Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@kardikus

*İPUCU*

 

Yollar gökten kayan yıldız hızında altımızda akıp giderken istemsizce koltuğun kenarından tutundum. Emir o kadar hızlı kullanıyordu ki arabayı gerilmiştim. Araca bindiğimizden beri ikimizde konuşmuyorduk. Radyoda kısık bir sesle Güntaç Özdemir'den Benimle Yan çalıyordu.

 

"Biraz daha hızlı süremez misin? Yollar küsecek yavaşlığına." dediğimde alayla sırıttı.

 

"Ne o? Korkuyor musun yoksa?" diye sorduğunda omuz silktim.

 

"Benim kaybedecek bir şeyim yok. Sen düşün." Sessizlik. Yine verilmeyen cevap.

 

"Hiç sormadım rahatsızlık hissedersin diye ama, senin olayın ne?" diye sorduğunda kaşlarım havaya kalktı.

 

Cevap vermek istemedim. Ne yaşadığım olayları anlatmaya mecalim kalmıştı ne de bundan sonra yapacaklarımı başkalarıyla paylaşmak gibi bir niyetim vardı. Ayrıca kendi meselemde kimsenin başını ağrıtmakta istemiyordum. Zaten içinde bulunduğum durum içler acısıydı. Bu araştırmanın sonucunun nereye varacağı belli değildi.

 

"Pekala." dedi cevap vermek istemediğimi anlayınca. "Bir kural daha olsun. Sana susmak yasak." dediğinde kaşlarımı çattım ve ona doğru döndüm.

 

"Allah Allah.." dediğimde bakışları yan bir şekilde bana döndü. "Köpek geliyor bak." dediğinde oflayarak önüme döndüm. Hiçbir cevap vermemiştim. Yine sevimli bir havada söylemişti bunu.

 

Emir etrafındaki insanları yönetip yönlendirebilecek bir yapıya sahipti. Bazı insanların karakteristik özelliğiydi bu ve onun da hükmetme kabiliyeti olduğu bir gerçekti. Göğü yıkıp yıldırımlar düşürebilecek kadar keskin mavi bakışları vardı. Tavizsiz, tahammülsüz ve net. Kaşları genelde çatıktı. Alay etmek dışında güldüğünü de görmemiştim.

 

"Nereye gidiyorsun?" diye sorduğunda kollarımı göğsümde birleştirdim. Artık trafik bölgesine geldiğimizden yavaşlamıştı.

 

"Bazı arkadaşlarımı göreceğim ve iş arayacağım." Tepki vermedi ama çenesinin gerildiğini görmüştüm.

 

"Çalışmana gerek yok." dedi net ve soğuk bir şekilde. Yine duvar arkasından konuşuyormuş gibi. "Bir ihtiyacın olursa iletmen yeterli." dediğinde duruşundan ödün vermeden nazik davranmaya çalışıyordu. Ne kadar karmaşık bir adamdı böyle.

 

"Teşekkürler." dedim sakin bir sesle. "Yanınızda kalıyor olmam bile benim için rahatsız edici zaten. Bir iş bulur çalışırsam kendimi daha iyi hissederim. En kısa zamanda da aşk yuvanı boşaltmış olurum." dedim ve hafifçe tebessüm ettim.

 

Yüzüme bakmıyor gözünü yoldan bir saniye ayırmıyordu. "Sen bilirsin." dedi deminki nazikliğinin aksine acımasız ve umursamazca. "Ama okul düzenine göre bir iş bulsan iyi olur. Sınıfta kalabilirsin." dediğinde gözlerim irice açıldı. "Sen sınıfta kalırsan annem üzülür ve ben annem üzülsün istemiyorum. Sana çok kıymet veriyor."

 

"Ne okulu?" diye atıldım hemen.

 

"Annem sen çıktıktan sonra söyledi. Bir iki yer ile görüşüp okul meseleni halledeceğiz. " Hafifçe bana döndü. "Anlarsın ya.." dediğinde göz kırptı. Bildiğiniz gibi ülkemizde zenginlerin yolunda açılmayan kapı yoktu. Halledemedikleri iş, aşamadıkları engel bulunmazdı. Para her kapıyı onlar için açıyordu.

 

"Ne yani? Hak mı yiyeceğim? Hem ben okumak istemiyorum. Çalışmam gerek." dediğimde alaylı bir ifade ile güldü.

