
Yeni bir bölüm ile yeniden karşınızdayım😻
İyi okumar dilerim🤍
⭐=🌟
Herşey çok gariptir. İnsanlar, olaylar, düşünceler. Ama bunları garip yapan bir sebep vardır, sadece tek bir sebep. İşte o sebeb kalp ile karar vermektir.
O olayı garipleştiren, insanlar tarafından 'niye böyle yaptın, hiç mi düşünmedin sonucunu!' gibi cümleler çok yaygındır. Çünkü bu cümleleri kuran insan daha kalbi ile karar vermemiş ve ne demek olduğunu anlamamış kişilerdir.
Bizim mantığımızla ilerlememizi engelleyen tek şey sevgi ve aşktır.
Bu iki şey için yapmayacağımız hiçbir şey yoktur. Emin olun dünyanın en mantıklı kişisi, en taş kalplisi bile gerçek sevgiyi görünce, taş kalbinden eser dahil kalmaz.
Belki de annem herşeyi bu yüzden yapmıştı...
_______________
Deponun içindeki merdivenler yukarıya çıkan küçük bir odanın daha doğrusu bir ofisin, deponun içine bakan balkonunda ki manzara bana 'daha kötüsü olamaz!' dedirtmişti.
Balkonun korkuluklarına tutunmuş yukarıdan bizi izleyen Ayaz Günay ve onun iki adım gerisinde olan annem!
Evet evet yanlış görmüyordum veya yanlış duymuyordum.
Annem ve Ayaz Günay!
Ben ailemi Ayaz Günay'dan korumaya çalışırken annemi, onları korumaya çalıştığım adamla yan yana görmüştüm. Yüzlerinde ki ifadeden, utanmasalar balkondaki oturma grubuna oturup kahve içecekler gibi görünüyorlardı!
O ortamda tek fark ettiğim şey Ayaz Günay'ın gözlerindeki suçlu ama o sert tavrından taviz vermemesiydi.
"Siz," diyebildim sadece zorda olsa cümlemin devamını getirdim "sizin ne işiniz var burada!"
Ayaz Günay gözlerini bana dikmiş göz teması kurmamızı bekliyor gibiydi.
Ve o an gerçekleşti. Gözlerimiz birbiriyle birleşti ve o an nasıl olduğunu anlamadan içimden saymaya başladım. İstemsizce saydım. Bir, iki üç... on bir, on iki... On altı saniye boyunca gözlerimizi dikip bakıştık.
Çok garipti, ona karşı hissettiğim bu duyguların tarifi yok gibiydi. Ama ismini koyamadığım bu duygular her ne ise bildiğim tek bir duygu vardı. Nefret!
Gözlerimi ondan ayırdıktan sonra da beni izlediğinden adım kadar emindim.
"Valla şöyle bir gezintiye çıkalım dedik Züleyha Hanımla!"
"Neyin kafasını yaşıyorsunuz siz ya! Hangi yüzle karşıma çıkıyorsunuz, hayır anlamadığım siz ikiniz ne alaka?"
Ayaz tutunduğu korkulukları bırakıp anneme doğru dönüp konuşmaya başladı.
"Doğru bizim ne işimiz var burada Züleyha Hanım!"
Sorduğum soruları görmezden gelerek beni oyalamaya çalışıyordu.
"Peki sen benim sorularımı görmezden geliyorsun öyle mi, keyfin bilir." Annem konuşacak gibi oldu ona fırsat tanımadan konuşmasını engelleyip,
"Senden hiç bahsetmiyorum bile anne, senin böyle bir adamla ne işin var onu da çözmüş değilim ama hiç merak etmeyin bu gece herşey burada çözülecek. Herkes eteğindeki taşları dökecek!" Ayça beni kolumdan tutup sakinleştirmeye çalıştı. Ama ne fayda! Herşeyi sormanın zamanı gelmişti. O zarfları, içinde yazanları ve en önemlisi zarfın dışındaki o kan! Bu geceden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
"Şimdi başlıyorum, ben başlamazsam sabaha kadar böyle bekliycez gibi duruyor çünkü. Şimdi sen beyefendi, o gece bizim apartmanda ne işin vardı ve o zarfı oraya ne amaçla koydun? Ve senin bizimle ne alâkan var hâlâ anlamadım. Ve sen anne sen bunlara ne vereceksin, senden ne istiyorlar nasıl bir işe bulaştın da saklıyorsun çabuk açıkla, açıklayın. Çünkü ben bu olaylarla uğraşmaktan sıkıldım. Ben bana sevgi göstermeyen ailemi korumaya çalıştım. Ama ne oldu, annem bu çabamı boşa çıkartarak, beni kendinden biraz daha uzaklaştırmayı başardı."
Ben bağırdıkça Ayaz Günay'ın adamları üzerimize doğru biraz daha yaklaşmaya çalışıyordu.
Birden beklenmedik bir şekilde Ayaz Günay bağırarak adamlarına emir verdi.
"Boşaltın burayı!"
Adamlardan biri karşı çıkacaktı ki sesi daha yüksek çıktı.
