
Salonun yüksek tavanlarından sarkan kristal avizeler, beyaz çiçeklerle süslenmiş masaların üzerine zarifçe ışık düşürüyordu. Yüzlerce çift göz, kapıya çevrilmişti. Herkes o anı bekliyordu.
Işıklar hafifçe azaldı. Müzik yavaşladı. Ardından DJ’in sesi duyuldu:
“Dikkatlerinizi piste çevirmenizi rica ediyoruz… Hayatlarını birleştiren çiftimiz, Mehtap ve Dinçer geliyor!”
Kapı iki yana ağır ağır açıldı.
İçeriye ilk adımı atan Mehtap oldu. Kabarık olmayan, sade ama asil duruşlu gelinliğiyle, duvağının ucundan sarkan tül, ayaklarının çevresinde zarifçe kıvrılıyordu. Sol kolunu Dinçer’in koluna dolamıştı. Dinçer’in lacivert takım elbisesi ve içten bakan gözleri, ona olan bağlılığını gösteriyordu.
Adımları yavaş ve uyumluydu. Göz göze bile bakmasalar, kalpleri aynı ritmi tutturmuş gibiydi.
Misafirlerden yükselen alkışlar eşliğinde, salonun ortasına doğru ilerlediler.
Bazı konukların gözleri doldu. Kimileri heyecanla telefonlarını kaldırdı. Ama Mehtap ve Dinçer’in duyduğu hiçbir ses yoktu o anda. İçlerindeki uğultu, geçmişe ve bugüne dair taşıdıkları tüm duygularla yarışıyordu.
Mehtap, duygularını bastırmakta zorlanıyordu. Kalbindeki yük hafifti artık, ama hâlâ büyük bir boşluğun kıyısındaydı. Dinçer’in yanındaydı ama ikinci kez evleniyor olmanın içsel karmaşasını inkâr edemiyordu. Yanındaki adamın gözlerinde ise yalnızca bir başlangıcın temizliği vardı.
Dinçer usulca başını eğdi, onun kulağına doğru hafifçe fısıldadı:
“Baksana, herkes bizi izliyor. Ama ben sadece seni görüyorum.”
Mehtap gözlerini hafifçe kırpıştırdı. Kısa bir tebessümle, "Ben de..." dedi kısık bir sesle.
Tam pistin ortasına geldiklerinde müzik değişti.
DJ, romantik bir tonda anons etti:
“Ve şimdi... İlk dansları için çiftimizi pistte bırakıyoruz.”
Işıklar biraz daha yumuşadı. Etraflarında bir boşluk oluştu. Herkes onları izliyordu ama ikisi sanki kalabalığın içinden çekilmiş, sadece birbirlerinin alanına girmişlerdi.
Salonun ışıkları yavaşça kısıldı. Kalabalığın uğultusu, birden tatlı bir bekleyiş sessizliğine dönüştü. Herkes gözlerini salonun ortasında duran çifte çevirmişti.
DJ, köşedeki masasında başını hafifçe öne eğdi. Parmakları, piyanoya benzeyen dijital tuşlara yavaşça dokundu. Ardından salonun içini zarif notalar doldurdu — tanıdık ama sade bir melodi, “River Flows in You.”
İlk notalar yankılandığında, sanki herkes aynı anda nefesini tuttu. Müzik bir söz gibi değil, bir his gibi yayılıyordu havaya. Neşeli değil ama hüzünlü de değildi; içinde bir kabul, bir yumuşaklık vardı.
Birbirlerine baktılar. Sessizce. Sanki birazdan ne yapacaklarını biliyorlarmış gibi ama önce o anı birlikte içlerine çekmek istiyorlarmış gibi.
Dinçer elini tutması için karşısındaki genç kadına uzattı. Mehtap elini genç adamın avucunun içine usulca bıraktı. Gözlerini kısa bir an kapattı. Müzik ruhuna dokunmuş gibiydi; bir yerden tanıdık, ama şimdiye kadar hiç bu kadar derinden hissetmediği kadar gerçekti.
