@karayazar
|
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, Mehtap, Dinçer'in mesajını gördüğünde yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "Sabahı birlikte karşılayalım mı? Kahvaltıya bekliyorum," diyordu Dinçer. Sıcacık bir davet, güne başlangıç için huzurlu bir anın habercisiydi. Mehtap, acele etmeden hazırlandı ve Dinçer’in evine doğru yola koyuldu. Kapıyı çaldığında, Dinçer’in onu kapıda karşılaması, Mehtap’ın içinde hafif bir sıcaklık uyandırdı. Evin içine girdiğinde, mutfaktan yayılan taze demlenmiş çayın kokusu, sıcacık ekmek ve zeytinlerin görüntüsü gözlerini aydınlattı. Dinçer, mutfakta kahvaltıyı özenle hazırlamış, masayı iki kişilik minik detaylarla süslemişti. "Erken kalkmışsın," dedi Mehtap, hafif bir gülümsemeyle masaya bakarak. Dinçer, gözlerini kaçırmadan, hafifçe başını eğdi. “Sabahın tadını birlikte çıkaralım diye,” dedi. Onu masaya davet ettiğinde Mehtap, bu anın basitliğinde, kendini beklenmedik bir huzur içinde buldu. Birbirlerinin karşısında, sessizce kahvaltıya başladılar. İlk lokmalardan sonra, Dinçer elindeki çay bardağını bırakarak, gözleriyle Mehtap’a baktı. "Çay nasıl olmuş, demini tutturabilmiş miyim?" diye sordu, sesi yumuşak, bir o kadar da içten bir tondaydı. Mehtap, bir yudum alıp başıyla onayladı. “Harika, bu sabaha çok iyi geldi,” dedi ve gözlerini masaya düşürdü. İkisinin arasında sessizlik devam etti; ama o sessizlik, hiçbir kelimenin dolduramayacağı bir yakınlık taşıyordu. Bir süre sonra, Dinçer, kahvaltılıklardan bir dilim peynir alıp Mehtap’a uzattı. Mehtap hafifçe gülümseyerek teşekkür etti. Bu küçük jest, ikisinin de paylaştığı anı daha da özel kılmıştı. Kahvaltı boyunca gözleri masaya odaklanmış gibi görünse de Dinçer, arada bir bakışlarını Mehtap’ın ellerine, yüzüne, gözlerine doğru yönlendirdi. Mehtap da, bu bakışların sıcaklığını hissediyor, ancak kendini toparlayıp yeniden kahvaltısına odaklanıyordu. İkisinin arasında sade ama derin bir anlayış vardı. Sanki her lokmada, birbirlerine söylemek isteyip de dile getiremedikleri duygular, o sabah kahvaltı masasında dolaşıyor gibiydi. Mehtap, kahvaltıdan sonra Dinçer’le birlikte arabaya binerken, biraz daha cesur olma kararı almıştı. Bugün, kendini kısıtlamadan, kimseyi umursamadan, tamamen anın içinde olacaktı. Dinçer’in arabasına doğru yürürken, çevredeki birkaç kişi onların yanından geçerken gözlerini onlardan ayırmadılar. Özellikle Sevim Hanım, pencerenin perdesinin arasından Mehtap’ı ve Dinçer’i dikkatle izliyordu. Mehtap, Sevim Hanım’ın bakışlarını hissetti ama hiçbir şey ifade etmeden arabaya bindi. Dinçer, kapıyı kapatıp gülümseyerek, “Hazır mısın?” diye sordu. Mehtap, gözlerinde kararlı bir ifade, “Evet,” diyerek yanıtladı. Arabaya binip yola çıktılar, ve Mehtap, geçen her saniyeyle birlikte kendisini daha özgür hissediyordu. Kimseyi umursamadan, sadece Dinçer’le geçireceği zamanı düşünerek, yeni bir günün başlangıcına adım atmıştı. Dinçer, arabayı yavaşça hareket ettirirken, Mehtap’ın rahatlamış yüzünü fark etti. Bir süre sessizlik içinde ilerlediler, ancak bu kez sessizlik, bir yabancılık değil, bir huzur hissi veriyordu. Mehtap, bu yolculuğun sadece fiziksel bir yolculuk olmadığını, aynı zamanda bir içsel dönüşüm olduğunu hissediyordu. Mehtap, derin bir nefes alarak, yanındaki Dinçer’e dönüp gülümsedi. “Bunu yapmam gerekmiş, değil mi?” dedi. Dinçer, gözlerinde anlamlı bir bakışla ona karşılık verdi, “Evet, kendin olman gerek. Hiçbir şeyin seni engellemesine izin verme.” Mehtap, kafasını hafifçe eğerek, "Evet, belki de hiç kimseyi umursamamam gerektiğini düşündüm," dedi ve sonra bir an duraksadı, "Beni izleyenler olabilir ama bu beni artık korkutmuyor." Dinçer, arabayı dikkatlice yönlendirerek köşeyi dönerken, “Bazen en büyük özgürlük, başkalarının ne düşündüğüne aldırmamaktır,” dedi. “Seninle olmanın bana kattığı şey, hayatta bazen sadece kendi doğrularını yaşamanın ne kadar kıymetli olduğunu anlamak.” Mehtap gülümsedi, sonra birkaç saniye sessiz kaldılar. Dinçer’in söyledikleri, onun içine huzur veren bir sıcaklık bıraktı. Her şey daha netti şimdi; kendini kısıtlamadan, sadece kendi doğrularını izleyerek, ona yakın olmak, her şeyin çok daha anlamlı bir hale gelmesini sağlıyordu. O anda, dinamik değişmişti. Mehtap, yıllarca içine atmış olduğu bütün korkuları, endişeleri, ve belirsizlikleri bir kenara bırakıp, sadece Dinçer ile geçireceği bu yolculukta, ve daha sonrasındaki her an, kendisini özgür hissetmeye karar vermişti. Yol boyunca devam eden sessizlik, birbirlerinin ruhlarına yakınlaşırken, zamanın geçişini de unutmalarına neden oldu. *** Bankaya vardıklarında, Dinçer arabayı dikkatlice otoparka çekti. Mehtap, kalabalığın içindeki koşuşturmaya bakarken, kendini hiç olmadığı kadar güçlü ve özgür hissediyordu. Onu görebilecek, hakkında konuşabilecek insanları düşünerek eskiden duyduğu tedirginlik, yerini bir rahatlığa bırakmıştı. Dinçer’in yanında, her türlü zorluğun üstesinden gelebileceğine inanıyordu. Arabadan indiklerinde, Dinçer hafif bir gülümsemeyle ona döndü. “Hazır mısın?” diye sordu, gözlerinde güven veren bir bakışla. Mehtap derin bir nefes aldı ve kendinden emin bir şekilde başını salladı. “Hazırım,” dedi. Sonra, yan yana yürümeye başladılar. Bankanın girişine doğru ilerlerken, binanın içinde ve dışında insanlar onlara bakıyordu, ama bu sefer Mehtap, bakışlardan rahatsız olmak yerine güç aldığını fark etti. Bankaya adımlarını attıklarında, Dinçer’in yanındaki duruşu kendisini daha cesur hissettiriyordu. Sessizce birbirlerine gülümsediler ve işlerine odaklanarak günlerine başladılar. Bu kez, başkalarının ne düşüneceğini umursamadan, sadece yan yana oldukları için mutluydular. Çalışmaya başladıkları andan itibaren, ikisi de kendilerini çevreden soyutlamış, kendi dünyalarına çekilmişlerdi. Çalışma arkadaşları etraflarında telaşla işlerine devam ederken, Mehtap ve Dinçer’in bakışları zaman zaman birbirini buluyordu. Aralarındaki bu sessiz iletişimde, sadece ikisinin bildiği gizli bir bağ vardı. Dinçer, işlemleri kontrol ederken hafif bir tebessümle Mehtap’a göz kırptığında, Mehtap da içindeki mutluluğu saklayamayıp hafifçe gülümsedi. O an, ne yanlarından geçen meslektaşlarının bakışları ne de bankanın telaşlı havası onları ilgilendiriyordu. Sanki bu küçük anlarda dünya sadece ikisine aitmiş gibi hissettiler ve bu anlar ikisini farkında olmadan daha da yakınlaştırdı. Öğle arası geldiğinde, Dinçer bankanın ortasında durarak tüm çalışanları etrafına topladı. Herkes, gözlerini ona dikmiş merakla beklerken, Dinçer hafifçe gülümsedi ve kısa bir sessizlikten sonra, “Size bir şey açıklamak istiyorum,” dedi. Mehtap, kalbinin hızla attığını hissederek, adımlarını ona doğru yaklaştırdı. Gözleri Dinçer’in gözlerinde, kalabalık arasında bir an yalnız kaldılar. Dinçer, Mehtap’a dönüp sıcak bir bakış attıktan sonra, sesini sakinleştirerek onunla birlikte olduklarını herkesin