"Çıkın dedim size!"
Biraz da olsa ürkmüştüm çünkü yakından tanımadığım birisiyle aynı ortamdaydık. Üstelik rüya gibi bir tabloyla, Ayça, ben ve annem...
"Açıkla!" diye aynı ses tonuyla bağırdı. Ses yankı yapıp tekrar kulağımın içini dolduruyordu. Gözünü diktiği yerden ayırıp tekrardan anneme döndü.
Ben şok içersinde yukarıdaki manzarayı izliyordum, Ayça da benden farksızdı.
"Açıklasana Züleyha Köse. Ne bok yediğini anlatsana kızına!"
Ayaz Günay'ın birden bire böyle sinirlenmesine şaşırmıştım. Çünkü hem suçlu hem güçlüydü. Apartmandan çıkarken kendi gözlerimle görmüştüm, haklı olması gibi bir şey mümkün değildi, olamazdı.
"Ya artık söyler misiniz, amacınız ne, o zarfların olayı ne. Gerçekten çok sıkıldım bu durumdan!"
"Merak etme küçük hanım tek sıkılan sen değilsin!" Alaylı bir gülümsemeyle Ayaz Günay'a baktım.
"Pardon, ne dedin anlayamadım. Hayır yani sen nasıl sıkılabilirsin ki zaten olayın merkezi sen ve yanındaki değil mi? Bence gayet eğleniyor gibi duruyorsunuz!"
"Hiçbir şey bildiğin gibi değil bu yüzden yorum yapma hakkın da yok!"
Bir adım atıp konuşacaktım ki Ayça kolumu tutup benim duyabileceğim şekilde beni durdurdu.
"Güneş buraya ne için geldiğimizi unutma, lütfen konuyu çözelim ve gidelim."
"Bunu da söylemeden edemiycem Ayça özür dilerim."
"O zaman anlatta bilelim!" Cevap vermedi kısa süre sessizliğin sonunda Ayça bu ortamı bozdu.
"Artık anlatın, neler oluyor!"
"Bekliyoruz Züleyha Köse!" Ayaz normal ses tonuyla konuşarak anneme döndü.
"Ben... Şey..."
"Sen anne," tehditkar şekilde "bugün söyleyeceksin inşallah."
Hala ses çıkarmayınca sorularla sessizliğini bozmaya çalıştım.
"Bu adamlarla nasıl bir anlaşma yaptın?"
Sessizlik. Yaptığı tek şey susmaktı. Ayaz ve Ayça susmuş bizim yüzleşmemizi izliyorlardı. Ve nihayet soruma cevap geldi. Yarı pişman bir şekilde,
"Genç bir kızın hayatının sonlandırması için böyle bir şey yaptım kız-"
Kurduğu cümle tekrar tekrar kulaklarımda yankılanıyordu. Lafı dolandırmadan, yumuşatmadan direk söyledi. Gözlerim karardı, kulaklarım uğuldamaya başladı. Bana masum bir kızı öldürttüğünü söylüyordu. Birde utanmadan hâlâ kızım diyordu bana!
"Kızım deme bana, sakın bir daha o kelimeyi bana karşı kullanma!" Sadece bu cümleyi kurabilmiştim. Ve daha sonra göz yaşları içinde yere yığıldım.
Ayça beni tutarak düşmemi yavaşlatıp kollarımdan tutuyordu. O kadın ise sanki çok merhametliymiş gibi yukarıdan koşar adımlarla yanıma geldi.
"Kızım iyi misin, kızım." Tam bana dokunacaktı ki kendimi geriye çekip sadece bağırdım.
"Bana dokunma anlıyor musun, bana şimdiye kadar etmediğin teması bundan sonra da asla etme! Ve seni son kez uyarıyorum bana bir daha kızım deme. Çünkü senin böyle bir kızın yok artık!"
Kendimi toparlayıp Ayça'dan güç alarak ayağa kalktım. Ayaz ise merdivenin başına gelmiş, sanki inmekten vazgeçmiş gibi duruyordu. Çünkü gözlerinde ki, pişmanlık ve üzüntüyü görebiliyordum. Sanki, sanki bişeyler anlatmak istiyor ama yapamıyor gibi duruyordu. Tabi ki tek taviz vermediği konu sertliği ve güçlü durmasıydı.
Ayaz yavaş ama sert adımlarla merdivenlerden inip biraz uzağımızda durdu.
"Devam etsene Züleyha Köse, planını anlatsana!"
"Çabuk açıkla, ne halt ettiğini o masum kızın hayatına nasıl son verdiğini anlat!"
Artık normal ses tonumu unutmuştum, bağırıyordum.
"Bak Güneş gözümü hırs ve kıskançlık bürümüştü. Ne yaptığımı bilmez bir haldeyim!"
"Neden, lafı uzatma neden yaptın neden!" artık Ayça beni tutamıyordu belli ki yüzleşmemi istiyordu.
"Ben babanı bir zamanlar elimden almaya çalıştığı için yaptım!"
