Yeni Üyelik
23.
Bölüm

17.Bölüm YANITSIZ SORULAR

@karayazar

 

Bebek kutlaması sonrasında, Mehtap içkinin etkisiyle oldukça keyifli ama biraz da sersemlemiş durumdaydı. Dinçer, onu eve bırakmak için arabayla yola koyuldu. Mehtap’ın dalgın bakışları, başını hafifçe cama yaslamış hali Dinçer’i gülümsetiyordu. Ancak binanın önüne geldiklerinde, Mehtap birden kendine gelmiş gibi fısıldayarak, hafif mahcup bir ifadeyle, "Ya birileri bizi görürse..." diye mırıldandı.

Dinçer, onun bu halde bile başkalarının ne düşüneceğini düşünmesine şaşırarak gözlerini kırptı ve hafifçe güldü. "Bu durumda bile etrafı düşünüyorsun, öyle mi?" dedi. Onu rahatlatmak istercesine, nazik bir gülümsemeyle arabanın kapısını açtı.

Mehtap arabadan inerken, ayakta durmakta zorlanıyordu. Dinçer tereddüt etmeden onu kollarına aldı ve apartmanın girişine doğru taşıdı. Loş ışıklar altında ilerlerken Mehtap, başını onun omzuna yaslayarak bir şeyler mırıldandı. "Ne şanslıyım…" dedi, sarhoşluktan hafifçe gülümseyerek. Dinçer, onu dikkatle yukarıya taşırken, bu anın her zamankinden daha özel olduğunu hissetti.

Dinçer, apartmanın koridorunda etrafı hızlıca kontrol ederek Mehtap’ın dairesinin önüne geldi. Kollarındaki Mehtap’ın başı hafifçe omzuna yaslanmıştı, gözleri neredeyse kapanıyordu. Dairenin önünde durup, “Anahtarı ver, kapıyı açayım,” dedi sakin bir sesle.

Mehtap, yarı uykulu halde itiraz etti, “Ben açarım, bırak…” diyerek elini çantasına götürdü ama Dinçer, onu zarifçe durdurdu ve başını hafifçe yana eğerek gülümsedi. “Gözlerinin önünü bile göremiyorsun Mehtap,” diye tatlı bir laf etti.

Mehtap, bu sözlere hafif homurdanarak yanıt verdi ve anahtarı ona uzattı. Dinçer, anahtarı alıp kapıyı açtıktan sonra, dikkatlice içeri girdiler.

O sırada, Mehtap’ın dairesinin karşısındaki Sevim Hanım, kapı deliğinden dışarıyı izliyordu.Gözleri, Mehtap ve Dinçer’in içeri girdiğini, Dinçer’in ona dikkatlice yardım ettiğini fark etti. Sevim Hanım, bu manzara karşısında bir süre sessiz kaldı, fakat hiçbir şey söylemeden gözlerini yavaşça kapı deliğinden ayırarak geri çekildi. Arkasında yalnızca bir anlık merak ve şüphe bırakarak, sessizce kendi odasına döndü.

Dinçer, Mehtap’ı eve girdiklerinde dikkatlice kanepeye oturttu. Mehtap hafifçe arkasına yaslandı, gözleri biraz bulanık, kafası dağınık halde Dinçer’e bakarak, “Gerçekten... sanırım biraz fazla kaçırdım,” diye fısıldadı.

Dinçer gülerek, “Biraz mı?” dedi alaycı bir tonda. Ardından mutfağa gidip ona bir bardak su getirdi ve eline tutuşturdu. “Bunu iç, kendine gelirsin,” diye ekledi.

Mehtap, suyu yavaşça içip bardağı geri verirken gözleri kapanmaya başladı. Dinçer, onun yorgun bakışlarından neredeyse uyuyacağını anlayınca, üzerini örtmek için bir battaniye aramaya koyuldu. Döndüğünde, Mehtap kanepeye iyice gömülmüş, gözleri kapanmıştı.

Dinçer battaniyeyi dikkatlice üzerine örterken Mehtap hafifçe gözlerini araladı ve ona minnet dolu bir bakış attı. “Beni eve kadar getirdiğin için teşekkür ederim,” diye mırıldandı, sesinde bir şefkat tonu vardı.

