@karayazar
|
Dinçer, Mehtap’ın yanına adım attığında, aralarındaki mesafe çok azalmıştı. Gözleri, Mehtap’ınkilerle buluştuğunda, kalbinin hızlandığını hissedebiliyordu. İçinde bir çekim vardı, ama aynı zamanda belirsizlik de... "Mehtap," dedi Dinçer, sesini biraz daha alçaltarak. "Burada olmak... doğru mu, sence?" Gözlerinde bir kararsızlık vardı, ama aynı zamanda güçlü bir istek de. Mehtap, başını hafifçe eğerek, gözlerini ondan kaçırmadan, biraz uzak durarak cevap verdi. "Bazen doğruyu bulmak için zaman gerekebilir," dedi. “Ama şu an ne hissettiğimi biliyorum... Gerçekten, doğru ne, emin değilim.” Sesi nazikti, ama her kelime, hislerinin derinliğini gösteriyordu. Dinçer, biraz daha yaklaştı. “Ama burada olduğumu biliyorsun, değil mi? Sadece istediğini söyle,” dedi, bu sefer biraz daha cesaretle. O anda, Mehtap’ın içinde bir çelişki vardı; çekingenliğini korurken, Dinçer’e karşı koyamıyordu. "Ben…" dedi Mehtap, nazikçe, ama biraz çekingen. “Buradayım, ama…” Ardından sesini alçaltarak devam etti, “Beni anlamanı istiyorum, Dinçer. Ama zamanla, belki.” Dinçer, Mehtap’ın bu samimi ve içten sözlerine duyduğu hayranlıkla, içindeki duyguyu bir an daha bastırarak, “Sana sadece yakın olmak istiyorum, Mehtap. Ama seninle her anı birlikte yaşamak istiyorum, ne olursa olsun.” Mehtap, başını hafifçe eğerek, biraz daha geri çekildi. Ama gözlerindeki o huzur, Dinçer’in her kelimesine hissettiği sıcaklık, ona bir şekilde doğru yolda olduklarını hissettiriyordu. "İstediğin gibi, ama lütfen yavaşça," dedi, sesi hala nazik, ama içindeki samimiyet her an duyuluyordu. Dinçer, Mehtap’ın söylediklerine saygı göstererek, aralarındaki mesafeyi biraz daha açtı, ancak gözleri hiç ayrılmadı. O an, Mehtap’ın içine bir rahatlık yayıldı; belki de doğru zamanı beklemek gerekiyordu. Birlikte olmak, ama acele etmeden… “Tamam,” dedi Dinçer, yavaşça gülümsedi. “Buna saygı duyarım. Ama bil ki, her şeyin bir zamanı var, Mehtap. Ve ben, bu zamanı birlikte geçirmeyi beklemekten korkmuyorum.” Mehtap, hafifçe gülümsedi, ama gözleri yine biraz daha ciddi bir ifade taşıdı. “Bazen ne kadar uzun olursa o kadar değerli olur, değil mi?” dedi, biraz daha derin bir anlam taşıyan bir bakışla. Dinçer, bu sözlere gülümseyerek başını salladı. “Evet, tam olarak öyle,” dedi, ama tonunda yine biraz da şefkat vardı. Mehtap’a yakınlaşmıyordu, ama her anı, her bakışı, her kelimesi, aralarındaki bu duygusal yakınlığı daha da pekiştiriyordu. Birlikte oturdukları kanepede bir sessizlik hakimdi, ancak bu sessizlik, onların arasında bir gerilim yaratmak yerine, bir huzur ve anlayış duygusu yayıyordu. Mehtap, Dinçer’in varlığını hissederek, yavaşça rahatlamaya başladı. Dinçer, yine ona yaklaşmadan, “Belki de, şimdi tam burada olmak çok güzel,” dedi, sesinde hem bir rahatlık hem de bir güven vardı. “Hadi, bir şeyler içelim,” dedi, atmosferi biraz daha yumuşatarak. Mehtap, başını sallayarak, “Evet, bir şeyler içelim,” dedi ve bir an gözlerini Dinçer’in gözlerinden ayırmadan, ikisi de tadını çıkardı. Bir süre daha vakit geçirdikten sonra, Dinçer kapıya yöneldi. Sessizce ayaklandı, Mehtap da onu uğurlamak için yanında yürüdü. Kapının önünde durduklarında, Dinçer’in gözleri bir an için onun bakışlarında gezindi. “Bu gece için teşekkür ederim,” dedi Dinçer, sesi hem yumuşak hem de içtendi. Mehtap, onun bu bakışlarını üzerine alarak