Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@kardikus

*HAPŞIRIK*

 

Duvarda yürüyen örümceğin ayak seslerini duyabileceğimiz kadar yoğun bir sessizlik hakimdi etrafta. Annesinden kaçan suçlu bir çocuğun yakalandığı an gibi sıkışıp kalmıştım duvarla Emir arasında.

 

Gökyüzünü rengine küstürebilecek kadar güzel olan mavi gözleriyle bana bakarken beynim donmuştu sanki. Çekindiğimden değildi, ama adamı az önce rahatsız etmiştim. Daha doğrusu onlar bana yakalanmıştı ama bilinçli gerçekleştirilen bir durum değildi.

 

"Söyle bakalım." dedi tekrar benden yanıt alamayınca. "Burada ne işin var?" diye sorduğunda istemsizce hapşırdım. Elimi ağzıma kapamıştım fakat Emir hızla geri çekilmişti. Emir şaşkınca bana bakıyordu. Hapşırıklarımın ardı arkası kesilmeyince eğilip yere oturdum ve elimle Emir'e git işareti yaptım.

 

Parfümünün ağır kokusuydu beni şu an bu kadar hapşırtan. Sevmiyordum parfüm kokusunu, insanlar parfümü üzerine boşaltmak yerine banyo yapmayı öğrenmeliydiler. Çünkü o sıktıkları yoğun koku ki özellikle çiçek kokuları için geçerli bu, dolmuşta, otobüste vs. insanlara korkunç bir işkence gibi geliyordu. Yani en azından benim için öyleydi.

 

Ağır bir parfüm kokusu aldığım anda istemsizce burnum kaşınıyor ve hapşırmaya başlıyordum. Zaten kendimde en hafif ve ferah olan bir parfümü üç sene gibi bir sürede kullanırdım.

 

"İyi misin?" diye sordu karşıma geçip çökerken. Hapşırmam hafiflediğinde "Git." diye söylendim. Kaşları havaya kalktı. Haklıydı tabi, adama kendi evinde git diyordum. "Kokun.." dedim bir daha hapşırdıktan sonra.

 

Kollarını kaldırıp koltuk altlarını koklayarak olanlara anlam vermeye çalışıyordu. "Ne? Kokuyorsun mu demek istiyorsun sen bana? Daha bu sabah duş aldım." dediğinde daha fazla dayanamayıp ayağa kaktım ve lavaboya koştum. Yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Gözlerimde uykusuzluktan şişmiş ve kızarmış bir vaziyetteydi. Elimi yüzümü bir güzel yıkadıktan sonra kendime gelince tekrar içeri döndüm.

 

Bir elimde havlu yüzümü kurularken karşımda siyah takım elbisesinin içinde kusursuz görünen Emir'e baktım. Olan olaylardan duruşuna o kadar dikkat edememiştim fakat şimdi bakınca siyahın en güzel tonu mavinin en güzel tonu ile buluşmuş muazzam bir bileşim oluşturmuştu. Ceketi üzerinde jilet gibi dururken bana bakarak gerindi ve ceketini çıkardı. İçindeki vücuduna cuk oturmuş gömleği gözlerimin önüne serilirken kaslarının gömleğin altında zor durduğunu görebiliyordum.

 

Bu saatte neden takım elbise ile gezdiğini anlayamamıştım ama sormakta istemedim. "Birincisi.." dedim ona uzak olan koltuğa doğru ilerlerken. "Parfüm kokusuna alerjim var ve ikincisi beni buraya annen getirdi. Bir süre burada kalacağım." dediğimde gözleri şaşırmış gibi irileşti.

 

"Annem bundan bahsetmemişti." dediğinde içim bir garip oldu.

 

"Eğer senin için sorun olacaksa hemen yarın ayrılabilirim." diyerek gözlerimi kaçırdım ve kendimi koltuğa bıraktım. Ceketinin cebine uzanıp bir sigara paketi çıkardı. İçinden bir dal alıp yaktığında geriye yaslandı.

