@karayazar
|
2 GÜN SONRA
Dinçer, Mehtap’a bu sakin patika yolundan bahsettiğinde, “Belki bir gün gideriz,” demişti, basit bir sohbet arasında. Mehtap o an, Dinçer’in böyle bir şeyi aklında tutacağını pek sanmamış, laf arasında geçen bir fikirdi sonuçta. Ama şimdi, haftalar sonra, Mehtap Dinçer’le yan yana o yolda yürüyordu. Sabahın erken saatlerinde, yaprakların sarı ve kızıl tonlara büründüğü sonbahar patikasında ilerliyorlardı. Serin rüzgar, Mehtap’ın ince montunun altından sızarak cildini üşütse de bunu çok önemsemedi; bu anın huzuru ve onunla birlikte olmanın sıcaklığı bunu önemsiz kılıyordu. Dinçer, koyu yeşil montunun yakasını yukarı kaldırıp arada bir ona dönerek gülümsüyordu. Patikanın sonunda, hafifçe yukarı çıkan bir tepeye ulaştılar ve karşılarına geniş bir orman manzarası açıldı. Dinçer, kısa bir sessizlik içinde manzarayı seyrederken, Mehtap’ın yanına yaklaşıp kolunu onun omzuna doladı, onu hafifçe kendine doğru çekti. Bu harekette kendiliğinden bir samimiyet vardı, gösterişten uzak ama içten bir yakınlık. Mehtap gözlerini manzaradan ayırmadan gülümsedi. “Doğruyu söylemek gerekirse, beni buraya getireceğini pek düşünmemiştim,” diye mırıldandı hafif bir şaşkınlıkla. “Laf arasında kaldığını sanmıştım.” Dinçer, ona dönüp dudaklarında hafif bir gülümsemeyle, “Belki de aklımdan silinmiş gibi yaptım ama buraya seninle gelmeyi içten içe istiyordum,” dedi. “Bazı yerler, doğru insanla paylaşıldığında başka türlü güzel oluyor ya… işte burası da öyle.” Rüzgar Mehtap’ın yüzüne çarpıp yanaklarını hafifçe kızartırken, o bu sözlerin anlamını içtenlikle hissetti. Dinçer’in bakışlarında derin bir yakınlık vardı, sanki burada olmayı kendisi kadar çok istemişti. Onun yanında durup, bakışlarını ormana çevirdi ve sessizce derin bir nefes aldı. İçindeki huzur, doğanın ve Dinçer’in varlığının getirdiği güvenle daha da derinleşiyordu. Mehtap, sonunda kendini daha fazla tutamayarak başını hafifçe Dinçer’in omzuna yasladı. İkisi de öylece durup doğanın içine yayılan sessizliği dinlediler, rüzgarın yaprakları hışırdatması dışında tek bir ses yoktu. Mehtap hafifçe gülümseyerek, “Burası, hayal ettiğimden de daha güzelmiş,” dedi. “Birlikte olduğumuz her şey gibi, burada da kendimi huzurlu hissediyorum.” Dinçer, bu sözler üzerine hafifçe gülümsedi ve ona biraz daha yaklaştı. “Burada olmak,” dedi alçak bir sesle, “Bana da huzur veriyor. Sanki tüm dünya geride kalmış, sadece sen ben ve burası.” Mehtap, gözlerinde minnetle ona bakarken, bu anın değerini derinlemesine hissetti. Burası sadece güzel bir yer değil, ikisinin paylaştığı özel bir sığınak olmuştu. O an, zamanın ne kadar hızlı geçtiğini unutmuştu, sadece dinledikleri rüzgar ve birbirlerine duydukları yakınlık vardı. Dinçer, sessizliği bozarak hafif bir gülümsemeyle Mehtap’a döndü. “Acıkmadık mı sence?” diye sordu. Bugünü en ince detayına kadar planlamıştı, ve