hafifçe gülümsedi ama bakışlarında yine o çekingen tavrı vardı. Dinçer, kapının önünde bir an daha durarak arkasına dönüp Mehtap’a son bir kez baktı. “Burada olmak, seninle… her şey çok güzeldi,” diye ekledi. Mehtap nazikçe başını eğdi, “Seninle de” dedi, sesi alçak ve içten. Dinçer kapıdan çıkarken, Mehtap kısa bir an durup koridora göz gezdirdi. Kimse var mı diye etrafı kontrol etti, herhangi bir komşu veya meraklı bir gözle karşılaşmak istemiyordu. İçindeki küçük endişe, onun hem Dinçer’i hem de hissettiklerini gizli bir hazine gibi saklama isteğinden kaynaklanıyordu. Emin olduktan sonra Dinçer'e küçük bir el hareketiyle yol verdi, o da sessiz adımlarla daireden çıktı. Mehtap, onun uzaklaşan ayak seslerini duydukça içinden bir şeylerin kopup gittiğini hissetti. Kapıyı yavaşça kapattıktan sonra arkasını dönüp sırtını kapıya yasladı. Düşünceleri ve kalp atışları, sessiz koridorda Dinçer’in bıraktığı o sıcaklığı yaşatıyordu sanki. Gözlerini kapattı ve içindeki duyguların giderek yoğunlaştığını fark etti. İçinde tarif edemediği bir boşluk vardı; sanki onun varlığı, hayatında eksik olan bir parçayı tamamlıyordu. Ama o şimdi gitmişti. Kendi kendine, "Belki de... çoktan gönlümü kaptırdım," diye düşündü. Dinçer’in yanında hissettiği o güven, o sıcaklık... İçini saran huzur ve aynı zamanda tutkulu bir heyecan. Onunla her anı daha anlamlı, daha dolu geçiyor gibiydi. Dinçer’in ona son bakışlarını hatırladı; gözlerindeki o ifade, içten ve derindi. Sanki kendini her şeyiyle açığa vurmak ister gibi. Duvardaki saate baktı, ama zamanın nasıl geçtiğini önemsemeden koltuğa oturdu. Kendi kalp atışlarının hızını duyumsayarak, gözlerini kapatıp o anı tekrar tekrar yaşadı. Onun varlığının bıraktığı iz, onu sarmalayan bir sıcaklık gibi dağılmıyordu. Dinçer evine adımını atar atmaz, kapının hemen ardında duraksadı. Derin bir nefes aldı; Mehtap'la geçirdiği son dakikalar zihninde dolaşıyordu. Bu sessizlikte, onun yanında hissettiği huzur ve heyecan, evin boşluğunda yankılanıyor gibiydi. Her detayı tekrar tekrar düşünmeye başladı: Mehtap’ın kendisine bakışı, sesindeki o çekingen ama sıcak ton, hatta kapıda onu uğurlarken gözlerindeki o hafif tereddüt… Kendini koltuğa bırakıp derin düşüncelere daldı. Kendi hislerinin karmaşasını anlamaya çalışıyordu. Mehtap ona sadece bir yakınlık değil, sanki hayatına anlam katan yeni bir soluk olmuştu. İçinde bir boşluk doldurulmuş gibi hissetti ama aynı zamanda bu yoğun duygular ona bir yük de getiriyordu; sanki Mehtap’a dair her anın sorumluluğunu kalbinde taşıyordu. "Nasıl oldu da bu kadar bağlandım?" diye içinden geçirdi. Sadece onun yanında hissettiği o samimiyetle değil, aynı zamanda aralarındaki kırılgan bağla da her şey çok gerçek ve güçlüydü. Mehtap’la beraberken kendini güvende hissediyordu, ama aynı zamanda derin bir çekimle bağlıydı ona. Pencereye yürüdü, dışarıya baktı. Şehir ışıkları altında düşünceleri daldan dala konuyordu. Mehtap’ın sıcak gülümsemesini ve yumuşak bakışlarını hatırladı. Onun her an zihninde canlanırken, içindeki yoğunluk daha da büyüdü. "Sana bu kadar ihtiyaç duymam gerektiğini bilmiyordum," diye mırıldandı kendi kendine. *** Mehtap, sabahın sessizliğinde uyanmıştı. Her şeyin sakin ve huzurlu olduğu bu anlarda, telefonuna gelen bildirim, bir anda tüm düşüncelerini dağıttı. Dinçer'den gelen mesajı gördü. İçini bir mutluluk dalgası kapladı, ama aynı zamanda birkaç saniye duraksadı. Kendi içinde, her şeyin ne kadar normal olduğunu ve aslında bu anın ne kadar değerli olduğunu fark etti. "Günaydın, koca gözlü kadın. Bugün kahvaltıya ne dersin?" Mehtap, önce mesajı okudu, ardından parmakları ekranın üzerinde hızla hareket etti. Kendisinin "koca gözlü kadın" olarak hitap edilmesinin garip olduğunu düşündü, ama içindeki sevincin baskın olduğunu hissetti. O an, Dinçer’in ne kadar düşünceli olduğunu bir kez daha fark etti. Bir gülümseme dudaklarını sardı. Mesajı yazarken, her kelimenin arasındaki samimiyeti hissederek cevap verdi. "Günaydın Dinçer. Koca gözlü kadın olmama rağmen kahvaltı fikri gayet güzel, teşekkür ederim. Saat kaçta buluşalım?" Mesajı göndermeden önce bir an duraksadı. “Acaba çok mı neşeliyim?” diye düşündü, ama mesajını yolladı. Ardından kısa bir süre sonra Dinçer’den gelen yanıtı heyecanla bekledi. "Saat yedi gibi olur mu?" Mehtap, biraz daha rahatladı. İçindeki mutluluğu bir kez daha hissetti. Hızla cevap yazdı. "Evet, saat yedi uygun. O zaman orada görüşürüz." Ve bir süre telefonu elinde tutarak düşündü. Günün geri kalanında Dinçer ile geçireceği o sakin ve keyifli sabah, ona her şeyden daha değerli görünüyordu. Mehtap ve Dinçer, kahvaltı için seçtikleri kafeye vardılar. Sabahın taze ışıkları, mekandaki masaları aydınlatırken, ortam sakin ve huzurluydu. Birkaç müşteri dışında kimse yoktu, her şey sessiz ve rahattı. Masalarına oturduklarında, hafif bir rüzgar camdan içeri süzüldü ve doğanın kokusu mekana yayılmaya başladı. Dinçer, menüyü elinde tutarken gözlerini Mehtap’tan ayırmadan konuştu. "Bugün seni görmek, güne başlamak için en güzel şey," dedi, gülümseyerek. Mehtap hafifçe başını eğdi, bir an gözlerini kaçırarak düşüncelere daldı. "Bazen hayat çok hızlı geçiyor. Ama böyle anlar gerçekten değerli," dedi, hafif bir tebessümle. Dinçer kahvesini sipariş etti, tam istediği gibi, güçlü ve sıcak. Mehtap ise çayı tercih etti, her zaman olduğu gibi şekersiz. Çayını yudumladıktan sonra, gözleri Dinçer’in kahve fincanındaki buharla yükselen dumanı izledi. "Çayını beğendin mi?" diye sordu Dinçer, tatlı bir merakla. Mehtap, gülümseyerek başını salladı. "Çay her zaman iyi, ama kahve de senin için ne kadar önemli, biliyorum," dedi, nazikçe. Dinçer, gülümseyerek, "Evet, kahve... Her sabah ihtiyacım olan şey," dedi, bir yudum alırken. "Ama senin çayın da güzel görünüyor." İkisi de kısa bir sessizliğe büründüler, ama bu sessizlik rahatsız edici değildi, aksine huzurluydu. Dinçer çayını içen Mehtap’ı izlerken, Mehtap, Dinçer’in kahvesini içişini izledi. Ortamın huzuru ve birlikte geçirilen bu sabah, ikisinin içinde anlamlı bir yere sahipti. Kahvaltılarını bitirip masadan kalktıklarında, Dinçer ceketini giyerken Mehtap’a döndü ve gülümseyerek, "Gerçekten güzel bir sabah oldu," dedi. "Bundan sonra daha sık böyle zamanlar geçirelim." Mehtap da gülümseyerek başını salladı. "Evet, daha sık böyle vakit geçirelim." Sonrasında birbirlerine veda edip, farklı yönlere doğru yürüdüler. Dinçer, kafeden çıkarak arabasına doğru ilerlerken, Mehtap da arabasına yöneldi. Birbirlerine son bir bakış attılar; gözlerinde aynı düşünce vardı: “Ne zaman bir sonraki anı birlikte geçireceğiz?” İkisi de bankada bekleyen işler için yola koyulurken, o sabahın huzurlu anları bir süreliğine içlerinde kalacaktı. |
0% |