Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@kardikus

Kozasından yeni çıkmış bir kelebeğin kanat çırpışı gibiydi hayat, düşe kalka ilerliyordun..

 

*ÖZGÜRLÜK*

 

**

 

Şafak sökmek üzereyken elimde ki üç beş eşyamın olduğu küçük valizimi çekiştirerek sevgi evinin kapısına gelince durdum. Güvenlikteki amcaya başımla selam verip mahcupça gülümsedim. Arkamı dönüp son dört yılımı geçirdiğim kuruma baktım.

 

Burada iyi kötü birçok anım vardı.

 

Vedalardan kesinlikle nefret ediyordum. Bu yüzdendi ya sabahın bu saatinde kalkıp yollara düşmem. Kimseyle vedalaşmadan gitmek istiyordum. Nasılsa arkadaşlarımı görmeye gelecektim. Bu bir son değildi.

 

Beş yaşından beri devlet kurumunda kalıyordum. Beş yaşında yurtlarda başlayan hayatım dört yıl önce yeni adıyla sevgi evinde devam etmişti ve bugün sona eriyordu. Lise hayatım bitmişti ancak reşit olmadığım için bu güne kadar ayrılmak için beklemem gerekiyordu.

 

3 Şubat..

 

Evet, bugün benim doğum günümdü. 18'ime basmıştım. Koruma kararımı uzattırabilir ve devlet kurumunda kalmaya devam edebilirdim, üniversite okuyabilirdim ama istemiyordum. Artık özgürdüm.

 

Araştırılması, öğrenilmesi gereken çok şey vardı. Alınması gereken bir intikam.. Bulunması gereken bir kardeş..

 

Beş yaşımdayken babama atılan korkunç bir iftiranın sonucunda ailem darmadağın olmuştu. Babam sivil bir polisti. Bakanların ve bazı önemli devlet adamlarının yakın korumalığını yapar sık sık görevi değişirdi. O zamanlar bilmiyordum tabi neden bu kadar sık görevi değiştiğini ama daha sonra öğrendim ki babamın aldığı özel eğitimler onu vazgeçilmez kılmış. Genç yaşına rağmen önemli buluşmaların ve görevlerin adamı olmuş. Taa ki o geceye kadar.

 

Bir gece evimize gelen polisler babamı apar topar evden götürmüşlerdi. Sözde işlediği suç ise vatan hainliği!

 

Yaşımın küçük olmasından dolayı olan biteni çok iyi hatırlayamıyorum. Tek hatırladığım olayın üzerinden çok geçmeden babamın vatan hainliği damgası yüzünden hapishanede öldürülerek ölüm haberinin gelmesi, cenazesi ve cenazesinin akşamında annemin yenik düşerek gözlerimin önünde kendisini asması.

 

Çok değil, sadece iki aylık bir sürede hayatımızın darmadağın olması..

 

Sonrası ise malum, küçük kardeşimle beraber kuruma gelişimiz ve onun evlatlık verilmesiyle yapayalnız kalmam.

 

Her gece, o günden bu güne her gece babamın adını haklıya çıkaracağım günün hayaliyle yanıp kavruldum. Bu iftirayı kimin attığını neden attığını bulmak için yeminler ettim sözler verdim kendime.

 

Şerefiyle görevini yapan bir adamın bir gecede vatan haini ilan edilmesinin intikamını alacaktım.

 

Kurumun geniş kapısının açılmasıyla yavaş adımlarla avludan çıktım. Çok değil birkaç adım atıp kaldırıma oturdum. Dizlerimi karnıma kadar çekip kollarımı etrafına doladım ve güneşin yeryüzüne doğuşunu izlemek istedim.

 

Soğuktu.

 

"Şimdi ne yapacaksın Asel?" diye mırıldandım kendi kendime. Evet, ismim Asel. Babam bal kızım bal kızım diye severmiş daha doğmadan beni. Bu yüzden doğar doğmaz hiç düşünmeden bu ismi vermiş bana.

