Yeni Üyelik
19.
Bölüm
@kardikus

Sanki görünmez bir el saatin akrep ve yelkovanını tutuyor da zaman geçmiyor gibi hissettirirken avuç içlerimi tırnaklamıştım. Stres tüm bedenime uyuşturucu gibi yayılırken düşünme yetimi kaybediyordum. Geçmek bilmeyen onca dakikadır beyin duvarlarımda yankılanan sorular tıpkı bir fare gibi beynimi kemiriyordu.

 

Kim bana zarar vermek isterdi ki? Neden vicdanı rahat değildi Necdet'in? Neden beni görmeye gelmişlerdi?

 

Şakaklarımda hissettiğim yoğun ağrı parmaklarımı alnıma bastırmama sebep olurken gözlerimi kapadım ve dirseğimi masaya dayadım. Sitenin küçük kafesinde oturmuş geldiğimden beri apartmanın girişini izliyordum fakat yaşlı birisi henüz gelmemişti.

 

Ağırlaşan göz kapaklarımı zorlukla kaldırırken elimi cebime atıp çıkan bozuk parlara baktım. Sek bir kahve beni çarpıp kendime getirmeye yardımcı olabilirdi.

 

Genç kantin görevlisinin yanına doğru ilerlerken bakışlarımı dışarıdan çekmiştim. İşinden memnun olmadığı yüzüne vuran bu genç adamın saçları karışıktı.

 

"Sade bir kahve." dedim kısaca içeriye göz gezdirirken. Cevap vermeden kahvemi hazırlayıp bana uzattı.

 

"Buyrun. İki lira." dediğinde içimden yuh demek geçse de kendimi tuttum. Lüks bir sitenin kafesindeki kantindi burası. Ne bekliyordum ki?

 

Parayı verdikten sonra yavaş adımlarla yerime geçerken apartman girişine tekrar baktım hala kimse yoktu. Kahvemin dibini görene kadar bekleyip her iki dakikada bir sakinleşmek için nefesimi tuttum. Bekleme sürem bir saati geçince de daha fazla dayanamayıp çantamı sırtıma geçirerek kantinden ayrıldım.

 

Apartmanın nahoş kokusu burnuma dolarken asansör kullanmak yerine merdivenlerden çıkmayı tercih ettim. Asansör zaten 3. kata çağrılmıştı ve meşguldü.

 

Merdivenler nefesimi biraz zorlamış olsa da aldırış etmedim. Kapının önüne geldiğimde gördüğüm manzara ile içimde oluşan ürperti beynimde bir telaş sinyali oluşturdu. Evin kapısı kıvıktı.

 

İstemsizce olduğum yerde geri durarak sabitlenirken nefesimin kulaklarıma bıraktığı derin sesi dinledim. Bacaklarımda oluşan garip his vücuduma basınç uygularken yanaklarıma kan pompalandığını hissettim. Minik adımlarla kapıya doğru yaklaştım.

 

"Teyzeciğim.." diye seslendim ucu açık bir tonda. Kapının kıvıklığı sesimin içeri duyulmasına imkan sağlayacak kadar genişti. "İçerde misin?"

 

Bir süre girmeden beklerken ses gelmeyince tedirginliğim bin kat daha arttı. Ne yapacağımı bilemesem de soğukkanlı bir hareketle kapıyı itekledim. İçeriye girmeden ortalığa göz gerdirdiğimde halının üzerindeki tekerlekli sandalye izleri gözlerime çarptı.

 

Necdet bey gelmiş miydi? Ben neden görmemiştim?

 

"Necdet bey?" diye seslendim içeriye doğru fakat yine yanıt alamamıştım. Bu kez ayakkabılarımı çıkarmadan tedirgin adımlarla içeri girdim. İlk geldiğimdeki odanın kapısına doğru ilerlerken etrafa bakınıyor ve birini görmeyi umuyordum.