Dinçer hafifçe gülümseyip, “Her zaman yanındayım, Mehtap,” dedi. Mehtap bu sözlerin huzuruyla gözlerini kapattı ve uykuya daldı. Dinçer bir süre sessizce yanında oturup onun uyuyuşunu izlerken, aralarındaki güçlü bağı bir kez daha hissetti.

***

Sabah, Mehtap uyandığında bedeninde bir ağırlık hissiyle doğrulmaya çalıştı. Göz kapakları yorgunluktan ağırlaşmış, başı hafifçe zonkluyordu. Boğazı kurumuş, ağzında hafif bir burukluk vardı; bir gece önce içtiği birkaç kadehin etkilerini şimdi tamamen hissediyordu. Başını ellerinin arasına alarak, bir an kendine gelmeye çalıştı, derin bir nefes aldı. O anda, koltuğun karşısına yerleşmiş Dinçer’e baktı.

Dinçer, oturur halde uyuyakalmış, başı hafifçe yana düşmüş, yüzünde dingin bir ifade vardı. Sanki bir gece boyunca başında beklemiş, onu yalnız bırakmamış gibiydi. Mehtap’ın içinde minnettarlıkla karışık bir sıcaklık yayıldı. Hafif bir baş ağrısına ve halsizliğine rağmen, Dinçer’in orada olması ona beklenmedik bir rahatlık ve güven duygusu vermişti. Kendini toparlayıp doğrulmaya çalışırken, yeniden onun varlığının huzurunu hissetti; bedenindeki yorgunlukla birlikte zihni de biraz olsun hafifledi.

Dinçer, üzerinde Mehtap’ın bakışlarını hissedercesine yavaşça gözlerini araladı. Uykulu ama huzurlu bir ifadeyle ona bakarken, gözleri kısa bir an için buluştu. Mehtap’ın hafif bir mahcubiyetle yüzünü başka yöne çevirmesi Dinçer’i gülümsetti. Gözlerindeki yorgunluğa rağmen, ikisi de o kısa anın özel bir sıcaklık taşıdığını hissettiler. Dinçer, usulca ona doğru eğilip yumuşak bir sesle, “İyi misin?” diye sordu. Mehtap, başıyla hafifçe onayladı, fakat ikisi de bu küçük anın çok daha derin bir şey ifade ettiğinin farkındaydı.

Dinçer, Mehtap’ın yüzündeki solgunluğu fark edince kısa bir an tereddüt etti, ardından sessizce mutfağa yöneldi. Mehtap’ın kendine gelmesine yardımcı olacak bir şeyler hazırlamak istiyordu. Dolaptan soğuk bir bardak su çıkarıp, tezgahın üzerinde bulduğu ağrı kesici ilaçları dikkatle aldı. Ardından kendine ufak bir fincan kahve yaparak ona götürdü.

"Bu biraz iyi gelir, belki," dedi, fincanı Mehtap’a uzatırken. Mehtap, onun bu düşünceli tavrına minnetle bakarak kahveyi aldı ve hafifçe gülümsedi. İlaçlarını içtikten sonra yavaşça toparlanmaya çalıştı.

Dinçer, kol saatine göz attı; sabah yaklaşıyordu ve işe gitmek için hazırlanması gerekiyordu. Ama Mehtap’ın hâlâ bitkin hali, onu yalnız bırakmak istememesine neden oluyordu. Yine de ona daha fazla telaş vermemek için, "Biraz daha iyi misin?" diye sordu, sesi yumuşak ve kaygılıydı.

Mehtap, gözlerini Dinçer’e dikerek hafifçe başını salladı. "Evet... daha iyiyim," dedi, ama sesinde hâlâ yorgunluk vardı. Dinçer’in bu kadar ilgili oluşu ona güç vermişti; yine de bir an önce toparlanıp onu yolcu etmek istiyordu. Hafifçe, "Ama… gitmen gerek, değil mi? Biri seni burada görürse… yanlış anlarlar diye düşünüyorum," diye mırıldandı.