 

Soğuk kaldırımda insanların kirli yönlerini örten gece karanlığı ortalıktan çekilirken sessizce bekledim bir süre. Yapayalnız ve kimsesizdim. Gidecek yerim yoktu. Daha doğrusu ben kimsem olmamasını seçmiştim. Kendime hayat kurmak istediğim için kurumdan direkt ayrılmayı talep etmiştim. İstediğimde artık reşit olduğum için gerçekleşmişti. Kurumdaki hocalarım okumam için ısrar etse de dinlememiştim. Bir işe ihtiyacım vardı ilk önce. Sonra da başımı sokacak bir yere. Gerisini toparlardım. Aza şükretmeyi küçük yaşta öğrenmiştim zaten.

 

"Huh!" diyerek ellerimle yanaklarımı tokatladım ve zıplayarak ayağa kalktım. "Hadi bakalım, başlıyoruz." diyerek valizimi tekrardan çekiştirmeye başlayıp bir iki adım attığımda büyük siyah bir jeep aniden önüme kırdı.

 

Refleksle geri çekilirken neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Arabadan inen yirmilerinin ortasından olduğunu tahmin ettiğim kumral çocuğu görünce kaşlarım çatıldı.

 

"Ezmeye mi niyetliydin arkadaşım?" diye sorup çıkıştığımda alaycı bir gülüş belirdi suratında. Boyu uzundu ve yapılı bir vücuda sahipti. Hala havaya hakim olan karanlık yüzünden yüz hatlarını çok seçemesem de belirgin elmacık kemiklerini görebiliyordum.

 

"Anlaşılan aradığım kız sensin." dediğinde anlamsızca baktım suratına. "Bin hadi." deyip tekrar arabasına yöneldiğinde "Pardon?" diyerek şaşkınlığımı belli ettim.

 

"Alpaslan Bey'in kızı sen değil misin?" dediğinde babamın adını duymamla kalbim tekledi. Sesi bıkkın çıkan çocuğa doğru yaklaşıp karşısına dikildim.

 

"Babamı nerden tanıyorsun? Kimsin sen?" diye sorduğumda aklımda sadece soru işaretlerini giderecek birilerini bulmuş olma ihtimali vardı.

 

"Ben tanımıyorum." dedi soğuk ve net çıkan sesi ile. "Annem ile annen yakın arkadaşlarmış. Buraya gelip seni almamı ve kendisine götürmemi istedi. Annem evde gerisini sana anlatır. Hadi, bin arabaya."

 

"A-annem mi?" diye kekeledim olduğum yerde istemsizce. İçimde kapanmayacak bir yara açıp giden kadın. Hakkında daha çok şey öğrenmek istediğim, yüzü gözümün önünden gitmeyen kadın.

 

"Hayda.. Çattık. Kızım kaç saattir şu kapıda seni bekliyorum biliyor musun? Annem şafak sökmeden git yoksa bulamazsın dedi diye gece birde dikildim şuraya. Gözlerimden uyku akıyor. Daha işe gideceğim. İki dakika daldım çıkmışsın. Bin işte yorma beni." dediğinde arabaya binip kapısını kapadı.

 

Ana kuzusu diye geçirdim içimden. Sert mizaçlı ve havalı bir tip. Arabasına bakarsak para da bok tabi.

 

Beynimi yoran anlık saçma düşüncelerimden sıyrılıp içinde olduğum durumu tarttım. Bu çocuğa güvenmem için hiçbir sebep yoktu. Hiç tanımadığım birisi için emir vererek konuşması da tahammül edemeyeceğim boyuttaydı.

 

Rüzgarın bedenime tokat atar gibi getirdiği ayaz bedenimi titretirken kollarımı etrafıma doladım ve valizime doğru ilerledim. Arabada beni bekleyen genç adamı umursamadan tutup çekerek kendi yolumda ilerlemeye başladım.

 

Söyledikleri gerçek olabilir miydi? Annesi annemi ve babamı tanıyor muydu sahiden?

 

Soğuktan nemlenmiş kaldırım taşlarına hızlı adımlar atarken jeepin arkamdan geldiğini hissedebiliyordum. Yanıma geldiğinde kornaya bassa da aldırış etmedim. Göz ucuyla baktığımda ise camını açtığı gördüm.