"Kim almaya çalıştı, taksit taksit söylemesene!"
"Hilal Çakır!" Birkez daha şok olmuştum. Bu kadın İstanbul'a ilk geldiğimiz zamanlar annemle çok yakın arkadaştı. Ve bir zamandan sonra iletişimleri kesilmişti bunu bize gelmeyi bıraktıktan sonra anladım.
"Ondan nasıl intikam almaya çalıştın, bir kızı kullanarak nasıl intikam aldığını sandın söylesene!"
"O kız Hilal Çakır'ın hastası onun yanına adam sızdırdım."
"Ve böylece kendine bir kurban seçmiş oldun. Aferin, büyük başarı gerçekten!"
"Beni dinler misin Güneş?"
"Devam et devam et, ne biçim bir pislik olduğunu daha iyi anlıyabileyim!"
Sıkıntılı bir iç çekerek devam etti.
"Hangi ilaçları kullandığını, öğrenip ilaçlarının içeriğini değiştirtip daha kötü olmasını sağladım. Ve içeriye sızdırdığım adamın, ondan gizli yanlış ilaç yazıp intihara sürükleyerek, intihar süsü verilmesini sağladım. Timur Kaya ile anlaşma yaptım ilaçların içeriğini değiştirtip, eczacı kılığında yaptılar bütün bunları. Ve böylece o çok ünlü Uzman psikolog Hilal Çakır'ın meslek hayatına son verdirmiş oldum. Eşimi elimden almaya çalışmakla mesleğinden ettim onu, birkaç güne de resmen son bulur meslek hayatı."
Cümleleri kurdukça daha da hayrete düşüyordum. Bildiğin psikopat çıkmıştı anne demeye dilimin el vermeyen bir kadındı artık benim için.
"Ya sen psikolog değil psikopatmışsında haberimiz yokmuş. Ben nasıl yıllarca seninle aynı evde yaşamışım!" Sinirden artık ellerim titremeye başlamıştı.
"Peki ya o zarfın arkasında ki kan kızı sadece zehirlediniz mi yoksa başka şeylerde mi yaptınız!"
Ayaz'a ve ona bakıyordum. Ayaz susma hakkını kullanarak cevabını onun, yani annem denilen mahlukatın vermesini istedi.
"İntihar süsü işte, babasının silahıyla öldürdü Timur Kaya'nın adamları ama üzerin de o kızın, Elif'in parmak izi olacak şekilde planlandı herşey."
İnsanların ne ara bu kadar zalim olduklarını düşündüm. Nasıl bu kadar acımasız ve merhametsiz olduklarını, ama cevap bulamadım.
"Kes sesini artık, kes!" Ellerimi kulaklarıma götürerek kafamın içindeki sesleri susturacağımı sandım, sadece sandım. Fazlası olmadı, susmadı sesler.
"Peki ya sen onlara ne vereceksin, o kıza karşılık beni mi yoksa, çünkü ben senden bunu beklerim!"
"Iı-ıı şey, para."
"Niye kekeliyorsun, para demesi bu kadar zor mu?" Dedim "başka bişey istemediklerine emin misin!"
"Eminim tabi ki de hem başka ne isteyebilirler ki?"
"Ne kadar?"
"Ne, ne kadar?"
"Para para sen iyi misin ya!"
"He şey, 25.000.000 TL"
Gözlerim fal taşı gibi açıldı aynı tepkiyi ne hikmetse Ayaz da verdi ve aynı şekilde Ayça da.
"Ne o Ayaz Günay siz sunmadınız mı bu parayı niye şaşırıyorsun!"
"Biz derken, pardon!"
"Sende o Timur mu dur nedir onun adamı değil misin. Haberin illaki vardır!"
"Ya tabi tabi haberim var!"
Bastıra bastıra konuşuyordu sanki bişeyler ima etmeye çalışıyordu.
"Acaba o parayı nasıl ödeyeceksin çok merak ediyorum!"
"İşime karışma, al öğrendin rahatladın mı!"
"Merak etme şimdi sıra bende asıl aklımdakini yaptıktan sonra rahatlayacağım." Bu yaptığını cezasını çekecekti.
O kadar sinirim bozulmuştu ki ufacık bir olay olsa ağlamaya hazır durumdaydım. Bu yaşadıklarım çok ağır gelmişti ruhuma. Belki fiziken yorulmamıştım- gözlerim hariç- ama mental olarak çöküşteydim.
"Yürü gidiyoruz, yaptığını birde babama anlat!" Bir kaç adım atmıştım ki Ayazdan beni durduran o cümle geldi.
"Sen kalıyorsun küçük hanım, siz gidebilirsiniz."
"Nasıl emir verirsin sen bana ya, hepimiz gidiyoruz buradan ve senin beni burda durdurmak gibi bir hakkın yok!" Tekrar yürümeye kalkışmıştım ki kolumda bir el hissettim. Döndüğümde göz göze geldik Ayazla.
"Anahtarı ver arkadaşına onlar gidiyor sen kalıyorsun!" Eli hala kolmdaydı. Ne çok sıkı ne çok gevşek tutuyordu. Canımı acıtmak istemiyor oluşu çok belliydi.
