50. Bölüm

38.Bölüm FİNAL (1 KISIM)

Rojda Kara Bahçe
karayazar

AYLAR SONRA

 

 

Geniş camlardan içeriye öğle ışığı doluyor, bembeyaz danteller ve sade satenler arasında hafif bir parfüm kokusu yayılıyordu.

Mehtap bir yandan askılardaki elbiseleri inceliyor, bir yandan da heyecan ve merakla ufak ufak etrafa göz gezdiriyordu.

Dinçer hemen arkasında duruyor, elleri ceplerinde, sessiz bir sabırla onun her hareketini izliyordu.

Mağaza görevlisi, güler yüzlü ve enerjik bir genç kadındı.

İki adım yaklaşıp canlı bir sesle,

“Buyurun, hangi tarz bakmıştınız? Gelinlik için mi yoksa damatlık için mi yardımcı olmamı istersiniz?” diye sordu.

Mehtap tam cevap verecekti ki görevli devam etti:

“Beyefendinin ablasısınız sanırım? Ona göre de daha sade ya da klasik tarzları gösterebilirim.”

Mehtap bir an donup kaldı.

Yanaklarında hafif bir sıcaklık, göğsünde ufak bir sıkışma hissetti.

Ablası mı?

Dinçer’in yaşıyla kendi yaşı aklına geldi bir an; aradaki fark o kadar görünür müydü?

İçinden geçen ilk dürtüyle bu yanlışlığı düzeltemedi hemen.

Yüzüne güçlükle hafif bir gülümseme yerleştirip, mağaza görevlisine bakarak:

“Biz aslında nişanlıyız,” dedi kısık ama net bir sesle.

Görevli kısa bir an duraksadı, sonra hemen toparlandı:

“Aaa, çok özür dilerim! ” diyerek gülümsedi.

Dinçer tam arkasında duruyor, sohbeti yarım kulakla duymuş ama ifadesi değişmemişti.

Sanki bu küçük yanlış anlaşılmaya hiç aldırmamış gibi başka bir askılığa yönelmiş, gözüyle ona gösterebileceği sade bir takım arıyor gibiydi.

Mehtap onun bu umursamaz hâline kısa bir an kırıldı.

Ama sonra onun hep doğal olan, detaylara takılmayan tavrı aklına geldi.

Dinçer için önemli olan bu tür ayrıntılar değil, onunla orada olmak, onunla bir ömür için hazırlanıyor olmaktı.

Mehtap derin bir nefes alıp başını hafifçe kaldırdı, kendi kendine telkin ederek,

“Ne önemi var ki? Birbirimizin bildiği yetiyor,” diye düşündü.

Tam o sırada Dinçer geri dönüp onun yanına geldi, gözlerinde hep o tanıdık yumuşak bakışla,

“Ne oldu, daldın?” diye hafif bir tebessümle sordu.

Mehtap içindeki sıkıntının ufak ufak dağılmaya başladığını hissetti.

Sadece başını hafifçe yana eğerek,

“Yok bir şey,” dedi.

Dinçer onun bakışlarını bir an inceledi, sonra da çok doğal bir şekilde:

“Bana göre dünyanın en güzel geliniyle evleniyorum,” diyerek usulca elini tuttu.

İşte o anda, mağaza görevlisinin yanlış tahmini ya da aralarındaki ufak yaş meselesi anlamını yitirmişti.

Mehtap’ın yüzüne sıcacık bir tebessüm yayıldı, bakışlarını onun gözlerine kaldırırken,

“İltifat işte,” diyerek hafifçe güldü.

Dinçer’in yanıtı kısa ama içten oldu:

“Gerçek bu,” diyerek onun elini biraz daha sıkı tuttu.

Mağazanın hafif aydınlığında, birbirlerine kısa ama derin bir bakış atarak öylece durdular.

Dış dünyanın tüm ufak ayrıntılarından sıyrılıp yalnızca o anın hafifliğinde, kendi evrenlerinde gülümsediler.