 

O sıra gözlerim yerdeki açık renkli parkedeki kırmızı sıvı ile buluştu. Kalbim atışını hızlandırmış nabzım kulaklarımı basıncı ile zorlarken bedenime kimsesiz bir korku sahip oldu.

 

Aralık dudaklarımdan nefes alış verişimi duyabiliyordum. Bilincim beni terk ederken tüm cesaretimi toplayıp uzun bir adım attım. O an yüreğime düşen bir sızı bedenimi beynimden vurulmuşa çevirirken ellerim istemsizce açılan ağzıma gitti.

 

Tiz bir çığlık dudaklarımdan çıkarken kana boyanmış odanın ortasında yerde yaşlı teyzenin bedeni seriliydi. Yüzü görünmüyordu ve kan karnından boşalıyordu.

 

Aklım şok etkisinde iken bedenimin zemheri bir soğukta kalmış gibi buz kesişini hissettim. Adımlarım geri geri çekilirken kulağıma gelen bir hırıltı sesi aniden irkilmeme sebep oldu. Koridorun sonundan gelen seslerin yoğunluğu artarken nefes almayı unuttuğumu fark ederek sönmüş ciğerlerimi hava ile buluşturdum.

 

İçeride birisi daha var! diye haykırdı iç sesim. Git buradan!

 

Olduğu yerde karşımdaki cesede bakakalırken, yönümü hırıltının geldiği tarafa çevirdim. İçimdeki küçük kız korkmuştu. O benim gibi duygularını bastıramıyor ve orada çaresize çırpınıyordu. Dışarıda ki Asel ise kardeşini bulmak zorundaydı. Güçlü durmak, korkusuz olmak zorundaydı.

 

Adımlarım beni hırıltının geldiği tarafa götürürken kapının eşiğinde duraksadım. Sesi bir süre dinleyerek ne olduğunu anlamaya çalışırken ruhun bedenden ayrılırken geriye bıraktığı çırpınışları olduğunu anlayınca bir cesaret kapıdan içeri daldım.

 

Tekerlekli sandalyede bedeni kaymış kafası geriye yatmış bir şekilde boynundan kan boşalan yaşlı adamı görünce bu sefer korkuyla daha yüksek bir çığlık attım. Ellerimle ağzımı kapatırken telaşla gözleri açık can çekişen adamın yanına yaklaştım.

 

Beni gören gözleri mümkün gibi daha da irileşirken hırıltısı daha da arttı. Boynundan bir bıçakla yaralanmıştı. Kan böyle akmaya devam ederse dakikalar içerisinde ölebilirdi. Hatta gözlerindeki o soluk bakış ruhunun bedenini terk etmeye başladığının göstergesiydi.

 

"Kardeşim nerde?" diye haykırdım sanki cevap alabilecekmiş gibi. Köşede bulduğum yemeniyi soğukkanlılıkla boynuna bastırırken ellerime bulaşan sıcak kanı bedenimin ürpermesine sebep oldu.

 

İçimdeki küçük kız köşesine çekilmiş korkudan gözlerini kapatmışken yapayalnızdım.

 

"Kardeşim nerde? Yalvarırım ölme! Yerini biliyorsun." dediğimde gözlerim yanarken diğer elimle çenesini tutarak başını dik tutmaya çalıştım.

 

Çektiği acı yüzüne vuran ve kırışıklıkları derin çukurlara dönüşen yaşlı adam hırıltıları yavaşlarken saniyeler içerisinde gözlerimin önünde can verdi. Ruhu bedenini terk ederken gözlerinde hayata dair kalan o pişmanlığını görebilmiştim.

 

Gözlerimden boşalan yaşlar yanaklarımdan aşağı süzülürken soğuk bakışları hala benim gözlerimdeydi. İçimdeki umudun bayrağını taşıyan adam az önce ölmüştü.

 

Öldürülmüştü.