"Güneşte bizle geli-"
"Kalıyor dediysem kalıyor!"
Ayçanın sözünü kesip attı ve istemeyerek de olsa Ayça anahtarı aldı ve gitti, o kadın ise yanındaydı. Ayça depodan çıkarken eliyle 'bir şey olursa ara' gibi bir hareket yaptı.
Evet çok güzel koskoca depoda baş başa kalmıştık. Tanımadığım ama ne iş yaptığını bildiğim birisiyle aynı ortamdaydık. Eli ise hâlâ kolmdaydı.
Başımı, kolumu tutan eline çevirip bırakması için bir hatırlatma yaptım. Elini çekip boğazını temizledi.
"Ee Ayaz Günay neyi bekliyoruz, açıklamayı düşünüyor musunuz?"
"Sen de ne kadar sabırsızmışsın be!"
Sinirlendiriyordu. Tahammülsüz bir ses tonuyla,
"A-aa paşamız beğenmedi beni, acaba ne yapsam da kendimi ona memnun ettirsem!"
Karşıma geçmiş pişmiş kelle gibi sırıtıyordu.
"Telefon numaranı vererek memnun etmiş olursun."
Ben şok! Karşıma geçmiş pişkin pişkin telefon numaramı istiyordu.
"Hangi yüzle Ayaz Günay, he hangi yüzle sen veya siz bir katilsiniz. Kendi yaşadıklarımı geçtim, sana nasıl telefon numaramı vermemi istiyorsun. Kendini açıkla, bana tek bir mantıklı sebep söyle ki senin suçsuz olduğuna inanayım. Ama maalesef bu imkansız bir şey çünkü sen her türlü haksız olarak kalacaksın!"
"Bak küçük hanım evet o mektubu ben koydum apartmana ben girdim ama sana yemin ederim senin ailen ya da senle alakalı olduğunu bilseydim,seninle küçükte bir bağlantısını olduğunu bilseydim o apartmana gitmezdim."
"Yani sen diyorsun ki başkası olsa yapardım ama seni duysaydım yapmazdım. İnsan mı seçiyorsun sen Ayaz Günay, ben veya başkası ne fark eder söylesene!" Bağırarak, ses tonunun bir tık üstünde konuşuyordum.
"Çok şey fark eder Gü-!"
İsmimi söyleyecekken durdu sanki ismimi söylemeye yeminli gibiydi, ben de ismini tek kullanmaya...
"Neden, söylesene neden! Adliye de benimle tartışman, beni kafeye kadar takip etmen, buraya getirip, gitmeme izin vermemen, evime gelip zarf bırakman hadi onu anladık neyse de. Neden ya neden, tek bir sebep söyle bak tek bir sebep."
Başı dikti, gözlerini gözlerimden ayırmıyor sadece susup gözlerimi izliyor gibiydi.
"Ve bana çay ocağında söylediğin o söz. Tüm bunların sebebi ne!"
Uzun süren sessizliğin ardından cevapladı, tam olarak cevap sayılmaz ama.
"Sebebi yok yorumsuz."
Duraksadı kısa bir duraksayış oldu ve cümlesinin devamını getirdi.
"Belki zamanı gelince bir sebebi olur."
Ne demek istiyordu anlamıyordum. Şifreli konuşmasından sıkılmıştım.
Konuyu değiştirmek için "her neyse söyliyeceklerin bittiyse gidiyorum ben!"
"Hayır, bitmedi. Ben bitti demeden bitmez!"
"Öyle mi nedenmiş o, senin ne gibi bir özelliğin var?"
"Evet, öyle!"
Egoist cevabıyla beni sinir etmeyi başarmıştı.
"Şimdi küçük hanım senle bir anlaşma yapabiliriz."
"Ne anlaşması?"
"Bırak annenin cezasını ben keseyim."
"Ne saçmalıyorsun sen, hem onunla iş birliği yapacaksınız hem cezasını keseceksiniz. Hem sen benim işime niye karışıyorsun, kendini korumak için mi bu teklif!"
"Çünkü elinde somut bir kanıt yok! Hangi belgeyle hakim karşısına çıkacaksın! Ve şunu neden anlamak istemiyorsun işbirliğini ben yapmadım."
Aslında haklıydı. İşbirliği konusunda değil tabi ki, belge konusunda. Elimde kanıt yoktu.
"Neden anlatmak istiyorsun o zaman sende?"
"Beni yanlış tanımanı istemiyorum çünkü!" Ses tonunu yükselterek bana yaklaştı.
"Neden anlamıyorsun, neden görmüyorsun. Yanlış anlaşılmayı ortadan kaldırmak için sarf ettiğim çabayı neden görmek istemiyorsun!"
Çok şaşırmıştım kurduğu cümleler karşısında. Daha öncesinde bana dik başlı davranan Ayaz Günay yoktu, sanki bambaşka biri vardı. Etkilenmemeye çalışarak, duygusuz bir tonla.
"Sebebi yok, belki zamanı gelince!" Dedim bastıra bastıra.
Bozulmuştu. Ve kırılmıştı ama umrumda değildi. Benim için hiçbir şey ifade etmeyen birine üzülemezdim. Belki de umrumdaydı bilmiyorum, duygularım birbiriyle çatışıyordu.
"Ve anlaşmanı reddediyorum. Her ne yapılacaksa kendim yapar kanıtı toplarım. İşbirliği yaptığı kişilere güvenmekten ise kendi çabalarım ile onun cezasını veririm. Her ne kadar katlanması zor olsa bile!"
Son cümlemi söyleyip arkama dönüp gitmek için adım atmıştım ki beni kendine çeker durdurdu.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen küçük hanım?"
"Asıl sen napıyorsun! Ne hakla beni durduruyorsun, gitmek için senden izin mi alıcam?"
"Evet alıcaksın!"
"Sebep?"
"Seni zorla arabaya bindirmemi istemiyorsan, evet izin alacaksın küçük hanım!"
"Öyle mi Ayaz Günay!"
"Öyle küçük hanım!"
O kadar gıcık bir tipti ki, beni tek eliyle durdurmayacağını bilsem dövecektim.
Sıkıntılı bir nefes alarak kabul etmek zorunda kaldım. Aslında Ayça'yı aramayı da düşündüm ama gelicek bir ton soru soracaktı. Çok yorgundum cevaplayacak halim kalmamıştı. Eve gidip kimsenin yüzünü görmeden yatıp dinlenmek, sabah olunca da ev bakmayı planlıyordum.
"Peki Ayaz Günay senin dediğin olsun ama şunu bil ki mecburiyetten bu dediğini yapıyorum. Yoksa sana bir dakika bile katlanacak halim yok!"
Ben ona söylenirken o beni duymazlıktan gelerek önüme geçip, deponun çıkışına doğru hızlı hızlı yürüyordu. Ben ise onun o geniş, yapılı vücudunun arkasında bir gölge gibi kalmıştım, gölgesi bile olamazdım. O neredeyse 1.90 boylarında ben ise 1.70 boyunda anca vardım. Kendi kendime mırıldanırken, aklıma çok mantıklı bir fikir geldi.
"Beni niye sen götürüyorsun Ayaz Günay? Senin zarf bırakmak gibi, adam öldürmek gibi daha önemli işlerin vardır! Bence o kadar işin arasında bu kadar önemsiz bir konuyla, pardon sıradan bir kızla zaman kaybetme! Bence beni adamların götürebilir."
"Hayır, götüremezler! Zaten şuan yeterince önemli bir iş yapıyorum fazlasına gerek yok."
Bu benimle dalga mı geçiyordu. Gerçekten anlamıyordum. Önce diyordu ki 'sıradan bir kız' sonra beni önemli bir işi olarak görüyordu. Son noktaya gelmiştim artık. O hızlı adımlara yetişip kolundan tutup durdurdum, ben durduramadım tabi kendi durdu. Onu durdurmaya gücümün yeteceğini sanmıyordum.
"Ya sen benimle dalga mı geçiyorsun. Önce gelip diyorsun 'benim için sıradan bir kızla yaptığım konuşmanın bir önemi yok!" Sonra geliyorsun "zaten yeterince önemli bir iş yapıyorum!"
Ne istiyorsun benden söylesene, ne!"
Sadece gözlerime baktı, başka hiçbir şey yapmadı. Öylece gözlerime baktı.
Sonra beklemediğim bir şekilde saçma ama düşününce mantıklı gelen, belki de düşüncelerimi netleştiren o cümleyi kurdu.
"Dalga deniz de olur küçük hanım, denizde olmadığımıza göre!"
Cümleyi bitirir bitirmez aynı tempoda yürümeye devam etti. Bir süre orada tabiri caizse, çakılı kaldım sonra kendimi toparlayıp, afallamış şekilde yürümeye çalıştım. Arabaya bindim, yola çıktık tek bir kelime dahil etmedim daha doğrusu edemedim. Söylediği cümleleri kafamda birleştirmeye çalışıyordum. Artısıyla, eksisiyle ama olmuyordu kafam çok dağınıktı istesem de düşünemiyorumdum.
Ayaz sessizliği bozarak soru sordu, tabi benim düşüncelerimi de dağıtarak.
"Şimdi ne yapacaksın?"
"Ne, anlamadım?"
Dalgınlığımı fark etmişti, üstlemeden sorusunu tekrarlayıp ekleme yaptı.
"Şimdi ne yapacaksın diyorum," cümleyi daha da anlaşılması için "hâlâ o evde mi kalacaksın?"
Boşluğuma denk gelerek cevaplayıverdim.
"Hayır, ayrı eve çıkacağım."
Sanki bu cevap ona yeterli gelmişti. Merak ettiğini öğrenmiş gibi duruyordu.
Bu sefer dik başlılık edip didişmedim. Çünkü yorgundum.
