@karayazar
|
Sabahın erken saatlerinde, Mehtap aynanın karşısında hazırlanıyordu. Hafif bir heyecan dalgası içinde, saçlarını dikkatlice taradı ve doğal, yumuşak bir makyaj yapmaya karar verdi. Sade ama zarif bir elbise seçmişti; hem rahat hissediyor hem de bu buluşmaya biraz daha özen göstermiş oluyordu. Kalbinin attığını hissetti, bu sıradan bir kahvaltı gibi değildi onun için. Dinçer’le geçen her anın daha özel hale geldiğini fark ediyordu. Aynada kendisine gülümseyerek son bir kez baktı ve düşüncelerine daldı: Acaba o da heyecanlanıyor mudur? Belki sıradan bir buluşma gibi düşünüyordur. Ama yine de… Bu düşünce onu biraz güldürdü. Çantasını alarak kapıyı kapattı ve dışarı adım attı. Aynı saatlerde, Dinçer de sabahın serinliğiyle uyanmış, gözlerini açar açmaz bugünün heyecanını hissetmişti. Saçlarını özenle taradıktan sonra, sade ama şık bir gömlek giymeyi tercih etti. Çayını şekersiz içmeyen biri olarak, aklında Mehtap’ın her zaman çayını şekersiz tercih etmesi gibi küçük detaylar vardı. O, bu buluşmaya biraz fazladan anlam yüklüyor muydu, bilmiyordu; fakat o gün Mehtap’la geçireceği saatleri düşündükçe, gözlerinin içinde bir sıcaklık belirdi. Kafasına takılan her küçük ayrıntıyı atlatıp son hazırlıklarını tamamladı. Kahvaltı için abartmış mı oldum acaba? diye düşündü ama bu düşünceyi çabucak bir kenara bıraktı. Heyecanını bastırmak için derin bir nefes alarak dışarı çıktı. ***
Dinçer ve Mehtap, sabah güneşinin hafif ışıklarıyla, deniz kenarındaki yürüyüş yolunda ilerliyorlardı. Hafif bir rüzgar, denizin tuzlu kokusuyla karışarak onların yanından geçiyor, saçlarını savuruyordu. Mehtap, Dinçer'in yanında adımlarını hafifçe hızlandırdı, aralarındaki sessizliği sadece dalgaların vuruşu bozuyordu. "Bugün gerçekten harika bir gün," dedi Mehtap, gülümseyerek. "Kendimi yenilenmiş gibi hissediyorum, sanki her şey çok güzel ve taze." Dinçer, ona anlamlı bir bakışla cevap verdi. "Bazen sadece hava, insanı böyle hissediyor. Senin gibi, bu günün şanslısı olmak güzel." Mehtap, Dinçer'in söylediklerine başıyla onay verdi. "Evet, ve tam da böyle bir gün için birlikte yürüyüş yapıyor olmak... Bunu daha önce hiç hissetmedim gibi." Bir süre sessizce yürüdüler, sadece ayak sesleri ve doğanın sesi vardı. Sonra Dinçer, Mehtap'a yöneldi. "Yaşadığımız bu anların değerini bilmek gerek," dedi yavaşça. "Özellikle hafta sonları, her şeyin yavaşladığı, bizim kendimize vakit ayırdığımız anlar..." Mehtap, bu sözlere içten bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Sana katılıyorum. Bu anlar o kadar değerli ki... O kadar koşturmacanın içinde bazen unutuluyor. Ama bugün her şey güzel." Birlikte ilerlerken, bir kafe köşesinde durup kahvaltı yapmaya karar verdiler. Masaya oturduklarında, kahvaltılıklar sırayla getirilmişti: sıcak simit, peynir, zeytin, bal ve taze demlenmiş çay. Dinçer, şekerini eklerken, Mehtap çayını şekersiz içmeyi tercih etti. Göz göze geldiler, kahkahalar eşliğinde sohbet etmeye başladılar. "Ne kadar basit şeyler ama..." Mehtap, simidini ısırarak, "Bunlar en güzel anlar."dedi. Dinçer, çayını yudumlayarak başını salladı. "Basit ama