Dinçer, onun endişesini anlayarak sıcak bir gülümsemeyle, “Tamam, o zaman seni daha fazla telaşlandırmadan gideyim,” dedi ve kapıya yöneldi. Mehtap da onunla birlikte sessizce ilerledi.

Mehtap, Dinçer ile sessizce kapıya doğru yürüdü. Adımları hafif, ama içinde bir tedirginlik vardı. Her adımda, sabahın erken saatlerinde Dinçer'in evinden çıkmasının, komşular tarafından yanlış anlaşılma ihtimali aklında yankılanıyordu. Etrafı kolaçan ederken, Dinçer’in varlığı ona biraz daha güven verse de, kalbindeki huzursuzluk geçmiyordu. Kapıya vardıklarında, Mehtap bir an durakladı, derin bir nefes aldı ve Dinçer’i dikkatlice gözledi.

Dinçer, onun kaygısını fark etmişti. Yavaşça, “Merak etme, kimse fark etmez,” dedi ama Mehtap’ın endişesi geçmemişti. Kapıdan çıkarken, Mehtap biraz daha güvenli hissetmek için etrafı kolladı. Dinçer, onu telaşlandırmamak için acele etmeden dışarı adımını attı ve kısa bir bakışla, "Kendine dikkat et," dedi. Mehtap, hafifçe başını sallayarak onu uğurladı.

Kapı kapandıktan sonra, Mehtap bir süre hareketsiz kaldı, dinledi. Her şey sessizdi. Ama kalbindeki çırpınan duygular, sabahın telaşıyla birleşince, bu sakinlik ona huzur vermek bir yana, bir ağırlık gibi geldi.

Dinçer'in gidişiyle birlikte Mehtap, içindeki huzursuzluktan kurtulmak için biraz yalnız kalmaya ihtiyaç duydu. Derin bir nefes alarak banyoya yöneldi. Sıcak suyun altında birkaç dakika geçirdi, vücudunu rahatlatmak için suyu tüm bedenine yavaşça dökerek, sabahın yorgunluğundan arınmaya çalıştı. Bir yandan, Dinçer’in sabahki ilgisi ve içindeki kararsızlık arasında gidip geliyordu.

Duşunu bitirip banyodan çıktığında, hâlâ düşüncelerinin kafasında dolaştığını fark etti ama artık daha berraktı. Hızla giyindi, her hareketinde biraz tedirginlik vardı. O anda, sadece günün geri kalanını en iyi şekilde geçirebilmek için hızla hazırlanma ihtiyacı hissetti.

***

Henüz mesai başlamamış, bankada sakin bir hava hâkimdi. Günün ilk saatlerinin sessizliği içinde Mehtap, Türk kahvesini yudumlayarak düşüncelere dalmıştı. Dinçer, karşı masasında oturmuş, arada göz ucuyla ona bakıyordu. Ortamda sadece birkaç kişi vardı, herkes sessizce hazırlık yapıyordu.

Faruk, alaycı bir gülümsemeyle yaklaşıp "Sizi dün gece ayrılırken göremedim," diye sordu.

Bu soru üzerine Mehtap ve Dinçer’in yüzlerinde belli belirsiz bir tedirginlik belirdi, ama ikisi de tepki vermemeye çalışarak sakin bir ifadeyle birbirlerine bakmadan durdular. İçlerinde, Faruk’un sorusunun ardındaki merakın görünenden daha fazlasını sezmiş olabileceği düşüncesi dolaşıyordu. Mehtap, kendi kendine "Daha sakin olmalıyım," diye geçirirken, Dinçer de bu durumda dikkatli davranmanın gerekliliğini hissediyordu.

Serdar, Faruk’un bu sorusunun onları rahatsız ettiğini fark etmiş gibiydi; araya girerek, “Faruk, o kadar içmişken birilerini görmen bile mucize zaten!” diyerek kahkahayla şaka yaptı.

Nilüfer de hemen Serdar’a katıldı. “Faruk, sen önce kendine dikkat et! Dün gece kiminle nerede olduğunu anımsayabilecek durumda mıydın?” diyerek Faruk’un dikkatini başka yöne çekmeye çalıştı.