İlk adımı birlikte attılar.
Işıklar, sadece onları aydınlatacak kadar hafifti artık. Geri kalan her şey; masa, ses, insanlar, geçmiş, soru işaretleri — sanki uzakta kalmıştı.
Yavaşça dönmeye başladılar. Ayak sesleri duyulmuyordu; yalnızca müziğin içinden süzülür gibi hareket ediyorlardı. DJ’in seçtiği piyano melodisi, hem onların ilk dansını taşıyor, hem de geçmişin yükünü değil, bugünün sadeliğini anlatıyordu.
Müzik devam ederken, salonun geri kalanı soluk bir sisin içindeymişçesine sessizleşti. Herkes, iki insanın birbirine nasıl bu kadar nazikçe yaklaşabileceğini izliyordu.
Dinçer, Mehtap’ın beline hafifçe dokunduğunda, Mehtap gözlerini onun gözlerinden ayırmadı. İçinde hâlâ çırpınan bazı duygular olsa da, kalbinin ritmi Dinçer’inkiyle uyumlanmıştı artık. Ne ilk ne de sondu bu an… Ama belki de en gerçek olanıydı.
Dans ilerledikçe, Mehtap başını usulca Dinçer’in omzuna yasladı. Göğsüne dolan müziğin titreşimiyle gözleri hafifçe kapandı. O an, geçmişin hayal kırıklıklarından arınıyor, kendi hikâyesine yeniden doğuyordu.
Dinçer, onun nefesini boynunda hissedince gözlerini kısıp hafifçe fısıldadı:
“Burada olman… her şey.”
Mehtap başını kaldırıp, dudaklarının kenarında yavaşça beliren bir tebessümle karşılık verdi.
“Ben de sadece burada olmayı istedim. Senin yanında.”
Piyanonun notaları artık yavaş yavaş sona yaklaşıyor, salonun atmosferi yumuşak bir büyüyle sarılı kalıyordu. Kalplerindeki sızı değil, şükür duygusu ağır basmaya başlamıştı.
Dansları bittiğinde alkışlar yükseldi, ama onlar hâlâ birbirlerinin ellerini bırakmadı. Müzik durmuştu belki ama onların içindeki melodi hâlâ çalıyordu. Göz göze geldiler, sanki birbirlerine sessizce “biz olduk” demek ister gibi.
O an, gerçekten de bir başlangıcın tam ortasındaydılar.
Alkışların ardından salon yeniden aydınlandı. Masaların üzerinde titreyen mum ışıkları ve avizelerden süzülen yumuşak parlaklık, ortamı yeniden canlandırdı. DJ’in sesi tekrar duyuldu, bu kez neşeli ama zarif bir tonla:
“Ve şimdi... Çiftimiz, birlikte yeni hayatlarının ilk tatlı anısını paylaşmak üzere pastalarını kesmeye geliyor!”
Salonun bir köşesinde zarifçe dekore edilmiş beyaz katlı pasta, çiçeklerle süslenmiş bir masada onları bekliyordu. Üst katında küçük bir gelin-damat figürü duruyor, etrafında beyaz gül yaprakları serpilmişti. Altın rengi bir servis bıçağı ve spatula, kurdeleyle bağlanmış şekilde hazırdı.
Mehtap ve Dinçer el ele, hafif bir tebessümle pasta masasının önüne geldiler. Misafirlerin gülümsemeleri, fotoğraf makinelerinin ardı ardına gelen deklanşör seslerine karışıyordu.
Dinçer hafifçe Mehtap’a döndü, “Hazır mısın?” dedi alçak bir sesle.
Mehtap gözlerini kıstı, gülerek, “Korkmana gerek yok, bıçak elimde,” dedi.
Dinçer eğilip gülerek fısıldadı: “Bu evlilik için mi yoksa pasta için mi?”
İkisi de kısaca güldü. Sonra birlikte, kurdeleli servis bıçağını tuttular. Mehtap’ın eli Dinçer’in elinin üstündeydi. Birlikte ilk kesik atıldığında alkışlar yeniden yükseldi.