 

"Sorun olacak bir durum yok." dedi sigaranın zehrini dışarı üfürürken. "Sadece haberim yoktu ve bizimle evde olursun zannediyordum. Buraya bazen misafirlerim geliyordu."

 

Omuz silktim. "Paketi atsana." dedim her zamanki açık sözlülüğüm ile. Şaşırmış gibi bana baktı. "Ne bakıyorsun, ben gelemem hapşırırım. Sen at." dediğimde itiraz etmeden paketi bana attı. Bende içinden bir dal alıp paketle beraber attığı çakmakla yakınca ciğerlerimi duman ile doldurdum. Bana hala yüzümde anormal bir şeyler varmış gibi bakıyordu.

 

"Çocukların sigara içmesi yasak değil mi?" diye sorduğunda sinirlendim.

 

Oflayarak "Ben çocuk değilim. " dedim. Sesim biraz yüksek çıkmıştı. Yine iletişim bozukluğu yaşayacağım bir konuşmanın eşiğinde gibi hissediyordum. Ben ve peşimi bırakmayan huylarım.

 

 

"Sen daha yeni reşit olmadın mı?" diye sordu alay eder gibi.

 

"Yaş bazı insanlarda zaman kavramı ile ilgili değildir. Olgunluk denen bir kavram var ki, ne kadar yaşadığı olgunlaştırmaz insanı. Ne yaşadığı olgunlaştırır. Tıpkı yaşamak kavramının zamanla alakası olmadığı gibi. Ne kadar yaşadığın değildir önemli olan ne yaşadığındır." dediğimde yine dilimi tutamamış hızlı hızlı cevap vermiştim.

 

Sigarasından son bir nefes daha aldığında doğruldu. Keskin yüz hatları ona sert bir görünüm verirken sesinin kalın ve tok oluşu kendinden emin bir duruş sağlıyordu.

 

"Vay be. Edebiyatın iyiydi sanırım." dediğinde yanaklarımın içini hava ile doldurdum. Beni ciddiye almadığı her halinden belliydi. Hiçbir şey söylemeyip yerimden kalkarak odama doğru ilerlediğimde "Ares.." diye seslenince gözlerim pörtledi ve hızla geri döndüm.

 

"Asel!" dedim bastırarak. "İsmim, Asel."

 

"Pardon." dedi ciddi bir tavırla. "İlk kez duyduğum için maruz gör." dediğinde deminki alaycı davranışları gitmişti. Tıpkı olgun bir erkek gibi gerçekçiydi konuşması. Yüzüne ve duruşuna yakışır şekilde.

 

"Anlamı ne isminin?" Kaşları havaya kalktı ve yoğun mavi gözleri gözlerimle buluştu. Bir cam kırığının içimi parçalayışı gibi göğüs kafesimin sızladığını hissettim.

 

"Cennetteki bal ırmağı." dediğimde dudakları yana kıvrıldı ve hafifçe gülümsedi.

 

"Balkız mısın sen?" dedi gülümsemesi yüzünden kaybolurken.

 

"Babam için öyleymişim." dedim içimi çekerek. Daha sonra içinde bulunduğum şartları da düşünerek deminki olayı tekrar kafamda canlandırdım.

 

"Bak.." dedim ciddi bir konuşma yapmak için hazırlanırken. "Seni tanımıyorum, beni tanımıyorsun ve pek hoş olmadı ilk karşılaşmamız. Devamı da öyle. Birbirimizden hoşlanmıyor da olabiliriz. Ama deminki olay için kusura bakma. " dediğimde doğrulup ayağa kalktı ve bana doğru yaklaşmaya başladı. Sonra bir kez hapşırınca durdu.

 

"Yanına yaklaşılamayan bir balkız." diye geveledi.