 

"Binsene şu arabaya baş belası. Çocukluğu bırak beni zorluyorsun." dediğinde yine tepki vermedim. Söylediklerinde belki haklı olabilirdi, meraktan ölüyor da olabilirdim fakat bana bu şekilde bir üslupta gelen birisine papuç bırakacak bir kız değildim. Önce insan gibi konuşmasını öğrenecekti.

 

"Kime diyorum?" diye sert bir tonda seslendiğinde inadım, ideallerim ve amaçlarım arasında bir iç savaş vardı içimde. Ailem için, babama yapılan haksızlığı kanıtlamak için her şeyi yapacağıma söz vermiştim kendime. Şimdide ailemi tanıdığını söyleyen birisi oğlunu göndermişti beni alması için. Ne yapmalıydım?

 

Öfkeyle durdum olduğum yerde. Aniden araca dönüp bana umursamazca bakan çocuğa baktım. Annesinin zoru ile geldiği her halinden belliydi. Şu dünyada kimsenin olmadığı gibi tabi ki onunda umurunda değildim.

 

"Gelmem için hiçbir sebep yok. Ve gelmeyeceğim." dediğimde şaşırmış gibi baksa da omuz silkti. Aslında gitmem için haklı sebeplerim olsa da inadımdan ödün vermezdim ben. Bu yönüme bazen sinir olsam da böyleydim işte. Aseldim ben. Herkesin dilinden düşürmediği dikbaşlı kız. Bunun dozunu ayarlayamazdım da. Küçüklüğümden beri kurumda kaldığım için herkes muhtaç olduğumu düşünür her girdiğim ortamda bana üzülerek bakarlardı. Birileri sürekli benim ihtiyaçlarımı gidermeye çalışırdı ve korkunç bir histi. Bu gereğinden fazla gururlu ve inatçı yapımı bu duruma bağlıyordum. İnsanlar bazen iyilik yaptığını zannederken karşısındakine zarar verebiliyordu.

 

"Sen bilirsin." diyerek camını kapattı ve ilerleyerek gözden kayboldu.

 

Ne ummuştum ki? Israr ederek beni götürmesini mi? Hah.. Saçmalık.

 

Bomboş arazide sinirli adımlarla ilerlerken yalnızlığın verdiği ağırlık toplaşıp boğazıma oturmuştu sanki. Şehir merkezine gitmek için çağıracak bir taksi param dahi yoktu. Yurtta biriktirdiğim paramla geçen ay telefon almıştım. Henüz kullanamadan da çaldırmıştım. Beş kuruşsuz bir şekilde ortada kalmıştım.

 

Hava hala aydınlanmamış ve soğuktu. Yaklaşık bir saat kadar yürüdükten sonra şehir merkezinde bir parka varabilmiştim. Hava aydınlanmıştı artık fakat güneş yoktu. Kuru ayaz soğuğun en acımasız haliyle bedenimi titretirken bir banka oturup elimi başımın altına koyarak uzandım.

 

Düşünmem lazımdı. Saat biraz daha ilerler ilerlemez gidip iş aramaya koyulacaktım. Önce kendimi sağlamam almam gerekiyordu.

 

Yaşıtlarım üniversitelerine başlamış günlerini gün ederken ben soğuk havada bir banka kıvrılmış başımı sokacak yer düşünüyordum. Şükürsüz değildim elbette, bu halime de şükür ediyordum ama bazen.. bazen doluyordu işte insan.. Taşmak istiyordu içimdeki nehir.. Şu an o bazenlerden birisini yaşıyordum..

 

Zamanla uykusuzluğunda etkisi ile gözlerim kapandı. Bilincim yarı kapalıydı ve hissettiğim tek şey soğuktu. Soğuktan sanki uyuşmuştum. Sonra sanki rüyada gibi hissettim. Birisi bacaklarımdan ve boynumdan tutarak beni kaldırıyormuş gibi. Sonra bedenimin havada hareket edişini hissettim.