 

Bu düşünce bedenimdeki korkuyu daha da derinleştirirken ne yapacağını bilememiş bir halde katilin hala buralarda olabileceği ihtimali kanımı dondurdu.

 

Burdan hemen çıkmalıydım.

 

Gözyaşlarım yerini hıçkırıklarıma bırakırken adamın gözlerinden gözlerimi çektim ve çenesini bıraktım. Arkamı dönerek kapıya doğru hızla ilerlediğimde karşı daireden bir kadının çıktığını gördüm. Karşısında beni gören kadın çığlık attığında ellerimde olan kan aklıma geldi ve içimde kaçma isteği oluşturdu.

 

Kadına aldırış etmeyip ona doğru koşarken çığlıkları daha da yükseldi. Ben merdivenlerden aşağı var gücümle koşarken onunda kapısının kapatıldığını duydum. Kendimi dışarı atar atmaz güvenliğe aldırmadan koşmaya devam ettim.

 

Elim yüzüm kan içindeydi ve mantıklı düşünemeyecek kadar bilinçsizdim. Cadde boyu durmadan koştum.

 

Koştum, koştum.. Gözyaşlarım yüzüme çarpan rüzgarın etkisiyle yanaklarımdan uçup giderken kendimi bir park köşesine attım. Ağacın dibine oturdum ve güneşin ortalıktan çekilmesiyle oluşan karanlığa sığındım.

 

Ellerimle yüzümü kapatırken hıçkırıklara boğulmuş ağlıyordum. Kolay kolay ağlayamayan, en son ne zaman ağladığını hatırlamayan ben kendime hakim olamıyordum.

 

Şimdi ne yapacaktım?

 

Hiçbir tutulur dalım kalmamıştı. Daha bir iki saat öncesine kadar karşımda canlı kanlı olan kadının cansız bedenini yerde yatarken görmüştüm.

 

Bir katille dakikalar önce aynı yerdeydim. Ailemle ilgili bir konuda bilgisi olan tek kişi öldürülmüştü ve bu bedenimin zangır zangır titremesine sebep olan bir korku oluşturuyordu.

 

Çaresizce ne yapacağımı düşünürken elim çantamdaki telefonuma gitti. Hemen çıkarıp beklemeden Emir'i aradım.

 

Telefon düşer düşmez açılmıştı.

 

"Bal kız.." diye tok sesi gelen Emir şaşırmış gibi ucu açık bir hitapta bulunmuştu.

 

"E-Emir.." dedim hıçkırıklarımı bastırmaya çalışarak.

 

"Sorun ne?" diye gelen sesinde yatan endişeyi hissedebilmiştim.

 

"Gel ve beni al." dedim yine ağlamaya devam ederken. En nefret ettiğim şeydi birisi ile ağlayarak konuşmak ya da birisinin yanında ağlamak fakat bu tüm kuralları yıkıp atabilecek bir durumdu.

 

"Sakin ol. Nerdesin?" diye sordu soğukkanlı sesi ile ve bir kapı sesi işittim. Sanırım arabasına geçmişti.

 

"Bilmiyorum.." dedim etrafıma bakınırken. Gözümün önüne düşen bir tutam saçımı kanlı elimle geriye attım. "Me-Mecidiye köyde bir park.." Burnumu şiddetle çekerken ilerdeki tabelayı okumaya çalıştım. Gözlerimdeki buğu ve karanlık okumamı zorlaştırsa da tabelanın altındaki ışık işimi kolaylaştırıyordu.

 

"Bal kız, daha net bir adres vermen lazım." Sesi sabırsız geliyordu. Dudaklarından çıkan her kelime kalbime bir nakış gibi işlenirken bu adamın bedenimde kısa sürede oluşturmayı başardığı etki başıma ilk kez geliyordu.

 

"Turgut Uyar Parkı." diye atıldım.