 

Bir süre bakıştık. Kalın dudakları aralandığında tekrar bir şey söyleyecek gibi oldu ama durdu. Kalbim sanki atmayı yeni öğrenmiş gibi dengesizce çarparken ısınan yanaklarım beni rahatsız etmeye başlamıştı.

 

Bedenim neden böyle garip tepkiler veriyordu?

 

Gerçi cevap çok açık. Karşımda olgun, yakışıklı ve karizmatik kelimesine kafa atmış bir çocuk vardı. Kıyafetine bakılırsa ciddi de bir işi vardı. Duruşundaki havadan ise işinde ne kadar başarılı olduğunu anlayabiliyordum.

 

"Neyse madem." dedim sessizliği bozarak. "Ben yatmaya gidiyorum. İyi geceler." dediğimde başıyla onayladı beni ve benden önce yönünü çeviren o oldu. Ceketini aldığında çıkışa yöneldi. Bende arkamı dönüp odamı açmak için yeltendiğimde "Balkız.." diye seslendi arkamdan.

 

Neden bilmiyorum ama bana böyle hitap etmesi hoşuma gitmişti.

 

Arkamı dönüp baktığımda omzunun üzerinden bana baktığını gördüm. Sırtı hala bana dönüktü. "Korkmazsın değil mi burada yalnız?" diye sorduğunda sesinde dalga geçecek bir ima yoktu. Samimi bir şekilde sormuştu bunu fakat ciddiyetinden ödün vermemek için bana dönmüyordu bile.

 

İçimde tarifi olmayan bir boşluk oluştu o an. Yalnızlığımı gecenin belki de en acımasız saatlerinde tekrardan hissetmiştim. Korkuyordum. Bunu bastırmaya aklıma getirmemeye çalışsam da korkuyordum. Herhangi bir yerde geceleri yalnız olmak beni korkutuyordu. Çünkü çok yalnız kalmış ve korkarak büyümüştüm. Işığı kapatamazdım ki zaten bu gece..

 

"Hayır." dedim net bir şekilde. "Korkmam ben." dediğimde başıyla onayladı beni ve kapıyı açtı. Titrediğini hissettiğim ellerimi birbirine kenetleyip tekrar arkamı döndüğümde yine "Balkız.." diye seslendi. Sesi daha kısık çıkmıştı.

 

Neden bana böyle hitap ediyordu?

 

Kapatmak üzere olduğu kapıdan yüzünün yarısı gözüküyordu. Söylemek isteyip istememek arasında kaldığı bir şey varmış gibi duraksayıp yutkundu. Mavi gözleri gözlerimle buluştuğunda hemen kaçırdı.

 

"Biraz gecikmiş olacak ama.. Doğum günün kutlu olsun..."

 

***

 

Başucu lambamın turuncu ışığı odamı aydınlatırken sırt üstü yatmış tavanı izliyordum. Neredeyse sabah olmuştu fakat gözüme uyku girmiyordu. Yerimi yadırgamış olmalıydım.

 

Günün başlamasıyla ilk işim eski kurum müdürünü bulmak olacaktı. Kardeşimin kime evlatlık verildiğine dair en ufak belge yoktu. Eğer ona ulaşırsam bir şeyler öğrenebilirim diye düşünüyordum.

 

Bir saat kadar daha sağa dön sola dön uyumaya çalışırken dalıp gitmiştim. Gözümü açtığımda ise saatin sabahın onu olduğunu gördüm. Hemen yataktan zıplayıp valizimi açtığımda bordo sweetimi üzerime geçirdim. Altına da kot pantolonumu giyerek çantamı ve montumu alıp odadan çıktım.

 

Bahçe kapısına doğru ilerlerken Fatma teyzenin arkamdan kısık sesiyle seslendiğini duydum. Evin bahçe kapısından çıkıp akülü sandalyesiyle bana doğru yaklaşıyordu. Evet, Fatma teyze yürüyemiyordu. Onu dün gördüğümde koltuğunun yanında akülü sandalyesi de vardı.

