@karayazar
|
Dinçer bankanın kapısından girdiğinde, içeride yalnızca bir bekçi vardı. Banka sessizdi, öğle arası olmasına rağmen. Mehtap, bilgisayarının başında dalgın bir şekilde çalışıyor, düşünceleri başka bir yerdeydi. Dinçer, Mehtap’a yaklaşırken hafif bir tereddüt hissetti. O an, sadece onu görmek, ona bir şeyler söylemek istiyordu ama nasıl başlayacağını bilemiyordu. Mehtap’ın karşısındaki sandalyelerden birine oturdu. Yavaşça, "Mehtap merhaba," dedi, sesi yumuşak ama kararsızdı. Mehtap, bilgisayarına odaklanmaya devam etti, gözlerini kaçırarak yanıtladı, "Merhaba," dedi, ama sesinde bir tedirginlik vardı. Sanki Dinçer, düşüncelerinin tam ortasında bir yabancı gibi belirmişti. Dinçer, sessizliği bozarak, "Bir şey mi oldu?" diye sordu. "Dün Zühre Hanım’ın söylediklerine mi takıldın?" Mehtap, gözlerini ekrandan ayırmadan derin bir nefes aldı. Kendini toparlamaya çalıştı, ama bir türlü kelimeleri doğru şekilde sıralayamıyordu. Kafasında bir fırtına vardı. "Bilmiyorum," dedi, yavaşça. "Sadece… biz doğru mu yapıyoruz? Hani bazen… bazen her şey çok karmaşık geliyor. Ne yapmalıyım? Ne hissediyorum? Nereye gidiyorum?" Dinçer, Mehtap’ın söylediklerinden daha fazlasını anlamak istiyordu, ama bir yandan da onun içine girmeyi korkuyordu. Bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu, ama o an, sadece Mehtap’ı dinlemek istiyordu. Mehtap, gözlerini tekrar Dinçer’e doğru çevirdi, ama bu sefer bakmadı ona. Gözleri kaçırdı, sanki içinde ne kadar şey varsa, hepsini söylemek istemiyordu. Dinçer’in meraklı bakışları, onun ruh halini anlama çabası bir duvar gibi karşısına çıkmıştı. Kendini savunmasız hissediyordu. “Bilmiyorum,” dedi, sesinde hafif bir kırılganlık vardı. "Her şey çok karmaşık… Ne düşündüğümü, ne yapmam gerektiğini bilemiyorum." Dinçer, Mehtap’ın gözlerine baktığında, onun içindeki bu karmaşayı gördü. Bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu, ama daha fazla üzerine gitmekten çekiniyordu. Sessizlik tekrar aralarına girdi. Mehtap, düşündükleriyle baş başa kalmıştı, ama Dinçer de ona bir şekilde yardımcı olabilmeyi, onu anlamayı istiyordu. Ama o an, sadece sessiz kalmak daha doğruydu. Bir süre sessiz kaldılar, birbirlerinin varlığını hissettiler ama kelimeler gelmedi. Dinçer’in gözleri, Mehtap’ın yüzüne odaklanmıştı. Onun ne düşündüğünü anlamaya çalışıyordu ama hiçbir şey net değildi. Mehtap, bir süre daha bilgisayarına bakmaya devam etti. Parmakları klavyeye dokunuyor ama her şey boş gibiydi. “Dinçer…” diye fısıldadı sonunda, sesindeki kırılganlık iyice belirginleşmişti. "Bazen her şey… yanlış gibi hissediyorum." Dinçer, Mehtap’ın söylediklerine nasıl karşılık vereceğini düşündü. Bir adım atmak, ona bir şey söylemek istiyordu ama içindeki belirsizlik onu zorluyordu. Kendini sıkıştırılmış hissediyordu. "Mehtap," dedi, sesini hafifçe yükselterek, "Bazen her şey karmaşık olur. Ama belki de doğru olan, zamanla ortaya çıkar. Şu an hissettiklerin çok doğal. Ne hissettiğini anlayabiliyorum."dedi Mehtap, Dinçer’in sözlerine karşılık vermedi. Başını eğdi, derin bir nefes aldı. İçindeki duygular, ona ağırlık yapıyor gibiydi. Ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Zühre Hanım’ın söyledikleri hâlâ kafasında yankılanıyordu. Dinçer, ona daha fazla yakınlaşmak için sandalyeyi hafifçe ileri itti. “Her şey yolunda olacak, Mehtap. Birlikte geçireceğimiz zamanları düşün, her şey bir şekilde yoluna girecek,” dedi, ama sesi daha çok bir rahatlatma çabası gibiydi. Mehtap, Dinçer’in söylediklerine karşılık vermedi, ama ona bakmaya cesaret edemedi. Kafası karışıktı, ama Dinçer’in o an yanında olduğunu, ona bir şekilde destek olabileceğini hissediyordu. Ancak içindeki fırtına hala durulmuyordu. “Bunu yapabilir miyiz?” diye sordu, sesinde biraz umut, biraz da korku vardı. "Birlikte, doğruyu bulabilir miyiz?" Dinçer, Mehtap’a bir adım daha yaklaştı. “Evet, yapabiliriz,” dedi. Mehtap, bir an için Dinçer’e baktı, sonra başını eğdi. Zihnindeki karışıklık biraz daha yoğunlaştı, ama bir şekilde, bu konuşma ona bir şeyler öğretiyordu. Ve belki de, her şeyin nasıl olacağını sadece zaman gösterecekti. *** Öğle yemeği bitip banka çalışanları geri dönmeye başladığında, Dinçer masasına oturdu. Faruk, tatlısını yerken rahatsız oluyormuş gibi midesini tutarak şikayet etti. "Vallahi bu tatlı midesimi fazla doldurdu," dedi, biraz zorlanarak. Serdar, hafifçe gülümseyerek, "Yemek zorunda mıydın peki? Bir de Dinçer’in tatlısını yedin, bir bakıma onunla ortak oldun," diye takıldı. Faruk, Serdar’a ciddi bir şekilde bakıp, "Ne yapayım, tatlıyı görünce dayanamayıp aldım işte," dedi. "Zaten başka bir şey yiyemedim ki. Şimdi de midem iyice doldu," diye ekledi, rahatsızlıkla. O sırada Nilüfer, Mehtap’a doğru ilerleyip, ona en sevdiği tatlıyı, çikolatalı bademli pastayı getirdi. "Sen gelmedin ama ben yine de getirdim," dedi gülümseyerek. Mehtap, arkadaşına teşekkür ederken yüzünde bir tebessüm belirdi. Nilüfer tatlıyı verirken Mehtap’ın yüzünde bir tebessüm belirdi. O an Dinçer, Mehtap’ın gülüşüne takıldı. Gözleri, Mehtap’ın yüzünde kayboldu, derin bir anlam taşıyan bir bakışla ona doğru yöneldi. Mehtap, bu bakışa karşılık veremedi, gözlerini kaçırarak kısa bir an için başını eğdi. Dinçer’in bakışları, sessizce Mehtap’ın içinde bir şeyler uyandırırken, o sadece masasında kalıp çalışıyormuş gibi göründü. Aralarındaki sessizlik, her ikisinin de düşündüğü bir şeyler olduğunu fısıldıyordu, ama ne oldukları hala belirsizdi. *** Gün sonunda bankadaki kalabalık yavaşça dağılmaya başlamıştı. Çalışanlar, yorgun ama bir o kadar da rahatlamış bir şekilde işlerini tamamlıyorlardı. Nilüfer, Mehtap’a doğru yaklaşarak, "Hadi gel, beraber bir şeyler içelim. Hem biraz sohbet ederiz," dedi, sıcak bir gülümsemeyle. Mehtap, yorgun bir şekilde başını sallayarak, "Vallahi çok isterdim, Nilüfer. Ama dün gece pek uyuyamadım, bir türlü gözümü kırpmadım. Şu an biraz yorgunum, eve gidip bir an önce uyumak istiyorum," dedi. Nilüfer biraz hüzünle ama anlayışla başını eğdi. "Tamam, o zaman. Kendine iyi bak, dinlen," dedi. Mehtap, gülümseyerek, "Teşekkür ederim, sen de," diye yanıtladı. İkisi de kısa bir süre sessizce bakışarak, birbirlerine başlarını salladı ve sonra yollarına gittiler.