 

"Siktiğimin dünyasında hak hukuk mu kaldı balkız? Okul benim. Kime istersem ona eğitim veririm. Herkesi almıyorum zaten okulun belli başlı kriterleri var. Sadece sınav ile kazanan gelemez benim okuluma. Sen zeki bir kıza benziyorsun ve benim okulumun kapısı sadece zekaya ve yeteneğe açık. Hayata bir sıfır yenik başlamışsın zaten. Bu kadar ayrıcalığın olsun." dediğinde gözlerimi kırpıştırarak ona bakıyor söylediklerini idrak etmeye çalışıyordum.

 

"Saçma vicdan münakaşalarına düşeceğine ne alanda eğitim almak istediğine karar ver. Masraflarını da düşünme. Ailenin anneme büyük desteği varmış. Onları senden öncede ara ara bana anlatırdı ve gözlerinin içi gülerdi. Benim annemin gözleri çok nadir güler. Bu kadarını onlara borçluyuz." dediğinde iç çekerek geriye yaslandım.

 

Emir garip bir adamdı. Hem sertti hem de fazla iyi yürekliydi. Davranış bozukluğu var gibi davranıyordu ama sanki birisi elinden tutsa güzel bir hayata başlamaya hazır gibiydi. Bir şeyler eksikti hayatında, onun bu sert duvarlarını aşacak şeylere ihtiyacı vardı.

 

"Garip bir adamsın." dedim geveleyerek. "Ruh halin sürekli değişiyor."

 

"Garipleştirenler sağ olsun." Sesinde sitem ve anlam veremediğim bastırılmış bir öfke vardı.

 

"Sen ne okudun?" diye sordum hemen ardından. Şimdiye dek hiç okumak gibi bir düşüncem olmadığı için ne okuyacağımı da bilmiyordum. Ama bildiğim tek bir şey varsa şu an yanında olduğum garip adam gibi dik duruşlu ve güçlü biri olmak istediğimdi. Attığı adımdan emin ve kararlı.

 

"İngilizce işletme okudum. Niye sordun?"

 

"Bende onu okumak istiyorum çünkü." dediğimde garip bir bakış attı bana. Sanki bir an o gök mavisi gözlerin rengi durağanlaştı ve masumlaştı. Anlık bir şeydi bu. Emin bile olamamıştım.

 

"Nerede bırakayım seni?"

 

***

 

Yaklaşık yarım saat daha beraber yolculuk ettikten sonra beni köşede indirmesini istedim. Sağa çekip durduğunda "Teşekkür ederim." diyerek kapı koluna yöneldim fakat bir an bileğimden tuttu.

 

Dokunduğu yerden uyuşukluk gibi bir his çıkıp tüm bedenime yayılırken hızla arkamı döndüm. Elini çektiğinde gözlerine baktım. "Numaramı yaz, döneceğin zaman haber verirsin alırım seni."

 

"Ben gelirim." dediğimde gözlerini devirip sinirlendiğini belli ederek "Numaramı yaz dedim sana balkız. İnatlaşmanın lüzumu yok." dedi. Sesi baskın ve daha kalın çıkmıştı.

 

"Benim telefonum yok." dedim uzatmayarak. Sesim öyle kırılgan falan çıkmamıştı. Yine çaresiz olsa da dik duran kız modumdaydım. "Henüz alma fırsatım olmadı." diyerek yalan söyledim. NE diyecektim? Tüm birikmişimle telefon aldım onu da çaldırdım mı diyecektim?

 

Kaşları çatık bir şekilde bana bakarken burnundan sinirlice bir nefes verdi.

 

"Ne yani? Evimize emanet olarak görüp aldığımız kızı daha devlet korumasından çıkar çıkmaz şu siktiğimin İstanbul'un da bir başına mı bırakıyorum şimdi ben telefonsuz?" Gözlerinin mavisi kaşlarının çatıklığı altında içimi ürpertince uzatmasına fırsat vermeden indim arabadan.

 

Emir'e dönüp "Ne olacak ki? Avucumun içi gibi bilirim ben buraları. Bizimde izinlerimiz vardı." Yalan. Hiçbir yeri bildiğim yoktu. "Ayrıca emanetmişim gibi düşünmene gerek yok. Bakarım ben başımın çaresine. Atlar bir taksiye gelirim." Yalan. Gece yarısına kadar yürürüm.

 

"Beni kızdırma Asel." dedi ceketinin iç kısmını karıştırırken. Asel deyişi garip hissetmeme sebep olmuştu. Balkıza hemen alışmıştım sanırım.