 

Bir koku..

 

Saf ferah bir koku geldi burnuma.

 

Sonra gerçek olup olmadığını ayırt edemediğim bir ses duydum.

 

"Senin gibi tiplerden nefret ediyorum biliyor musun?" ses soluk soluğa geliyor gibiydi. Ama o kadar üşümüştüm ki bilincime hakim olupta gözlerimi aralayamıyordum.

 

"Gururlu ve inatçı tipler. Dediğim dedik. Buz gibi olmuşsun aptal kız.."

 

***

 

Gözlerimi dizlerimde hissettiğim yoğun ağrı ile açtım. Birkaç saniye etrafı analiz ederken bembeyaz bir odanın içinde olduğumu gördüm Yine aynı beyazlıkta ferah çarşaflar ve yumuşacık bir yatak.

 

Odanın içerisinde duvarların beyazlığına zıt bir şekilde parlak siyah bir aynalı dolap. Yerdeki özenle döşendiği belli olan parkenin üzerinde krem rengi tonlarında bir halı.

 

Neredeydim ben?

 

En son bir parkta banka uzandığımı hatırlıyordum. Kendini kaybedecek kadarda uykuya dalmazsın Asel diye geçirdim içimden. Ağrıyan dizlerime aldırmadan doğrulup indim yataktan. Valizimin kapının kenarında olduğunu görünce iyice aklım karışmaya başlamıştı. Uyuşuk bedenimi içimdeki tedirginliğe rağmen zorlayarak kapıya yöneldim.

 

Soğuğun sillesini yemiştim bugün. Bedenim halsizdi. Bu yüzden sendeleyerek yürüyordum. Kapıyı yavaşça açıp çıktığımda gördüğüm manzaraya inanamadım. Hani şu kitaplarda filmlerde falan olur ya, zengin evleri böyle saraya benzetirler. Halt etmişti bu evin yanında.

 

En alt katta olmalıydım. Kocaman salon gibi boş bir alanda koltuklar ve farklı süs eşyaları vardı. Duvarlar krem rengi duvar kağıtlarıyla kaplanmış ve salona farklı bir hava katmıştı. Kocaman iki yandan ahşap merdivenler üst kata oval bir şekilde çıkıyordu. Birkaç adım atıp hayranlıkla etrafa bakınırken büyük salonun görmediğim köşesinden sesler geldiğini duydum.

 

Sakin adımlarla ilerlerken köşedeki camın yanında oturmuş kahve yudumlayan bir kadın gördüm. Saçları kızıl ve hafif kıvırcıktı. Konuştuğu kişi ise hala görüş alanımda değildi.

 

"Neden böyle bir şeyle uğraşmak istediğini anlamıyorum." diye gelen erkek sesi kulağıma hiç yabancı değildi. "Hastalığının boyutu ortada, neden başkalarının problemleri seni ilgilendiriyor ki? Yeterince problem aşarak gelmedin mi buraya?" Bu, bu sabah yolda önüme arabasını kıran adamın sesinden başka ses değildi.

 

Sert ve tok.

 

"Huzur bulacağım işler yapmak istiyorum artık. Dediğim gibi annesine bir can borcum var diyebilirim." dediğinde kalbim tekledi. Benim annemden mi bahsediyordu? Benim hakkımda mı konuşuyorlardı?

 

Duruşumu dikleştirdim ve sendeleyerek yürüyen halime bir son verip derin bir nefes aldım. Yanlarına doğru bir iki adım atarken geldiğimi fark etmeleri için öksürür gibi yaptım.

 

Bakışlar bana döndüğünde ve yakınlaştığımda görüş alanıma sabah yüzünü net seçemediğim çocuk girdi. Pürüzsüz bir cildi ve keskin yüz hatları vardı. Dudakları vişne çürüğü tonunda ve kalındı. Bakışları.. Bakışları gökyüzüne meydan okurcasına mavi.. Keskin ve ciddi.

 

Gözlerimi bir süre üzerinden alamasam da zorlukla çevirip annesi olduğunu anladığım kadına baktım. Başını çevirmiş bana gülümsüyordu. Onun gözleri de tıpkı oğlu gibi masmaviydi. Beyaz tenli ve yüzü biraz kırışmıştı.

 

"Baş kahramanımızda uyandı." dedi imalı bir tonda genç adam.

 

"Emir!" diyerek kızdı annesi. Demek ismi Emir'di.

 

"Demek uyandın güzel kızım." dedi kadın gülümsemesini büyütürken. "Bizi korkuttun, iyi misin?" diye sorduğunda kaşlarım çatıldı.

 

"Siz kimsiniz?" diye sordum kaba bir şekilde sorusuna cevap vermeden. "Ve ben buraya nasıl geldim?"

 

Kadın gülümseyerek eli ile boş koltuğu işaret etti. Ardından da "Hanife.." diye seslendiğinde hizmetçi olduğunu gördüğüm kız geldi. "Asel'e de bir Türk kahvesi getir. Sade olsun, babası gibi sade içmeyi sevdiğine eminim." dediğinde şaşkınla gözlerim açıldı ve beklemeden kadının karşısına oturdum. Gerçekten kahvemi sade içerdim.

 

"Asel mi? İlk defa duyuyorum." diyen Emir bana bakmadan ayağa kalktı. "Bana müsaade, halletmem gereken işlerim var." diyerek yanımızdan uzaklaştığında aldırış etmedim.

 

"Oğlumun kabalığına bakma, beni fazla düşünüyor." dediğinde "Önemli değil." diyerek geçiştirdim. Gerçekten şu an oğlunun kabalığı umurumda değildi.

 

"Ailemi tanıyor musunuz? Siz kimsiniz?" Kadın telaşlı çıkan sesime güldü.

 

"Sakin ol kızım, hepsini anlatacağım sana." dediğinde geriye yaslandı. "Fatma benim adım. Annenle yakın arkadaştık. Senin küçüklüğünü bilirim ben ama senin beni hatırlamaman çok doğal. Ufacıktın. O malum olay gerçekleşene kadar her sırrını bildiğimi düşünürdüm ama yanılmışım. Anlatamayacağı yükleri varmış ki canından vazgeçti." dediğinde sesi buruk çıkıyordu. İstemsizce benimde yüzüm asıldı.

 

Gözümün önüne annemin kendini astığı an gelince başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım. "Özür dilerim." dedi kadın içten bir sesle. "Seni üzmek istemedim kızım. İşin bu kısmını geçiyorum. Kuruma yerleştiğinde seni evlatlık almak istedim fakat kendi özel sebeplerim yüzünden bunu yapamadım. Üzerinden birkaç yıl geçince de düzenini bozmak istemedim ama, bugün on sekiz oldun. Artık annene olan borcumu ödemenin zamanı geldi." dediğinde kaşlarım havaya kalktı.

 

"Nasıl yani?" diye sordum istemsizce.

 

"Güzel bir eğitim almanı istiyorum Asel, başarılı bir kadın olmanı ve kendi ayaklarının üzerinde durmanı. " istemsizce güldüm. Bu söylediği şeyler için artık çok geçti. Üniversite sınavına öylesine girmiştim ve tercih yapmamıştım bile. Okul düşünmem gerekenler arasında belki de en sondaydı.

 

"Kusura bakmayın ama, bunlar biraz inanması güç şeyler. Saygısızlık etmek istemem. Ailemi tanıyorsunuz. Ben sadece biraz onlar hakkında bir şeyler duyabilirim belki sizden diye umuyordum."

 

Kadın gülümsedi. "Tabi.." dedi içtenlikle. Sesi tuhaf çıkıyordu. Çatallı ve kısık. Sanki birisi boğazını sıkıyormuş gibi. "Bazı akşamlar sana anılarımızı anlatabilirim." dediğinde gözlerim irileşti. "Gerçekten mi?" diye atıldım bir an istemsizce. Başıyla onaydı beni. "O zaman sık sık ziyaretinize gelmemde sakınca var mı?" diye sorduğumda burukça gülümsedi.

 

"Baban gibisin." dedi. Kalbim o an bir hüzünle boğuluyormuş gibi hissettim. Babam gibi olmak.. "Tıpkı onun gibi asıl odaklanman gereken şeye değil, seni memnun eden şeye odaklanıyorsun." Ne demek istediğini anlamamıştım.

 

Kahvem geldiğinde teşekkür edip uzanarak bir yudum aldım. "Bak kızım, sen bundan böyle benim misafirimsin. Özel bir üniversitem var. Seni burslu olarak orada okutacağım. Güzel bir geleceğin olmasını istiyorum." dediğinde yudumladığım kahve neredeyse ağzımdan kaçacaktı.

 

"Hayır hayır," diye atıldım aniden. "Teşekkür ederim ama ben buraya gelmek dahi istememiştim. Nasıl geldiğimi de bilmiyorum orası ayrı konu. Böyle bir şeyi kabul edemem." dediğimde kadının yüzü düştü.

 

Zengin bile olsalar kimseye yük olmak istemezdim. Benim için kaçınılmaz bir fırsat olsa da.

 

"Kızım.." dedi kadın sanki nefesi zor alıyormuş gibi. "Benim çok konuşaçak mecalim yok. Anne babanın bana zor günlerimde verdiği desteği asla unutamam. Bunu senin için değil kendim için istiyorum bir nebze olsun vicdanımı rahatlatabilmek için. Lütfen ömrümün kalan son günlerinde beni kırma." dediğinde kalakaldım. Son günlerini mi yaşıyordu sahi?

 

Tam dudaklarımı aralayacakken benden önce konuşmaya başladı tekrardan. "Senin için bahçedeki küçük evimizi hazırlattım. Bizimle rahat edemezsin yalnız kalmak istersin belki diye. Yemeklerimizi beraber yeriz sen okuluna gider gelirsin ve özel hayatına asla karışmam. Amacım seni kısıtlamak yada bir yere tıkmak değil. Sadece kendi iyiliğim için senin iyi olmanı istiyorum." dediğinde bir an düşündüm.

 

Kadın o kadar içten ve samimiydi ki ne yapacağımı bilmiyordum. Saniyeler zaman kavramını aşıp hızla ilerlerken aklım karmakarışıktı. Reddetsem ne yapacaktım? Nereye gidecektim? En azından burada kalırsam aklımdan geçen birçok şeyi gerçekleştirebilir ve babamın davasını daha kolay araştırabilirdim.

 

"Bir şartla." dedim kadına emin olmayan ses tonum ile. "Bunların hiçbirini karşılıksız yapmak istemiyorum. Bana bir iş verin ve karşılığında para almayayım. Sadece yanınızda kalayım. Yemeğimi falan da bahsettiğiniz kalacağım yerde kendim yapar yerim. Size asla yük olmam." dediğimde kadın gülümsedi.

 

"Diyorum ya, sana baktıkça babanı görüyorum. Peki kızım. Ama benimde bir şartım var." dediğinde kaşlarım havaya kalktı.

 

"Nedir?"

 

"Üniversiteye gideceksin. Her ne yaparsan yap o okula gidecek ve bir eğitim alacaksın." dediğinde gözlerimi kaçırdım.

 

"Ben tercih yapmadım Fatma teyze. Yani bu imkansız." dediğimde geriye yaslanarak kahvesini yudumladı.

 

"Sen orasını bana bırak. Okumak istediğin bölümü söylemen yeterli."

 

***

 

Saat gecenin ikisi olmuştu. Fatma teyze ile kahvelerimizi içerken muhabbet etmiş ve ailem hakkında konuşmuştuk. Gerçekten onları iyi tanıyordu ve bana sık sık anılarını anlatacağına söz vermişti. Bir dağ evini andıran bahçedeki evde kalmam karşılığında onunla ve ilaçlarıyla yakından ilgilenecektim.

 

Üniversite mevzusunu çok anlamamıştım ama halledeceğini söylemişti. Zaten üzerine de çok düşmemiştim bu konunun. Okumak istesem devlet kurumunda zaten böyle bir imkanım vardı. Derdim okul değildi. Sadece buradayken ailemle alakalı öğrenmem gereken şeyleri daha kolay bulurum diye düşünüyordum.