Beni sitenin içine kadar getirdi. Biraz bekleyip kafamı toparlamaya çalıştım. Emniyet kemerini çözüp kapıyı açtım. Beni buraya kadar getirdiği için bir teşekkür etmeliydim. Bu benim için dünyanın en zor şeyi olsa bile yapacaktım.
"Teşekkür ederim Ayaz Günay!"
Suçlu gözlerle bakarak,
"Teşekkürü hak etmiyorum küçük hanım, bana bir daha teşekkür etme!"
Bir anda dik başlı halime dönmüştüm. Ve tabi ki de lafımı sokmadan olmazdı.
"Zaten bir daha teşekkür edilecek bir şey yapacağını sanmıyorum!"
Sıkıntılı ve yüksek sesle nefes verdi.
Tam kapıyı kapatacağım sırada o kadar lafıma karşılı,
"İyi geceler küçük hanım."
"İyi geceler Ayaz Günay!"
Kapıyı kapatıp apartmanın kapısına yürüdüm. Ama hâlâ gitmemişti, kapıyı açarken dönüp ona baktım camı aralamış benim girmemi izliyormuş gibiydi.
Asansörün düğmesine basıp bekledim. Çabucak geldi zaten 'bu saatte ayakta olan varmıdır ki?' diye düşündüm kendi kendime.
"15" tuşuna basıp bekledim. Birinci kat, ikinci kat, üçüncü kata gelince birden asansör durdu, ışıklar gitti. Tuşlara basarak bir hareket bekledim ama olmadı, asansör bozulmuştu. Ve benim klostrofobim, bir nevi kapalı alan fobim vardı.
Hemen telefonumu kilidini açıp site güvenliğini aradım çaldı, çaldı ve açtı.
"Buyrun Yıldız sitesi güvenlik, ne için aramıştınız?"
"B blokta ki asansör bozuldu şuan içeride mahsur kaldım. Yardım edebilir misiniz?"
"Tabi hemen geliyorum lütfen sakin olun!"
"Biraz acele eder misiniz kapalı alanda kalamıyorum!"
"Hemen itfaiye ekiplerini çağırıyorum. Sakin kalmaya çalışın hanım efendi!"
Telefonu hemen kapatıp yavaşça yere oturdum. Sanki benim hareketimle düşecekmiş gibi hissediyordum.
Terlemeye başlamıştım, nefes almam sanki güçleşiyordu. Kendimi rahatlatmak için el fenerini açıp etrafımı görmeyi sağladım. Derin nesefler alıp veriyordum, etrafımdaki şimdiye kadar dikkat etmediğim asansörün içini, ayrıntılarına kadar inceliyordum. Sırf oyalanmak içindi bütün bu çabam ama olmuyordu, yapamıyordum.
Ben kendimi oyalamaya çalışırken itfaiye ekipleri ve telefondaki tanıdık ses, güvenliğin sesi geliyordu dışarıdan. Bana büyük ihtimalle sakin olmamı söylüyorlardı, ama ben onların seslerini sadece bir uğultu olarak duyuyordum, anlamıyordum.
Ellerim de titremeye başlamıştı. Titreyen ellerimle müzik sayfasına girip son dinlediğim şarkıyı devam ettirip müziğe odaklanmaya çalışıyordum. Ama yapamıyordum, olmuyordu.
O kadar sesin arasından daha da tanıdık bir ses işittim, beni bir anlığına rahatlamıştı. Odam da gibi hissettirmişti. Bu ses Ayazındı.
Onun ne işi vardı burada, nasıl öğrenmişti burda olduğumu.
"Güneş, Güneş iyi misin? Ben buradayım sakin ol tamam mı birazdan çıkacaksın!"
Bana ismimle seslenmişti. Bana Güneş demişti. Bu halimin arasında benim takıldığım tek şey buydu. İsmimi söylemesi.
Belki de haklıydı, o burada olduğu için kendimi biraz daha sakinlemiş hissediyordum.
Bütün sesleri kesik kesik algılamaya başlamıştım. Güvenliğin sesi, 'çağırıyorum' dediği itfaiye ekiplerinin uğraşlarının sesleri, çalan şarkının sesi ve beni sakinleştiren o adamın sesi, Ayaz'ın.
Şarkının sadece şu sözlerini hatırlıyordum. Diyordu ki Kahraman Deniz,
Dünyayı değiştireceğimize hiç inancın yok mu?
...
Araya benim korkumu tekrardan hatırlatan o sesler giriyordu, vurma kırma, kesme sesleri. Tekrar şarkıya dönüyordum,
Gün doğmadı, ama doğar elbet
Bu geceki hikayesi uzun olur hâlimin.
Ve tekrardan sesleri duyuyordum ama bu sefer, insanın sevdiği birini kaybetme korkusu sesine işlemiş birini, duygusuz hatta yontulmamış odun olarak tabir ettiğim, Ayaz Günay. Sesi o kadar korkmuş ve çaresiz geliyordu ki, sanki geçmişinde yaşadığı olaylar onu bu duruma itmiş gibiydi. Çünkü insan ne yaşarsa geçmişte, çocukluğun da ya da hayatın yükünü hissettiği zamanlarda yaşarmış. İnsan bu yaşadığı olaylar yüzünden geleceğine daha olgun ama bir o kadar da ruhunda izlerle adım atar. İşte Ayaz da bu kişilerden sadece birisi.