 

Cebinden çıkardığı telefonunu alarak arabadan indi ve kapısını sertçe kapattı. Yanıma geldiğinde yarım metre önümde durdu. Uzun boyu yüzünden başımı hafif kaldırarak yüzüne bakabiliyordum.

 

Hala kaşları çatıktı.

 

"Al şunu." dedi hızla elimi tutup telefonunu elime tutuşturduğunda. "Bu benim telefonum. Sana buradan ulaşırım. "

 

"Saçmalama." diye kızdım telefonu ona geri vermeye çalışırken. "Al şunu, gerek yok diyorum sen ne yapacaksın!"

 

Gözlerini devirdi ve ona uzatmaya çalıştığım telefonlu elimi sıkıca kavradı. "Asel! Sokak ortasında insanların dikkatini üzerimize çekmekten vazgeç. Hayır umursadığımdan değil biri ters bir şey diyecek ayak üstü adam döveceğim. O telefonu al ve git işlerini hallet. Aradığımda da aç." dediğinde ufladım. Aslında o kadar haklıydı ki. İstanbul her türden insanın olduğu bir yerdi ama Emir'in tek sorunu vardı. Kibar olamamak.

 

"Bana bak." dedim tıpkı onun çıkardığı ses tonunda. Hafif daha yaklaşarak aslında içimi ürperten ama belli etmediğim gök mavisi gözlerine dik dik bakıyordum. "İstemiyorum dedim sana. İyilik yapmak istediğini anlıyorum ama istemiyorum. Bu tavır beni rahatsız ediyor."

 

"Biraz işlenmesi gereken reşit olmuş bir çocuksun. Hayata tutunmaya çalışıyorsun ama biraz söz dinlemen gerekiyor. Ben sana sözümü dinletmesini bilirim." dediğinde elimdeki telefonu alıp bir anda yüzü yüzüme santim kalacak kadar eğilince gözlerimi irileştirerek donakaldım. Vücudum şok geçiriyordu sanki.

 

Yeni tıraş olduğu losyon kokusundan o kadar belliydi ki içime ferahlığı doldu. Kokular arasında nadiren rahatsız etmeyen o hafif okyanus kokusu.

 

"Ben aradığımda..." dedi kulağıma fısıldayarak. "Telefonu kotumun arka cebine koyarken tüylerim diken diken olmuştu. Nefesim kesik kesik çıkıyor ve kalbim kaburgamı zorlayacak kadar hızlı atıyordu. "Açacaksın balkız." diyerek yüzünü üzümden uzaklaştırdı. Keskin bakışları bir süre daha gözlerime baktığında önce benim kapımı itip kapadı. Sonra aracına geçip çalıştırarak yanımdan uzaklaştı.

 

Ben ise olduğum gibi kalakalmıştım. Yanağıma değen yanağının sıcaklığı damarlarıma karışmıştı oradan sanki. Tüm bedenim sıcak kan dolaşıyormuşçasına ısınmıştı. Başımı iki yana salladım. Ellerimi cebime sokup derin bir nefes alarak soğuk havayı ciğerlerimde birkaç saniye hapsettim.

 

Ardından adrese tekrar bakıp yoldan birkaç kişiye sordum fakat bilen olmamıştı. Koskoca İstanbul'un koskoca semtinde bir dönerci arıyordum. Vay be.. Sağıma dönüp uzunca olan iki esnaflar sokağına baktım. Birinden birine girmem gerekiyordu.

 

Küçükken annemle oynadığımız bir oyun vardı. Bir kart oyunu. Genellikle saklambaç oynarken kimin ebe olacağını seçerken oynardık bunu. Bu oyunda arkası dönük kartlardan üzerinde palyaço olanı bulan ebelikten kurtuluyordu. Bir gün kart seçme sırası bendeyken elimi önce bir kartın üzerine koydum fakat açmamıştım. Kararımı değiştirip diğerine dokunduğumda annem elimi tutmuş ve açmama engel olmuştu.

 

'Her zaman ilk aklına geleni seçmelisin.' dediği kulaklarımda yankılanınca gözüm sağ taraftaki yola kaydı. Kesinlikle ilk aklıma gelen yoldu. Göklerden beni izleyen annemin kutsal ruhunun uğuruna inandım ve ilk o yola girdim.

 

Yol boyu farklı farklı dükkanlar kafeler lokantalar vardı. Arada bazılarına uğruyor eleman arayıp aramadıklarını soruyordum sonra da elimde ki adresi gösterip tarif etmelerini istiyordum. İçlerinden birisi dükkanın yerini bildiğini söyleyip tarif ettiğinde iş aramayı da bırakıp doğrudan tarif yönünde ilerlemeye koyuldum.

 

Adımlarımı atarken bedenim garip bir şekilde gerilmeye başlamıştı. Her attığım adımda sanki kardeşime gidiyormuş gibi heyecanlanıyordum. Hani bacaklarınızdan yukarı bir uyuşma çıkar karnınızda bir boşluk var gibi hissettirir ve ciğerlerinize geldiğinde nefesinizi keser ya.. hah.. öyle bir his işte..

 

Hani bazı yaralar vardır.. Dışı kabuk bağlasa da içi yanar. İçim yanıyor.. Hissediyor musunuz?

 

Aklımın kalbimi zorladığı düşüncelerini uzaklaştırıp karşımda ki 'Şükrünün Yeri.' yazılı dükkana baktım. İstemsizce yüzümde bir gülümseme oluştu. Dükkan çok küçük ve boştu. İçeride beyaz önlük giymiş göbekli bir adam duvarda monteli ufak plazmasından program izliyordu.

 

Ellerim terledi dışarıda ki soğuğa rağmen. Sendeleyen adımlarla içeri girdim. Botumun parkede çıkardığı ses adamın bana dönmesine sebep olurken yutkundum.

 

"Buyur kızım." dedi adam pekte iyi hissettirmeyen bakışlarıyla. "Paket mi olsun burada mı yersin?" diye sordu direk. Birkaç saniye donakalmış adamı izledim. "Kızım?" dedi adam tekrardan sorarcasına bakarken.

 

"Şey, ben.. Ben aslında birini sormak için gelmiştim. " dediğimde kaşları biraz çatıldı. Müşterisi olmadığımı anladığı için bozulmuş olmalıydı. Adamda hoşuma gitmeyen garip bir ifade vardı.

 

"Kim?" Sesi deminkinden ciddi ve tedirgin çıkmıştı. Benimde kaşlarım çatıldı. Sadece saklayacak bir şeyleri olan insanlar daha ne sorulacağını bilmeden böyle tepki verirlerdi. Huylanmıştım.

 

"Necdet OLCAY." dedim bir adım daha içeri atarken. "Sizin yetiştirme yurdunda çalıştığınız dönemlerde müdürlük yapmış. Nerede yaşadığını biliyor musunuz?"

 

"Nerden biliyorsun benim orada çalıştığı mı? Ne yapacaksın Necdet ile?" diye tedirgince yönelttiği sorular iyice şüphelenmeme sebep oldu.

 

"Bakın.." dedim iyice içeri yaklaşırken. Bu adamın bir şeyler bildiğinden neredeyse emindim. "Sizi hatırlamıyorum ama sizin orada çalıştığınız dönemlerde bende o yurtta kalıyordum. Kardeşim ile birlikte gelmiştik. O henüz çok küçüktü ve direkt evlatlık verildi. Fakat hiçbir dosyası yok. Bu yüzden müdüre ulaşmam gerek. Sizin yerini biliyor olabileceğinizi söylediler. Nerede biliyor musunuz?" Sesim biraz sert çıkıyordu. İstemli gerçekleşen bir durum değildi.

 

Kaşları havaya kalktı adamın. "Kimsen yok mu yani senin?" diye sordu söylediklerime aldırış etmeyerek.

 

"Soruma cevap verir misiniz?" diye sordum üzerine bastıra bastıra.

 

Bakışlarıyla vücudumu bir süzdükten sonra elini sakallarına götürdü ve sıvazladı. Tiksinç herif, görüntüsü bile midemi bulandırıyordu şu an. O kadar rahatsız edici bir bakışı vardı. Başka zaman olsa suratına yumruğu geçirirdim fakat şu an onunla işim vardı.

 

"Bir düşüneyim.." dedi uzatarak ve etrafta dolanmaya başladı. "Uzaktan ahbabım olur. Uzun zamandır görüşmüyoruz ama numarası olacaktı telefonumda." dediğinde gözlerim parladı.

 

"Gerçekten mi?" diye sordum sevinçle.

 

"Telefonum arka tarafta." dedi başıyla arkasındaki kapıyı işaret ederek. Küçücük bir yer gibi görünüyordu. "Gel de vereyim sana numarayı." dediğinde arkasını döndü ve yavaş adımlarla ilerlemeye başladı.