 

"Tamam, hemen geliyorum. Sen sakinleş ve sakın bir yere kıpırdama. O telefonu da sakın kapama." Cevap verebilecek durumda değildim. Eriyen karın ıslattığı toprağa yatarak cenin pozisyonu aldım. Telefonu kulağımın üzerine bırakırken hıçkırıklarımı bastırıp sessizce ağlamaya başladım.

 

"Sikeyim! Bal kız duyuyor musun beni?" Sesindeki siniri en az korkum kadar damarlarımda hissedebiliyordum.

 

"Çabuk gel.." diyebildim bana yakışmayan çaresiz bir ses tonu ile. Kendimi aciz ve muhtaç hissediyordum. Ölmeyi yeğleyeceğim bu duygu bedenimi zehirli bir sarmaşık gibi dolanarak ele geçirmişti. Damarlarımdan içeri bıraktığı zehri vücudumu kıvrandırırken boş gözlerle yeri izliyordum.

 

Çok geçmeden aracı göz kadrajıma giren Emir, hızla araçtan indiğinde kapıyı sertçe çarptı. Bedenim kalkamayacak kadar halsiz ve yorgunken yapabildiğim tek şey ona bakmaktı.

 

Göklerinde gökyüzünü gördüğüm, günlerimi karanlık bir gökyüzüne çeviren adama bakmaktı..

 

"Ba-balkız.." dedi endişe dolu sesi ile. "Ne oldu?" diye sorarken elini başımın altına koydu. Diğer eli ile bacaklarımdan beni kaldırırken kulağımdaki telefonumu zorlukla tuttum. "Buz gibi olmuşsun aptal çocuk! Ergenlik krizlerine girilecek hava mı?" diye sorduğunda bana bakmıyor hızlı adımlarla beni taşıyordu.

 

Arabanın arka kapısını açıp beni içeri bıraktığında ağlamam artık dinmişti. Göğsüm sıkışıyordu ve ne yapacağımı bilmiyordum.

 

Kendiside sürücü koltuğuna geçtiğinde aniden arkasını döndü. Gözleri ellerimdeki kanı fark ettiğinde maviliklerinin irileştiğini gördüm.

 

"Bal kız.." dedi altında aslında soru yatan bir hitapla.

 

"Ben bir şey yapmadım." dedim cılız çıkan sesimle. Kendimi öldürmek ve sanki bu an yaşamış gibi yok olup gitmek istiyordum.

 

Bana bakan gözleri daha da yoğunlaştığında ellerimle yüzümü kapadım. "Yemine ederim ben bir şey yapmadım!" tekrardan istemsiz bir ağlama isteği bedenimi ele geçirmişti. "Ben gittiğimde ölmüşlerdi, yemin ederim Emir.."

 

Emir hızla önüne dönerek aracı çalıştırdı. Parmak aralarımdan dikiz aynasıyla etrafı kontrol ettiğini gördüm. "Siktir." dedi fısıldar bir tonda ve gazı kökledi.

 

Konuşmadı. Konuşmadım.

 

Sessizce gözlerimden süzülen yaşlara baktı, yanaklarımı sildim.

 

Kalbimin en ücra köşesindeki korkularım gün yüzüne çıkarken annemin gözlerimin önünde ölüşünü aklıma getirdim. Bu gördüğüm kaçıncı cesetti?

 

Yattığım yerden doğrularak dizlerimi kanıma çektim ve başımı dayadım. Emir'in sessizliği cehennem çığlıklarını duymaktan daha ürkütücüydü. Camdan dışarıyı izlerken etraftaki ışıkların azaldığını görünce şehre uzak bir yere gittiğimizi anlayabiliyordum fakat sesimi çıkarmadım.

 

Nereye gittiğimin önemi yoktu.

 

Bir saatlik sessiz ve uzun bir yolculuğun ardından patika bir yola girdik. Emir hala ne söylediğime cevap vermişti, ne ellerimdeki kana tepki vermişti ne de nereye gideceğimizi söylemişti.