"Derin derin nefes al ver Güneş, sakın korkma. Bak çıkacaksın buradan."
Sesimi ona duyuramazdım. Çalışma yapan ekiplerin malzemeleri, benim sesimden daha yüksek ses çıkarıyordu. Sadece kendi dediğimi kendim duyuyordum. Ve Ayaz duymasa da mırıldanarak,
"Çıkacak mıyım gerçekten?" Benim kısık sesimi duyması imkansızdı ama onun tok ve gür sesini duyabiliyordum. Benim sakin kalmam için sesini daha da yükselterek daha doğrusu bağırarak konuşuyordu ama o sesindeki huzur verici ton asla yok olmuyordu.
Ben bunları düşünürken Ayaz tekrar konuştu. Birden beni duyabileceğinden şüphelenmiştim.
"Çıkacaksın Güneş. Buradan çıkacaksın."
Beni duymamıştı, benim dediğimi hissetmişti. Bu gerçekten olabilir miydi? Birbirimizin duygularını hissedebilme şansımız var mıydı? Belki de bu bir şans değildi, belki de bizim ruhlarımız tek bedendi.
Belki yarım saat belki bir saat geçmişti. Bir süreden sonra ayık kalmamıştım. Gözlerim beni ele vermişti, belki uyku belki de bir kabusun içine çekmişti beni. Nefes alış verişlerimin zorlandığını hatırlıyordum ve bir de Ayaz'ın sesini. Gerisi yoktu.
Daha sonrasında ise gözlerimi araladığımda rüyada olabileceğimi düşündüm. Ayaz'ın kucağında o ağır odunsu kokusuyla omzunda uyandım. Kendime gelmeye çalışarak kafamı kaldırdım. Birşey demeden sadece beni izledi.
"Ne oldu bana, niye senin kucağındayım?"
"Ufak bir kaza geçirdin diyelim küçük hanım."
Olanları hatırladım daha sonrasında, asansörün bozulduğunu, Ayaz'ın gelip beni sakinleştirmeye çalıştığını ve ekiplerin seslerini. Daha sonrası yok nasıl çıkarıldığımı hatırlamıyordum.
"Uyandığıma göre kendim çıkabilirim, yere bırak beni Ayaz Günay."
Sadece merdivenleri çıkıyordu, beni dinlemiyordu. İnmek için debeleniyordum. O kadar kaslı ve güçlüydü ki benim debelenişlerim onu sarsmıyordu bile.
Ellerimle göğsüne vurup bir tepki verip beni bırakmasını istiyordum. O ise hiçbir tepki vermiyordu, cümlemi tekrarlayacaktım ki benden önce davrandı.
"İnemezsin küçük hanım."
"Nedenmiş o, niye inemezmişim?"
"İnemezsin dediysem, inemezsin."
"Sen öyle san!"
"İstersen çokta iddialı konuşma."
Göz devirerek, debelenmeye devam ettim. Ayaklarımı sallayarak, ellerini bedenimden ayırması için uğraştım. Bir beş dakikanın sonunda uğraşlarım sonuç vermeyince, büyük bir zaferi kaybetmiş bir savaşçı gibi kazandığını Ayaz'a söyledim.
"Pes ediyorum, sen kazandın Ayaz Günay."
Bana, kazanmanın verdiği keyifli bir edayla bakıyordu ben ise ona göz devirdim, bu onun daha çok hoşuna gidiyor gibiydi.
"Ben hep kazanırım küçük hanım bunu sakın unutma."
"Görücez Ayaz Günay, görücez."
Uzun bir süre sessizlik oldu. Bu sessizliği bozarak cevabını deliler gibi merak ettiğim soruyu sordum. Evet deliler gibi merak ediyordum.
"Benim orada... Yani... Asansörde olduğumu nereden öğrendin?"
"Bunu gerçekten merak ediyor musun?" Evet Ayaz Günay deliler gibi merak ediyorum. Tabi ki de böyle demiyecektim.
"Yani, ediyorum. Birde gelip beni sakinleştirmeye çalıştın, üstelik beni kucağında, bilmem kaç kat çıkarak evime kadar taşıyorsun. Neden yapıyorsun tüm bunları?"
"İçeriye güvenliğin koşturduğunu gördüm. Bu saatte, senin apartmana girdikten sonra koşmasından dolayı da aklıma ilk sen geldin ve bende arkasından girdim. Ne olduğunu sorduğumda da anlattı böylelikle öğrendim."
Konuşurken onu izledim. Belki bazı cümlelerini izlemekten anlamamış olabilirim, ama bu onu bilmediği için sıkıntı yok.
" Kaç kat taşıdığımı sorarsan da galiba on üçüncü kattayız." Gülerek "amma da ağırmışsın he, küçük hanım falan diyorum da hiç küçük değilmişsin."
