@karayazar
|
Sabahın ilk ışıkları bankanın camlarından süzüldü, içerideki ışıklar henüz açılmamış olsa da her şey alışıldık şekilde hareketlenmeye başlamıştı. Mehtap, bilgisayarının başında dosyaları düzenlerken, bankanın diğer köşesinde Dinçer sessizce belgelerini toparlıyordu. Çalışanlar yavaşça işlerine odaklanmaya başlamıştı. Nilüfer, sabahın bu sakinliğini bozmadan yanlarına geldi, kısa bir süre durakladı ve sonra sesini yükselterek dikkatleri üzerine çekti. “Herkes, biraz dikkat! Size bir haberim var!” dedi ve gözleri parladı. O anda herkes, işini gücünü bırakıp Nilüfer’e döndü. Mehtap bir an gözlerini kaldırıp Nilüfer’e baktı, fakat haberi zaten önceden öğrendiği için heyecanlı görünmemeye çalıştı. “Bebek bekliyorum!” diye devam etti Nilüfer, bu haberin sesini tüm bankada yankılandığı gibi kalplerde de yankı buldu. Mehtap, ilk başta şaşırmış gibi yaptı, fakat içindeki sevinç gizli bir şekilde gözlerinde belirdi. Serdar, Faruk, ve diğer ekip arkadaşları aynı anda alkışlayarak, “Harika! Tebrikler!” dediler. Mehtap gülümseyerek, “ Gerçekten mi? Ne kadar mutlu oldum!” dedi, ancak söyledikleri Mehtap için yalnızca yüzeysel bir tepkiydi. İçindeki mutluluğu gizlemeye çalışarak Nilüfer’e göz kırptı. Dinçer, sessizce fakat samimiyetle gülümsedi ve “Tebrik ederim, Nilüfer,” dedi. “Gerçekten güzel bir haber.” Nilüfer, sevinçle etrafına bakarak, “Hepinizi akşam ‘La Belle Vie’ adlı restorana bekliyorum! Birlikte kutlayalım!” dedi. Mehtap, Nilüfer’in gözlerinde parlayan mutluluğu görünce içinden bir sıcaklık hissetti. Bir an, Nilüfer’le göz göze geldiler. Mehtap, başını hafifçe eğerek gülümsedi, sanki ona, “Senin için çok mutluyum,” der gibi. Nilüfer de aynı şekilde gözleriyle cevap verdi. "Akşam görüşürüz o zaman," diye ekledi Dinçer. “Kutlamak gerek!” Nilüfer, sevinçle başını sallayarak, “Evet, görüşürüz,” diyerek geri adım attı ve işlerine koyulmaya başladı. Bir süre sonra, bankada işler tekrar hızlanmaya başladı. Herkes masasına dönüp işleriyle meşgul olurken, Mehtap ve Dinçer de kısa bir süre için birbirlerine bakarak sessizce gülümsediler. İçlerinde, Nilüfer’in bu mutlu anına ortak olma hissi vardı. *** Zühre Hanım, sabahın erken saatlerinde evinden çıkarken, bugün kesinlikle yalnız başına bir yürüyüş yapmak istiyordu. Ancak asıl amacı, Sevim Hanım’la baş başa kalıp ona bazı önemli şeyleri anlatmaktı. Bu yüzden parkta onunla karşılaşmak için özel olarak plan yapmıştı. Sevim Hanım’ın sakinliğinden faydalanarak, ona içini dökmek istiyordu. Birkaç dakika içinde evinden çıktı ve parkın yolunu tuttu. Zühre, parkın köşesine geldiğinde, Sevim Hanım’ı uzaktan gördü. Her zamanki gibi rahat ve huzurlu bir şekilde yürüyordu. Zühre, adımlarını hızlandırarak, sanki karşılaştıkları an çok tesadüfiymiş gibi bir izlenim bırakmaya çalıştı. Birkaç saniye sonra, Sevim Hanım’la karşılaştı ve gülümseyerek ona doğru yürüdü. “Sevim Hanım!” diye seslendi Zühre. “Hava