İlk kesik, pastanın yumuşak dokusunu ortaya çıkarırken, salonda hafif bir sessizlik oldu. Mehtap ve Dinçer, elleri birbirine kenetlenmiş, birbirlerinin gözlerine bakıyordu. Bu an, sadece pastayı kesmekten çok daha fazlasını simgeliyordu; geçmişin yüklerini ardında bırakıp, birlikte yeni bir sayfa açmanın sessiz sözüydü.
Dinçer, elindeki küçük dilimi dikkatle Mehtap’a uzattı. Mehtap hafifçe başını eğip, adeta zamanın durduğu o anda, tatlıyı dudaklarına götürdü. İçinde bir umut, bir teslimiyet vardı.
Pasta sonrasında misafirlerin alkışları arasında pistten yavaşça ayrıldılar. Dinçer, Mehtap’ın elini nazikçe tuttu. Artık “evli bir çift” olarak masaları gezmeye başlamışlardı.
İlk durakları, aile büyüklerinin masası oldu.
Zübeyde Hanım, Mehtap’ın elini tuttu, göz göze geldiler.
“İyi bakın birbirinize,” dedi sessizce.
Dinçer başını eğerek selamladı.
Bir sonraki masada, Burak ve ailesi yer alıyordu. Kız isteme sürecinde yanlarında olan bu insanlar, zaten artık Mehtap için de tanıdıktı. Burak’ın annesi Mehtap’ın ellerini tuttu.
“Senin adına çok mutluyuz kızım,” dedi, gözleri hafifçe dolmuştu.
Burak ise Dinçer’in omzuna dostça vurdu. “İyi bak ona,” dedi alçak bir sesle, ama içtenlikle.
Dinçer başını salladı. “Bakmaz mıyım?”
Burak’ın babası samimi ama kendine has ciddiyetiyle çifti tebrik etti.
Sonrasında Zübeyde Hanım’ın mahalle komşularının masasına geçtiler. Kadınlardan biri gözlerini kısıp Mehtap’a sevgiyle baktı.
“Allah mesut etsin kızım,” dedi.
Mehtap mahcup ama mutlu bir ifadeyle, “Çok teşekkür ederiz,” diye yanıtladı. Dinçer’in ev sahibi ardından da diğer bina sakinleri bir bir tebriklerini sundu.
Dinçer hafifçe başını eğdi, alışık olmadığı bu kalabalık ilgi karşısında biraz tedirgin olsa da Mehtap’ın yanındaki varlığı onu rahatlatıyordu. Göz göze geldiklerinde aralarında küçük bir tebessüm dolaştı.
Oradan ayrılıp başka masaya doğru adımlarını atarken Dinçer’in lise yıllarından arkadaşı Yılmaz, bulunduğu masadan kalkıp yanlarına geldi. Gözleriyle Dinçer’i süzüp, sonra da Mehtap’a nazikçe başını eğdi.
“Yıllar sonra seni böyle görmek güzel oldu,” dedi Dinçer’e. Uzun bir süre Yurt dışında yaşayan dostunu şimdi karşısında onun için özel bir günde yanında oluşuna içten bir tebessümle karşılık verdi.
“Seni de öyle dostum."
Kucaklaştılar.
Yılmaz’ın kalktığı masada oturan eşi ve çocukları da nazikçe selam verdiler. Mehtap sıcakkanlı bir ifadeyle karşılık verdi.
Masalar arasında ilerlerken Dinçer hafifçe eğilip Mehtap’a fısıldadı.
“Bizimkiler şu köşede... Atlarsak alınırlardı.”
Mehtap başını çevirip baktı. Bankadaki arkadaşları çoktan onları fark etmişti. Serdar yerinden hafifçe kalkmış, Nilüfer zarif bir el hareketiyle onları selamlamıştı. Faruk, belli belirsiz bir gülümsemeyle sadece başını eğdi.
Yanlarına gittiklerinde Serdar ilk konuşan oldu:
“Bunca işin arasında bizi de unutmamanız güzel,” dedi hafif alayla ama samimi bir sesle.