Mehtap o andan sonra birkaç gelinlik denedi ama hiçbirini Dinçer’e göstermedi, Dinçer’in tüm ısrarlarına rağmen...

 

***

 

Mehtap, gelinlik odasının aynasında kendine son bir kez daha bakıp derin bir nefes aldı. İçindeki heyecan ve hafif yorgunluk birbirine karışmıştı. Elini Dinçer’in uzattığı çantasına uzattı, göz göze geldiklerinde ikisi de aynı şeyi düşünür gibiydi: bu telaşın tadını çıkarmak gerekirdi.

Dinçer, mağazanın kapısından çıkarken Mehtap’a dönüp, “Bir kahve molası mı?” diye sordu, gülümseyerek.

Mehtap başını salladı. “Kahve harika olur. Sonra da senin sıra...”

Dinçer göz kırptı. “O zaman kahveyle enerji toplayalım, damatlığı öyle seçelim. Yoksa kararsız kalırım.”

Birlikte yakındaki küçük bir kafeye yürüdüler. Masaya oturduklarında, bardakların buharı ve kahve kokusu, günün tatlı telaşını biraz olsun yumuşattı. Göz göze geldiklerinde, sadece ikisine ait bir sessizlik vardı.

“Birazdan senin ciddiyetle takım elbise denerkenki hâlini göreceğim,” dedi Mehtap, gülümseyerek.

Dinçer omuz silkti, “Sen yanımda ol, gerisi kolay.”

Kahvelerini yudumladıktan sonra kalktılar ve mağazalara doğru yürürken, içlerinde bu anların da birer hatıra olacağını bilmenin huzuruyla sessizce birbirlerine eşlik ettiler.

Mağazaya giriş yaptıklarında onları güler yüzlü bir çalışan karşıladı. Hafif bir tebessümle geriye çekilip onlara alan tanırken,

Dinçer, Mehtap’ın elini bırakmadan göz ucuyla vitrine doğru baktı.

“Bana da bir şey seçme sırası geldi galiba,” diyerek gülümsedi.

Mehtap başını salladı,

“Evet, sıra sende,” diyerek onunla birlikte vitrinlerin arasına doğru yürüdü.

Dinçer, koyu lacivert bir damatlığın önünde durup şöyle bir göz gezdirdi.

Kesimi sade ama şık, ince detaylı bir modeldi.

Mehtap onu incelerken kendi kendine,

“Tam onun tarzında,” diye düşündü.

Görevli adam hemen yanlarına geldi, bu kez dikkatle bakarak,

“Beyefendi için tam ölçülerde güzel bir model,” dedi, sonra hafifçe Mehtap’a dönerek ekledi:

“Siz de fikir verirseniz harika olur, bir çift gözü her zaman iyidir.”

Mehtap bu söz karşısında yine hafifçe gülümsedi.

Bu sefer ne yanlış anlama vardı ne başka bir detay; yalnızca onun fikrinin değer gördüğünü hissetti.

Dinçer’in bakışlarını üzerinde yakalayınca, içinden hafif bir sıcaklık yayıldı.

Dinçer, ceketini denerken aynada kendi duruşuna bakarak biraz gerildi.

“Nasıl duruyor? Gerçekten bana yakıştı mı?” diye sorarken gözleri hemen Mehtap’ı aradı.

Mehtap onun karşısında bir an sessiz kaldı.

Dinçer’in hâlâ aynı içten adam, hâlâ aynı sade ve samimi hâliyle duruyor olması onu etkiliyordu.

Gözlerinde, onun bu yeni görünümünden çok daha fazlasını görüyordu; sabahın ilk ışığında yanında uyanacağı, akşamüstü onunla sohbet edip gülebileceği bir hayatı görüyordu.

Gözleri parlayarak biraz daha yaklaşırken,

“Çok güzel,” dedi yumuşacık bir sesle.

Sonra biraz utanarak başını hafifçe yana eğip ekledi:

“İçinde sen varsın ya, öyle olması yetiyor.”

Dinçer’in dudaklarının kenarına bir gülümseme yerleşti.