bugün tamamen sadece onlara ait bir gündü. Mehtap, gözlerinde hafif bir şaşkınlıkla ona baktı. “Planlı bir şey miydi bu?” diye sordu gülümseyerek. Dinçer, omuz silkerek başını hafifçe salladı. “Öyle sayılır,” dedi alçak bir sesle. “Aslında sadece sabah yürüyüşü için değil, tüm günü birlikte geçirmek için hazırladım.” Ceketinin cebinden küçük bir termos ve sarıp sarmalanmış birkaç sandviç çıkardı. “Biraz açık hava kahvaltısı yapalım, ne dersin?” Mehtap’ın gözleri parladı, bu küçük sürpriz onun için çok özeldi. Dinçer’in yanında oturup, termosun sıcaklığına ellerini sararken içindeki mutluluk yüzüne yansıdı. “Her şey çok güzel,” dedi, “Ama bu kadar düşünceli olacağını tahmin etmemiştim.” Dinçer, bir sandviç uzatarak hafifçe başını eğdi. “Bugün sadece bize ait olsun istedim. Her zaman koşturmacalarla geçiyor ya günler… Seninle böyle sakin bir gün geçirmek, bunca zaman sonra nihayet oldu.” Sandviçlerinden bir ısırık aldı ve manzaraya bakarak devam etti, “Bazen, bazı anları sadece kendimize saklamalıyız, değil mi?” Mehtap başını onaylayarak salladı. “Haklısın,” dedi, içten bir tebessümle. “Seninle burada olmak, bu sessizliği paylaşmak çok özel hissettiriyor. Bazen her şeyin bu kadar güzel olacağına inanmak zor geliyor ama sen yanımdayken her şey daha kolay.” Dinçer’in gözlerinde yumuşak bir parıltı belirdi, sessizce onun elini tuttu ve hafifçe sıktı. “İşte bu yüzden buradayız,” diye fısıldadı. “Her anın tadını çıkarmak için.” İkisi de susup doğayı dinleyerek kahvaltılarına devam ettiler. Sözsüz bir anlaşma vardı aralarında; bu an, bu gün sadece onların özel sığınağıydı. Kahvaltılarını bitirdikten sonra Dinçer termosu ve sandviç kağıtlarını toparladı, sonra Mehtap’a dönerek elini uzattı. “Biraz daha yürüyelim mi?” diye sordu. Mehtap elini onun eline bıraktı, Dinçer’in elinin sıcaklığı içini ısıttı. Yavaşça patikadan yukarı tırmandılar, sonbaharın renk cümbüşüne bürünmüş ağaçlar arasında ilerliyorlardı. Ağaçların arasından geçen rüzgar yaprakları savuruyor, etraflarına hafif bir hışırtı sesi yayıyordu. Mehtap, doğanın bu zarif sessizliğinde huzur bulmuştu; Dinçer’in yanındayken her şey olması gerektiği gibiydi. Biraz yürüdükten sonra, patikanın sonunda küçük bir tepeye ulaştılar. Dinçer, Mehtap’ın yanına yaklaştı ve ona manzarayı gösterdi. Aşağıda geniş bir orman alanı, sonbaharın tüm renkleriyle önlerinde seriliydi. Gökyüzü gri bulutlarla kaplanmış olsa da hafifçe süzülen güneş ışınları, ağaçların arasından geçerek altın sarısı bir ışık yaymıştı. Mehtap, hafifçe titreyerek rüzgarın yüzüne vurduğunu fark etti. Üzerinde kahverengi yumuşak bir mont vardı, ama sonbaharın serinliği buna rağmen vücudunu hissettiriyordu. Montunun yakasını biraz kaldırarak, elleriyle hafifçe sarmalayarak sıcaklık aradı. Rüzgar, saçlarını dağınık bir şekilde savuruyor, birkaç telin alnına düşmesine engel olamıyordu.
Dinçer, hemen yanına geldi, ona doğru bir adım atarak, “Üşüdün mü?” diye sordu, bakışları yumuşak ve endişeliydi. Mehtap, gülümsedi ama bir an önce içinden sıcak bir şeyler arayarak titremesini gizledi. “Biraz,” dedi, “Ama önemli değil. Havanın tadını çıkarmak istiyorum.” Dinçer, hiç beklemeden montunun cebinden çıkarıp ince bir atkıyı çevirdi boynuna, sonra onun omzuna hafifçe dokundu, yavaşça daha yakın durarak. “Biraz daha yakın duralım o zaman,” dedi. “Rüzgarı keseriz, böyle daha rahat olursun.” Mehtap, boynundaki sıcak atkıyı hissederek ona bakıp minnettarlıkla başını salladı. “Teşekkür ederim, Dinçer.” Rüzgarın serinliği, onun yüzüne hafifçe dokunurken, Dinçer’in varlığı onun için sıcak bir güven kaynağıydı. Birlikte, tepenin zirvesinden aşağı doğru bakarken, dünyayı yalnızca kendi etraflarındaki küçük anlarla sınırlı hissettiler. Gözleri birbirine kenetlenmişti; artık her şey, sadece bu anın içinde saklıydı. Birlikte olmanın huzuru, gürültüsüz, sakin ve güven dolu bir alanda, zamanın akışını bile unutturuyordu. Mehtap, yavaşça Dinçer’in koluna yaslanarak, “Bazen her şey bu kadar basit ve güzel olmalı,” dedi. “Hep birlikte huzur içinde yaşamak gibi, her şeyin bir anlamı olduğu hissiyle.” Gözleri, uzaklarda mavi gökyüzünde süzülen kuşlara takıldı. İçi, bugün hissettiği bu sakinlik ve güvenle dolup taşarken, bir şeylerin doğru olduğunu biliyordu. Burada, Dinçer’le birlikte, her şey daha anlamlıydı. Dinçer, hafifçe başını eğerek ona baktı. "Bunu sana her zaman söylemem gerekmez ama..." diye başladı, sesi yumuşak ve derindi. "Birlikte olmak, her şeyin mümkün olduğu bir yer gibidir. Ben de seninle her şeyin daha güzel olduğunu düşünüyorum." Mehtap gülümsedi, Dinçer’in söylediklerini içsel olarak hissetti. Şu an olduğu gibi, sadece onunla, bu yolda ve bu anın içinde olmak, en büyük mutluluktu. Her şeyin ötesinde, ona olan güveni ve sevgisiyle, bu yolu birlikte yürümek, hayatın sunduğu en değerli hediye gibi hissediyordu. Bir süre daha sessizce yürüdüler, patikada ilerleyerek sonbaharın yaprakları arasında kaybolan ayak izlerini takip ettiler. Her şey o kadar basit ve doğal görünüyordu ki, dış dünyadan gelen tüm karmaşa ve gürültü, neredeyse varlığını unutmuş gibiydi. Yalnızca onların adımları, rüzgarın sesi ve kalp atışları vardı. Sonunda, patikanın sonuna yaklaşıp, tekrar zeytin ağaçlarının olduğu alana geldiler. Dinçer, yavaşça durarak Mehtap’a dönüp gözlerinin içine baktı. “Burası bizim için özel bir yer oldu,” dedi, yumuşak bir gülümsemeyle. “Her adımda, her anın tadını çıkarak... Bunu hep hatırlayalım.” Mehtap, gözlerinde minnettarlıkla, “Evet,” dedi. “Her anı, her yürüyüşü... Bizim anılarımız, bizim özel anlarımız.” Dinçer ona bakarken, içindeki duygularını kelimelere dökmek zor oldu. Ama gözleri, hissettiklerini fazlasıyla yansıtıyordu. Birlikte olmak, geleceği de birlikte düşünmek anlamına geliyordu. "Birlikte, her şey daha kolay olacak," diye ekledi Dinçer, kendinden emin bir şekilde. “Bunu hep birlikte başaracağız.” Mehtap, bu sözlere karşılık hiçbir şey söylemedi, ama dinlediği her cümlede, aralarındaki bağın güçlendiğini hissediyordu. Birlikte, el ele, kalp kalbe daha fazlasına ulaşacaklardı. Bir süre daha o özel anı paylaşarak ilerlediler, sonunda ormanın çıkışına doğru yöneldiler. Bu küçük ama özel an, ikisinin de ruhunda uzun süre derin izler bırakacaktı. Mehtap