değerli. Her şeyin bir anlamı var. Bugün de anlamlı." Kahvaltı bittikten sonra, Dinçer ve Mehtap, sohbetlerini biraz daha uzatmak için kahve sipariş ettiler. Mehtap, fincanını eline alıp derin bir nefes aldı ve gözlerini Dinçer’in mavi gözlerine çevirdi. Bu soruyu sormak için doğru an olduğunu hissediyordu. Hafif bir duraksamadan sonra, nihayet sorusunu dile getirdi: "Birlikte vakit geçiriyoruz, ama senin hakkında birkaç küçük detay dışında pek bir şey bilmiyorum," dedi. "Bana biraz kendinden söz eder misin?" Dinçer, bir an duraksadı, kahvesinden bir yudum alıp bakışlarını denize çevirdi. Gözlerinde hafif bir hüzün belirmişti. Derin bir nefes alarak bakışlarını Mehtap’a döndü. "Ben aslında... yetiştirme yurdunda büyüdüm," dedi sessizce. Mehtap’ın gözlerinde bir şaşkınlık parladı. Onun anne babasının öldüğünü sanıyordu; ama bunun arkasında böylesine farklı bir hikaye olduğunu hiç tahmin etmemişti. "Anne babamı hiç tanımadım," diye devam etti Dinçer, hafif bir hüzünle. "Çocukluğumdan hatırladığım şeylerden biri, dört duvar arasında geçen o yalnız günler. İnsan küçük yaşta bile o boşluk hissini taşıyor… ve o hep seninle kalıyor." Mehtap, şaşkınlığını ve hafif üzüntüsünü gizlemeye çalışarak gözlerini Dinçer’den ayırmadan onu dinliyordu. Dinçer, anılarına dalarak devam etti. "Bazen bu yüzden insanlara hep bir mesafe koyuyorum," dedi, yüzünde hafif bir tebessümle. "Ama seninle bu mesafeyi kaldırmak kolay geliyor." Mehtap, gözlerinde anlayışla başını salladı. Dinçer’in yanında olmanın, onu olduğu gibi kabul etmenin önemini bir kez daha anladı. Bu sıradan gibi başlayan sohbet, aralarındaki bağı daha da güçlendirmişti. Kahvaltının ardından, Dinçer ve Mehtap, günün keyfini sürdürmek için sokaklarda dolaşırken eski bir sahaf dükkânı dikkatlerini çekti. Ahşap raflarla dolu, toz kokusunun bile nostaljik bir sıcaklık verdiği bu sahaf, ikisinin de ilgisini çekmişti. İçeri girer girmez, her bir köşede karşılarına çıkan eski ve nadir kitaplar onları büyüledi. Dinçer, raftan eski bir kitabı alıp gülümseyerek Mehtap’a uzattı. "Bunu daha önce gördün mü? Gerçekten eski bir eser. 'Simyacı' adlı bu kitap, yazarının ilk basımıydı," dedi. Kitabın kapağındaki altın harfler zamanla solmuştu, ancak üzerine düşen güneş ışığına rağmen hala etkileyici bir görünüm sergiliyordu. Mehtap, kitabı eline alıp sayfalarını nazikçe karıştırdı. İlk baskının dokusu, sayfaların kenarları bile yılların izlerini taşıyor, her sayfa eski bir dünyanın hatıralarını fısıldıyordu. "Bu kitap, gerçekten çok değerli," dedi Mehtap, gözleriyle kitabı okurken. "Her ne kadar çok ünlü olsa da, bu baskı ve eski hali çok farklı bir anlam taşıyor gibi." Dinçer başıyla onayladı, "Evet, zamanında sadece sınırlı sayıda basılmıştı. İçindeki hikâyeler, insanı hayallerinin peşinden gitmeye teşvik eder. Belki de bu, eski kitapların büyüsüdür, her biri başka bir dönemi, başka bir dünyayı anlatır." Kitapların arasındaki bu an, aralarındaki bağın daha da derinleşmesine neden oldu. Kitabın ilk basımına dair duydukları heyecan, onları geçmişin izlerinden bugüne, birbirlerini daha çok anlamaya taşıdı. Gün sonlanmak