Ellerini ceketin düğmesine götürürken onun bakışlarının sıcaklığını hâlâ üzerinde hissediyordu.

“Senin için hep en iyisi olsun istedim,” diyerek hafifçe Mehtap’ın yüzüne baktı.

İki yürek bir an için aynı ritimde attı.

Mağazanın ışıklarında, telaşsız, acele edilmemiş bir mutluluk dolanıyordu.

Onlar, küçük detayların ötesine geçmiş bir çiftin huzurunu yaşıyordu. Görünüşten, yaştan, başkalarının bakışından bağımsız, kendi gerçekliklerinde değer bulan bir huzuru.

Mehtap onun ellerini tuttu,

“İşte tam da bu yüzden önemli olan biziz,” diye fısıldadı.

Dinçer’in sesi hafifti,

“Aynen öyle,” derken onun ellerine biraz daha sıkı sarıldı.

Dinçer derin bir nefes alıp ceketin son düğmesini de ilikledi.

Aynada bir an kendine bakarak sonra dönüp Mehtap’a gülümsedi.

“Tamam mıyız?” diye sordu, hafif şakacı bir tonla.

Mehtap onun bu hâline bakarak kıkırdadı.

“Tamamız,” diyerek bir adım öne çıktı, elleriyle ceketin omuzlarını düzeltti.

“Baksana, evlenmek için fazlasıyla hazırsın,” dedi, sesi hafifçe alaycı ama aynı zamanda hayranlık doluydu.

Dinçer onun bu sözünden cesaret bulup biraz öne eğildi,

“Seninle evlenmek için hep hazırım,” diyerek gözlerinin içine baktı.

Mehtap’ın yanakları hafifçe pembelendi ama hemen toparlandı.

“Görevli yanlış anlamasa bari,” diyerek şaka yapmaya çalıştı, başını mağazanın diğer tarafında meşgul olan genç adama doğru çevirip bakarak.

Dinçer güldü,

“Varsın anlasın,” diyerek onun elini tuttu.

“Benim için önemli olan sensin.”

Mehtap onun eline sıkıca karşılık verdi.

Gözlerinde sıcak bir ışıltıyla,

“İşte bana bu yeter,” diyerek onu usulca kendine çekti.

Kasaya geçip takımın parasını ödeyip damatlığını eline aldı.

Kapının önüne çıktıklarında, hava hâlâ yumuşak ve akşamın ilk esintisiyle doluydu.

Birlikte yürürken, her adımlarında biraz daha hafiflemiş gibiydiler.

Sanki o an yalnızca ikisi, onların sessiz huzuru ve geride bıraktıkları ufak tefek telaşlar vardı.

Dinçer bir an duraksayıp onun yüzüne baktı.

“İyi ki varsın,” dedi.

Mehtap elini onun koluna geçirip başını hafifçe omzuna yasladı.

“İyi ki biziz,” diyerek yürümeye devam ettiler.

 

***

 

 

DÜĞÜN SABAHI

 

Sabahın ilk ışıkları, perdenin arasından Mehtap’ın yüzüne hafifçe süzülürken odanın içi loş bir aydınlığa bürünmüştü. Kuş cıvıltılarına karışan uzak klakson sesleri, dışarının hareketlenmeye başladığını haber veriyordu.

Bugün… O gün.

Yavaşça yataktan kalktı. Camın önüne yürüyüp perdeyi araladığında dışarının o serin ama aydınlık yüzüyle karşılaştı. Ağaçların üstünde hafif bir esinti, sokaktan geçen bir kadının elinde gelinlik torbası, aşağıda bekleyen bir araç. Her şey kendi çevresinde dönüyordu ama onun zamanı durmuş gibiydi. İçinde tarifsiz bir şey vardı; hem mutluluk, hem endişe, hem de sanki vedayla karışık bir kabulleniş.

Derin bir nefes aldı. “Bugün başlıyor,” dedi içinden. “Hayat.”

O sırada içeriye giren Nilüfer, elinde iki fincanla gülümsedi. Karnı burnundaydı ama hâlâ neşeliydi.

“Bütün gece hayalini kurduğumuz sabah geldi, hazır mısın?” dedi, göz kırparak.

Mehtap başını salladı, yüzünde duygularla karışık bir tebessüm belirdi. Nilüfer, onun elini tuttu.

“Düşünsene, bundan sonra başka bir evin, başka bir sabahı olacak.”

Mehtap gözlerini kaçırdı ama içinde bir sızı yükseldi. “Korkmuyorum,” dedi, “ama garip bir şey bu…”

Aynı saatlerde Dinçer, evinin salonunda hazırlanmış takım elbiseye göz gezdiriyordu. Ceket askıda, ayakkabılar kutudan çıkmış, bir koltukta hiç görmediği annesinin kafasındaki hayalini canlandı. Yanında olduğunu varsaydı.

Aynaya baktığında gözleri hafifçe buğulandı. “Babam olsaydı, ne derdi?” diye düşündü bir an. Belki saçımı düzeltirdi. Belki hiç konuşmaz, sadece elini omzuma koyardı. Belki...

Kısa bir iç çekişten sonra ceketini giydi. Aynada kendi yansımasına baktığında yüzünde çocukça bir heyecan ve alışılmamış bir dinginlik vardı. “Ben hazırım,” dedi sessizce. “Mehtap için, bizim için…”

Berberdeki son traştan sonra arkadaşlarıyla arabaya doğru yürürken Serdar, onun sırtına hafifçe vurdu.

“Damat! Bak hâlâ kaçma şansın var.”

Dinçer, gülümseyerek başını iki yana salladı. “Geç kaldın.”

Faruk ise cebindeki parfüm şişesini çıkarıp abartılı bir şekilde Dinçer’e uzattı. “Şunu sür de kız gelinliğin içinde bayılmasın. Zaten kalbi hızla atıyor olacak!”

Ortam kahkahalarla doldu. Dışarının telaşı içerideki heyecanla birleşmişti.

 

***

 

Kuaför salonunda saçlarına son şekli verilirken Mehtap aynada kendi yansımasına uzun uzun baktı. Danteller, tül duvak, hafif kabarık etek ve omuzlarına düşen doğal bukleler… Her şey tam hayal ettiği gibi, ama aynı zamanda gerçek olamayacak kadar güzel görünüyordu.

Bir an için gözleri doldu. Sadece makyajı bozulmasın diye derin bir nefes aldı.

“Çok güzelsin,” dedi Zübeyde Hanım, arka köşede oturduğu yerden. “Baban görebilseydi… Çok gurur duyardı.”

O an kuafördeki tüm sesler bir anlığına durdu sanki. Mehtap başını öne eğdi, sonra toparlandı.

Bugün gülümseme günüydü. Bugün "Biz" günüydü.

 

***

 

Salonun girişinde bir telaş vardı ama bu telaş, şatafattan değil; içtenlikten besleniyordu. Çiçeklerin arasında gelen komşular, tanıdık yüzler, elinde küçük hediyelerle içeri giren misafirler... Zübeyde Hanım herkesi karşılıyor, gözlerinin kenarındaki çizgiler, gülümserken biraz daha belirginleşiyordu.

“Zübeyde Hanım… Duyunca çok mutlu olduk. Mehtap da yeniden gülsün artık,” dedi yaşlı bir kadın, hafifçe başını eğerek.

Zübeyde Hanım içtenlikle karşılık verdi:

“Bu sefer başka… Bu sefer gerçekten yüreğim huzurlu.”

Aynı masanın etrafında toplanan komşulardan biri, fısıltıyla yakındakine eğildi:

“İkinci evlilik olur da insan böyle taze heyecan yaşar mıydı?”

Öbürü yanıtladı:

“Bakışlarına baksana. Kalpten seven unutmaz geçmişi, ama yeniden sever. Hem bu sefer başka bir adam, başka bir bağ.”