***
Mehtap, bankadan ayrıldıktan sonra eve gitmek yerine sahile gitmeye karar verdi. Biraz nefes almaya, kafasını boşaltmaya ihtiyacı vardı. Arabasına atladığı gibi yola çıktı. Sahil kenarına vardığında arabasını park etti ve kapısını kapattı. Bedenini arabasının kaputuna yasladı, denizin ufkuna odaklanarak derin bir nefes aldı. Dalgaların kıyıya vurduğu sesi duyuyordu. Bir an gözlerini kapattı. Sadece denizin huzurlu sesi ve etrafındaki ufak tefek sesler kulaklarında yankı yapıyordu. İçini boşaltmaya çalışıyor, kafasındaki karışıklığı uzaklaştırmaya. O sırada, Dinçer’in sesini duydu. Başta ne olduğunu anlayamadı. Gözlerini açtığında, Dinçer bir kaç adım uzakta, yanına yaklaşmıştı. Göz göze geldiler. Mehtap, aniden kendini savunmasız hissetti ve gözlerini kaçırarak başını hafifçe eğdi. Bir saniye önceki dalgınlık yerini, biraz şaşkın bir ifadeye bıraktı. Dinçer, biraz daha yakınlaşıp, nazikçe, “Burası gerçekten güzelmiş,” dedi. Sesinde samimi bir ton vardı. Mehtap, derin bir nefes alarak, biraz daha rahatlamaya çalıştı. “Evet,” dedi, ama sesi hala düşük, içinden geldiği gibi. Bir süre sessizce durdular. Dinçer, hafifçe başını eğerek, biraz da dikkatli bir şekilde sordu: “Benden mi emin değilsin, yoksa bana olan hislerinden mi? Çünkü seninle aramızda, belki de düşündüğünden çok daha yakın hissediyorum. Ama... sanırım sen bunu farklı görüyorsun.” Mehtap, Dinçer’in sözleriyle bir an duraksadı. Gözlerini hafifçe kapatıp derin bir nefes aldı; denizden gelen rüzgar saçlarını okşarken, içinde beliren o karmaşık duyguların derinliğinde kaybolduğunu hissetti. Bu hisleri toparlamak, Dinçer’e doğru ve dürüst bir şekilde açıklamak istiyordu. Ancak bir an için bile olsa, tüm bu duyguları sözlere dökmek kolay değildi. Gözlerini tekrar Dinçer’in gözlerine kaldırdı; içindeki korkular, belirsizlikler ve onu sevmenin getirdiği o yoğun hisler bir anda yüzüne yansımıştı. Bir süre sessizce Dinçer’e baktı, ardından derin bir nefes alarak, ağır ama kararlı bir sesle konuşmaya başladı. “Ben... eminim, Dinçer,” dedi Mehtap, sesi önceki kadar titremiyordu, ama derin bir iç çekişle devam etti: “Sana olan hislerimden hiç şüphe etmedim. Hiçbir an seni sevmediğimi ya da seni anlamadığımı hissetmedim. Seni seviyorum ve bunu bir kalp atışı kadar derin, bir fırtına kadar güçlü hissediyorum. Ama...” Bir an durdu, gözleri uzaklara, denize doğru kayarken içinde birikmiş korku ve endişeler dile gelmeye başladı. "Bazen... başkalarının bizi nasıl gördüğü hakkında düşünmek beni endişelendiriyor. Her şey o kadar hızlı değişiyor ki... İnsanları kaybetme korkusu, görünmeyen engeller, birbirimize olan güvenimizi sorgulamamıza neden olabiliyor. Korkuyorum Dinçer, ya kaybolursak? Ya bu hislerimizi kaybedersek? Ya her şeyin başında hissettiğimiz o güveni kaybedersek? İşte bu korku... beni engelliyor. Ama... bu sadece başkalarından değil, bazen kendimden de korkuyorum. Kendi duygularımdan... senin duygularından..." Dinçer, Mehtap’ın sesindeki o ince kırılganlığı, her kelimede biraz daha derinleşen korkuyu hissedebiliyordu. Mehtap, başını hafifçe kaldırıp Dinçer’in gözlerine bakarak, derin bir nefes aldı. "Seni seviyorum, Dinçer, ama..." dedi, sesindeki kırılganlık belirgindi. "Bazen nasıl hissedeceğimi, nereye yönelmem gerektiğini bilmiyorum. Kendimi çok kaybolmuş hissediyorum, ama seninle her şeyin mümkün olduğunu da biliyorum. Sadece... o küçük, ince çizgide kaybolmaktan korkuyorum." Dinçer, Mehtap’ın sözleriyle onun içindeki karmaşayı ve endişeyi derinden hissetti. Bir anlık sessizlikte, sadece dalgaların sesi ve rüzgarın hafif esişi vardı; etraflarındaki doğanın huzurlu melodisi yankılanıyordu. Dinçer, Mehtap’ın korkularını anlar gibi başını eğdi ve sesini yumuşatarak konuştu. “Senin korkuların, endişelerin, hepsi bana ulaşabiliyor, biliyorum. Ama bunların hiçbirinin bizim aramızdaki bu bağa zarar vermesine izin vermem. Benim için, senin her halin, her duygun... çok değerli. Sadece bana güvenmeni istiyorum. Her şey yolunda olacak. Sana her zaman, her şekilde, her koşulda sahip çıkacağım. Bunu unutma.” Mehtap, Dinçer’in bu güven dolu sözleriyle içindeki korkuların biraz olsun hafiflediğini hissetti. Başını Dinçer’in omzuna yasladı, gözlerini kapattı. Onun yanında olmak, her şeyin geçeceğini ve yeniden güven içinde olacağını bilmek, tüm kaybolmuşluk hissini silip süpürüyordu. Bir süre sessiz kaldılar, etraflarındaki seslerin arasında yalnızca birbirlerinin varlıkları vardı. Dinçer, Mehtap’a bakarak hafifçe gülümsedi. "Beni sevdiğinden daha çok seviyorum," dedi, sesi samimi ve yumuşaktı. “Bunu bilmeni istiyorum. Her zaman yanındayım, her durumda.” Mehtap, Dinçer’in güven dolu bakışları altında hislerinin derinleştiğini fark etti. Başını hafifçe eğdi, bir süre sessiz kaldı. İçindeki korkular, sevgiyle karışmış bir güvene dönüşmüştü. Bir süre sessizce durduktan sonra, nihayet cevabını verdi. “Biliyorum,” dedi Mehtap, başını Dinçer’in omzuna yaslayarak, denizin sakin dalgalarını izlerken. Sesi, akşamın sessizliğinde kaybolan bir fısıltı gibi hafifti ama anlamı derindi. “Biliyorum... Her şeyin zamanla düzeleceğini bende inanıyorum.” Dinçer, omzunda başını hissederek, ona doğru hafifçe eğildi. Gözlerinde bir yumuşaklık vardı, ama o yumuşaklık aynı zamanda bir kararlılıkla harmanlanmıştı. “Bazen bilmiyorum,” dedi, sesindeki huzur karanlıkla uyumlu bir şekilde derinleşmişti. “Herkesin bir zamanları vardır, değil mi? Seninle geçirdiğim her an, bu zamana aitmiş gibi hissediyorum.” Mehtap, gözlerini kapatarak, derinleşen karanlıkla birlikte bir an sessiz kaldı. İçindeki huzur, dinlemenin ve birlikte olmanın değerini yeniden fark ediyordu. O anın, zamanın ve birbirlerine duydukları güvenin ne kadar önemli olduğunu düşündü. “Belki de her şey sadece birbirimizi anlamakla ilgili,” dedi, sesindeki tınıda karanlığın verdiği bir güven vardı. Dinçer, yavaşça başını sallayarak denize bakmaya devam etti. “Zaman… Bizim için belki de en değerli şey.” Bir süre sessizlik hakim oldu, yalnızca denizin yumuşak dalgalarının sesi ve geceyi sarıp sarmalayan huzur vardı. Ama bu sessizlik, ikisinin arasında kurdukları bağın daha derin bir anlam taşıdığını hissettiriyordu. Mehtap birden, hafifçe başını kaldırarak, “Dinçer,” diye fısıldadı. Sesindeki güven barizdi, ama içindeki duygular daha karmaşıktı. “Her şeyi paylaşmak... Her zorluğu, her anı birlikte yaşamak... Ben buna hazır hissediyorum.” Dinçer, onun bu sözleri üzerine, yavaşça döndü ve gözlerine baktı. Gözlerinde yumuşak bir anlayış vardı, ama aynı zamanda bir güven de. “Ben de,” dedi, “Birlikte olacağımız her zaman… Her şeyin anlamı bu.” Sesindeki kararlılık, geceyi daha da özel kılıyordu. Mehtap, gözlerini bir an daha kapatarak, dinleyebileceği en sessiz ve en huzurlu anı yaşadı. Zaman sanki o an durdu, dünya biraz yavaşladı. Dinçer’in yanındayken her şeyin daha net, daha sakin olduğunu hissetti. Bu an, iki kişi arasında, dünyanın geri kalanından tamamen uzak, sadece kendilerine ait bir dünya gibiydi. Birlikte, karanlıkta kaybolan zamanı hissettiler ve birbirlerine duydukları güvenin, her şeyden daha değerli olduğunu fark ettiler. |
0% |