Faruk, Nilüfer ve Serdar’ın bu sözleriyle biraz duraksadı, ardından gülerek konuyu kapattı. Mehtap ve Dinçer de bu fırsatla rahatlayıp, kimseye belli etmeden sessizce bir iç çektiler. Kalpleri hâlâ biraz hızlı atıyordu, fakat o anın gerginliğini atlatmış olmanın huzuruyla içlerinden derin bir nefes aldılar.

***

Öğle arası, bankadaki grup her zamanki gibi bir araya gelip yemek yemeğe gittiler. Serdar, yine önderlik yaparak siparişleri verdi; herkesin favori yemekleri her zaman belliydi. Yemekler masaya gelirken, ortamın havası gergin bir anı geride bırakmış gibi sakinleşmişti. Ancak, Faruk’un sabahki gerilimli konuşmalarının ardından, yemek sırasında herkesin dilinde bir konu vardı: Bankadaki yaşlı bir amca ve onunla yaşadıkları tartışmalar. Faruk, sinirli bir şekilde bu adamın bankayla ilgili sürekli yanlış anlamalarından ve talep ettiği gereksiz hizmetlerden bahsediyordu. Diğerleri de kendi bakış açılarını paylaşarak, durumu biraz daha hafifletmeye çalıştı. Yalnızca Faruk, bu konuda rahatlayamamış gibi görünüyordu.

Yemek sona erdiğinde, grup birlikte bankaya doğru yürümeye başladı. Dinçer, Serdar ve Faruk önde yürürken, Mehtap ve Nilüfer arkadan ikili hâlinde ilerliyordu. Yavaş adımlarla, adeta sessizce düşüncelerini birbirlerine aktarıyorlarmış gibi yürüdüler.

Nilüfer, sonunda dayanamayıp içindeki kuşkuyu Mehtap’a dile getirmeye karar verdi. Bir an sustu, ardından Mehtap’a döndü, “Faruk’un ekmeğine yağ sürmek istemedim ama açıkçası ben de merak ediyorum... Dinçer ve senin arasında bir şeyler mi var? Biraz fazla yakınlık var gibi… Umarım yanlış düşünüyorumdur ama... bazı şeyler gözüme takılmaya başladı,” dedi.

Mehtap, Nilüfer’in sorusuna ne diyeceğini bilemeden birkaç saniye sessiz kaldı. İçinde bir sıkıntı vardı; yıllardır dost olan Nilüfer’e yalan söylemek, hiç kolay değildi. Ama gerçeği söylemek, aynı zamanda işler karıştığında işleri daha da karmaşıklaştırabilirdi. Mehtap, yüzünü hafifçe eğerek, “Aramızda düşündüğün gibi bir şey yok, gerçekten… Sadece bazen iş dışında da vakit geçirdiğimiz için böyle görünüyor olabilir,” dedi. Kendini yalan söylemekten alıkoyamasa da, Nilüfer’in gözlerinde bir kırgınlık görmek istemiyordu.

Nilüfer, Mehtap’ın söylediklerini dikkatle dinledi. İçindeki kuşku tam olarak kaybolmamıştı ama Mehtap’ın yanıtına daha fazla ısrar etmek istemedi. Bu kadarını duyabilmişti ve bir süre susarak, konuyu kapatmaya karar verdi. “Anladım… sadece merak ettim,” diye mırıldandı, ama içinde başka bir şeyler hissettiğini Mehtap’a belli etmemek için kafasını çevirdi.

İkili arasındaki bu kısa ama anlamlı konuşma, aralarındaki anlayışın bir yansımasıydı. Nilüfer, Mehtap’ın bir an önce kendi gerçeğini itiraf etmesini beklemeye karar vermişti; belki de zamanla her şey ortaya çıkacak ve Mehtap bir gün kendiliğinden söyleyecekti.

Birlikte bankaya doğru ilerlerken, Mehtap’ın içinde hala bir huzursuzluk vardı. Ancak bu duyguyu daha fazla büyütmemek için, hemen önlerindeki gibi, sadece adımlarına odaklanmaya çalıştı. Faruk’un sorusu hala kafasında yankılanırken, Nilüfer’in kuşkuları da devam ediyordu. Yine de ikisi de sessizce yola devam etti, her şeyin görünenden daha karmaşık olduğunu hissederek.

Loading...
0%