önünde açıkladı. Bir anda ortalık şaşkınlık ve fısıldaşmalarla doldu, çalışma arkadaşları bu beklenmedik itirafı sindirmeye çalışırken aralarındaki bakışlar gidip geliyordu. Faruk, bir an Serdar’a dönüp, kendinden emin bir şekilde, “Ben zaten anlamıştım,” dedi. Serdar ona inanmaz bir ifadeyle bakarak, Faruk’un bu söylediklerini o an uydurduğunu düşündü. Ama tüm dikkatini Dinçer’in, Mehtap’ın elini nazikçe tuttuğu o ana yöneltti. Gözlerinde parlayan gurur ve huzur, Mehtap’a olan sevgisini açıkça yansıtıyordu. O sırada Nilüfer, herkesin şaşkın bakışlarından uzakta, sessizce Mehtap’ın yanına geldi. Yüzünde tatlı bir tebessüm vardı ama gözlerinde dostça bir endişe belirmişti. Mehtap’a nazikçe bir bakış atarak, ardından yavaşça kulağına, “Mutlu olduğunu görmek çok güzel, Mehtap. Ama... dikkatli ol, olur mu?” diye fısıldadı. Mehtap, Nilüfer’in desteğini hissederek gülümsedi. Bu açıklamanın ardından Dinçer’in elini daha da sıkıca kavradı. Kalabalığın içindeki herkes yeni duruma alışmaya çalışırken, ikisi, omuz omuza bu yeni yolculuğa çıkacaklarının farkındaydı. Herkes yavaşça dağıldığında, Dinçer Mehtap’ın elini nazikçe bıraktı. Mehtap, içinde bir sıcaklık ve huzur hissiyle ona baktı. Çevresindeki bakışlardan çekinmeden, artık Dinçer’in yanında kendini güvende hissediyordu. Dinçer, gözlerinde anlamlı bir ifade ve hafif bir tebessümle Mehtap’a doğru eğildi. Söyledikleri, kelimelerden çok daha fazlasını taşıyordu. Mehtap, gözlerinin içine bakarak, cevap vermek yerine, sadece başını hafifçe sallayarak ona hislerini yansıttı. İçinde, bu yeni yolculuk için bir heyecan vardı ama en çok da, birlikte oldukları için hissettiği güven. İkisi de her şeyin değişeceğini biliyordu, ama bu değişim onlar için korkutucu değildi; aksine, birlikte geçirecekleri her an, daha güçlü hissettiriyordu. İçlerindeki bu bağın farkında olarak, kendi köşelerine çekildiler ve işlerine geri döndüler. Ancak gözleri zaman zaman birbirine kayarken, bankanın sıradan telaşı içinde bile kalplerinin aynı ritimde attığını hissediyorlardı. Bu, her şeyin ötesinde, sadece ikisinin bildiği kadar derin ve özel bir bağdı. Öğle yemeği için bankadan çıktılar. Bu sefer, alıştıkları gibi karşılıklı değil, yan yana oturuyorlardı. Masalarındaki herkes, bu yeni düzeni fark etmişti. Yavaşça yemeklerini yerken, bir yandan çevrelerinden gelen bakışları hissettiler. Çalışanlar, her ne kadar yüzlerinde bir gülümseme olsa da, içlerinden bunu hazmetmeye çalışıyorlardı. Kimse bir şey söylemedi, ama bakışları suskun bir şekilde birbirine kayıyordu. Mehtap, başını hafifçe eğerek önündeki tabağına odaklandı. Bir yandan yanındaki Dinçer’i hissediyor, diğer yandan etrafındaki gözlerin farkındaydı. Her şey olağan gibi görünse de, bu küçük değişiklik yan yana olmaları daha derin bir anlam taşıyordu. Dinçer, yanındaki sessizliği bozarak gülümsedi ve “İlk kez yan yana oturuyoruz,” dedi, Mehtap’a bakarak. “Biraz garip değil mi?” Mehtap, gözlerini ona doğru kaldırarak gülümsedi. “Evet, biraz garip. Ama hoş,” diye yanıtladı. Gözlerinin içine bakarak, birbirlerine güven duyan bir sessizlik paylaştılar. Yanlarında oturanlar, aralarındaki bu farkı fark etmişti, ama kimse sesini çıkarmadı. Sadece göz ucuyla bakmakla yetindiler. Çevrelerinden gelen hafif şaşkın bakışlar, Mehtap’ı rahatsız etmiyor, aksine dinlendiriyordu. Artık her şey, hem ikisinin hem de başkalarının gözünde farklıydı. Ama buna alışmak, zaman alacaktı. |
0% |