üzereydi. Her ikisi de birlikte geçirdikleri zamanın güzelliğinden keyif almıştı, ama bir yandan da günün bitiyor olması içlerinde bir boşluk yaratıyordu. Sessizce yürürken, her adımda bu anın sonlanmasını istemiyorlardı. Dinçer, birkaç adım geride kaldı ve derin bir nefes aldı. Ardından Mehtap’a yaklaşıp"Bugün çok güzeldi," dedi, sesi biraz hüzünlüydü. "Günün hiç bitmesini istememiştim, itiraf etmemgerekirse." Mehtap, yanına yaklaşarak, ona bakıp gülümsedi. "Zamanı biz durduramayız," dedi. "Ama her anı dolu yaşadığımızı düşünüyorum." Dinçer, gözlerini yere çevirdi ve yavaşça konuştu. "Zaman o kadar hızlı geçiyor ki... özellikle seninle olduğumda . Yanından ayrıldığımda bir şeylerin benden eksilip kaybolduğu hissediyorum, Bugün de öyle oldu. Çok güzeldi ama bitti... ve bunu kabullenmek zor." Mehtap, hafifçe başını sallayarak, sakin bir şekilde cevap verdi. "Bitmesi, değersiz olduğunu göstermez ki, yarın yine birlikteyiz." *** Mehtap, eve girdiğinde kapıyı yavaşça kapattı ve çantasını askıya astı. koridordan geçip annesinin oturma odasında olduğunu düşünerek oraya yöneldi. O sırada duyduğu ağlama sesi ile sesin geldiği yöne doğru ilerledi. Annesinin yatak odasının önüne geldiğinde endişeyle odanın kapısını çaldı ve içeriye girdi. Annesi, başı öne eğilmiş bir şekilde yatağının köşesine oturuyor, gözlerinde belli belirsiz bir hüzün vardı. Mehtap, adımını atar atmaz, annesinin gözlerinde yaşlar gördü. Hemen yanına gitti ve nazikçe"Anne, ne oldu? Neden ağlıyorsun?" dedi. Annesi, hızla gözlerinden yaşları silip, derin bir nefes aldı. Sonra başını kaldırarak, Mehtap’a bakarken, sesi kırık bir şekilde yanıtladı. "Bir şey yok, kızım. Sadece... zor bir gün geçirdim. Biraz dertleşmeye ihtiyacım var." Mehtap, endişeyle annesinin gözlerine bakarak,"Anne, ne oldu? Anlat bana." Annesi, bir süre sessiz kaldıktan sonra, derin bir nefes aldı. "Münire..."dedi, sesindeki hüzün giderek artarak devam etti. "Hastalandı... çok kötü. Hem de yaşlı, bildiğin gibi. Ama iyileşme ihtimali var. Yine de... içimi sıkıyor." Mehtap, şaşkın bir şekilde annesinin yüzüne bakarak,"Münire teyze, O kadar iyi bir insandı... Peki, ne oldu ona" diye sordu. Annesi, başını sallayarak, derin bir nefes aldı. "İçim rahat değildi zaten birkaç gündür, Mehtap. Zaten çok yeni öğrendim hastalandığını. Durumu biraz ciddileşti. Ama doktorlar hala umutlu... İyileşebileceğini söylüyorlar. Ama o kadar yıllık bir dostum ki... hastalığını duymak beni çok üzüyor." Mehtap, annesinin söylediklerine kulak verirken, annesinin de ne kadar yıprandığını fark etti. "İstersen yanında ol, anne. Belki biraz destek olmak iyi gelir." Annesi, biraz daha derin bir nefes aldı ve başını eğdi. "Ben de öyle düşünüyorum, birkaç günlüğüne yanına gitmeyi. Bir iki gün kalırım belki. Ona biraz yardımcı olabilirim, yalnız kalmasın." Mehtap, annesinin gözlerine bakarak, onu üzmemek için yavaşça başını salladı. "Gitmek istersen git. Ama ne olursa olsun, kendine de iyi bak. Benim için endişelenme." Annesi, Mehtap’a sarılarak, yumuşak bir şekilde, "Teşekkür ederim, kızım. Senin gibi bir kızım olduğu için şanslıyım."
|
0% |