 

Başta tedirgin olsam da adama gelmem diyerek huylandırmak istemedim. Sonrasında sinirlenip numarayı vermeyebilirdi ve ben bunu göze alamazdım. Yavaş adımlar onu takip ettim. Kapıdan içeri girdiğinde girdiği yerin camsız ve karanlık olduğunu görmüştüm. Kapının hemen yan tarafına geçmiş başını eğerek bir şeye bakıyor gibiydi. Kötü bir koku içeriyi kaplamıştı. dükkanı hiç hijyenik değildi. İnsanlarda bunu fark etmiş olacak ki sinek avlıyordu.

 

Yanına kadar gelip kapının sınırında durduğumda elinde telefonuyla uğraşıp numarayı aradığını gördüm.

 

"Yaşlılık." dedi bakmaya devam ederken. Kendi kendine söyleniyor gibiydi. "Gözüm görmüyor kızım. Şuna sen bakar mısın?" diye sorduğunda içeriye bir adım daha atıp elindeki telefonu aldım.

 

Hızlı bir şekilde Necdet yazıp arama tuşuna basacakken ensemde hissettiğim yoğun bir acıyla kendimi yerde buldum. Bağıramamıştım.. Ensemin acısı beynimi uyuşturmuştu. Sadece acı bir nefes vermiştim. Birazda gözlerim kararmıştı ama bilincim yerindeydi. Ellerimde karıncalanmalar hissediyordum. Midemin bulandığını ve içimin yandığını hissediyordum.

 

Karşımda ışık vuran kapının önünde duran Şükrü denen adamın pis gülüşünü duyabiliyordum. Ellerimden destek alarak kalkmaya çalışırken adamın kapıyı kapattığını gördüm. Etraf tamamen kararmıştı. Sonrasında bir loş kırmızı ışık aydınlattı etrafı. Eski gece lambaları gibiydi tıpkı.

 

"Bugün şanslı günümdeyim" dedi karşımdaki adam. Elleriyle sakallarını sıvazlıyor bana bakıyordu. "Benim için yaratılmış gibisin." dediğinde damarlarımdan akan kan çekilmişti sanki. Sinir hücrelerim beynimin uyuşukluğuna rağmen aktifken ne yapacağımı düşünüyordum.

 

Aklıma o an Emir'in bana verdiği telefonu geldi. Arka cebimdeydi. Kollarımı biraz kontrol edebilsem herhangi birinden yardım isteyebilirdim. Ama adam dizlerinin üzerine çökmüş ve bana doğru eğilmeye başlamıştı.

 

Yüzünü yüzüme yaklaştırırken midemin bulanmasıyla adamın yüzüne tükürdüm. "Uzak dur benden.." diyebildim güçlükle. Dilim bile uyuşuktu sanki.

 

Eliyle yüzünü sildi. Sırıtıyordu insanı çıldırtacak şekilde. Hiçbir cevap vermeden öylece beni izledi. Ayaklarımın üzerine oturduğunda ağırlığının verdiği acı ile inledim. Gülümsemesi sesli bir hal almaya başladı. Korkunç bir yüz ifadesi loş ışıkta bile seçiliyordu. Kendimi çaresiz hissettiğimin gücümün bittiği bir andı.

 

Pat diye açılan bir kapı sesi ve arkasından odaya dolan gün ışığı.. Birisi gelmişti.. Gözlerim kamaştığından göremiyordum ama birisi beni kurtarmaya gelmişti..

 

"Zürriyetini sikerim senin orospu çocuğu!" diye bağıran sesi duymamla kalbimin teklemesi bir oldu. Emir'in sesi babamın sesini duymuşçasına beni sevindirirken ağırlık üzerimden kalktı ve Emir onu tutup duvara savurdu.

 

Tükürür gibi küfürler ederek adamı yumruklarken kollarımın üzerine tekrar doğrulmayı başarmıştım. "Emir.." diye seslendim kısık bir sesle. Adamı öldürecek gibi dövüyordu. Bana aldırış etmeyince elimi adamın telefonu aldığı komodine koyarak destek almaya çalıştım fakat üzerinden bir şeyin düşüp kırılmasıyla yeniden yere düştüm.

 

Sesi duyunca bana dönen Emir gelip başımın altından tutarken beni hafifçe kaldırdı. "İyi misin?" Sesi endişeli gibiydi. Soluk soluğa ve naif.. Benim için endişelenmiş miydi gerçekten?

 

"Emir.." dedim zorlukla yutkunurken.

 

"Tamam yorma kendini, çıkaracağım seni buradan." dedi ve beni kucağına almak için diğer eliyle de bacaklarımın altından kavradı.

 

"Hayır." dedim itiraz etmeye çalışırken. "Gidemem, adamın konuşması lazım." dediğimde loş ışıkta kaşlarının çatıldığı görebilmiştim.

 

"Ne konuşması?" dedi sert bir şekilde.

 

"Ona Necdet nerede diye sor." Dilim düzelmeye başlamıştı. "Benim için çok önemli, lütfen." Uyuşukluk bedenimden yavaşça çekilirken Emir beni yavaşça bırakıp tekrar adama yöneldi.

 

"Necdet iti kimse o nerde lan?" diye sordu adama bir tane daha geçirirken. Adamdan ses yoktu. Yavaşça doğruldum ve dizlerimin üzerinde toparlandım. "Seni şurada gebertirim, sikim umurumda olmaz! Cevap ver!" dedi tekrar bir yumruk geçirirken suratına. Adam cevap vermeyince bir tane daha geçirecekti ki adama elini kaldırarak "Tamam.." dedi acıyla. "Tamam söyleyeceğim." dediğinde bakışlarını bana çevirdi.

 

"Kardeşinin.." zorlukla konuşuyordu, benim zorlukla ayakta durduğum gibi. "Adı neydi?" diye sordu gizemle karışık bir merak edasıyla.

 

Emir kardeş lafını duyar duymaz bana döndü ve kızıl ışıkta bile mavinin en güzel tonunu taşıyan bakışlarıyla şaşkınca yüzümü izledi.

 

"Utku.. Utku ATAMAN" diye haykırdım o an.

 

Adamın gözleri irileşti. Kekelemeye başlarken "Cevap ver!" diye bağırdı Emir insanın içini titreten sesiyle.

 

"Be-be-ben yapamam." dedi adam.

 

"Lütfen kardeşimi bulmama yardım et." dedim teslim olmuşçasına. Yaşıyordu işte, biliyordum yaşıyordu. Bu adam bir şeyler biliyordu.

 

"Yalvarma şu siktiğimin herifine!" diye bağıran Emir adamın yakasına yapıştı tekrar "Söyle lan!" dediğinde bir yumruk daha attı.

 

Ağlamaya başlayan adam "Beni öldürürler." dedi titreyen sesiyle. "Yemin ederim beni öldürürler."

 

Kim neden basit bir dönerciyi öldürmek isteyebilirdi ki? Ne sakıncası vardı kardeşimin adını duyunca böyle telaşlanmıştı?

 

"Söylemezsen de ben öldüreceğim!" Emir burnundan solurken bağırdığında tekrar yumruğunu kaldırmıştı ki "Mecidiye Köy!" diye bağırdı adam. Soluk soluğa kalmıştı. Kalp atışım tekrar hızlandı ve boynumdaki ağrı vücudumu tekrar ele geçirirken uyuşan beynime karşı koymaya çalıştım. "Mecidiye Köy.. Mavi Evler. Orda yaşadığını biliyorum sadece. Yemin ederim başka bir şey bilmiyorum." diyen adama bir yumruk daha geçirdi Emir.

 

"Eğer yalan söylüyorsan fare deliğine de kaçsan gelir seni bulur.." derken adamı yakasından iterek yere düşürdü. Ardından yanıma geldiğinde belimden destek vererek kaldırdı.

 

"Aptal balkız!" dedi eğilip bacağımdan tutacakken.

 

"Ben aptal değilim." dedim kulaklarım çınlamaya başlayınca. Dilim yine uyuşuyor gibiydi. Bir kez daha Emir'in kucağındaydım. Kapıdan çıktığımızda ışığın yüzüme vurmasıyla gözlerim kamaştı.

 

"Eyvallah!" dedim beni kurtardığı için teşekkür etmek istemiştim. Gözlerim kapandı ve kulağımda uğultular artmaya başladı. O sıra Emir'in sesini duyar gibi oldum.

 

"Teşekkür biçimine bak.. Kütük balkız.."

 

 

Yine söylüyorum Emir kötü çocuk değil birkaç bölüm daha ilerleyin anlayacaksınız 😉😚

 

Zaten Asel de Emir de farkındaysanız duygularını yansıtmada pek başarılı değiller. Birbirinden inat ve çocuklaşan bir çift okuyorsunuz ama zamanla göreceksiniz birlikte nasıl büyüdüklerini. Birlikte öyle olaylar yaşayacaklar ki içiniz gidecek.

 

Sizi seviyorum. Görüşmek üzere.

Loading...
0%