 

Neden böyle olduğunu deli gibi merak etsem de terbiyesizlik yapıp sormamıştım. Şubatın keskin ayazı derimi buz tutmuş bir cam kıvamına getirirken olduğum yerde durmayı bırakıp bende ona doğru ilerledim.

 

"Fatma teyze soğuk. Çıkmasaydın dışarı." dediğimde gülümsedi.

 

"Nereye gidiyorsun sabahın bu vaktinde? Kahvaltı için seni bekliyorduk." dediğinde şaşırdım. Beni mi beklemişlerdi sahi?

 

"Ben tokum." dedim geçiştirmek isteyerek. Kahvaltı edecek vaktim yoktu.

 

"Olmaz öyle. Bu evde yaşamaya başladığına göre sende bazı kurallara uyacaksın. Herkes kahvaltıya oturmak zorunda bu evde. Gel içeri, sonra halledersin işini." dediğinde dönüp tekrar içeri doğru ilerlemeye başladı.

 

Anlamsız belki ama o an mutlu hissettim. Birileri benim için bir fedakarlık yapmıştı.

 

Uzatmayıp Fatma teyzenin arkasından ilerlediğimde içeri girince kapıyı kapadım. Masada eşsiz bir kahvaltı sofrası kurulmuştu.

 

"Çay hazır olmak üzere efendim." dedi hizmetçi. Fatma teyze başıyla onaylayıp telefonunu aldı.

 

"Oğlum bir boşluk bul ve gel hadi." deyince kaşlarım çatıldı. Telefonu elinden bırakmasıyla "Emir evde yok mu?" diye sordum.

 

"Disiplinini asla bozmaz. Sabah sekiz dedin mi masasının başında olması gerek. Ama annesi için mutlaka vakit bulur. O da bilir çünkü bu evde kahvaltı kimse tarafından ekilmez." Gülümsedim. Ne kadar güzel bir aileydi böyle. Babası vefat etmiş olmalıydı. Çünkü geldiğimden beri hiç görmemiştim. Dengesiz gibi davranmak istemediğim içinde sormuyordum. Kocaman bu evin içerisinde hizmet edenler Emir ve annesi vardı sadece. Küçücük bir odada yıllarımı geçirdiğim aklıma gelince burukça gülümsedim. Herkesin hayatı birbirinden farklıydı elbette. Ağzında gümüş kaşıkla doğmak böyle bir şey olmalıydı.

 

"Sabah sen uyanmayınca kıymadık. İşine gitti. Ama birazdan burada olur." diye devam ettiğinde şaşkınlığım iyice arttı. Bir insan neden tanımadığı birisi için bu kadar fedakar davranırdı ki? Emir'de benim yüzümden kahvaltı etmeden işe gitmişti. Bilseydim erken kalkmaya çalışırdım ama bu eve ve düzenlerine yeni yeni alışaçaktım.

 

"Otursana kızım." dediğinde olduğum yerde dikilmeyi bırakıp sofraya geçtim.

 

"Fatma teyze, sakıncası yoksa bir soru sorabilir miyim?" diye sordum. Kızlar benim bu kibar halimi görse şok olurlardı herhalde. Gerçi konuşma tarzını karşısındaki insana göre belirleyen biriydim ben. Karşımdaki bu şeker teyzeye nasıl davranabilirdim ki başka?

 

"Tabi." diye yanıtladı kısaca.

 

"Samimi olarak cevap vereceğine inanıyorum." dedim dirseklerimi masaya dayarken. "Ailemi tanıyorsun ve olanları biliyorsun. Peki babamın gerçekten vatanına ihanet edeceğine inanıyor musun?"

 

Fatma Teyze bir an sessizleşti. Beyaz yüzü gerilirken göz bebeklerinin irileştiğini görebiliyordum. Sanki sorduğum sorudan rahatsız olmuş gibiydi.

 

"Asla." dedi başını dikleştirirken. "Senin baban şerefli bir adamdı." dediğinde gülümsedim. Demek buna inanan tek kişi ben değildim. "Yaşadıklarınız tamamen bir talihsizlikten kaynaklanan bir durumdu güzel kızım." dediğinde geriye yaslandım.

 

Kinim ciğerlerime aldığım nefesle körüklenirken burnumdan soluyordum. "Talihsizlik değil Fatma Teyze. Bu bir tuzak ve ben babama kurulan tuzağı ortaya çıkartıp bu iftirayı atanları tek tek bulacağım." dediğimde Fatma Teyze gergince yutkundu. Ailevi dertlerimle yaşlı bir kadını huzursuz ettiğimi düşünerek sustum. Bir süre sofrada sessizce bekledik. Ben etraftaki eşyaları incelerken Fatma Teyze sessizce oturuyordu.

 

Gözlerim bu defada Fatma teyzenin yüzünü tararken "Sultanım.." diyerek gelen ses dikkatimi dağıtmıştı. Bu Emir'den başkası değildi. Yine siyah bir takım elbisenin içerisine siyah bir gömlek giymişti. Cenaze törenini andıracak kadar karamsar görünen bu adama takım elbise çok yakışıyordu.

 

Fatma teyzeye kollarını dolayıp yanağından öptüğünde hapşırdım. Emir başını kaldırıp 'yine mi' der gibi bakarken bir kez daha hapşırdım.

 

"Hayda.." dedi Emir kollarını iki yana açarken. Tekrar hapşırdım. "Hay Allah'ım!" derken arkasını döndü ve söylenerek üst kata çıkmaya başladı. Daha ilk günden insanlara rahatsızlık vermiştim bile. İstemsizce canım sıkıldı ve bakışlarım durgunlaştı.

 

"Ne oldu kızım?" diye sordu Fatma Teyze.

 

"Parfüme alerjim var, oğlunuzda bunu dün fark etmişti."

 

Aradan on dakika geçtikten sonra gelen çaylarımızla beraber Emir'de gelmişti. Gökyüzünü yarıp çıkan mavi gözleri beni süzdüğünde gözlerini devirip kahvaltı masasına bakındı. Üzerini değiştirmiş olduğu belliydi. Bu kez daha mat bir ceket ve içerisine lacivertin en koyu tonunda bir gömlek giyinmişti.

 

"Kusura bakma." dedim dilimin ucu ile.

 

"Önemli değil bal-" derken tuttu kendini. Balkız diyecekti sanırım ama bakışları bir an bizi izleyen annesine kaymıştı. "Pardon, Asel." dedi ve kahvaltısını yapmaya koyuldu.

 

Emir ve annesinin konuşmalarını dinleyerek geçirdiğim bir kahvaltıdan sonra tıka basa doymuştum. Anne oğul çay içerken ben sofradan izin isteyerek kalkmıştım. Onlara iş bulacağımı söylemiştim. Fatma Teyze çalışma dese de aldırmamıştım ve kapının önünde montumu giyiniyordum.

 

Hava da şubatın kuru soğuğu vardı. Elimi montumun cebine atıp çıkardığım adres yazılı kağıda bakarken bahçe kapısına doğru ilerledim. Şükrü denen bir adamın dönercisinin adresiydi bu. Kurumda kalırken çalışanlardan güç bela bu adamın adını öğrenebilmiştim. Kimse o zamanki kurum müdürünün nerde olduğunu bilmiyordu. Şükrü denen adam ise o dönem kurumda çalışan bir hizmetli idi. Kurum müdürü ile arasının çok iyi olduğunu hatta uzaktan da olsa bir akrabalıkları olduğunu öğrenmiştim. İşten ayrılınca kendisine bir dönerci açmıştı ve şu an elimde adresi vardı.

 

Bahçe kapısından çıktıktan sonra etrafıma bakındım. Sahi neredeydim ben?

 

Uzunca bir yol, etrafında uzun uzun duvarlar ve çok lüks evler. Ellerimi tekrar cebime sokup yürümeye başladığımda bu günün benim için zor olacağını daha şimdiden anlamıştım.

 

Daha birkaç adım atmama kalmadan yine aynı siyah jeep yanımda ani frenle durdu. İrkilip geri çekilirken cam açıldı. "Atla hadi balkız." dedi Emir başıyla işaret ederek.

 

"Gerek yok, yürürüm ben." dediğimde gözlerini devirdi. Yine saçma sapan inadım tutmuştu.

 

"Başa mı sarıyoruz?" dedi kaşları çatılırken. "Israr etmekten nefret ediyorum bin hadi şu arabaya. Hava buz gibi. Burası şehre de uzak." dediğinde gözlerimi devirdim. "Dikbaşlı bir balkız, muhteşem." dedi söylenip alay edercesine.

 

"Bana balkız demekten vazgeç." dedim yürümeye devam ederken. O da aracıyla yanımda ilerliyordu.

 

"Çocuksun deme diyorsun, isminin anlamı bal, deme diyorsun. Ne tuhaf kızsın sen?" diye sorduğunda omuz silktim. "Buradan en yakın kalabalık alan bile on kilometre. Bin şu arabaya." dediğinde "Olsun." dedim bastırarak. "Yürürüm dedim ya." dediğimde ofladı.

 

"Ya şu arabaya binersin, yada gece uyurken odana köpek getiririm." dediğinde gözlerim irileşti. Hemen titreyen ellerime aldırış etmeden arabanın kapısını açtım. İçeriye kendimi bırakırken hızla geri kapadım ve kemeri takıp doğrudan karşıya baktım.

 

Emir'in sırıttığını hissedebiliyordum.

 

"Köpekten korktuğumu nerden biliyorsun?" diye sordum sinirlice.

 

"Seni parktan alıp arabaya götürürken köpek havlaması yüzünden sıçramıştın. Tahmin edip şansımı denedim sadece." dediğinde ofladım.

 

"Ayıp senin yaptığın." dedim söylenerek. "Koskoca adamsın."

 

Benim huysuzluğumdan zevk almış gibi gülümsemişti ama kısacık bir gülümsemeydi bu. Zaten tanıştığımızdan beri pek gülerken görmemiştim. Bir tek annesi ile konuşurken gülümsüyordu ama oda annesi mutlu olsun diye güldüğü çok belliydi.

 

"Bak bir kural koyalım." dedi soğuk sesi ile. Duruşu her zamanki halini almıştı. "Söylediğim şeyleri ikiletmezsen güzel anlaşırız. " dediğinde ciddiydi. Soğuk buz gibi bir duvar gibi. Balyozla vurup kırmak isteyeceğiniz bir duvar.

 

"İkiletmem gereken bir durum varsa ikiletirim. Kural tanımam." dediğimde kaşları çatıldı.

 

"Odana köpek istiyorsun sen." dediğinde "Sustum." diyerek cevap verdim hemen. Köpek konusunda şaka yaptığını anlayabiliyordum. Bunu söylerken de aslında biraz tatlı bir şekilde söylüyordu. Sanırım sevimli olduğunu düşünüyordu ama sevimli görünmeyi isteyecek birisi gibi de değildi.

 

Kahretsin, köpeklerden geberecek derecede korkuyordum. Sebepsizce hem de. Ne kadar sevmeye yaklaşmaya çalışsam da olmamıştı. En uysalı bile elimin ayağımın buz kesmesine sebep oluyordu.

 

"Hah şöyle." dedi geriye yaslanırken zaferini kutluyormuş gibi. "Seninle çok işimiz var galiba küçük kız."

 

 

Loading...
0%