O sırada Nilüfer, salonun bir köşesinde oturmuş Mehtap’ı bekliyordu. Karnı burnundaydı, ama gözleri neşeliydi.

Zübeyde hanımın binasında yaşayan genç kızlardan biri Nilüfer’in yanına yaklaşıp gülümsedi:

“Mehtap abla, çok güzel görünüyor, Nilüfer abla.”

Nilüfer başını sallayıp içtenlikle gülümsedi. "Güzellikten öte bir şey var bu kez. Bu defa gerçekten ‘eş’ olacak biriyle evleniyor.”

 

***

 

Mehtap hazırlık odasında yalnızdı. Aynanın karşısında dikilmiş, kendi yansımasına uzun uzun bakıyordu. Gelinliği üzerindeydi; saçları, duvağı, makyajı tamdı. Her şey olması gerektiği gibiydi. Ama içinde bir eksiklik vardı, tarif edemediği bir boşluk.

Parmak uçlarıyla duvağının kenarına dokundu, ardından hafifçe göğsüne, kalbinin olduğu yere... Kalbi ritmini biliyordu ama sanki gerçek anlamda atmaya başlamamıştı.

Derin bir nefes aldı. Salona giriş için beklenen an yaklaşıyordu. Herkes yerini almış, fotoğrafçılar hazırdı belki. Ama Mehtap, sadece bir şeye ihtiyaç duyuyordu: Dinçer’e.

Gözlerini aynadan ayırmadan mırıldandı:

“Şimdi, yalnızca onu görmem gerek.”

Kapıya yöneldi. Etekleri hafifçe arkasından sürüklendi. Sessizce, kimseye haber vermeden odadan çıktı. Merdivenleri ağır ama kararlı adımlarla indi. Kapısını bildiği o küçük odaya geldiğinde, bir an durdu. Elini kapının tokmağına götürdü ve yavaşça açtı.

İçerisi loş ve sakin. Dinçer oradaydı. Aynanın karşısında duruyor, kravatını son kez düzeltiyordu. Yutkundu. Derin bir nefes aldı. O an sadece heyecan değil, çocukluğundan beri hayalini kurduğu “ait olma” duygusuydu içini kaplayan.

Kapı hafifçe tıklatıldı.

Dinçer döndü. Kapı aralandı.

Mehtap içeriye adım attı.

İkisi de bir an durdu.

Zaman sanki kıvrılıp onların etrafında sustu.

Mehtap’ın gelinliği ışıkta hafifçe parlıyordu, ama Dinçer’in gözleri sadece onun yüzüne takılı kaldı.

“Çok güzelsin,” dedi fısıltıyla.

Mehtap yaklaşmadan önce bir an olduğu yerde kaldı.

“İkinci defa gelinlik giyiyorum,” dedi, gözlerini kaçırmadan.

“Sana ilk defa kendim gibi hissediyorum,” diye ekledi.

Dinçer bir adım yaklaştı.

“Ben ilk kez bir aileye bu kadar yakınım,” dedi. “İlk defa... bir yerde kalmak istiyorum.”

Aralarındaki mesafe kapanırken, kelimeler sustu.

Dinçer ellerini uzatıp onun ellerini tuttu.

“Beni seçtiğin için minnettarım.”

Mehtap gözlerinde o tanıdık huzurla,

“Seni sevdiğim için değil, sana inandığım için buradayım,” dedi.

Birlikte aynaya baktılar. Aynada iki kişi değil, bir bütün vardı. Eksikleriyle, geçmişleriyle ama birbirlerine yaslanan iki insan.

Kapı dışarıdan tekrar tıklatıldı.

“Hazırsanız sizi salona alacağız,” dedi bir görevli.

Dinçer Mehtap’a döndü, parmakları hâlâ onun ellerindeydi.

“Hazır mısın?”

Mehtap derin bir nefes aldı.

“Hazırım.”

Dinçer aşkla bakıyordu.

Ve o an, el ele... kalp kalbe… birlikte salona yürümeye başladılar.

 

Bölüm : 19.07.2025 02:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...