Dinçer başıyla onu selamladı, “Sizi unutursak sabahları kimle kahve içeceğiz?”
Mehtap, Nilüfer’in sarılmasına karşılık verdi. Nilüfer kulağına eğilip, “Çok güzelsin. Gerçekten içim kıpır kıpır oldu seni böyle görünce,” dedi.
Faruk ise kolunu masaya dayayıp hafifçe sırıtarak, “Yani şimdi artık ciddi ciddi evli mi oldunuz?” diye sordu, her zamanki dobra üslubuyla.
Dinçer gülerek, “Faruk, evet. Ve evet, hâlâ seninle aynı yerde çalışıyorum,” deyip göz kırptı.
Nilüfer’in kocası Demir ikiliyi içten bir şekilde tebrik etti. İkili de aynı şekilde karşılık verdi.
Kısa ama içten bu buluşma, düğünün kalabalığı içinde küçük bir nefes gibiydi. Samimiyetleri, her gün aynı çatı altında geçirilen zamanların bir hatırasıydı. Mehtap, o an onların sadece iş arkadaşı değil, hayatının da bir parçası olduklarını hissetti.
Zühre, pistten uzak bir masada yeğeni Yeliz ve Begüm’le birlikte oturuyordu. Masaları tek tek dolaşan çifte karşı içinden yükselen kıskançlığı bastıramamıştı; göz ucuyla onlara bakıyor, sonra başını çevirip kendi kendine küçümseyici cümleler mırıldanıyordu. Bu düğüne aslında Yeliz’in ısrarı üzerine gelmişti, fakat dürüst olmak gerekirse en çok kendi merakıyla hareket etmiş, ardından gençleri de sürüklemişti.
Yeliz ise teyzesinin aksine son derece sakindi. Düğünü izliyor, müzikle birlikte hafifçe sallanıyor, arada sırada pistteki detaylara takılıyordu. Dinçer’e karşı bir kırgınlığı ya da burukluğu yoktu. Zaten hiçbir zaman içinde bir aşk taşımamıştı. Onun asıl dikkatini çeken, düğün başından beri aralarında belli belirsiz bir gerilim oluşan Serdar’dı. Serdar’ın uzaktan, göz ucuyla gönderdiği kaçamak bakışları fark etmiş, içinde minik bir heyecan doğmuştu. Düğüne komşuluk görevi için gelmiş olsa da, Yeliz’in aklı bambaşka bir yerdeydi — Serdar’ın sık sık kendine taraf yönelen gözlerinde.
Mehtap ve Dinçer, düğün boyunca masaları dolaşıp konuklarıyla tek tek ilgileniyorlardı. Salonun kenarına yaklaşırken Zühre’yi fark ettiler. Dinçer, önce hafifçe duraksasa da Mehtap’la göz göze geldi. Sonra, birbirlerine belli belirsiz bir işaretle yönlerini Zühre’nin masasına çevirdiler.
“Hoş geldiniz,” dedi Mehtap nazikçe.
Zühre gülümsedi, ama gözlerinin içiyle değil. “Mutluluklar,” demekle yetindi.
Yeliz ise içtenlikle başını salladı. “Gerçekten çok güzel bir düğün oldu. Her şey çok zarif düşünülmüş.”
Begüm de Mehtap’ın elini tuttu, “Çok yakışmışsınız. Belli ki mutluluk size iyi gelmiş,” dedi gülümseyerek.
Kısa bir selamlaşma ve teşekkürden sonra çift yollarına devam etti. Masadan uzaklaşırken Mehtap, Dinçer’in elini hafifçe sıktı. Bu anın ardında geçmişin karmaşıklığı değil, sadece ilerleyebildikleri ve omuz omuza yürüyebildikleri bir gelecek vardı.
***
Herkes düğün boyunca çalan şarkılarla dans edip gönlününlerince kurtlarını döktü.
Düğünün sonunda, salonun bir köşesine yerleştirilen zarif bir masa ve üzerinde açık duran beyaz kapaklı bir defter dikkat çekiyordu. Üzerinde “Bugünün Hatırası” yazılı küçük bir tabela vardı. Konuklar sırayla gelip birkaç satır karalıyordu.
Zübeyde Hanım, ağır ağır yaklaşarak gözlüğünü taktı. Kalemi eline aldı, yazmadan önce hafifçe gülümsedi:
> “Kızım Mehtap… Sana baktığımda içim huzur doluyor. Bu yola birlikte çıktığınız Dinçer’in elini hiç bırakma. Sevgiyle, sabırla, sağlıkla yürüyün.”
Serdar, yanına gelen Faruk’la göz göze gelip gülümsedi, sonra yazdı:
> “Dostum Dinçer ve güzel kalpli eşi Mehtap… Siz birbirinize iyi geliyorsunuz. O yüzden buradasınız. Bu defter yıllar geçince sararır belki, ama sevginiz hep canlı kalsın.”
Faruk, başta dalga geçer gibi yaptıysa da sonra ciddileşti. Yazdığı satır kısa ama samimiydi:
> “Mutluluklar… Lütfen birbirinizi bizim ofisteki gibi sabırla dinleyin!”
Yılmaz, uzun süredir görmediği dostunun mutluluğuna şahitlik etmiş olmanın duygusuyla, eski bir hatırayı yazdı.
> "Yıllar önce bankta otururken geleceği hayal ediyorduk. Şimdi bu deftere gerçekleri yazıyoruz. Sana mutluluğun en çok yakıştığı gün bu."
Burak, annesiyle birlikte deftere yaklaştı. Annesi gülümseyerek oğlunun satırlarını izledi.
> "Öz kardeşim Dinçer’e ve artık bizim de kızımız olan Mehtap’a, sevgiyle…"
Nilüfer, kalemi eline aldığında yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Gözleri hafifçe nemlenmişti. Yazmaya başlamadan önce deftere bir an baktı, sonra şunları yazdı:
> “Sevgili Mehtap, hayat bazen biz fark etmeden sessizce büyütür insanı. Senin içindeki zarafeti, sabrı ve gücü yıllar içinde görmek bana hep umut verdi. Bugün seni böyle bir mutlulukla izlemek kalbimi doldurdu. Dinçer’le çıktığınız bu yolda, birbirinize daima sevgiyle bakın. Her şey gönlünüzce olsun.”
Yanında duran eşi, Nilüfer’in yazdıklarını okuduktan sonra kısa ama içten bir not ekledi:
> “Mutluluğunuz daim, kalbiniz her zaman aynı yerde buluşsun. Birbirinizi hiç bırakmayın.”
Diğer yakınları da kalemi ellerine alıp gözlerinden mutluluk okunan çifte küçük anlamlı yazılar yazdılar.
Son olarak Mehtap ve Dinçer defterin başına geçti. Dinçer, Mehtap’ın omzuna hafifçe dokunarak yazmaya başladı:
> “Bugün sevdiğim kadına sadece ‘evet’ demedim… Birlikte yaşlanmaya, her sabaha aynı yastıkta uyanmaya da söz verdim. Seni çok seviyorum iri kahvelerine büyülendiğim kadın."
Mehtap yazının altına sadece tek bir cümle ekledi:
> “Sana baktığımda, evim gibi hissediyorum, mavi gözlü güzel adam."
UMARIM HİKAYEMİ BEĞENMİŞSİNİZDİR, BAŞTAN SONA. BU BİR SON OLABİLİR AMA BENDE DAHA YAZILACAK ÇOK GÜZEL HİKAYELER VAR. BU ARADA BU HİKAYEME ÖZEL BİR BÖLÜM YAZACAĞIM, BUNU HAK ETTİLER. OKUYAN VE BU YOLDA BANA DESTEK OLUP YANIMDA DURAN HERKESE SONSUZ TEŞEKKÜRLER. İYİKİ VARSINIZ. 🥰💫
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 20.18k Okunma |
674 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |