesef tanıştığıma memnun olamadım." Dedi alaycı bir tavırla. O sırada içeriye Ayça girdi.

 

" Noluyo burda, ne yapıyorsunuz siz, çıkın dışarı duruşma haricinde içeri girilmesinin yasak olduğunu bilmiyor musunuz! Güvenliği çağırırım bakın, çabuk dışarı çıkın." Dedi Ayça sert bir ses tonuyla, beni o halde görünce hemen birşeyler olduğunu anladı. Bu sefer onun konuşmasını ben engelledim. Nasıl bir duyguymuş tatsın ve ona göre davransın istedim.

 

" Ben çok memnun oldum ya! Bu arada gereksiz isimler ile beynimi meşgul etmiyorum merak etme, ismini söylemiyorsam benim için pekte bir önemin yok demektir." O kadar sinirliydim ki dava içinde hâl ve tavırları yetmezmiş gibi birde sözümü kesmeye kalkışıyordu. Yapmacık bir şekilde gülerek,

 

" Hadi Berk gidelim yoksa güvenlik çağıracaklar!" Karşımda hâlâ pişkin pişkin gülüyordu. Avukatı gelmese üstüne yürümeme az kalmıştı.

 

"Hop hop hop! Ne yapıyorsunuz gençler. Adliyede olduğunuzu hatırlatırım." Dedi Ayaz'a doğru yaklaşırken.

 

" Bence bunu müvekkilinize hatırlatın avukat bey! Kendisi daha öğrenememiş nerede nasıl konuşacağını. " Onlara doğru birkaç adım atar atmaz Ayça hemen kolumu kavradı. Avukatı daha fazla sorun çıkmaması için ortamı yumuşatmaya çalışarak.

 

" Müvekkilimin adına özür dilerim Katip Hanım. Lütfen dağılalım arkadaşlar daha fazla sorun çıkmasın. Hadi Ayaz gidiyoruz." Dedi gözleriyle kapıyı işaret ederek. Ayaz denilen şahsiyet de uzatmak istiyordu tam konuşacaktı ki avukatı izin vermedi ve normal ses tonundan daha sert bir tonla

 

" Yürü dedim sana Ayaz! Uzatma, düş önüme!" Ayaz sinirli bir şekilde gözlerini avukata dikti. Ve sıkıntılı bir şeklide nefes alıp,

 

" Tabi ki de Tarık Bey tabi ki de." Dedi ve yaklaşıp avukata birşeyler fısıldadı. Ne dediğini tabi ki de duyamadım ama merakımdan da gidip soramazdım. Zaten asla ve asla sormam eğer öyle bir şey yaparsam bu kendime saygısızlık olur. Hepsi teker teker salondan çıkarken Ayça bana döndü, yüzünü incelediğimde bembeyaz bir ten rengine bürünmüş ve gözlerinde o korku duygusunu çok rahat bir şeklide görüyordum.

 

" İyi misin Güneş? Ne oldu burada? Bişey yapmadılar sana dimi?" Arka arkaya sorularını sıralarken onun iki kolundan tutup kendi koltuğuma oturttum.

 

" Önce bir sakin ol Ayça, teker teker sor sorularını. Ben iyiyim sadece biraz sinirlerimi bozdular o kadar." Ayça' yı biraz daha sakinleştiğini görünce rahatladım.

 

" Peki ya ne oldu burada? " Merakla sordu. Masadamda ki dosyaları düzenlerken bir yandan da Ayça ile konuşuyordum. Elime birkaç dosya alıp Ayça' ya döndüm.

 

"Gel bir kahve içelim, herşeyi anlatayım Ayça sende sorularına cevap bulursun." Dedim onu kalkması için dürterek. Ayça bana kızgın ve imalı bir şekilde baktı.

 

" Ya Güneş sana inanamıyorum ya, daha demin birisiyle kavga ettin ve sinirden çok kötüydün. Dakikalar içerisinde nasıl kendini toparlayıp birşey olmamış gibi davranabiliyorsun ya!" O kızgınlıkla ayağa kalkıp konuştu ama kendisi bunun farkında değildi. Ayağa kalkmasını fırsat bilerek kolumu koluna geçirip kapıya doğru sürüklemeye başladım. Beni aniden durdurup bu sefer daha yüksek sesle konuşarak,

 

" Neden dedim Güneş!" Dedi gözlerini benden ayırmadan. Beni iyice sinirlendirmeye başlamıştı.

 

" Çünkü Ayça ben bu olayı veya hayatımda yaşadığım ya da yaşıyacağım herhangi bir olayı sorunum haline getirisem bu benim zamanımı çalar. Ve gereksiz kişilerin içinde bulunduğu olayları sorunum haline getirmek kendime saygısızlık olur ben böyle şeyleri yok saymayı, kendime saygı duymayı psikoloji yerine bu mesleği tercih ettiğim zaman orada öğrendim. Zaman seni değil, sen zamanı kovalıyorsun bunu sakın unutma!" Ayça bu konuşmadan sonra çay ocağına gidene kadar hiç konuşmadı.

 

Çay ocağına geldimizde ise Ayça kahve makinasına yöneldi ben de masaya oturup önümdeki dosyalara odaklandım. Bunları düzenleyip, gün içersinde teslim etmem gerekiyordu. Kahveleri getirdi içerken de orada yaşanan herşeyi tek tek anlattım Ayça' ya. Ayça da benim gibi aynı şeyleri düşünüyordu, konun analizini yapıp konuyu orada kapatmış olduk. Molamızın bitmesine az kalmıştı, getirdiğim dosyaları alıp salona doğru yürümeye başladım.

 

Duruşma başladı, herkes söz aldı, konuştu. Bu dava biraz uzun sürmüştü bu da demek oluyordu ki eve yine geç gidecektim. Altı saatin ardından yargıç kararını verip duruşmayı sonlandırdı. Güneş yavaş yavaş batıyordu. Ben ise dosyaları düzenlemekle uğraşıyordum. Ayça işlerini erken bitirip benden önce çıkmıştı. Nasıl yapıyorsa işlerini çabucak hallediyordu. Dosyaları gerekli yere teslim ettikten sonra toparlanıp asansöre bindim. Arabama binip eşyalarımı yan koltuğa bıraktım ve başımı koltuğun başlığına yasladım ve bir "ohh" çektim çünkü eve gidip sıcacık bir duş aldıktan sonra yatağıma yatma düşüncesi o kadar güzel geliyordu ki.

 

Arabayı çalıştırıp park ettiğim yerden çıktım tam adliyeden çıkacakken sağ taraftan Mercedes markalı birisi dikkatsizce gelip önümden geçti. Eğer arabayı görmeseydim orada bir kaza yaşanması kaçınılmazdı. Kısık sesle radyoda çalan şarkıyı dinleyerek yoluma devam ettim. Şarkının sözleri çok anlamlıydı "Ah bu gecelerin dili olsa da bi' konuşsa" o kadar güzel gelmişti ki bu söz ve bu şarkı sanki benim için yazılmıştı. İçersinde beni anlatan o kadar çok cümle bulunduruyordu ki telefonuma yükleyip eve gidesiye kadar başa sarıp sarıp dinledim.

 

Şarkının etkisiyle eve sanki beş dakika da gelmiştim sitenin içersine girdiğimde şaşkınlıkla ve bir anlık şokla aniden frene bastım. Bu araba benim önümden hızla geçen Mercedes markalı arabaydı bu. Şaşırmıştım çünkü plakasına kadar aynıydı, bu konularda her zaman titiz davrandığım için plakaların bir gün işime yarayacağını biliyordum.

 

Arabanın camlarında film olduğu için içerde kimin olduğunu göremiyordum bu yüzden arabamı uzak bir noktaya park ettikten sonra beklemeye başladım. Siteden birisinin olmasının imkanı yoktu çünkü her gün göre göre arabaları ezberlemiştim. Bunu yanıda güvenlik de yerinde yoktu, bu işte bir terslik olduğunu sezmiştim ve bu sezgim gördüğüm manzara karşısında artık sezgilerim yerine mantığım devreye girdi.

 

Apartmandan siyah giyinimli birisi çıktı. Gözlüğü, eldivenleri, paltosu hatta ayakkabıları bile siyahtı. Bu okuduğum bir kitapta ki mafya olan baş karakteri hatırlattı. Aynı onun giyim tarzına sahipti. Kollarım diken diken olmuştu, bu düşünce bana epeyce ürpertici gelmişti. Şoförü hemen arabanın arka kapısını açıp siyah giyinimli adamın binmesini sağlamıştı. Ne şoförün ne adamın yüzünü net bir şekilde görememiştim. Onlar uzaklaşır uzaklaşmaz eşyalarımı alıp hemen arabadan indim. Yukarıya çıkmadan önce kamera kayıtlarına bakmayı düşündüm, güvenlik yerinde yoktu ve ne zaman geleceğini de bilmiyordum. Bu işi kendim halledebilirdim, bilgisayara işim gereği zaten hakimdim.

 

İçeri girip bilgisayarı açtım bir kaç yere girdikten sonra kamera kayıtlarına ulaştım ama..." Nasıl olur" diye kendi kendime konuşuyordum çünkü beş saniyelik bir kayıp söz konusuydu, silinmişti. Sadece bu gizemli adamın "15" numarasına basarken görmüştüm. Kafama bir anda dank etti. Dışımdan istemsizce " bizim oturduğumuz kat" diye bir fısıltı çıktı, gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Adamın girişi çıkışı var ama 15. Kattaki görüntüsü yoktu. Hemen apartmana doğru koşmaya başladım. Asansörün düğmesine belki on defa bastım. Hemen asansöre binip beklemeye başladım, kapı açılır açılmaz o kattaki bütün dairelerin ayakkabılıklarına ve etrafına baktım çünkü aklıma başka fikir gelmiyordu karttaki bütün daireleri gezdim. 57,58, 59,60...

 

Zaman durdu, hatta ve hatta zaman dilimi diye bir şeyin varlığını unuttum o an. Gözlerim karardı kulaklarım uğuldamaya başladı. Dengemi kaybedecek gibi olduğumda, elimi duvara güçlükle yaslayabildim. Yerde duran şey, zarftı, ama üstüne daha taze kanla çizilmiş bir gülümseyen yüz vardı. Bu zarfı görünce sabah ki zarf geldi aklıma. Zarfı yerden almak istedim ama vücudum buna izin vermiyordu, bütün hücrelerim kas katı kesilmişti. Yukarıdan gelen konuşmalarla komşuların evden çıktıklarını anladım merdivenle inmeyeceklerdi ama beynim bunu düşünecek durumda olmadığı için refleks olarak yerdeki zarfı elime aldım. Ve o taze kan elime bulaştı, iğrenerek elimi üzerime sildim zarfı da sabah ki bulduğum zarfın yanına koyup anahtarla kapıyı açmaya çalıştım. "Kahretsin" ağzımdan dökülen bu kelime ile kapının yuvasına anahtarı koymak için çalışıyordum. Ama nafile, ellerim anahtarın varlığından bile haberdar değildi.

 

Kapıyı zorladığımı duymuş olmaları lazım ki annem kapıyı açmaya geldi. Yüzüne bile bakmadan odama geçtim. Bana birşeyler söyledi ama kendimi dış dünyaya kapatmıştım. Sadece ağzımdan "yalnız kalmak istiyorum, rahatsız etmeyin" dediğimi hatırlıyordum. Eve ne zaman gelmiştim, ne zamandır bu odadaydım bilmiyorumdum zaman terimini unutmuştum. Yerde, sırtımı yatağıma yaslamış bir şeklide oturmuş yerde duran iki zarfa bakıyordum. İçersinde ne varsa, açtıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı bunu çok iyi biliyordum.

 

Hayat bizi öyle bir yerden alıp hiç beklemediğimiz bir yere sürükler ki bazen şöyle bir durup düşünürsünüz " ne ara geldim buralara?" Diye bende şu an bu düşüncelerle savaşıyordum. Ben hayatıma normal biçimde devam ederken bu gizemli zarflar, gizemli kişiler hiçte iyi bir şey değildi...

 

Bu benim ilk deneyimim kusurlarım, yazım hatalarım olmuş olabilir ve bilmediğim alanlarda bazı konuşmalar, diyologlar yazdım. Daha doğru bir biçimde terimleri ve karakterlerin mesleklerini sizlere aktarabilmek için derin bir araştırma yaptım. Yine de eksiklerim illaki vardır, lütfen kusuruma bakmayın. Bana bu dönemde yardımcı ve destekçim olan arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Umarım beğenmişsinizdir:)

Loading...
0%