 

Benim için hazırlanan odada bir oyana bir bu yana yürürken dolan burnumun rahatsızlık vermesi ile odadan çıkıp mutfağa yöneldim. Işığı açmadan pencereden vuran ay ışığının yardımı ile peçete alıp burnumu sildim. Sanırım hasta olacaktım.

 

Ardından bir bardakta su alıp geri odamın yolunu tutmuşken dış kapının açıldığını duydum ve istemsizce irkildim. Birilerinin pata küte içeri girdiğini duyabiliyordum fakat hiçbir şey göremiyordum. Henüz yabancısı olduğum bu aileye tam güvenemesem de korkmayıp merakla ışığı aramaya koyuldum.

 

O sıra duyduğum bir kadın sesi yüzümü buruşturmama sebep olurken adımlarımı hızlandırdım. Ne oluyordu gece gece bu evde?

 

Elimle ışığı bulur bulmaz açtığım sırada gördüklerim karşısında bir an bocalayıp elimdeki su dolu bardağı düşürdüm. Olduğum yerde sıçrarken gözlerim karşımdaki manzaraya takılı kalmıştı.

 

Emir yanında uzun boylu ve oldukça güzel bir kadınla karşımda sarmaş dolaş duruyordu. Kadın mini bir siyah eteğin üzerine kırmızı çok güzel görünen bir bluz giyinmişti. Dekoltesi oldukça derindi. Benim ışığı yakmam ile "Siktir!" diyerek aniden geri çekilen Emir kızın yere düşmesine sebep oldu.

 

Kız düştüğü yerde inlerken Emir yüzünü sıvazlayarak bana bakıyordu. Başımı iki yana sallayıp aklımı toplamaya çalışırken bir elimle gözlerimi kapadım. "Pa-pardon." dedim kırılmış cam parçalarına basmamaya dikkat ederek odama doğru yöneldim. "Siz devam edin. Ben yokmuşum gibi." dediğimde odamın önüne gelmiştim ki Emir "Kal orda!" diyerek emir verdi.

 

Suçlu bir çocuk gibi tek ayağım havada kalırken olduğum yere sabitlenmiştim. Gerçi ben neden suçluluk hissediyordum ki? Ne yapmıştım yani?

 

Başımı hafifçe çevirdiğimde yere düşen sarışın kızın bana kin dolu bakışlar attığını gördüm. Emir elini uzatıp kızı olduğu yerden kaldırdı. Kız kıyafetini düzeltirken Emir kıza "Gitsen iyi olacak." dedi. Yandaki koltuğun üzerine rastgele atılmış çanta ve kabanı alarak kızın eline tutuşturdu.

 

"Evine git Ayşegül. Şoför seni bıraksın. Kusura bakma. Benim çözmem gereken problemler var." dediğinde kızın suratı tamamen düşmüştü.

 

"Ama Emir sen dedin ki.." derken Emir kapıyı açtı. "Ayşegül, görüyorsun işim var Sonra konuşuruz." dediğinde kız bana son bir kin dolu bakış daha atarken pişkince sırıttım. Ne tepki vereceğimi şaşırmıştım.

 

Kız kapıdan çıktığında Emir kapıyı sertçe kapatıp bana döndü ve üzerime gelmeye başladı. Bakışları şaşkınlıkla doluydu. Burada olmamı beklemediği her halinden belliydi. Ben istemsizce geri geri adım atarken sırtım duvara yaslanmıştı ve Emir aramızda santim mesafe kala durdu. Benden cevap almak için merakla bekliyor gibi görünüyordu.

 

"Şimdi size gelelim küçük hanım.." dedi sakin bir tonda. "Burada işiniz ne?"

 

▪▪▪

 

İlk izlenimlerinizi ve düşüncelerinizi merak ediyorum.. Bana yorum bırakmayı unutmayın..

 

Sevgilerle, Kardi

Loading...
0%