Gözlerim hala onun yüzünü seyrediyordu. Gülerken kısılan ela gözleri o kadar güzeldi ki, gün ışığına çıkınca ki rengini çok merak ediyordum. Bana yaşadığım şeyi unutturmaya çalışıyor gibiydi. Ama pekte mümkün değildi bu yapmaya çalıştığı şey. Belki kötü anımı unutmamı sağlayabilirdi ama saatler önceki olayı istese de unutturamazdı.
Yüzümü buruşturup "hiçte bile 60 kiloyum. Sen daha kilolu görmemişsin Ayaz Günay." Cümlemi bitirdikten sonra sesli olmayan minik bir kahkaha attım başımı ona çevirdiğim de bana baktığını gördüm. Yüzünde gülümseme oluştu, benim onu izlediğim gibi o da beni izliyordu. Bir süre birbirimizi izledik. O sırada merdivenleri çıkmaya devam ediyordu, sanki merdiven çıkmaya ayarlanmış gibiydi, korkmadan emin adımlarla çıkıyordu merdivenleri.
Sonra boğazını temizleyerek, önüne döndü.
Belki bir kat çıktıktan sonra yorulduğunu düşünerek dinlenmesini isteyecektim. Aynen Güneş çocuk on kat çıkmamış gibi bir kat daha çıktı diye yorulacak.
"Dinlen istersen, yorulmuşsundur. Hem ben bundan sonrasını kendim çıkarım böyle kendimi hiç rahat hissetmiyorum."
"Ben rahatım sana noluyor küçük hanım!"
Rahatım? Konuyu değiştirmek için başka sorular sordum.
"Hiç dinlenmedin mi?"
"Hayır." Cevabı netti.
"Sen manyak mısın on iki kattır 60 kilo taşıyorsun farkında mısın?"
"Hayır değilim bence sen manyaksın, kaldırdığım ağırlıklardan daha hafifsin."
"Yok artık bu yüzden mi dinlenmiyorsun?"
Gülerek "evet kas yapıyorum, nasıl ama iki iş birden."
"İki iş?"
Daha çok gülmeye başladı. Gülüşünü soldurmayı çok iyi biliyordum.
"Aa evet bir tane daha işin vardı dimi, mafya!"
Evet istediğim olmuştu o gülümsemesinden eser kalmamıştı.
Bir kat daha çıkarak eve ulaşmıştık. Bir kat daha çıkacakken Ayazı durdurdum.
"Burası, indirebilirsin."
"Neresi?"
"Yok artık, istersen gel bir de yatağıma yatırıp üzerimi ört!"
"İnşallah bir gün."
Mırıldanarak söylese de duymuştum. Daha fazla uzatmak istemiyordum. Boğazımı temizleyerek indirmesini tekrarlayacaktım ki bizim evin kapısı açıldı.
Şok! Babam beni tanımadığı bir adamla, kucağındayken görmüştü. İkimizde babamla bakışıyorduk.
Başımı Ayaz'a çevirdiğimde pek memnun bir ifade vardı suratında. Babam şokla karışık merak duygusuyla bakıyordu.
Babamdan da bir şok darbesi yiyeceğim aklıma gelmezdi ama o da oldu sonunda.
" Ayaz Günay, kızım!"
Ayaz Günay mı dedi o, nerden biliyordu yoksa babamda mı annemin anlaşmasının içindeydi ama sanmıyordum.
"Ufuk bey."
Çok güzel Ayaz da babamı tanıyordu. Neler oluyordu burada ne yaşanıyordu. Beni soyutlanmışlar gibi konuşuyorlardı.
Hayat bazen acımasız olabiliyor. Bazen de kısacıkta olsa güzelleşebiliyor. Bunun hepsini bir insan, bir cümle, bir kelime bazen de ufacık bir bakış başarabilir.
Bir günde farklı duyguları aynı anda yaşayabiliriz, bazen de o günü sadece depresyona ya da kendi kendimize verdiğimiz bir partiye ayırabiliriz. Bazen kahve molası bazen mutfağa girip kendimizi mutlu edecek tarifler, fark etmeseniz de bunlar seni, beni hepimizi mutlu ediyor.
Çünkü biz kendi kendimizi mutlu edenlerdeniz, sen bunu yapabiliyorsun evet, belki farkında değilsin ama sen bunu çok kez başardın.
Belki yapamadığımız günlerde oluyor, ruhumuzun bile bizi terk ettiği zamanlarda kendimize sığınacak bir liman bazen de bir sığınak ararız.
Ama sanmayın ki bu limanlar, sığınaklar çok güvenli, sizi koruyacak kadar sağlam. Sanmayın, çünkü herkesin limanı kendisidir. Her limanı güvenli sanmayın, her liman bir değildir.
Evett aşklarım bir bölümün daha sonuna geldik.
Nasıl buldunuz lütfen yorumlar da belirtiniz efenimm 💗
Bir dahaki bölüme kadar kendinize çok cici bakınn öpüldünüz 😚🩷
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |