
YILLAR SONRA
Hafta sonu kaçamağı için Demir’in deniz kıyısına yakın, bahçeli evinde toplanmışlardı.
Öğleden sonra güneşini, denizden esen hafif rüzgâr yumuşatıyordu. Bahçede mangal tütüyor, masada tabaklar birikiyor, çocuk kahkahaları çimenlere karışıyordu. Nilüfer, gölgelikte elinde limonatasıyla otururken, bir yandan 3 yaşındaki oğlu Berk’in çimenlerin ortasında çığlık çığlığa koşuşunu izliyordu. Berk, bir türlü Mehtap’ın 2 yaşındaki kızı Duru’yla aynı oyuna giremiyor, oyuncak arabayı sürekli kapmaya çalışıyordu.
Duru, “Bu benimki ama!” diye söylenirken, Sude bir köşede kitabını bırakıp, göz ucuyla kardeşine baktı. Bakışlarında hafif bir burun kıvırma vardı.
“Anne,” dedi Sude alçak sesle, yanına gelen Nilüfer’e, “Ben küçükken bu kadar bağırıyor muydum?”
Nilüfer güldü, “Sen daha beteriydin. Berk uslu sayılır.”
Sude yüzünü buruşturdu. “Ama ben kitap okuyordum. Şimdi bir şey duyulmuyor…”
Mehtap o sırada Duru’nun yanına çömelmişti, bir yandan elindeki oyuncak tencereyi Duru’ya uzatıyor, bir yandan da göz ucuyla Dinçer’e bakıyordu. Dinçer, Demir’le mangal başında hararetli bir şey tartışıyor gibiydi. Arada kahkahalar yükseliyordu. Serdar, onları izlerken elindeki çay bardağını Yeliz’e uzattı.
“İçer misin? Gerçi doktor demişti değil mi, çay yok?”
Yeliz karnına dokunup hafifçe tebessüm etti. “Çay değil ama dondurma olsaydı alırdım.”
Serdar başını salladı, “Ben sana çay dondurması getireyim o zaman. İkisini birden.”
Mehtap gülmeye başladı, “Senin mizah anlayışın hâlâ 90’larda kalmış Serdar.”
Serdar omuz silkti, “Benim içimde hâlâ tatil köyü animatörü yaşıyor.”
Demir bu espriye yüksek sesle güldü, sonra Dinçer’e döndü. “Senin şu ilk evlilik gecesini hâlâ anlatıyor Mehtap biliyor musun?”
Dinçer başını çevirdi, Mehtap’ın göz göze gelmeden dudak kenarıyla gülümsediğini fark etti. “O geceyi kim unutur ki,” dedi sessizce, “Bütün hayatımız orada değişti.”
Güneş yavaş yavaş eğilmeye başlamıştı. Çocuklar yorulmuştu. Sude sandalyesine oturmuş, Berk’le Duru’nun çimenlerde taş dizmelerini izliyordu. Ama bakışlarında hâlâ küçük bir kıskançlık vardı.
Nilüfer yanına geldi, sessizce kızının saçlarını okşadı.
“Bazen annelerin kalbi ikiye bölünür,” dedi. “Ama bu senin payını azaltmaz.”
Sude gözlerini kaçırdı ama dudak kenarı hafifçe kıvrıldı.
Yeliz, karnını okşarken sessizleşti. Gözleri Mehtap’a kaydı, sonra Duru’ya.
“Bazen... böyle sahneleri yıllarca bekliyor insan,” dedi. “Ama bir anda oluveriyor hepsi.”
Serdar yanına geldi, elinde bir top dondurmayla.
“Çay dondurması yoktu. Ama bu limonlu.”
Yeliz aldı, gülümsedi. “Bu da olur.”
***
Akşam olduğunda, hava serinlemişti. Bahçeye dizilen sandalyelerde herkes gevşemiş oturuyordu. Masada birkaç çay bardağı, Demir’in getirdiği likör şişesi ve atıştırmalıklarla sade ama keyifli bir akşam başlamıştı.
Yeliz, sandalyede ayaklarını uzatmıştı. Şu an 6 aylık olan karnına dokunarak, “Bu minik... gün boyu sessizdi ama şimdi uyanık,” dedi gülerek.
Mehtap, kolunu arkalığa yasladı, “Duru da öyleydi. Gece olunca parti başlatıyordu içeride.”
Serdar, hafifçe doğrulup, “Demek ki bu çocuklar gececi doğuyor,” dedi. “Tıpkı babaları gibi.”
Yeliz kaşlarını kaldırdı. “Senin gececi olduğun kısmına katılmam. En son geceyi yarıda kesip uyuyakaldın.”
Gülüşmeler yükseldi.
Nilüfer, sessizce çayından bir yudum aldı. Demir’le göz göze geldi. “Sude büyüdü ya...” dedi, sesi biraz duygulu. “Bazen düşünüyorum, kaç yıl kaldı böyle hep birlikte oturabileceğimiz?”
Demir elini onun elinin üstüne koydu. “Az kalırsa, biz çoğaltırız. Yani bu masayı...”
Dinçer o sırada yerinden kalktı, evin içinden eski bir bluetooth hoparlörle geri döndü. “Bir şey eksik,” dedi. Bağlantıyı yaptı ve eski bir şarkı çalmaya başladı: Sezen Aksu’dan ‘Gülümse’.
Mehtap başını iki yana salladı. “Hâlâ bu şarkıyı mı?”
Dinçer omuz silkti. “Sen bana bu şarkıyla göz kırpmıştın ilk.”
Mehtap utangaç bir bakış atıp sustu. Serdar hemen atladı:
“Bak bak, yine aşk kokusu var havada.”
Yeliz gülümsedi. “O zaman ben de bir şey soracağım,” dedi hafifçe doğrulup. “Mehtap, sen Duru’ya hamile olduğunu Dinçer’e ne zaman söylemiştin?”
Mehtap kahkahasını tutamadı. “Düğün gecesi.”
Dinçer güldü. “Ben bir anda iki kutlama yapıyormuşum meğer.”
Demir başını salladı. “Benim başıma gelseydi... bayılırdım herhalde.”
Nilüfer, “Senin başına iki çocuk geldi zaten,” dedi.
“Ve hâlâ ayaktayım,” dedi Demir gururla.
Hafif bir sessizlik oldu. O sessizlikte rüzgârın sesi duyuldu, mum alevleri kıpırdadı. Herkes bir süre sustu. Her biri kendi hayatına, geçmişine, bu akşamın kıymetine gömülmüştü.
Sonra Serdar boğazını temizledi.
“Şunu netleştirelim… Ben en iyi baba adayını hâlâ oylamadım.”
Yeliz başını çevirip, “Ben de en sabırlı anneye oy vermek istiyorum. Nilüfer, sensin bu.”
Nilüfer hafifçe başını eğdi. “Gürültüyü kabullenince sessizlikten korkar oluyorsun bazen.”
Mehtap gözlerini uzaklara dikti. “Ama bu anlar... sessizliğe değiyor.”
***
DÜĞÜN GECESİ( Geçmişe gidiş)
Mehtap hâlâ gelinliğiyleydi. Oda, loş bir ışıkla aydınlanmış, aynada kendine bakıyordu. Saçları hafifçe dağılmıştı, ama yüzündeki yumuşak gülümseme hâlâ yerindeydi.
Dinçer pencerenin önünde durmuş, dışarıyı izliyordu. Yorgun ama mutluydu. Mehtap yanına sessizce yaklaştı. Bir süre hiçbir şey söylemeden yanında durdu, sonra gözlerini ona çevirdi.
“Bir şey söylemek istiyorum sana,” dedi, sesi nazik ve kararlıydı.
Dinçer döndü, yüzünde hafif bir merak belirdi.
Mehtap gözlerini kaçırmadan, “Annem Münire teyzenin yanına gitmişti birkaç günlüğüne, hatırlıyor musun? Biz de fırsat bilip, o günlüğüne şehir dışına kaçmıştık.”
Dinçer hafifçe gülümsedi, “O sahil kasabasındaki küçük otel… Unutur muyum? Sen kahveni yudumlarken saçlarını toplamıştın, sonra rüzgâr dağıtmıştı. Hayatımın en huzurlu günüydü.”
Mehtap başını salladı, gözleri uzaklara dalarak, “Benim için de öyleydi… O gün, o gece… Sadece ikimiz vardık, her şeyi geride bırakmış gibiydik. Sanki dünya durmuştu.”
Derin bir nefes aldı, gözleri dolmadan fısıldadı:
“İşte o gece… yalnız dönmemişim.”
Dinçer’in gözleri ona kilitlendi. Mehtap yavaşça karnına dokundu.
“Hamileyim,” dedi, sesi biraz titreyerek ama mutluluk dolu. “O gün öğrendim. Düğünümüzden birkaç gün önce… Sana bunu özel gecemizde söylemek istedim. Bizim gecemizde.”
Dinçer’in gözleri büyüdü, önce şaşkınlık, sonra içten bir sevinçle doldu. Mehtap’ı usulca kendine çekti, sıkıca sarıldı.
“Gerçekten mi?” diye fısıldadı, “Gerçekten bizden bir parça mı geliyor?”
Mehtap başını onun göğsüne yasladı. “Evet… Bizden biri geliyor.”
Dinçer onu sımsıkı tuttu. O ana kadar yaşadığı tüm yorgunluk bir anda yok olmuştu.
“Hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım,” dedi. “O gece zaten güzeldi… Şimdi kutsal oldu.”
***
ERTESİ GÜN
Sabah ışığı yavaş yavaş odaya süzülüyordu. Uzaklardan kuş cıvıltıları geliyordu. Perdelerin arasından giren gün ışığı, odanın duvarlarına yumuşak, sarı bir huzur serpiştiriyordu.
Mehtap hâlâ derin uykudaydı. Dinçer, gözlerini yavaşça açtı, bir an nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Sonra yanında, hafifçe nefes alan Mehtap’ı fark etti.
Yavaşça döndü, başını yastığa yasladı ve bir süre sadece onu izledi.
Mehtap, rahat bir gecelik giymiş, yatağa kıvrılmıştı. Yüzü huzur doluydu. Dudaklarının kenarında, uykudan silinmemiş hafif bir tebessüm vardı.
Dinçer usulca elini uzattı, Mehtap’ın karnına dokundu. Ardından fısıltı gibi, sevgi dolu bir sesle:
“Günaydın küçük...”
O an, odada kısa bir sessizlik oldu. Mehtap yavaşça gözlerini araladı, sesine uyanmıştı. Uykulu ve hafif tebessümlü:
“Konuşmaya başladınız mı siz?” dedi, gözlerini kapamadan.
Dinçer kıkırdadı, elini geri çekmeden başını hafifçe yana eğdi.
“Alışsın sesime dedim. Her sabah böyle uyanacağız artık.”
Mehtap, başını yastığa daha da gömüp, bir kolunu Dinçer’in beline doladı.
“Uyanmak zorunda değilsek şimdi, konuşmanıza biraz ara verin,” diye fısıldadı.
Dinçer usulca gülümsedi.
“Tamam. Ama biliyorsun değil mi... Bu, hayatımda aldığım en güzel haberdi.”
Mehtap’ın sesi bu kez daha duyguluydu, daha netti.
“Benim için de… Bizim hayatımız artık sadece bize ait değil.”
Bir süre daha sessizce, birbirlerine sokulup uzandılar.
***
ŞİMDİ Kİ ZAMAN
Dinçer, kızı Duru’ya bakarken hafifçe gülümsedi. Gözlerini Mehtap’a çevirdi.
“Dalmışsın, ne düşünüyordun?”
Mehtap gözlerini ondan kaçırmadan, “Mucizemizi” dedi. Öncesinde kısa bir an kızına bakmıştı.
Çocuklar yeniden yataklarına yatırıldı. Nilüfer ev yapımı soğuk limonatasını servis edip sandalyesine geçti.
Serdar “Keşke Faruk da burada olsaydı, ne güzel olurdu,” dedi. Ortamdakiler bir an düşündü. Faruk, İstanbul’un karmaşasında aradığı huzuru bir türlü bulamamıştı. Ailesi, ona destek olmak için komşularının yurt dışında eğitim gören sakin ve zarif kızı Sera’yla tanışmasını sağlamıştı. Sera’nın dinginliği, Faruk’un karmaşasını yumuşatmış, onun içtenliği ise Sera’nın kalbini kazanmıştı. İkisi evlenip yurt dışına taşınmış, orada hem aşkı hem de huzuru bulmuşlardı.
Mehtap, hafifçe gülümseyerek, “İyi oldu Faruk için,” dedi.
Serdar başını salladı, “Gerçekten, hak ettiği mutluluğu bulmuş.” Sohbet yavaşça başka konulara kaydı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 20.19k Okunma |
674 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |