Yeni Üyelik
19.
Bölüm

13. KALPDEKİ DEĞİŞEN RİTİMLER

@karayazar

 

Mehtap mutfağa girdiğinde, Zübeyde Hanım sabahın erken saatlerinde evin düzenini sağlamak için hazırlıklarına başlamıştı. Mehtap, annesinin her zaman titiz ve düzenli olmasından alışkındı. Mutfakta masayı hazırlarken, peynirleri, zeytinleri, balı yerleştirip çayı demlerken, bir yandan da annesinin sabah hazırlıklarına yardımcı olmaya çalışıyordu.

Zübeyde Hanım, gözlüğünü takarak başka işlerle ilgileniyordu. "Kahvaltı hazır, anne," dedi Mehtap, mutfaktaki hazırlıklarını bitirirken.

Zübeyde Hanım, başını çevirerek gülümsedi, “Hemen geliyorum,” dedi. Kahvaltıdan sonra aralarındaki kısa sessizlikte, her biri kendi düşüncelerine dalmıştı.

Zübeyde Hanım birden durdu, kahvaltıya ellerini koyarken, Mehtap’a gözleriyle seslendi. "Münire’nin yanına gitmeliyim," dedi, sesinde minnettarlık vardı. "O kadar zor bir durumda... Onun yanında olmak, sadece zor zamanlarında değil, her zaman insanın gereksinimi. Bize ne kadar destek oldu, şimdi ben de ona destek olmalıyım."

Mehtap, annesinin gözlerindeki anlamı fark etti. Zübeyde Hanım, Münire’ye duyduğu minnettarlıkla her zaman daha kararlı ve içten oluyordu. “Tabii, anne,” dedi Mehtap, başını sallayarak. “Senin yanında olman onun için çok önemli.”

Bir süre sonra birlikte arabaya geçip, Zübeyde Hanım’ı havalimanına bırakmaya çıktılar. Mehtap, annesinin yolculuk hazırlığını yaparken, Münire’ye duyduğu derin minnettarlığı düşünerek içini huzurla dolduruyordu. Zübeyde Hanım, Münire’ye olan desteğini her zaman içtenlikle gösterdiği gibi, şimdi de ona olan bağlılığını her şekilde ifade ediyordu.

***

Mehtap bilgisayarındaki dosyaları düzenlerken, Dinçer kendi masasında evrakları toparlamaya başlamıştı. Banka sabahın erken saatlerinden itibaren hareketliydi; telefonlar çalıyor, insanlar işlemlerini yapıyordu. Dinçer bir yandan bilgisayarını kontrol ederken, Mehtap’ın yanına kısa bir bakış atarak “Yoğun musun?” diye sordu.

Mehtap başını kaldırmadan, “Birkaç şey var, ama halledeceğim,” dedi. İşlerin yoğunluğuna rağmen sessiz bir atmosfer vardı. Çalışanlar, gündelik telaşlarına odaklanmıştı. Dinçer, birkaç evrağı gözden geçirip imzaladıktan sonra, arada bir Mehtap’a göz atıyordu. Gözleri, bankanın kalabalığında bir türlü sabitlenemeyen bir noktada kayıyordu.

Serdar ve Faruk, bankanın köşesinde oldukça dikkat çekmeden konuşuyorlardı. Aralarındaki sohbet, genelde alışılagelmişti, ancak bugün biraz daha dikkatli dinlemek gerekiyordu.

Serdar, Faruk’a biraz alaycı bir şekilde, “Bunu böyle çözeriz işte. Hadi bakalım,” dedi, Faruk ise biraz gergin bir şekilde cevap verdi.

“Her şey planladığın gibi gitmiyor, Serdar. Görmüyor musun?” Faruk, ellerindeki evrakları karıştırarak devam etti.

Serdar, gülerek başını salladı, “Bu kadar kafaya takma. Çözümü zaten bulduk, şimdi sadece zamanı bekliyoruz.”

Dinçer, köşedeki konuşmayı bir an fark etti ama fazla önemsemeden, Mehtap’a döndü. “Serdar ve Faruk’un işleri biraz karışmış gibi. Ama sıkıntı yok, her zaman böyleler,” dedi, gülerek.

Mehtap bir an gözlerini kaldırdı, ardından başını hafifçe eğdi. “Bazen çok kafa karıştırıcı olabiliyorlar,” dedi, gülümseyerek.

O sırada, Nilüfer, telefonuna göz atıyordu ve zaman zaman Mehtap’a ve Dinçer’e bakarak, masasında sakin bir şekilde oturdu. Bir süre sessizlik hakimdi. Bankanın gündelik telaşına karşın, Mehtap ve Dinçer birbirlerine bakarak kısa bir anlığına göz göze geldiler.

Dinçer, Mehtap’ın ne düşündüğünü hissedercesine hafifçe gülümsedi. “Her şey yolunda, değil mi?” diye sordu, ama sesi yumuşaktı, daha çok bir rahatlama çağrısı gibiydi.

Mehtap, işlerine odaklanarak başını salladı. “Evet, her şey yolunda,” dedi. Bu kısa diyalogla, her şeyin görünenden biraz daha fazla anlam taşıdığını hissetmişti. Ama şu an için her şey normaldi.

***

Bankadan ayrıldıktan sonra, Mehtap arabasıyla evine doğru yavaşça yol aldı. Gün boyu süren yoğunluğun ardından eve varma düşüncesi, içinde bir huzursuzluk yaratıyordu. Tek başına kalmanın getirdiği o tanıdık yalnızlık hissi yine peşindeydi.

Bu sırada Dinçer de kendi arabasında eve doğru gidiyordu, fakat aklında Mehtap vardı. Bankadan çıkarken onun yüzündeki düşünceli ifadeyi fark etmişti. Mehtap’ın yalnız kalmaktan hoşlanmadığını biliyor, ancak bu konuda her zaman güçlü durmaya çalıştığının da farkındaydı. Ona biraz olsun huzur verecek bir şeyler söylemek istedi. Telefonunu eline alıp kısa bir mesaj yazdı:

"İyi akşamlar, Mehtap. Yalnız hissettiğinde her zaman yazabilirsin. Ben buradayım."

Mehtap, eve varıp telefonunu eline aldığında Dinçer’in mesajını gördü ve içindeki ağırlık hafifledi. Dinçer’in bu küçük ama anlamlı mesajı, yalnızlık hissini dağıtmaya yetmişti. İş çıkışı her biri kendi evine gitmiş olsa da, Dinçer’in düşünceleri Mehtap’ın yanında olmaya devam ediyordu.

***

 

Mehtap, yalnızlığını hafifletmek için televizyonu açtı ve yemeğini salonda yemeye koyuldu. Evdeki sessizlik bir nebze dağılsa da, can sıkıntısı hala içindeydi. Tam o sırada telefonu çaldı; arayan Nilüfer'di.

Bu sırada, Nilüfer ailesiyle yemek masasındaydı. Gözleri eşi Demir ve kızı Sude’nin yüzlerinde dolaşırken aklı Mehtap’a takıldı. Telefona neşeli bir sesle açıldı:

"Mehtap!? Gel bize, hadi bak sofradayız. Yanımızda olmanı çok istiyoruz."

Mehtap içten bir gülümsemeyle yanıtladı.

"Nilüfer, canım, çok teşekkür ederim. Ama bu akşam pek halim yok."

Nilüfer, ısrarcı ama sıcak bir tonla, "Bunu hep diyorsun Mehtap! Gerçekten bizim evde olmak sana da iyi gelir eminim istesen," dedi ve ardından ekledi, "Bak, sen gelmezsen ben gelir alırım!"

Mehtap gülümseyerek derin bir nefes aldı. "Söz, en kısa zamanda. Ama bu akşam dediğim gibi yalnız kalacağım."

Nilüfer iç çekerek, "Peki canım, nasıl istersen. Ama unutma, ne zaman istersen kapımız sana açık," diyerek telefonu kapattı.

Demir bu konuşmayı dinlemişti. "Mehtap yine mi gelmiyor?" diye sordu.

Nilüfer hafif bir baş sallayarak, "Gelmek istemiyor, kendi başına kalmak istiyor herhalde. Ama işte... İnsanın yanında birileri olsun istiyor böyle anlarda," dedi.

Demir sakin bir ifadeyle, "Belki kendince bir nefes almaya ihtiyacı vardır," dedi.

Nilüfer gülümseyerek başını salladı, "Evet, olabilir."

Sude, annesine bakarak, "Anne, Mehtap teyze gelmeyecek mi?" diye sordu, biraz üzülerek.

Nilüfer, gülümseyerek, "Hayır, bu akşam gelemeyecek. Ama bir dahaki sefere gelir, söz." dedi.

Sude, başını hafifçe eğerek, "Beni de çok seviyor, değil mi anne?" diye sordu.

Nilüfer gülerek, "Evet, tabii ki seni de çok seviyor. Hem seni hem de Demir’i. Ama bu akşam bir iş çıkmış galiba." dedi ve yemeklerine devam ettiler.

***

Gece yarısına yaklaşırken, Mehtap televizyonun karşısında bir süre daha oturdu. Ekranda ne olduğunu fark etmeden, kafasında dolanıp duran düşünceler arasında kaybolmuştu. Ardından televizyonu kapatıp, odasına doğru ilerledi. Tam yatağına oturmak üzereyken, telefonundan gelen bir mesaj sesi duydu. Dinçer’den bir mesaj vardı.

"Biliyorum, uykusuzsun. Ama yalnız değilsin. Yanında olmayı o kadar çok isterdim ki…"

Mehtap, mesajı okuduktan sonra bir an duraksadı. İçinde bir sıcaklık hissetti, ama aynı zamanda bir huzursuzluk da vardı. Dinçer’in kelimeleri, kalbini hızla çarptırmıştı. Telefona tekrar bakarak, bir yanıt yazmaya karar verdi.

“Bazen, uykusuzluk değil, düşündüklerim beni uyandırıyor. Ama senin bu kadar düşünmen bile bana yeter."

Mesajı gönderdikten sonra bir süre telefonu elinde tutarak düşüncelere daldı ve yeni bir mesaj daha geldi.

"Yanımda olmasan da hissettiklerini biliyorum."

Mehtap, Dinçer’in mesajına bir süre bakıp, içindeki karışık duygularla telefonunu yavaşça yere bıraktı. “Yanımda olmasan da, hissettiklerini biliyorum,” demişti. Bu sözler, onun içini ısıtmış ama bir yandan da huzursuz etmişti. Biraz daha bekleyip, telefonu alıp tekrar mesaj yazmak istedi. Ancak, tam da bu sırada kapı çaldı.

Mehtap, şaşkınlıkla kapıya doğru adım attı. “Bu saatte kim olabilir ki?” diye düşündü. Kapıyı araladığında karşısında Dinçer’i görünce kalbi hızla çarpmaya başladı. Bir an, her şeyin daha önce hiç olmadığı kadar netleştiğini, ama bir o kadar da karmaşıklaştığını hissetti. Dinçer’in gözlerinde, her zamanki derinlik ve güven vardı ama bir şeyler eksikti. Mehtap, bu kadar yakın olmanın, aralarındaki bağın her an daha güçlü hale gelmesinin farkındaydı. Ama bu kadar yakın olmak, başka bir şeyleri de gündeme getirebilirdi.

Dinçer, adım atarak ona daha da yaklaştı. Mehtap’ın içindeki endişe dalgası büyüdü, ama onun duruşundaki kararlılığı görünce bir an daha duraksadı. "Neden buradasın?" diye sordu, sesi titremese de içinde bir şeyler olduğunu belli edercesine, bu kadar net bir soruyu sormaktan çekindi.

Dinçer, ona baktı, yavaşça başını eğdi ve Mehtap’ın gözlerine odaklandı. “Seninle olmak istedim,” dedi. “Beni yalnız bırakmana dayanamadım.” Gözlerinden yayılan his, Mehtap’ı bir anda etkiledi ama aynı zamanda korkutuyordu. Dinçer, ona böyle hissettirdiğinde, bu kadar kolay oluyordu her şey. Ama Mehtap bir şeyin farkındaydı, dinçer’in hisleri ve söyledikleri kadar dışarıdaki dünyanın gözleri de vardı. O an, birinin görme endişesiyle kalbi sıkıştı.

Bir süre sessizce durdu, sonra çekingen bir şekilde, “Dinçer, Sevim seni görebilir.” Onun bakışlarından ve her şeyin arasında, bir başkasının gözlerinin üzerlerinde olmasının yaratacağı karmaşıklık, Mehtap’ın içini kemiriyordu. Dinçer, başını hafifçe salladı ve “Hayır, göremez, merak etme, biraz önce damadı onu alıp gitti." Ama onun gülümsemesi, bu anın özel olduğunu ve sadece ikisinin dünyasında bir şeylerin değişmekte olduğunu hatırlatıyordu.

Mehtap, derin bir nefes aldı, gözleri Dinçer’in gözlerinden ayrılmadan, yavaşça kapıyı biraz daha aralayarak, “İçeri gel,” dedi. Cümlesi isteksiz ama bir o kadar da içten, çekingen bir şekilde döküldü ağzından. O an, Mehtap’ın kalbi yine hızlı atmaya başladı, ama bu kez sadece Dinçer’e yönelikti.

Evin içine girerken, Dinçer bir an için ortamı gözlemledi. Yalnızca birkaç parça mobilya, ama her şeyin yerli yerindeydi; sade, ama sıcak bir atmosfer vardı. Evin her köşesi, Mehtap’ın kişiliğini yansıtır gibiydi. Zarif bir düzen, pastel tonlarındaki perdeler ve biraz vintage dokunuşlarla bezenmiş bir alan… Burada hiçbir şey aşırıya kaçmamıştı, ama hepsi birbirini tamamlıyordu.

Mehtap, hemen mutfak kısmına yönelip, bir şeyler hazırlamaya başladığında, Dinçer odanın köşesinde durup bir an sessizce etrafı inceledi. Hafif loş bir ışık, pencere kenarındaki küçük masanın üstüne düşerken, yerdeki halı, evin sıcak atmosferini tamamlıyordu. Odayı saran sakinlik, içerideki yumuşak bir müzikle birleşiyor, her şey huzurlu bir dengeye sahipti.

Dinçer, bir süre sessizce Mehtap’ı izledi. Onun her hareketi, evdeki o huzurlu atmosfere yansıyordu. Mehtap, mutfaktan dönerken ona doğru birkaç adım atıp içeceğini uzattığında, ellerinin arasındaki boşluk, dinamik bir anı yansıtıyordu. Dinçer, hafifçe gülümsedi ve gözleri Mehtap’ın ellerinden, yüzüne kaydı.

“Burası gerçekten senin gibi,” dedi, sesindeki yumuşaklık, söylediklerinin ötesinde bir şey anlatıyordu. Her şeyin basit ama anlam yüklü olduğu bu evde, Mehtap’ın sıcaklığı bir nevi görünüyordu.

Mehtap, gülümsedi ve biraz çekingen bir şekilde, “Teşekkür ederim. Çok fazla değil ama…” dedi, derin bir nefes alıp odanın ortasında durarak. “Burada kendimi daha rahat hissediyorum.”

Dinçer, elindeki bardağı hafifçe sallayarak, birkaç adım daha attı. “Bu evde zaman geçirmek güzel olmalı,” dedi. “Burası gerçekten… senin yansıman gibi.”

Mehtap bir adım daha geri çekildi, ama gülümsemesi devam ediyordu. İçindeki duygular, adeta bu sessiz ortamla daha da büyüyordu. “Bazen insanın kendini bulduğu yer buralar oluyor,” dedi, sözlerini fısıldar gibi. Sesindeki duygular, ortamın huzuruyla birleşerek anlam kazanıyordu.

Dinçer, her hareketini dikkatle izleyerek, Mehtap’a bir adım daha yaklaştı. “Seninle daha fazla zaman geçirmek istiyorum,” dedi, sesindeki hafif çekingenlik, aynı zamanda samimi bir arzuyu taşıyordu. “Eğer… istersen tabii.”

Mehtap, bir an durakladı, gözlerini yere indirdi, ama sonra başını hafifçe kaldırıp gülümsedi. “Bunu bende istiyorum, Dinçer,” diye fısıldadı.

O an, evdeki huzur dolu atmosferin içinde, sadece ikisi vardı. Her şey birden sessizleşti, sadece aralarındaki bakışma ve kalp atışları vardı. Evin her köşesi, aralarındaki bu yakınlaşmayı, adeta onaylar gibiydi. Dinçer, Mehtap’a bir adım daha yaklaştı, ama hiçbiri acele etmiyordu. Yavaşça, ama emin adımlarla, birbirlerinin yanında olmanın rahatlığını hissediyorlardı.

Loading...
0%