 

Uzun bir sürenin ardından geniş bir dağ evinin önünde durduk. Emir sesini çıkarmadan arabadan inince gelip kapımı açtı ve konuşmama fırsat vermeden beni kucağına alarak ilerlemeye başladı.

 

Parfüm olmayan erkeksi kokusunu ciğerlerime çekerken buna ne kadar ihtiyacım olduğunu fark ettim. Kısa sürece bende anlam veremediğim boyutlarda etki bırakan adamın kollarında kendimi iyi hissediyordum.

 

Başımı iyice döşüne gömdüm ve kalp atışını kulaklarımda hissetmek istedim. "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum başımı kaldırmadan.

 

"Henüz değil." dedi tok ve kendinden emin sesi ile. Kapının önüne gelince beni yavaşça yere bıraktı ve kenardaki çiçek saksısının dibinden bir anahtar çıkardı.

 

Kapıyı açtıktan sonra ellerimdeki kana aldırmadan parmaklarını parmaklarımdan içeri geçirdi ve soğuk eli, elimdeki soğuk kana bulandı. Beni içeri çekerken kapıyı kapattı.

 

Dağ evi olmasına rağmen oldukça yeni döşenmiş görünen bu ev sıcacık bir yuvayı andırıyordu. Tek katlıydı fakat genişti. Birkaç odası vardı. Beni içeri çekerken itiraz etmeden ilerliyordum.

 

Kendi davranışlarımı anlamlandıramayacak düşüncesizdim. Başımın içinde sanki iğneler vardı ve her saniye batıp zihnimi bulandırıyordu. yüzüm uyuşuktu ve gözlerimin berbat göründüğüne emindim.

 

"Emir ben.." dedim bir kapının önünde durduğumuzda. Hızla geri dönüp işaret parmağını dudaklarıma bastırınca kalbim tekledi. Dudaklarımda bir sıcaklık oluşurken yüzümün yandığını hissettim.

 

"Henüz değil dedim bal kız." diye fısıldadı kısık bir sesle. "İçerisi biraz soğuk ama önce seni yıkamamız lazım." dediğinde gözlerim açıldı. Kalbim dengesini şaşırmış ne için hızlanacağını bilemeden tekrar çarpmaya başladığında yutkundum.

 

Karanlık kuyusunun içerisindeki soğukkanlı adam şu an karşımda bir şey olmamış gibi beni yıkayacağını söylüyordu. Bir anormallik yokmuş gibi, mahremim yokmuş gibi..

 

"Olmaz." dedim bir taraftan burnumu çekip bir taraftan bakışlarımı kaçırıp. "Ben yıkanırım. Çık sen dışarı." dediğimde bana sinirle baktı.

 

"Sence inadınla vakit kaybedecek durumda mıyız?" diye sorduğunda göz bebeklerindeki okyanus kalbimin kıyısına vurdu. Sesinde sinir ve altında yatan gizli bir şefkat vardı.

 

"Şu haline bak.." dedi kabine doğru beni itelerken. "Her ne olduysa mahvolmuşsun. "Adım atacak halin yok. Uslu bir çocuk ol ve sadece sıcak suyun altında bedeninin rahatlamasına izin ver." dediğinde geniş kabinin siyah fayanslarına kirli ayakkabılarımla bastım.

 

Çürümüş ruhumun can çekişişini dinin sesini dinlerken uzun kemikli parmakları omzumda hissettim. Ardından vücudumla buluşan sıcak su tenimin her zerresine şifalı dokunuşlar bıraktı.

 

Karanlık bir gökyüzünde karanlık bir kuyunun şimdi en dibindeydim.

 

 ▪

 

Hafiften giriyoruz olaylara ^_^ zaten hikaye bitmek bilmeyen aksiyon ve olaylarla dolu 🤗

 

Görüşmek üzere 😚

Loading...
0%