ne kadar güzel, değil mi? İşte tam da yürümek için harika bir gün! Ne güzel karşılaştık.” Sevim Hanım, başını kaldırarak gülümsedi. “Evet, gerçekten çok güzel bir hava var. Yürüyüş yapmak insanı rahatlatıyor,” dedi. Zühre, yanına yaklaşarak, konuşmanın yönünü değiştirmeye karar verdi. “Gençler de böyle güzel günlerin tadını çıkarıyorlardır herhalde. Bugünlerde ilişkiler biraz karışık, fark ettiniz mi?”dedi. Sevim Hanım, biraz düşündü ve sonra başını sallayarak, “Evet, her şeyin hızla değiştiği bir çağda yaşıyoruz,” dedi. “Gençlerin dünyası çok farklı.” Zühre, Sevim Hanım’ın dikkatini çektiğini hissetti ve daha da içini dökmeye karar verdi. “Geçen akşam bir şey gördüm… Dinçer ve Mehtap’ı parkta. Birlikteydiler ve… birbirleriyle öpüşürken gördüm.” Zühre’nin sesi, farkında olmadan hafifçe titredi ama devam etti. “Şaşırdım, doğrusu. Çünkü Mehtap çok düzenli ve ciddi biri. Dinçer'de hiç böyle biri değildi, tanıdığım kadarıyla. Ama ikisi de parkta, öpüşüyorlardı. Garip değil mi?” Sevim Hanım, Zühre’nin söylediklerine inanamayarak, “Dinçer ve Mehtap mı? Gerçekten mi?” dedi, gözleri şaşkınlıkla açıldı. Zühre, hemen açıklama yaptı, sesi sakin ama alaycı bir şekilde. “Evet, ben de tam anlamış değilim aslında. Ama gözlerimle gördüm. Bazen insan böyle şeylere inanmak istemiyor ama… oldu işte.” Sevim Hanım biraz şaşkın bir şekilde başını salladı. “Bunu duymak zor, Zühre. Gerçekten zor. Mehtap’ı her zaman çok düzgün bir insan olarak tantanımıştı Dinçer'i de öyle.” Zühre, Sevim Hanım’ın düşüncelerini hissetti ve onu rahatlatmak için hafifçe gülümsedi. “Evet, ben de öyle düşünüyordum. Ama işte, bazı şeyler göründüğü gibi olmuyor. İnsan bazen şaşırıyor,” dedi, bir yandan Sevim Hanım’a güven verici bir bakışla. Sevim Hanım, düşündü ve derin bir nefes aldı. “Belki de, Zühre. Ama yine de tuhaf bir şey bu,” diye ekledi. “Bunu kimseye söylememeliyiz.” Zühre, rahatça başını sallayarak, “Tabii ki, Sevim Hanım. Kimseye söylemeyeceğiz. Ama insan bazen içini dökmeden duramıyor. Bu kadar garip bir şey gördüğünde, insanın biraz rahatlamaya ihtiyacı oluyor.” Sevim Hanım, biraz tedirgin bir şekilde başını salladı. “Bunu kimseye söylememeliyiz. Herhalde bu sadece bir anlık bir şeydir.” Zühre, Sevim Hanım’ı ikna edercesine, “Kesinlikle. Aramızda kalsın. Ama işte, insanlar da değişiyor, Sevim Hanım. Bu da gençlerin dünyası,” dedi. Sevim Hanım, kafasında hala karışık düşüncelerle, başını salladı. “Evet, belki de… Ama Zühre, bu gerçekten tuhaf bir durum.” Zühre, Sevim Hanım’ın huzursuzluğuna rağmen, bir süre sessiz kaldı. Ama sonunda, şimdilik daha fazla konuşmaktan kaçınarak, “Hadi gelin, biraz daha diğer tarafa doğru yürüyelim."diyerek, konuyu değiştirmeyi başardı. *** İş çıkışı, herkes Nilüfer'in davetiyle şehrin ünlü restoranlarından birine toplanmıştı. Mekân, şık ama rahat bir havaya sahipti; geniş camlardan içeriye gün batımının yumuşak ışıkları süzülüyordu. Yemeklerin ve içkilerin sunulduğu masalar, hafif loş ışıklarla zarifçe hazırlanmıştı. Herkes biraz gergin ama bir o kadar da neşeliydi, çünkü Nilüfer ve Demir'in bebek kutlaması hem özel, hem de samimiydi. Nilüfer, Demir'in yanına oturdu ve gülümseyerek herkese seslendi. “Hepinizin buraya geldiği için çok teşekkür ederim,” dedi, kadehini kaldırarak. Demir, eşinin elini tutarak “Bu mutlu günümüzde yalnız bırakmadığınız için teşekkürler, dostlar,” diye ekledi. Nilüfer’in gözlerinde mutluluk vardı, Demir’in söyledikleri içtenlikle karşılık buluyordu. Kısa bir süre sonra, Dinçer masaya katıldı ve “Gerçekten harika bir haber, kutlamak gerek,” diyerek kadehini kaldırdı. Demir, ona gülümseyerek, “Teşekkür ederim, Dinçer,” dedi ve elini uzatarak tanıştı. “Bugün tanışmak kısmetmiş, Nilüfer sıkça bahsetti sizden,” dedi. Dinçer ise elini sıkarak, “Memnun oldum, Demir,” dedi ve kısa bir an tanışmanın verdiği mesafeyi hissetti ama bunu hemen geçirecek bir hava vardı. Restoranın başka köşelerinde Emel, Sinan ve Göktuğ da vardı. Demir'in üniversite arkadaşlarıydı, eski dostlarıydı. Faruk, onları fark edip hemen şakalaşmaya başladı. “Demir, eski arkadaşlarını da getirmişsin ha, bakalım bir gün benimle kutlama yapar mısınız?” diye takıldı. Demir gülümsedi, "Bunlar benim uzun yıllardır tanıdığım dostlarım, her zaman destek oldular," dedi. Faruk, biraz alaycı bir şekilde, “Destek olmaktan öte bir kutlama yapın bari, her şey yerinde, Demir!" diyerek kahkahalar attı. Dinçer, bir yudum içki alırken, “Bu akşam gerçekten harika, Nilüfer ve Demir’in mutlu gününe şahitlik etmek çok güzel,” diyerek sohbete katıldı. Faruk, içkisini yudumlarken, “Bebek gelir, işler değişir, Demir. Biraz sorumluluk işte,” diyerek şaka yaptı. Demir ise gözleriyle hafifçe gülerek, “Tabii, Faruk, bir anda her şey değişiyor,” diyerek espriyi karşılık verdi. Masadaki sohbet ilerledikçe, herkes birbirine yakınlaşmıştı. Faruk, biraz fazla içmişti ve tatlı bir şekilde şakalaşıyordu. “Demir, bu kutlama neredeyse yeni yıl kutlaması gibi! Ama gerçek kutlama şu: Bahşişi kim verecek, garsona?” diyerek ortamı neşelendirdi. Nilüfer, Faruk’un şakasına gülerek, “Faruk, gerçekten! Sabırlı ol,” dedi. Faruk ise gülerek, “Sabırlı olamam, Nilüfer, öyle bir kutlama bu!” dedi. Gece ilerledikçe, herkes daha rahatlamıştı. Faruk’un şakaları arasında sohbet daha da koyulaştı. Emel, Sinan ve Göktuğ zaman zaman katıldılar ama sohbetin temposu genelde Demir ve Faruk arasında gidip geliyordu. Dinçer, zaman zaman Demir’e bakarak, “Böyle bir arkadaş ortamı, gerçekten çok güzel bir şey,” diye düşündü, kendi içinde. Kutlama ilerledikçe, ortam daha da sıcaklaşmış, herkes bir yandan sohbet ederken bir yandan da yeni doğacak bebeği kutluyordu. Nilüfer, Demir’e dönerek gülümsedi ve “Gerçekten harika bir akşam,” dedi. Demir, gülümsedi ve ona bakarak, “Evet, hep birlikte kutlamak ne güzel,” dedi ve yanağından öptü. Restoranın kalabalığından uzak, Dinçer ve Mehtap köşedeki masalarından birine oturmuşlardı. Gürültü, kahkahalar ve sohbetler, sanki başka bir dünyadaymış gibi onlardan uzaktı. Aralarındaki sessizlik, rahatsız edici değil, aksine huzurluydu. Mehtap, kadehinden bir yudum alırken, Dinçer onu izledi. "Şu an burada olmak çok daha iyi," dedi Dinçer, yavaşça içki bardağını karıştırarak. "Herkesin gürültüsünde kaybolmadan, sadece biraz sessizlik içinde, seninle olmak." Mehtap, gözlerini kısarak ona baktı, gülümsedi. "Evet, bazen kalabalıkların arasında, yalnızca birbirine yakın olanların fark ettiğini hissediyorsun. İnsan, o anlarda biraz daha kendini buluyor sanki." Dinçer başını hafifçe salladı. "Bazen, hayatın gürültüsü içinde kayboluyorum. Ama böyle anlarda, gerçekten önemli olan şeyin ne olduğunu daha iyi fark ediyorum. Seninle olmak, bu kadar gürültünün içinde bile beni rahatlatıyor," dedi ve gözleri, Mehtap’a odaklandı. Mehtap derin bir nefes aldı, içindeki gerginliği biraz olsun atarak. "Bazen, her şeyin çok hızlı geçtiğini hissediyorum. Bir gün, bir an, her şeyin çok net olduğunu düşündüğümde, ertesi gün her şey silikleşiyor. Yani, biz birbirimize yakın olduğumuzda, hala bu belirsizliklerle baş edebilmek çok zor. Ama şu an, bu anı sadece seninle paylaşmak, belki de bu dünyada sahip olduğumuz en değerli şey," dedi, sesindeki yumuşaklık belirgindi. Dinçer, onun söylediklerini dinledikten sonra, içki kadehini yere koydu ve gözleriyle Mehtap’ı dikkatle inceledi. "Biliyorum," dedi, sesinde bir titreme vardı. "Bazen ben de bunu hissediyorum. Her şey çok hızla geçiyor ve biz birbirimize sarıldıkça, bu geçişi daha anlamlı kılmak istiyoruz. Ama gerçekten bu belirsizlikler içinde, bir yandan da birbirimize ne kadar değer verdiğimizi görmek, her şeyin başına dönüp onu doğru şekilde şekillendirmek istiyor insan." Mehtap, derin bir iç çekti. "Ve bir yandan da belki tam olarak ne hissettiğimizi anlayamıyoruz. Ama yine de, bu kadar belirsizliğin ortasında birbirimize güvenmek, bu kadar yoğun hissin içinde, bana hala her şeyin anlamlı olduğunu düşündürüyor." Dinçer, gülümsedi, ama gözlerinde hafif bir hüzün vardı. "Evet, belki de bu, hiç çözülmeyecek bir şey. Ama seninle böyle bir şey paylaşmak, gerçekten önemli olduğunu düşündürüyor bana." İçlerinden geçen sessizlik, bir kez daha tüm mekanın gürültüsünden bağımsız, yalnızca onların arasında vardı. Bu, konuşulmuş ya da paylaşılmış bir şey değildi. Ama yine de, bir şekilde, neyin değerli olduğu konusunda hissettikleri açıkça ortadaydı. Mehtap başını hafifçe eğdi, Dinçer’e gözleriyle sarılırken, "Bazen, sadece var olmak yetiyor. Belirsizliklere, kaybolmuş hislere rağmen. Ve bu anlarda, birlikte olmak… belki de sadece bir an için bile olsa, dünyadaki en doğru şey." Dinçer, kadehini kaldırarak, "Evet, belki de en doğru şey," dedi ve kadehlerini çarpıştırdılar. O an, kalabalığın dışında, kendi sessizliklerinde bir anlam bulmuşlardı.
|
0% |