ve Dinçer, ormanın derinliklerinde geçirdikleri birkaç saatin ardından, güneşin ışıkları yavaşça altın sarısına dönüşürken, biraz dinlenmek ve doğanın keyfini çıkarmak için bir süreliğine durmaya karar verdiler. Yavaşça ormanın dışına çıkarken, önlerinde ufak bir tabela belirdi: “Kuş Gözleme Etkinliği Alanı.” Dinçer, tabelayı fark edip gülümseyerek, “Ne dersin? Biraz daha gözlem yapalım mı?” diye sordu. Mehtap’ın gözleri parladı. “Kesinlikle! Burada daha fazla vakit geçirmek güzel olur, doğada olmak bana hep huzur veriyor.” Etkinlik alanına yaklaşırken, Mehtap ve Dinçer, çeşitli kuş türlerini gözlemleyebilecekleri, ahşap platformlarla çevrili bir alan gördüler. Etrafı saran doğa, burayı kuşların cıvıltılarıyla, ağaçların hışırtılarıyla canlı kılıyordu. Alanın girişinde birkaç sandalye, büyük yastıklarla döşenmiş rahat bir oturma alanı ve gözlem yapmaya uygun dürbünler yer alıyordu. Bir görevli, gülümseyerek yanlarına yaklaştı. “Hoş geldiniz! Burada çeşitli kuş türlerini gözlemleyebilirsiniz. Dürbünleri alabilir, isterseniz bizden bilgi edinebilirsiniz. Kuşlar sabah saatlerinde daha aktif oluyor, ama yine de şansınızı deneyebilirsiniz,” dedi görevli, nazikçe. Dinçer, görevliye teşekkür ederek, Mehtap ile birlikte dürbünlerini aldı. Gözlerini etraflarındaki ağaçlara odaklayarak, dikkatle kuşları incelediler. İlk bakışta birçok farklı tür dikkatlerini çekti; bazıları zarifçe dallar arasında süzülen kuşlardı, bazıları ise yüksek sesle ötüp, ormanın derinliklerinden dışarıya doğru uçuyorlardı. Mehtap, dürbünü eline alırken, bir kuşu dikkatle izlemeye başladı. “Şu kartalı görmelisin! Ne kadar büyük ve görkemli!” dedi, heyecanla. Dinçer, dürbünle bakarak, “Evet, gerçekten etkileyici. Bunu görmek bir ayrıcalık gibi,” dedi ve gözlerinde hayranlık belirdi. Bir süre kuşları izledikten sonra, Mehtap yavaşça dürbünü indirip bir kenara oturdu. Dinçer de hemen yanına oturdu. “Burada sadece kuşları izlemek bile yeterli, ama ben biraz daha dinlenmeyi tercih ediyorum,” dedi. Mehtap, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. “Doğaya bu kadar yakın olmak… Bir süre her şeyi unutuyorum. Sadece burada olmak bile yeterli,” dedi. Dinçer, Mehtap’ın yanına oturduktan sonra, sessizce bir süre birlikte kuşları izlediler. Etkinlik alanındaki diğer katılımcılar da sessizce gözlem yapıyor, doğanın bu huzurlu atmosferine kendilerini bırakıyorlardı. Aralarındaki bu huzurlu sessizlik, ikisinin de ruhsal olarak yenilendikleri anlardan birini yaratıyordu. Dinçer, biraz sonra, “Burası çok güzel. Bazen, doğanın içinde geçirdiğimiz zamanların ne kadar değerli olduğunu unutabiliyoruz. Ama burada, bu anı tam anlamıyla hissediyorum,” dedi. Mehtap, gülümseyerek, “Evet, burası gerçekten çok huzurlu. Hem de birlikte burada olmanın anlamı bambaşka,” dedi. Etkinlik alanında daha fazla vakit geçirmeyi isterlerdi, ancak akşamın yaklaşmasıyla birlikte, günün yorgunluğu ikisini de yavaşça hareket etmeye zorladı. Son bir kez kuşları izlediler, doğanın seslerine kulak verdiler ve sessizce alandan ayrıldılar. Güneş batarken, ormanın derinliklerinden çıkarken, hem ruhsal hem de bedensel olarak tazelenmiş hissediyorlardı. Bu kuş gözleme etkinliği, doğanın dinginliğinde, aralarındaki bağları güçlendirecek bir fırsat sunmuştu. Yavaşça yürürken, birbirlerine bakarak, her şeyin daha net, daha huzurlu olduğunu hissettiler. |
0% |