@karisik_senaryolar
|
~TANITIM~ Songül ACARERK: 27 yaşında, Kıdemli Üsteğmen. Aslında doktor olmak istemesine rağmen içinde ki kini dindiremediği ve öfkesini susturamadığı için asker olmaya karar vermiştir Songül. Teröristler ondan anne ve babasını almışlardır. Babası Metin Bey polistir, bu yüzden de bir sürü düşmanı olmuştur yaşamı boyunca. Bir abisi vardır, o da askerdir bu yüzden pek görüşemiyorlardır, zaten pek anlaşamıyorlardır da. Songül eskiden cıvıl cıvıl olmasına rağmen artık çoğu şeyden zevk alamıyordur, mesela eskiden yaz kış usanmadan dondurma yemek istemesine rağmen, dondurmayı çok sevmesine rağmen artık su içmek bile istemiyordur, o şerefsizler hala dışarıda istedikleri gibi ellerini kollarını sallayarak gezdikleri için geçmiyordur boğazından bir şey. Eğitim hayatında her zaman başarılı bir öğrenci olmuştur, başarısı hırsı ve inatçılığından geliyordur. Geleceği timin gözbebeği olacağını ve hayatının belki de tamamen değişeceğini henüz bilmese de bu timde ki bağlılığı ilk anlarda hissetmiştir aslında...
Sadi Payaslı: 32 yaşında, Yüzbaşı. Yetimhanede büyümüştür ve en yakın arkadaşı ile beraber asker olmaya karar vermişlerdir. Arkadaşının 11 yaşındayken evlat edinilmesi üzerine kendisi beraber çıktıkları bu yolda tek de olsa sonuna kadar gitmeye kararlıdır ve bu kararının da sonuna kadar arkasında durmuştur. Artık bir yüzbaşıdır ve canından çok sevdiği vatanını elinden gelen en güzel şekilde koruyabiliyordur. Son 6 ayı pek iç açıcı olmasa da yine de çabalıyordur. Hayatı Songül'ün gelmesi ile yeniden başlayacaktır.
1. BÖLÜM~
~Songül Yorucu geçen 13 saatin sonunda Şırnak'a gelebilmiştim. Taksi ile otogardan kalacağım lojmana gittim. Lojman karargaha yürüme mesafesindeydi. Ormanın içinde karşılıklı 2 apartmandı. A bloğun beşinci, yani en üst katındaydı benim kalacağım daire. Bavullarımı yukarıya çıkarttı girişteki askerlerden ikisi. Gerek olmadığını söylememe rağmen ısrar etmişlerdi. Eve girdiğimde iyi durumda olduğunu ama biraz temizlik gerektiğini fark ettim. Eşyaların üzerinde ki beyaz çarşafları topladım ilk önce. Eşyalar gayet güzeldi, zaten evde pek duracağımı sanmıyordum. Tüm evi dolaştım, zaten 2+1 ne kadar büyük olabilirdi ki? Henüz saat öğleden sonra 4 olduğu için temizliği bitirebileceğimi düşündüm ve evden çıktım. Girişte ki askerlere yakınlarda market olup olmadığını sordum, tarif ettiler, yakındı zaten. Ev için birkaç temizlik malzemesi ve akşam yemek için makarna, yoğurt, salça, yağ ve köfte almıştım. Eve döndüğümde ilk önce güzelce temizledim, işim bittiğinde saat 9'a geliyordu. Bence gayet hızlı bitirmiştim. Hemen makarna suyunu koydum. Biraz makarna ve 2 tane köfte hazırlamıştım kendime, yemekten sonra nevresimleri taktım ve kitap okumaya başladım. Çok geçmeden uykum gelmişti, ışığı kapattım ve kısa sürede uyudum. Sabah erkenden kalktım, ilk günden geç kalmak istemiyordum. Saat tam 9'a 5 kala albayın kapısının önüne gelmiştim. Kapıda ki sandalyede oturmuş telefona bakarak gülen bir asker vardı. Yanına geldim, kısa bir süre bekledim ama daldığını görünce boğazımı temizler gibi öksürdüm. Beni fark edince yüzüme baktı bir süre. 'Kime bakmıştınız?' 'Murat komutan içeride mi?' 'İçeride de siz kimsiniz? Ziyaret için geldiyseniz yanlış yerdesiniz, hem ziyaret günü değil ki bugün. Kime geldiniz?' 'Ziyarete gelmedim. Sen Murat albaya Kıdemli Üsteğmen Songül Acarerk geldi de yeterli' 'Ne? K-Komutanım ben çok özür dilerim, sivil olunca bilemedim, ziyaret için sandım' 'Görev başında telefona mı bakıyorsun asker?' 'Komutanım, şey, özür dilerim komutanım. Bir daha olmaz. Ben geldiğinizi duymadım duysaydım...' Saatime baktım, 1 dakika kalmıştı 9'a. 'Murat komutan içeride mi?' 'İçeride komutanım. Kim geldi diyeyim?' 'Songül Acarerk dedim ya.' Posta selam verip içeriye girdi, kısa sürede çıktı. 'Komutanım, Murat Albayım sizi bekliyor.' İçeriye girdim, ayak selamımı verdim. Murat komutanım bana bakıyordu, kısa süreli ciddiyetten sonra hemen yumuşadı, o gülümseyince ben de gülümsedim. 'Rahat kızım, hoş geldin. Gözüm yolda kaldı valla. Çok özledik seni, ne kadar da büyümüşsün.' Sarıldık. Murat amca babamın çok yakın bir arkadaşıydı, görev yerim açıklandıktan sonra öğrenir öğrenmez aramıştı beni. Eskiden çok sık görüşürdük ailece ama sonra araya çok fazla şey girmişti ve pek görüşememiştik. Yine de eşi Aysel teyze ile beraber, babamın ve annemin vefatından sonra ellerinden geldiği kadar ilgilenmişlerdi benimle, üstümde emekleri çoktur. Gülümsedim. 'Aysel teyzen bu akşam yemeğe bekliyor seni, kesinlikle itiraz istemiyoruz.' 'Komutanım ben eve iyice yerleşene kadar...' 'Bu bir emirdir üsteğmenim.' 'Emredersiniz komutanım.' 'Kapıda Veysel var, o sana odanı göstersin. Üniformanı giyin gel, timinle tanıştırayım seni.' 'Emredersiniz komutanım.' Dışarıya çıktım, adının Veysel olduğunu öğrendiğim posta ayağa fırlamıştı hemen. 'Odamı gösterecekmişsin.' 'Tabi komutanım, buyurun.' Bir odanın önünde durduk, anahtarları teslim aldım ve içeriye girdim, sıradan bir odaydı. Hemen üzerimi değiştirip Murat Albayın yanına geldim. 'Hadi gel bakalım, bahçede bekliyorlar bizi.' Murat komutan önde ben onun bir adım arkasında aşağıya indik. Birisi 'dikkat' diye bağırdı. Bizi bekleyen timin önünde durduk. 'Günaydın.' 'Sağ ol.' 'Nasılsın asker?' 'Sağ ol.' 'Rahat, çocuklar timimizin yeni üyesi Kıdemli Üsteğmen Songül Acarerk bundan sonra bizimle olacak. İyi anlaşacağınızdan şüphem yok, üzmeyin komutanınızı. Sadi nerede? Bugün gelecekti.' 'Komutanım buradaydı ama şuan nerede bir bilgim yok.' 190 civarı bir boyda, esmer bir gençti bunu söyleyen. 'İyi, gördüğünüzde yanıma gönderin.' Murat komutanın telefonu çaldı bu sırada. 'Siz tanışırsınız Songül, ben şu telefona bakayım.' 'Emredersiniz komutanım.' Murat komutan gittikten sonra timle baş başa kalmıştım. 'Tekmil ver asker.' Zaten kıdeme göre dizilmiş olan tim sağ baştan başlamıştı. 'Teğmen Bora Kater, Bursa.' Renkli gözlü 185 boylarında birisiydi. Sarışındı. 'Astsubay Dursun İpçi, Trabzon.' Doğu Karadeniz'in herhangi bir ilinden olduğu o kadar belliydi ki. Mavi gözleri ve sarı saçları vardı. 'Astsubay Başçavuş Pars Yılmaz, Ankara.' Ankara'nın neresinden acaba diye düşünmeden edemedim. Ela gözleri ve kıvırcık saçları vardı. 'Astsubay Üstçavuş Alp Çakır, Niğde.' Delidolu birisi olduğu belliydi. 185 boyu civarında kahverengi gözlüydü ve saçına önem veren birisi olduğu belliydi. 'Astsubay Kıdemli Çavuş Naci Korkmaz, Hatay.' Diğerlerine nazaran biraz daha sakin bir kişiliği olduğunu sezmiştim, yaş olarak da en büyüğümüz o gibi duruyordu, muhtemelen 35 civarıydı. 'Astsubay Kıdemli Başçavuş Semih Kara, İzmir.' Siyah saçlarını 3 numaraya vurmuş, ela gözlü birisiydi, muhtemelen o da 185 civarındaydı boy olarak. En son Semih tekmil vermişti ve bir adım öne çıktı. Semih: Kurtuluş timi 1 teğmen, 5 asteğmen ile emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım. Semih lafını bitirdikten sonra yine bir adım geriye gidip eski yerini aldı. 'Rahat.' Bu sırada bir yüzbaşı geldi, tim ve ben hemen selam verdik. 'Rahat, Alp Murat albay beni niye çağırmış?' 'Bilmiyorum komutanım.' 'İşine gelse her şeyi biliyorsun ama!' Bu gergin yüzbaşı muhtemelen Sadi yüzbaşıydı, masmavi çok güzel gözleri vardı... Hemen toparlandım, ne diyordum ben! Of Songül! Sadi yüzbaşı bana döndü. 'Üsteğmen, hoş geldin.' 'Sağ olun komutanım.' 'Bizim gara geçin siz timle beraber, ben de geliyorum 5 dakikaya.' 'Emredersiniz komutanım.' 'Emir etmedim, söyledim.' Bir şey diyemedim, saçma bir konuşmaydı. Sadi komutan Murat albay ile konuşmaya gittiğinde biz de gara gittik. Normalde burasının toplu olması gerekiyordu ama o kadar dağınıktı ki, nasıl yaşıyorlardı burada? Ahhh erkekler... Kendime bir sandalye bulup oturdum, diğerleri hiç rahatsız olmamış gibiydi. 15 dakika sonra Sadi komutan geldi, selam verip oturduk. 'Alp, başlamamışsın oğlum.' 'Neye komutanım?' 'E Burası böyle mi kalacak?' 'Komutanım ben mi toplayacağım?' 'Evet. Dün senin için özel olarak hazırlandı burası.' 'Komutanım ama burayı toplamak saatler alır.' 'Onu gizli gizli sigara almadan önce düşünecektin! Başla.' Gerçekten rahatlamıştım, ceza için hazırlanmış olması değil ama en azından normalde toplu olduğunu bilmek rahatlatmıştı beni. Alp mecbur başladı toplamaya, biz de çay içiyorduk. Sadi komutan en köşeye gitmiş tek başına oturuyordu, sert görüntüsünün altında nasıl birisi olduğunu çözememiştim. Yorgun olduğu her halinden belliydi, sanki günlerdir uyumuyor gibi görünüyordu. Timle biraz sohbet ettik, 2,5 saat sonra Alp etrafı güzelce toplamıştı. Sadi komutan ayağa kalkmış ve bize doğru gelmişti. 'Üsteğmenim, çay içeriz değil mi?' 'Komutanım ben çok içtim aslında...' 'İçeriz içeriz, Alp iki çay kap gel, çocuklar siz de içersiniz değil mi?' 'İçeriz komutanım.' Naci abi dışında hepsi onaylamıştı. 'Alp bak 7 çay kapıp geliyorsun.' Bu sırada elinde çaylarla bir er geldi. 'Komutanım, sanırım gitmeme gerek kalmadı.' Alp gülümsüyordu. 'Arda, bırak o çayları aslanım, Alp komutanın şimdi hepimize çay getirecek, gel dinlen.' 'Komutanım bu insafsızlık ama.' 'Alp sen hala burada mısın?' Alp mecbur gitti. 'Komutanım Murat komutanım kahve bekliyor da, ben gitsem?' 'Tamam Arda, gidebilirsin.' Yaklaşık 10 dakika sonra Alp geldi. Termosla getirmişti çayı. 'Kaçıncı oğlum bu? İyi akıllanmışsın.' Dursun'un lafı ile herkes güldü. 'Komutanım hep böyle cezalar mı verirsiniz?' 'Hak ediyorlar. Alışırsınız.' Bugün sakin geçmişti, akşam Murat amca ve Aysel teyzenin evine geldim. Sırayla sarıldık, ikisini de özlemiştim. İçeriden çok güzel kokular geliyordu, hemen sofraya geçtik. Hepsi çok güzeldi ama yine pek bir şey yiyememiştim. Masayı kaldırmaya yardım ettim ve çay içme faslına geldik. 'Artık sık sık gel tamam mı? Çok özlettin bu sefer kendini.' Dedi Aysel teyze. Gülümseyerek cevap verdim. 'Gelmeye çalışırım, yeni albayım çok sert birisine benziyor.' Güldük. 'Ben söylerim o albaya, üzmesin bizim kızımızı.' Aysel teyzenin Murat amcanın bacağına vurarak söylediği söz ile tekrar gülmüştük. Uzun zamandır geçirdiğim en güzel gündü. Bir ailemin olduğunu hissetmiştim, uzun zamandır hissetmediğim bir histi. Evime döndüğümde üzerimi değiştirip yatağıma yattım. Komodinime koyduğum aile fotoğrafımıza baktım bir süre, vefatlarından 3 gün önce çekilmişti bu fotoğraf... Bir süre de tavanı izledim. Uykuya dalacakken telefonum çaldı, bu saatte kimin aradığını merak ederek açtım. Girişten aramışlardı. 'Komutanım, rahatsız ediyorum kusura bakmayın. Sanırım cüzdanınızı düşürmüşsünüz dün girerken, sizin mi bakabilir misiniz?' 'Tamam geliyorum.' Dün marketten geldiğimden beri hiç görmemiştim cüzdanımı, bırakmışımdır bir yere diye düşünmüştüm. Kaybettiğimin farkında bile değildim. Üzerime bir hırka giyip aşağıya indim. Girişe geldim, evet cüzdan benimdi, alıp eve doğru yürümeye başladım. Evin önünde ki otoparkta kaldırımda Sadi yüzbaşıyı gördüm, pek iyi görünmüyordu. Yanına gittim. 'Komutanım? İyi misiniz?' Bana bakmamıştı, gözlerinin yaşlı olduğunu fark ettim. 'İyiyim, yok bir şey.' 'Eğer yapabileceğim bir şeyse...' 'İyiyim dedim, bir şey yok!' 'Peki o zaman, iyi geceler.' Mecbur evime gittim. Dertli olduğu belliydi, daha fazla ısrar edemedim. Kendime bir kahve yapıp balkona çıktım, Sadi komutanın hala aynı yerde oturduğunu görmüştüm. Hava serindi, kasım ayıydı sonuçta. Yapacak bir şey olmadığı için televizyondan bir kanal açtım, aslında pek televizyon izlemiyordum ama karşıma çıkan dizi fena değildi. Bir polis ve öğretmenin hikayesini anlatıyordu. Erkeğin bir üstünlük göstermediği, kadının bir obje olarak görülmediği, birbirini çok seven ve bunu birbirlerine hissettiren güzel bir çiftin hikayesiydi bu ama bazı konular fazlalık oluşturmuştu... ( acaba hangi dizi...) Hoşuma gittiği için dizinin yayınlanan birkaç bölümünü daha izledim. Saatin geç olduğunu fark edince uyumaya gittim. Sabah karargaha geldiğimde tim beni garda bekliyordu. Bir dosya geçmişti elimize, bir terörist kampı bulunmuştu. Murat komutan Sadi yüzbaşı ve beni yanına çağırdı. -oda- 'Komutanım biz ne zaman çıkıyoruz?' Sadi yüzbaşı hemen lafa atlamıştı. 'Tim birazdan hazırlanıp çıkacak, sen buradasın Sadi. Komuta Songül üsteğmende olacak.' 'Ne demek sen buradasın komutanım? Ben ne yapacağım burada?' 'Seni bu kafayla gönderemem oraya. Sen buradasın!' 'Komutanım iyiyim ben, lütfen izin verin gideyim.' 'Sadi, bu bir emirdir, buradasın.' 'Komutanım Allah aşkına daha dün gelen bir üsteğmenle mi göndereceksiniz timi? Saha tecrübesi nasıl bilmiyoruz, araziye de yabancı. Kaç kişiler, ne kadar kalabalıklar bilmiyoruz, adama ihtiyaç var. Onlar oradayken ben burada duramam, kusura bakmayın. Hem bu kaçıncı komutanım, kaç aydır göndermiyorsunuz beni, ben bunca yıl burada kalmak için çalışmadım.' 'Ben Songül üsteğmene güveniyorum, sen de güvensen iyi olur. Ayrıca sahaya çıkmadıysan kendi hareketlerin yüzünden çıkamadın.' 'Komutanım...' 'Sadi yeter! Ya o kafanı toplarsın yeniden operasyonlarda faal olursun, ya da burada memur gibi rapor yazarsın!' Sadi komutan sinirle çıktı odadan. Murat komutanla baş başa kalmıştık. 'Kızım sen al timi, çıkın. Daha fazla zaman kaybetmeyelim.' 'Emredersiniz komutanım.' Başımda selam verip çıktım. Timin yanına geldiğimde hazırlanmaya başladık ve kısa sürede yola çıktık. 'Komutanım, dönünce hep beraber kutlık yer miyiz?' Bora yüzüme bakıyordu ama kutlık neydi bilmiyordum. 'O ne?' 'İçli köfteye burada kutlık diyorlar komutanım, çok güzel yapan bir lokanta var, biz hep oraya gideriz.' 'Bakarız.' 'Komutanım bence çok seveceksiniz, çok güzel yapıyorlar' diye atladı Alp. İnişe geçtiğimiz için cevap verememiştim. Helikopterden indik ve araziyi incelemeye başladık. Haritadan gideceğimiz yönü bulup ilerledik. Yaklaşık 2 kilometre yürümüştük, kamp alanına geldik. Tahminimizden biraz daha kalabalıklardı. 'Komutanım, direkt bombaları atalım mı?' Tüfeğimin dürbünü ile bakıyordum, gözüm bir noktaya takıldı. 'Hayır, rehineler var. Onları tehlikeye atamayız.' 'Semih, Alp, siz benimle gelin, rehineleri alacağız önce, sonrasında da Dursun'un dediği gibi bomba atışını gerçekleştirebiliriz.' 'Emredersiniz komutanım.' Gür sesleri dağda olduğundan biraz daha yüksek çıkmıştı. 'Oğlum delirdiniz mi? Gelsinler bulsunlar mı bizi istiyorsunuz?' Önden yürümeye başladım, zikzak çizerek ilerliyorduk. Kampın en arka tarafındaydı rehinelerin tutulduğu yer. Arkadan yaklaştığımız 3 adamı etkisiz hale getirdik sessizce ve üstlerinde ki iğrenç kıyafetleri giydik mecburen. Ben yüzümü iyice sardım, sadece gözlerim görünüyordu. Semih ve Alp de hazır olduğunda hemen harekete geçtik. Sanki nöbete gelmiş bir terörist gibi çadırın önünde duruyorduk. Semih orada ki adamı arapça bir şeyler söyleyerek yolladı. 'Nereye gitti?' 'Dinlenmeye, gelmez uzun süre. Biz buradayız bakarız dedim.' 'Kafan çalışıyor senin de.' 'Beyler susun isterseniz, bir biz Türkçe konuşuyoruz, yakalanacağız.' Onlar etrafı kontrol ederken ben de çadırın içine girdim. Çocuklardan biri beni görünce kaçtı, diğer herkes de korkup uzaklaşmaya başladı. Benden üzerimde ki kıyafet yüzünden korktuklarını anladım, önce yüzümü açtım. 'Sakin olun, ben Türk askeriyim, sizi kurtarmak için geldik.' Üzerimde ki hırka gibi şeyin önünü açtım ve askeri üniformamı gösterdim. Gözlerindeki parıltı her şeye bedeldi... Çadırın arka tarafının ormana açıldığını, orada fazladan herhangi bir güvenlik önlemi almadıklarını görmüştüm gelirken, alınan önlemi de etkisiz hale getirmek çok kolay olmuştu zaten. Cebimden çıkarttığım çakı ile çadırda büyük bir delik açtım. Telsizden anons geçtim. 'Başlıyoruz, Bora, gelen grubu karşılayın, siviller kurtarılmadan ateşe başlanmayacak.' 'Emredersiniz komutanım.' Onlara patika yolunu ve timin nerede olduğunu tarif ettim. Hepsi kısa sürede gittiler. Biz de Alp ve Semih ile peşlerinden gittik. Ağaçlık alana gelir gelmez çıkarttık üstümüzdekileri, şanlı formamız bu pisliklerin kıyafetleriyle kirlenmemeliydi. Sakince giderken yaşlı bir teyzenin korkuyla bana doğru geldiğini gördüm. 'Kızım, kızım torunum gitmiş, torunumu kurtarın kızım ne olur, torunum oraya gitmiş.' 'Tamam, tamam siz sakin olun ve ilerlemeye devam edin, ben gidip alacağım.' 'Komutanım biz de gelelim.' 'Olmaz Alp, siz devam edin, ben çocuğu alıp geliyorum.' Çocuğun bizimle geldiğine emindim ama bir anlığına gözden kaybetmiştik, nasıl olmuştu, nasıl böyle bir dikkatsizlik yapmıştık hiçbir fikrim yoktu. Hızla geri çadıra geldim. Küçük bir kız çocuğu yerde elinde ki oyuncağına sarılmış ağlıyordu. 'Şşş, geçti güzelim, hadi gidiyoruz.' Küçük kız hemen bana doğru koştu. 'Oyuncağımı almak istemiştim sadece...' 'Tamam güzelim, şimdi gidiyoruz tamam mı?' Kız başı ile onayladı. Başımda ki kaskı ona taktım ve onu kucağıma aldım. Tam çıkacakken çadırın arka tarafından bir grup teröristin geçtiğini gördüm. Aralarında kampı nereye kadar genişleteceklerini konuşuyorlardı. Hemen çocuğu iyi bir yere koyup kestiğim parçayı açık yere tuttum, burayı fark ederlerse işler çok kötü olabilirdi. Neyse ki atlatmıştık ama telsizden gelen anons beni ürküttü. 'Komutanım, rehine çadırını patlatacaklar, bombaları hazırlamışlar, çıkmanız gerekiyor oradan.' Ne? Burada ki bir sürü insanı havaya mı uçuracaklardı? Kızı tekrar kucağıma alıp etrafımı kontrol ettim. Koşabildiğim kadar hızlı koşarak uzaklaştım oradan, ben 25 metre kadar uzaklaşabildikten sonra bombalar patlamıştı artarda. Yere savrulmuştuk ama hemen tekrar kalkıp koşmaya devam ettim çünkü kontrole geleceklerini biliyordum. Küçük kızın çok korktuğu belliydi. Ağaçlık bölgeye geldiğimizde bir-iki saniye durup tekrar devam ettim. 'Ateşe başlayın.' Emrim ile önce birkaç bomba, sonrasındaysa bir sürü mermi kamptaki teröristleri etkisiz hale getirmişti. Bizimkilerin yanına ulaştığımda küçük kızı sivillerin yanına götürdüm, yaşlı kadın ve kız sarıldılar. Ben de hemen bir yere geçip ateşe başladım. Bir grubun kaçtığını görünce hemen onlara ateş etmeye başladım. Onlar da bize ateş ediyorlardı tabi ama öyle bir yere saklanmıştık ki resmen tüm orman bizi koruyordu. Kısa sürede tüm kampı temizledik, Naci hemen sivilleri muayene etti, önemli bir şeyleri yoktu. 'Dursun, karargaha bağlanalım.' 'Emredersiniz komutanım, hemen hallediyorum.' Dursun koşarak yanıma geldi ve dediği gibi hemen bağlantıyı kurdu. 'Üsteğmen Songül Acarerk, komutanım kampta ki sivilleri kurtardık, durumları iyi.' 'Tamamdır üsteğmenim, ben hemen helikopter gönderiyorum, yarım saate orada olmuş olur.' 'Sağ olun komutanım.' Bağlantı kesildiğinde yanıma küçük kız geldi, adının Zehra olduğunu söylemişti anneannesi. Sınırda ki bir Türk köyünden rehin alınmışlardı ve buraya getirilmişlerdi, o kadar güzel ve uzun siyah saçları vardı ki... Çok tatlı bir kızdı. Bana elinde ki çiçeği uzattı. 'Teşekkür ederim Songül abla.' 'Şimdi bizi almaya helikopter gelecek, inince teşekkür edersin.' Gülümsedim, kızın gözleri kocaman açılmış, resmen heyecandan titriyordu. 'Gerçek helikopter mi?' 'Evet, gerçek helikopter.' 'Yaşasın...' Zehra bu müjdeli haberi anneannesine vermeye gitti, ben de timin yanına gittim. 'Temiz mi aşağısı?' 'Evet komutanım, Pars ve Bora şimdi dönüyorlar.' 'Tamam, hadi toplanalım biz de yavaş yavaş, yola çıkmıştır helikopter, daha fazla açıkta kalmayalım.' Murat komutanımın dediği gibi tam yarım saat sonra iki tane helikopter geldi biri siviller biri de bizim içindi. Önce sivillerin binmesine yardımcı olduk, sonrasında da biz kendi helikopterimize binip döndük. Gelen sivillerin karnı doyuruldu ve onlara kalacak yer sağlandı, biz ise karargaha dönmüştük. Silahlarımızı bırakıp Murat komutan ile görüştük sonrasında da dağıldık. Ben lojmana doğru yürürken Sadi yüzbaşı da evden çıkıyordu. 'Hızlı gelmişsiniz, zayiat yok inşallah?' 'Yok komutanım, herkes iyi. Sivillerin de durumu iyi.' 'Ooo sivilleri de kurtarmış üsteğmenimiz. Bravo.' 'Anlamadım komutanım?' 'Yani çok becerikliyim, her işi yaparım diyorsun. Bundan sonra tüm operasyonları yönetirsin herhalde.' 'Komutanım sizin sahaya çıkıp çıkmamanız benim elimde olan bir durum değil ama eğer çıkmazsanız da rütbem gereği timi en iyi şekilde yönetebilirim görüldüğü üzere, Murat komutanıma olan öfkenizi benden çıkartmayın lütfen. İzninizle...' Sadi yüzbaşı bir şey diyemeden gittim. Hayır anlamadım ki ben mi dedim burada otursun gelmesin diye. Ya sabırr. Hepsi de beni bulurdu zaten... Eve geldiğimde üzerimi değiştirip elimi yüzümü yıkadım, Zehra'nın inince verdiği çiçeği kitabımın arasına koymuştum. Hiç açlık hissetmesem de yemek yemem gerektiğinin farkındaydım, dışarıdan bir salata siparişi verdim. Yaklaşık 15 dakika sonra telefonum çaldı, kuryedir diye düşündüm ama girişten arıyorlardı. 'Er Emre Kara, Edirne. Komutanım size bir paket var da gelebilir misiniz?' 'Tamam geliyorum.' Mecbur aşağıya indim, salata olduğunu tahmin ediyordum ama paket demişlerdi, başka bir şey gelmiş olabilirdi. Ben gelince selam verdiler. 'Rahat, ne oluyor? Bu arkadaş kim?' 'Komutanım kuryeyim diyor, bir şey getirmiş, güvenemedik.' 'Valla sipariş getirdim komutanım yoksa ne getireceğim başka?' 'Hangi restorandan getirdin?' Restoranın adını söyledi kurye, korktuğu her halinden belliydi. 'Emre, bırakın adamı bir şey yok, salata sipariş etmiştim, beni de telaşlandırdın. Ayrıca ben her akşam buraya mı geleceğim? Ne bu böyle?' 'Haklısınız komutanım, kusura bakmayın.' Kuryeye parasını ödedim ve salatamı alıp evime gittim. Salatamı yerken bir yandan da çay demlemiştim, akşam çay içmeyi seviyordum. Kapı çaldı, yine Emre'dir diye düşünüp kapıya gittim çünkü beklediğim birisi yoktu. Ama Emre değildi. 'Kusura bakma, bugün gereksiz çıkıştım.' Kapıda Sadi komutanı görünce şaşırdım, en sonkine nazaran daha iyi görünüyordu. 'Komutanım?' 'Ya sana patladım gibi oldu, öyle değil yani, yanlış yaptım. Özür işlerini de beceremem de, kusura bakma yani.' 'Estağfurullah komutanım.' 'Ben gideyim o zaman.' Bir şeyi hatırlamış gibi geri döndü. 'Yoğurdun var mı?' 'Var komutanım, hemen getireyim. İsterseniz içeriye gelin, çay demlemiştim, yani yanlış anlamazsanız...' 'Yok canım ne yanlış anlayacağım, çay olur.' Komutanım için terlik çıkarttım, evi incelediğini fark etmiştim, önce ona çay koydum sonrasında da yoğurdu koydum. 'Güzel olmuş çay, eline sağlık.' 'Afiyet olsun. Daha tam alışveriş yapamadım o yüzden ikram edebilecek pek bir şeyim yok kusura bakmayın.' 'Yok, ne kusuru. Hem yoğurt veriyorsun işte, daha ne?' Gülümsedim, Sadi komutan da gülümsüyordu, onu ilk kez mutlu gördüm. Biraz sohbet ettik, onu bu kadar yaralayan şey neydi hala çözememiştim, soramadım da, ayıp olurdu sonuçta. ~Sadi Biraz sohbet ettikten sonra yoğurdumu alıp alt kata, kendi evime döndüm. Songül'ün burada, askeriyede olamayacak kadar naif bir kalbi olduğunu daha iyi anladım, onu buraya neyin getirdiğini gerçekten merak ediyordum. Normalde pek yoğurt yemezdim aslında, zaten pek sevmezdim de ama bu gece yoğurdumu yedim, belki de yoğurt bir bahaneydi bilmiyordum. Yoğurdumu yedikten sonra yatağıma uzandım ve tavanı seyretmeye başladım. Songül'ün gülüşü gözümün önünden gitmiyordu. Uzun zaman sonra ilk kez böyle hissetmiştim. Bugün gerçekten ona boşu boşuna çıkışmıştım, onun hiçbir suçu ve olayla ilgisi yoktu. Murat albay ve benim aramda ki bir meseleydi bu, görevini düzgün bir şekilde yaptığı için ona kızmam aşırı saçmaydı. Aslında günde 50 kere Alp'e de çıkışırdım ama ona alışmıştım galiba, hiç böyle hissetmiyordum. Kendimi daha da kaptırmadan uyumaya karar verdim. Sabah 5 te uyandım, koşuya çıktım. Geldiğimde duşumu alıp hazırlandım. Kapıdan çıktığımda aşağıya inen Songül'ü gördüm. 'Günaydın komutanım.' 'Günaydın.' O önde ben arkada aşağıya indik. Bu sabah pek uyanamamış gibiydi o yüzden pek konuşmadık. Bu sabah içtima vardı, tüm tim toplandıktan sonra başladık. Bizimkiler içtima sonunda yorgunluktan yerde yatarken Songül sakince oturuyordu, nefesini de çok iyi kontrol ediyordu, sanki tüm antrenmanı o da bizimle yapmamış gibiydi ya da kendini çok iyi kamufle ediyordu. Evet evet, çok iyi kamufle ediyordu. Mehmet albayın postası Veysel geldi. Selam verip 'Veysel Şaşı, Mardin.' Dedi. 'Rahat Veysel, ne oldu? Albay yine sorguya mı çağırıyor beni?' 'Yok komutanım, bu sefer hepinizi çağırıyor. Harekat merkezinde olsunlar 10 dakika içerisinde dedi komutanım.' Başımla onayladım, hızla yürüyerek odalarımıza gittik. Hazırlanıp harekat merkezine geldik. Duvarlarda bir sürü ekran, masalarda bir sürü bilgisayar vardı, masalar duvar kenarındaydı, ortada kocaman bir masa, etrafında sandalyeler ve masanın üzerinde kocaman haritalar vardı. Mehmet albay tüm operasyonları buradan yönetiyordu, burası karargahın kalbiydi bir nevi. Tüm bilgiler bu odada toplanıp, tüm planlar bu odada yapılıyordu. Masanın etrafına dizildik ve 'oturun' emri gelince önümüzde ki sandalyelere oturduk. Dosyayı inceledik, kısaca Ülgen adlı timden haber alınamıyordu 3 gündür ve muhtemelen tutsak alınmışlardı. Görev onları bulup sağ salim getirmekti. Biz tam çıkacakken Mehmet albay seslendi. 'Sadi, iyi dinledin değil mi?' 'Evet komutanım da buradayım zaten, eğer sözlü falan yapacaksanız...' 'Ne sözlüsü oğlum, sen timinin başında duracaksın, iyi dinlemiş olman lazım.' 'Nasıl yani komutanım?' '15 dakika içerisinde hazırlanın Kurtuluş timi, eksiksiz bir şekilde. Emir komuta Sadi yüzbaşınızda.' Ne? B-Ben de mi çıkıyordum, şuan resmen içim içime sığmıyordu ama belli edemezdim. 'Sağ olun komutanım.' Odadan çıktık. 'Komutanım valla çok özledik sizi.' Dedi Alp. 'Komutanım sizsiz olmuyor valla.' Dursun'un serzenişleri güldürmüştü. 'Aa hemen satıldık iyi mi?' Songül şakayla karışık sitem etmişti. 'Yok komutanım olur mu? Biz sizi de çok sevdik, ikiniz olunca şimdi daha da çok sevindik.' 'Yarın içtimada görüşürüz Alp, sen hiç sanını sıkma.' Songül hemen alışmıştı bu ceza işine, Alp dışında hepimiz güldük. 'E yine ben ceza aldım oldu mu böyle komutanım?' Alp bana bakarak söylemişti bunu. 'Eee sen kaşındın oğlum. Hadi gidip hazırlanalım geç kalacağız.' Hepimizi keyfi yerindeydi, görevimizi en iyi şekilde yapacağımızdan şüphem yoktu. Garda ki mühimmat odamıza geldik, herkes gerekli şeyleri aldı. Hazırlanırken Songül'ün tüfeğinin ucuna siyah bir yara bandı yapıştırdığını gördüm. İlk kez siyah yara bandı görmüyordum ama garip gelmişti. 'Üsteğmenim? Bu nedir?' Songül bu soruyu muhtemelen hiç beklemiyordu, hazırlıksız yakalanmıştı, belli ki uzun zamandır yaptığı bir şeydi tüfeğe bant yapıştırmak. 'Uzun hikaye komutanım, şimdi geç kalmayalım anlatırım bir ara.' 'O zaman çaylar da senden?' 'Tamam komutanım, sözüm olsun.' 'Bu sözü unutma bak.' Gülümsedim ama gerçekten de zaman gelmişti. Neredeyse geç kalıyorduk, helikopter bizi belirlenen alanda bıraktı. Yürüyerek yola devam ettik. Songül en önden yürüyordu, sabah görünen yorgunluğu yok olmuş gibiydi, aslında yorgunluktan çok moral bozukluğu gibiydi ama sormam ayıp olurdu, belki ailesiyle tartışmıştır diye düşünmeden edemedim. Yaklaşık 2 saat yürüdük, en sonunda bir askeri üniforma bulduk. 'Komutanım, Ülgen timinden birisinin bu üniforma.' Dedi Dursun. 'Doğru iz üzerindeyiz o zaman.' İlerlemeye devam ettik. Yine uzun bir süre yürüdük, sonunda bulundukları mağara önümüzdeydi. Mağaranın girişinde bir sürü adam vardı. İçeriye sızmak çok zor olacaktı. 'Ne yapıyoruz komutanım?' 'Mevzilenelim önce.' 'Bence önce plan yapalım, telsizleri kapatmak zorunda kalabiliriz.' 'Peki üsteğmenim, bir fikrin var mı?' 'Bence önce içeriye girip kontrol edelim, orada yoklarsa işimiz daha kolay olur tabi, hemen ateşe başlayabiliriz.' Başımla onayladım. 'Ben girerim.' Songül önden gitmeye alışıktı belli ki. 'Songül abartmayalım istersen, tamam planı yaptın yeter.' 'Komutanım mantıklı düşünürsek benim girmem daha iyi.' 'Nesi mantıklı? Senin gitmen daha tehlikeli. Bu adamların seni fark ettiklerinde neler yapabileceklerini sen de çok iyi biliyorsun.' 'Biliyorum komutanım, o yüzden benim girmem lazım. Eğer bir erkek girerse ve onu fark ederlerse direkt kafasına sıkarlar, hiç uğraşmazlar, zaten ellerinde yeterince rehine var. Ama kadın girerse en azından daha fazla vakti olur gözlem yapmak için. Zaten siz dışarıdasınız, en ufak bir hareketlilikte müdahale edebilirsiniz. İzin verin ben gireyim.' Bir şey diyemedim, resmen kendini feda ediyordu. Onu durdurmak için kalbim savaş veriyordu ama o bir üsteğmendi ve kendini koruyabilirdi, eğitimini başarıyla tamamladığını okumuştum dosyasında. İçimde fırtınalar kopsa da izin vermek zorunda kaldım. ~Songül Kaskımı ve tüfeğimi yanımda ki Alp'e verdim. 'Sana emanet bak, bir şey olursa senden sorarım hesabını.' 'Merak etmeyin komutanım, gözüm gibi bakarım.' Gülümsedim, çantamdan yedek silahlarımı alıp yürümeye başladım. Telsiz kulağımdaydı hala. En arkada ki cılız adamın boynunu kırıp geriye çektim. Üstünde ki kıyafetleri aldım ve hemen giyindim. Bu erkekler ne kadar pisti ya, çok iğrenç kokuyordu kıyafetler. Neyse... Yüzümü iyice kapattım, adamın keleşini aldım ve mağaraya girdim. Etrafı dolaşırken iki adam durdu önümde. 'Senin ne işin var burada? Girişte olman lazım.' 'Ben seni hiç görmedim burada, kimsin?' Eyvah, şimdi yanmıştım işte. Seri bir şekilde bir şeyler bulmalıydım. 'Songül, ne oluyor?' Hangi birine cevap verecektim, offf. Adamın solda olanı birden yüzümde ki siyah beyaz şalı tek hamlede çekip aldı. 'Vayy, sen nasıl düştün bakalım buraya?' 'Bu sırada arkadan birisi geldi, daha üst kademede birisi olmalıydı çünkü önümde ki adamlar hemen susmuşlardı, gelen adam da önümde durdu. 'Ne oluyor burada?' 'Komutan, bu güzellik buraya düşmüş.' 'Yürüyün lan! İşinize bakın!' Adamlar gittiler, sonradan gelen adam kaldı yanımda sadece, bunlar olurken kuzeybatı yönünde oda gibi bir yerin olduğunu ve askeri üniformalı birisinin olduğunu gördüm muhtemelen aradığımız tim buradaydı. Yanımda ki adamın eli ile yanağımı sevmesiyle dağıldı dikkatim, refleks ile hemen adamın bileğini burktum. 'Ne yapıyorsun lan sen?' Silahını çıkartmıştı, ufak bir boğuşmanın ardından silah patlamıştı. ~Sadi Gelen silah sesi ile endişemiz daha da artmıştı, Songül ne ara yaptıysa telsizini de kapatmıştı ya da kulağından çıkartmıştı. İçeriye bir sürü adamın girişini izledik ama bir gariplik vardı, içeriye giren adamlar çok kısa süre sonra geri geri çıkıyorlardı, birkaç el silah sesi daha duyuldu. Biz sessizce mağaranın etrafını sarmıştık. Bu sırada buradakilerin en üst kişisi olduğunu düşündüğüm kişi boğazında Songül'ün silahı ile yavaş yavaş ileriye yürüyordu. Songül adamın ellerini arkadan tutmuş, boğazına da silahını dayamıştı, arkadan da timden 2 kişinin geldiğini gördük, Songül ile göz göze geldiğimde harekete geçtik. Sırayla tüm adamları temizlemiştik, içeride ki tim de mağarayı temizlemişti. Ağır yaraları yoktu. Songül'ün tuttuğu adamı etrafın güvenliğini sağladıktan sonra sorgulamaya başladık. Songül bizden birkaç adım gerideydi. 'Civarda başka gruplar var mı?' 'Bilmem.' 'Adamlarının hepsi öldü, sen de öleceksin ama illa gel beni parçala diyorsun!' 'Komutan, ben sana konuşmam, nefesini boşa tüketme.' Sinirle tüfeğin kabzasını adamın çenesine geçirdim, gevşekliği sinirimi bozmuştu. Adam sızlanmaya başladı. Zor da olsa konuşturduk, bu bölgede sadece onların olduğunu öğrenmiştik. Naci timimizin sıhhiyecisiydi aynı zamanda, Ülgen timindekilerin ilk müdahalesini yaptı, zaten iyi durumdalardı sadece biraz hırpalanmışlardı, sonrasında da yola çıktık. Helikopter bizi uygun bir bölgeden aldı ve karargaha döndük. Operasyonlara geri dönmek bana çok iyi gelmişti, yeniden kendim olduğumu hissettim, bir yanım kan ağlasa da yapılabilecek bir şey yoktu. Aradan 2 ay geçti, bu 2 ayda bir sürü operasyona gitmiştik, bazıları uzun sürmüştü bazıları kısa. Artık Songül de time alışmıştı, yemek işinde de yol kat etmeye başlamıştık bu iyi bir şeydi. Çok yemek yemediğini fark ettiğimde onu özellikle timle beraber yemeye zorlamıştım, bu sayede bizimkilerin yemesinden etkilenirdi belki, evet saçma bir teoriydi ama belki bu yüzden belki de kendini daha rahat hissetmesinden dolayı biraz daha düzelmişti, en azından ben öyle sanıyordum. Bu sabah son antrenmanımızı yapacaktık, evden çıkarken Songül'ün de aşağıya indiğini gördüm. Beraber antrenman sahasına geldik ama ekip ortalıkta yoktu. Biz de erken gelmiştik gerçi. 5 dakika sonra Naci geldi, diğerlerine göre daha ağırbaşlıydı. 10 dakika sonra koşarak gelen diğer üyeler hepimizi güldürdü. Alp ve Semih benim alt katımda, Dursun, Bora ve Pars onların karşısında ki dairede kalıyorlardı. Alp ve Semih her zaman didişseler bile en iyi arkadaşlardı. Hep beraber 100 şınav, 100 mekik çektik. Diğer tüm hareketleri de yaptık. Bilerek barfiksi en sona almıştım. Hepimiz sırayla çektik, en son sıra Alp'teydi. Ben sayıyordum. '97, 98, 99 *Songül'e döndüm, bu sırada tüm ekip gülerek Alp'e bakıyordu* Üsteğmenim, kaç oldu ben karıştırdım.' 'Komutanım ben dinleyemedim ya, baştan mı başlasak?' 'Komutanım siz de mi ya? Resmen güvendiğim dağlara kar yağdı.' Dedi Alp ter içerisinde. 'Alp arkadaşımız 200 kez çekmek istiyor galiba komutanım.' Songül gülerek söylemişti bunu, kendimi kaptırmamak için ona bakmıyordum, eminim şimdi de her zaman ki gibi çok güzel gülümsüyordu. 'Alp, hadi aslanım başlayalım tekrardan, diğerlerine haksızlık olmasın. 1, 2...' 'Komutanım aşk olsun, hiç yakışıyor mu size? Bu garibana hiç acımıyor musunuz?' Bir yandan da barfiske devam ettiği için nefes nefeseydi. Sona doğru zorlansa da tekrardan 100'e kadar yaptı. 'Tamam, yeter bu kadar.' 'Komutanım Cuma bugün, çarşıya çıkarız değil mi?' dedi Bora, bizimkilerin yapmayı en sevdiği şey çarşıda ki esnaf lokantasına gidip buldukları her şeyi yemekti, ben de seviyordum gerçi, hep beraber operasyonlar dışında da bir şeyler yapmak bize iyi geliyordu. 'Kurtuluş timi, 30 dakika içerisinde hazırlanıyorsunuz, çarşıya iniyoruz. Naci, kızları da getir istersen, hava alırlar.' 'Emredersiniz komutanım.' Normalde olsa kollarını kaldırmazlardı ama işlerine gelince pire gibilerdi. Songül'ün yanıma geldiğini gördüm. 'Komutanım, aslına ben gelmesem-' 'Bu bir emirdir üsteğmenim, hem silahtaki bandın hikayesini anlatacaktın, al sana fırsat.' 'Bant mı? Ben unutmuştum onu.' 'Ben unutmadım merak etme, itiraz istemiyorum, tüm tim etkinlik yapacağız.' 'Etkinlik mi?' Yadırgar gibi sormuştu, gerçi bizim tim ve etkinlik pek bağdaşacak şeyler değildi, haklıydı. 'Yemek yiyeceğiz işte kızım, daha güzel etkinlik mi var? Hadi bak geç kalacağız tüm hafta sonu susmayacaklar. Hem hava güzel, görevimiz yok daha ne?' 'Peki komutanım.' Hepimiz hazırl..andık. Havalar diğer illere göre daha iyi olsa da burada 1 yıl bile kalmış birisi için serindi. ~Songül Çarşıya geldik, yemek yediğimiz yerin karşısında bir park vardı. Yarın uçurtma şenliği yapılacağı için parkı temizliyorlardı. Hava soğuk olmasına rağmen güneşliydi. Yarın bir sürü çocuğun kahkahası dolduracaktı bu sokakları... Küçükken biz de babamla uçurtma uçururduk, hatta babam yapardı uçurtmalarımızı, o günler aklıma gelince iştahım kesilmişti resmen. Ben etrafa bakarken bizimkilerin 2. Tabakları gelmişti bile. 'Komutanım size de 1 dürüm daha attıralım mı?' dedi Pars elinde ki dürümüne acı biber sokuştururken. 'Yok, ben bunu zor bitiriyorum.' 'Komutanım siz de çok az yiyorsunuz, aç kalıyorsunuz. Yani bence diyete falan da hiç ihtiyacınız yok.' 'Sağ ol Alp ama diyet yapmıyorum.' Güldük hep beraber, gülmemiz bana değil Alp'in dönerin kalan kısmının hepsini 2 ısırıkta bitirmesineydi. Başta evde dinlenmek daha iyi bir fikir gibi gelse de çok güzel vakit geçirmiştik, kafa dağıtmak iyi gelmişti. Herkesin birbiriyle aile gibi olduğu timleri çok seviyordum, operasyonda olmadığımız zamanlar herkes birbirinin kardeşi oluyordu, kocaman bir aile oluyorduk. Belki de kendi aile yoksunluğumdan böyle hissediyordum bilmiyordum ama bu timde ki samimiyet çok hoşuma gidiyordu. Dışarıda rütbeleri biraz daha geride bırakıyorduk, bu da herkesin daha rahat olmasını sağlıyordu. Lokantadan çıktığımızda karşıda ki parkta ki banklara oturduk. Yanımızda bir grup çocuk futbol oynuyordu. Topun yanımıza gelmesiyle Semih ve Alp sanki yıllardır bu anı beklermiş gibi ayağa fırladılar, onlar topla giderken masada ki diğerlerinin de kalktığını ve çocuklarla futbol oynamaya gittiğini gördüm. Sanki dağlarda korku salan adamlar onlar değillerdi. Naci abinin kızları Mira ve Deniz de onların peşine takılmışlardı. Onlar da bizimkilerin peşinden koşturup duruyorlardı. Mira 6 yaşında, Deniz ise 9 yaşındaydı. İkisi de tam bir akıllı bıdıktı, ortak çıkarları varsa dünyanın en iyi anlaşan kardeşleriydiler ama her abla-kardeş ikilisi gibi onların da kavga etmediği gün olmuyordu. Deniz biraz daha uzak duruyordu ama Mira aşırı hızlı arkadaş olabiliyordu diğerleriyle. Birbirlerini tamamlıyorlardı. Deniz'in Mira'ya dışarıda asla laf söyletmediğini de biliyordum, her ne kadar bazen anlaşamasalar da aslında birbirlerini çok seviyorlardı, Naci abinin gönlü rahattı bu yüzden. Karargahın neşesiydi onlar, Murat amcamı bile parmaklarında oynatabiliyorlardı. Bu sırada Sadi komutanın sesi dikkatimi dağıttı. 'Ee neymiş bakalım şu silahın hikayesi?' Yanda ki çay satan çocuğu gördüm. 'Hemen geliyorum komutanım.' İki tane çay alıp geldim. 'Çay sözüm vardı.' Gülümsedim. 'Çok güzel gülüyorsun...' Sadi komutan muhtemelen bunu dışından söylediğinin farkında değildi, ben mahcup bir şekilde ve gülümsememi durduramayarak elimde ki çayıma baktım. 'Ya-Yani şey, güzel gülüyorsun, yakışıyor yüzüne, hoş yani, gülüşün güzel, yüzüne tam oturuyor güzel oluyor.' Kendimi daha fazla tutamayıp güldüm, Sadi komutan da gülüyordu. 'Ya kusura bakma, ben öyle daldım gittim.' Dedi gülerek. 'Ne kusuru komutanım ama iltifat olarak kabul edebilirim.' 'Etmelisin o zaman.' İkimiz de liseli ergenler gibi gülüp duruyorduk, Mira'nın yanımıza gelmesiyle ona döndük. 'Songül abla, Sadi amca siz de gelin nolurrr.' 'Ona abla diyorsun da bana niye amca diyorsun? Yazık değil mi bana?' 'Ama sakalın var senin.' Gülmemek için yanağımı ısırdım, Sadi komutanın bir miktar sakalı olduğu doğruydu. Mira'nın yoğun ısrarlarına dayanamayıp biz de onlarla oynamaya başladık. Çok güzel bir gündü. Eve döndüğümüzde önce duşa girdim sonrasındaysa kendime bir kahve yaptım, tüfeğimde ki bant arada kaynayıp gitmişti, gerçi bu beni rahatlatmıştı. Bugün Sadi komutan ile yaşadığımız konuşma aklımdan çıkmıyordu, o anı düşünürken gülümsediğimi fark ettim. Ne oluyor Songül sana ya? İki lafa hemen aldanacak mısın? Ay ne diyorum ya ben? Ne aldanması? Offf, iyice sinirlerim bozuldu. Ayrıca komutanımdı o benim, olmasının imkanı yoktu. Olacak bir şey de yoktu ki, kendi kafamda gelin güvey olmuştum! Kahvemi bitirip hemen uyudum. Gecenin bir yarısı kapımın yumruklanarak ve zile basılarak çalınmasıyla fırladım ayağa. Ne oluyordu? Darbe falan mı çıkmıştı Allah korusun. Hemen uyku bandımı çıkarttım ve kapıya koştum, kimdi bu alacaklı gibi çalan? Apartmanın içinden de bir sürü ses geliyordu. Kapıyı açtığımda Sadi komutanı gördüm. Ne işi vardı bu saatte, birisine bir şey mi olmuştu acaba? 'Komutanım? Ne oluyor?' 'Songül hazırlan hemen, operasyon var, hadi acele.' 'Ne? Ne operasyonu? Bana öyle bir bilgi gelmedi?' 'Geldi işte şimdi, hadi kızım hazırlan, 10 dakikaya harekat merkezinde ol, bende şu çaylakları uyandırayım, hala yatıyorlar.' 'Komutanım operasyonun içeriği ne?' 'Uçurtma şenliğinin olacağı parka bomba yerleştirilmiş, Naci sana detayları anlatacak, hadi git hazırlan.' 'Ne? Tamam, hemen geliyorum.' Bir an elim ayağıma dolaştı, nereye gideceğimi bilemedim, hemen formamı giydim ve kapıya geldim, şu botları giymek ölüm gibiydi. Aşağıya indiğimde Naci'nin de aşağıda olduğunu gördüm. 'Ne oluyor?' 'Komutanım, Sadi komutanım size bilgi vermem için gönderdi beni. Parka 15 farklı yere bomba yerleştirilmiş, bizim gittiğimiz lokantanın sahibi dükkanda bir şey unuttuğu için geri dönmüş, tesadüf görmüş bir şeyler takıldığını, ne olur ne olmaz diye Sadi komutanımı aramış. İstihbarattan da bilgi geldi birkaç dakika sonrasında, doğrulandı.' 'Allah'ım ya, bir bitmediler. Hadi gidelim biz de geç kalmayalım. Diğerleri hazırlar mı?' 'Komutanım Semih ve Alp-' Tam bu sırada birbirlerini iterek kapıdan çıkmaya çalışan Semih ve Alp'i gördük, ikisi de botlarını giymeye çalışıyorlardı ve çok komik görünüyorlardı. Beni görünce hemen esas duruşa geçtiler. 'Sakin olun yetiştiniz.' 'EMREDERSİNİZ KOMUTANIM' İkisi de tüm güçleriyle bağırmışlardı resmen, hiç ayarları yoktu, daha kendilerine gelemedikleri belliydi. 'Oğlum ne bağırıyorsunuz lan? Gece gece tüm şehri ayağa kaldırdınız zaten, uyandırmak bir dert getirtmek ayrı dert!' Naci bana döndü bunları söyledikten sonra. 'Kusura bakmayın komutanım.' 'Ne kusuru abi, *Semih ve Alp'e döndüm* hadi giyin siz de ayakkabılarınızı, Sadi komutan bekliyor, acele edin biraz, yarın bir gün işimiz düşse, ölsek kalsak daha uyuyor olacaksınız!' Kızmıştım çünkü geç kalmışlardı, Naci abi ile benim birkaç dakika sonra geleceğimi biliyordu komutan ama onlara kızacaktı geciktikleri için. 1 haftada 6 ceza fazlaydı. Hızlı adımlarla harekat merkezine gittik. 'Neredesiniz oğlum siz?' Biz yerimize otururken tam da tahmin ettiğim gibi Sadi komutan Alp ve Semih'e kızıyordu. 'Komutanım, şimdi-' 'Tamam, geçin oturun, sonra anlatırsınız derdinizi.' 'Gelen bilgilere göre işaretlenen 15 farklı noktada bomba var, yarın orası bir sürü çocukla dolu olacak ve bizim bunu engellememiz lazım. Ekstra bir canlı bomba ya da silahlı saldırı da olabilir, tüm bunlara karşın hazırlıklı olmalıyız.' Sadi komutan sözünü bitirdikten sonra bize planı anlattı ve hemen harekete geçtik. Odadan çıkmadan önce saatin 2:33 olduğunu gördüm. Kısa sürede alana geldik. Naci, Bora, Alp ve Semih parkta ki bombalara müdahale edeceklerdi, Dursun orada ki bir apartmanın 6. Katında keskin nişancı olarak etrafı gözleyecekti, biz de Sadi komutan ile civarda başka bomba var mı diye bakacaktık. Hepimiz planlanan gibi dağıldık. Her yer karanlıktı, parkın içini aydınlatan sokak lambalarıysa çok cılızdı, kendine faydası yoktu resmen. Hepimiz sessizce yürüyorduk. Ben batıya, Sadi komutan ise doğuya gitmişti. Etraf o kadar sessizdi ki nefesim yankılanıyor gibi hissediyordum resmen. Yaklaşık 20 dakika geçti. -telsiz- 'Bitmedi mi daha?' 'Komutanım öyle karışık yapmışlar ki hangisini keseceğimizi bulana kadar canımız çıktı. Henüz 6 tanesi kesildi.' 'Hızlanın.' Konuşmaları dinledikten sonra ilerlemeye devam ettim, gözümden hiçbir şey kaçırmamaya çalışıyordum, dikkatlice ilerlerken önümde ki apartmanın yan tarafında bir gölge gördüm, hemen fenerimi kapattım, tüfeğimi omzuma takıp tabancamı aldım elime. Sessizce yaklaştım, apartmanın diğer tarafına döndüğümde bir adamın bana silah çektiğini gördüm. 'Bırak silahını!' Adam sırıtıyordu, arkamda birisi mi var diye bakacakken boğazımda bir şey hissettim. Bir ip... Adam öyle güçlü sıkıyordu ki boğazımı, soluk borum yırtılacak sandım. Silahımı düşürmem 1 saniye bile sürmemişti. Elimle ipi tutmaya çalıştım ama debelenmem boşunaydı, hemen bacağımda ki yerinden silahımı aldım ve adamın diz kapağına sıktım, ip gevşedi hemen, dinlenmeyi beklemeden karşımda ki adama da sıktım, alnına isabet etmişti kurşun. 'Kimden çıktı silah sesi?' 'Bizden değil komutanım, Songül komutanıma bakıp geleyim mi?' Naci'nin sesiydi. 'Siz devam edin, etrafta başkaları var belli ki, ben bakıyorum.' 'Songül iyi misin cevap ver?' 'Komutanım, Batı tarafında 4. Apartmanın civarında hareketlilik var.' 'Tamam Dursun, gözünü ayırma.' Bu sırada ben öksürmeye başladım, ipi aldım boğazımdan, dizlerimin üstüne düşmüştüm o sersemlikle, gözüm kararmıştı resmen, dizine sıktığım adamın ayağa kalktığını görmemiştim, bana attığı tekme ile yan tarafa düştüm, hala düzgün nefes alamıyordum, daha ne olduğunu anlayamadan adam yanıma düştü, kendime gelip ona tekme attım, yere yattı, güçlü birisi olduğu belliydi, o yerdeyken birkaç kere daha yumruk attım, belimden çıkarttığım bıçağı boğazına yaklaştırdım ama direniyordu, ikimiz de tüm gücümüzle itiyorduk bıçağı, bu gece ya o ölecekti ya ben... Sadi komutanın telsizde ki sorularına cevap veremiyordum, kızmasa bari diye geçirdim içimden. Adam benim boşluğumdan yararlanmıştı hemen, fırsatçı! Beni kenara itti, kalkmaya çalıştım ama hemen boğazımı sıkmaya başladı. O kadar iriydi ki, bir eli benim iki elim kadardı resmen. Parmağını bile açamadım, sersemlemiştim ve artık uyuşuyordum, kollarımda can kalmamıştı resmen. Bilincimi açık tutmak için direniyordum, bir elimle kenara düşen bıçağıma uzanmaya çalışıyordum ama imkanı yoktu. Sonumu hiç böyle hayal etmemiştim açıkçası. Göz kapaklarım o kadar ağır geliyordu ki... Birden kan fışkırdı yüzüme, her yer kan olmuştu, boğazımda ki ellerin gevşediğini hissettim. Ne? Ne oluyordu? Ben daha ne olduğunu anlayamadan Sadi komutan üstümde ki adamı kenara itti ve beni yan çevirdi, rahat nefes alabilmem için yapmıştı bunu muhtemelen. Anlayamadığım bir şeyler söylüyordu, her şey uğultu gibiydi. Öksürmeye başlamıştım, tüm organlarım çıkmak için savaş veriyordu resmen. Kendime gelmem 5 dakikayı aldı aşağı yukarı, nefesimi kontrol edebildiğimde yerde sırtüstü uzandım, Sadi komutan korku dolu gözlerle bana bakıyordu, elleri yanaklarımdaydı. Adımı seslenip duruyordu. 'Songül? Duyuyor musun beni? İyi misin?' 'İyiyim.' Yanda ki adama baktım, her yer kan olmuştu, sol omuzundan vurulmuştu muhtemelen. Ben adama bakarken Sadi komutan matarasında ki su ile ıslattığı bezi yüzüme sürmeye başladı, muhtemelen yüzümde kan vardı, onu temizliyordu. Biraz daha kendime geldim. Doğruldum. 'İyisin değil mi?' 'İyiyim. Siz olmasaydınız...' 'Boş ver diğer ihtimalleri, ben buradayım, sen de buradasın, iyiyiz. Hadi toparlan, daha çok işimiz var.' Gülümsedi. Önce Sadi komutan ayağa kalktı, uzattığı eline tutunup ben de kalktım. Boğazım acıyordu ama görevimi yapmam lazımdı. Sadi komutan hala bana bakıyordu. 'İyi misin? İstersen araca geç bekle.' 'Komutanım devam edebilirim, iyiyim.' 'Tamam.' Birkaç yudum su içtim kendi mataramdan, daha iyi hissediyordum. Her ne kadar eğitimlerde bizi bu tür durumlara hazırlasalar da hiçbir zaman boğazım o kadar sıkılmamıştı. Başımla onayladım ve yerden silahımı, tüfeğimi ve bıçağımı aldım. Sadi komutan yerde yatan adamı sarsmaya başladı, onu kendine getirdi zar zor. 'Konuş lan! Konuş! Var mı başkası?!' 'Y-Yok' 'Doğru söyle lan!' 'Yok.' 'Başka bir plan var mı?' Adam cevap vermeyince Sadi komutan bir yumruk attı. 'Cevap ver lan!' 'Yok.' Adamın ellerini plastik kelepçe ile bağladık. Telsizden bir anons geldi bu sırada. 'Komutanım bombalar imha edildi, etraf temiz.' 'Tamam, geniş çaplı bir araştırma yapın.' 'Emredersiniz komutanım.' Biz Sadi komutanla bizim tarafı dolaştık birileri var mı diye ama her yer temizdi adamın dediği gibi. Adamı da alıp araca döndük. Bu süreçte Sadi komutanın gözünün üzerimde olduğunu hissediyordum. Bir adım geride kalsa dönüp iyi olup olmadığımı soruyordu. Düşünülmek bu muydu?... 'Naci, bir Songül komutanını muayene et.' 'Komutanım iyiyim.' 'Hayır, kontrol edilecek dedim.' 'Komutanım, Sadi komutanım haklı, izin verin bir bakayım.' Tüm tim başıma toplanmıştı, Naci boynuma baktığında onun diyeceklerini bekliyorduk. 'Komutanım isterseniz bizim revirden bir krem vereyim, şimdiden kızarmış daha da kızaracaktır. İsterseniz bir hastaneye gidelim.' 'Hiç gerek yok, iyiyim ben.' 'Komutanım bence bir görünmenizde fayda var, hem boynunuz incinmiş de olabilir.' 'Arkadaşlar iyiyim, sakin olun.' Herkes bana bakıyordu, çocuk gibi hissetmiştim. 'Çocuklar binin hadi arabalara, istikamet hastane.' 'Komutanım iyiyim ben.' 'Hadi dedim Songül, hadi.' Mecbur gittik hastaneye, boynuma baktılar. İncindiği için dikkat etmemi söyledi doktor ve Naci'nin dediği gibi bir krem verdi. Boşu boşuna gelmiştik hastaneye. Eve döndüğümüzde Alp, Bora, Semih, Naci, Pars ve Dursun kendi evlerine dağıldılar. Biz de Sadi komutan ile apartmanın önündeydik. 'İyisin değil mi?' 'İyiyim komutanım, kaç kere sordunuz, iyiyim.' 'Korkuttun beni.' Bir an anlamsız bir bakışma oldu. '*Sadi komutan hızlı konuşmaya başladı, kendini açıklamaya çalışır gibi* Ya-Yani komutanın olarak korkuttun beni, sonuçta ben senin üstünüm sen benim askerimsin, benim sorumluluğumda olduğun için şey oldu, yani sonuçta bir şey olsa ben Murat komutana ne diyeceğim, sonra bunun yazısı var raporu var, oooo bir sürü iş, o yüzden korkuttun yani, biz tim olarak da çok korktuk yani, sonuçta bizim canımız ciğerimizsin sen, kardeşimizsin. Hem bir şey olsa biz ne diyeceğiz senin ailene? Bu kadar adam bir kıza sahip çıkamadınız demezler mi? Derler, sonra ben ne diyeceğim babana-annene? Hem sen timin göz bebeğisin, biz toplu olarak çok korktuk. Sen mesela bize bir şey olsa sen de korkarsın, şimdi ben de korktum, öyle bir korkma yani, asker korkması. Türk askeri korkmaz aslında ama böyle işte sevdiğimiz insanlara bir şey olunca, canımız ciğerimize bir şey olunca insan korkuyor.' 'Anlıyorum komutanım, sağ olun. Ben gideyim artık izninizle.' 'Tabi, dinlen, dinlenmen lazım, bak yoğurt da ye o yoğurt güzeldi iyi uyursun hem, dinlen güzelce yarın operasyon var sonuçta.' Gülmemek için ısırdığım yanağım artık işe yaramıyordu, ben de bu yüzden eve gittim. Erkeklerin iyi bir şey söyleyince sonrasını bozmaları hiç mi değişmez??? Evime geldiğimde önce üniformamı çıkartıp pijamalarımı giydim. Saat 5'e geliyordu, 2 saat uyuyup geri karargaha gelecektik. Uyumadan önce lavaboya gidip boynuma baktım, hayvan herif nasıl sıktıysa parmağının izleri bile duruyordu, en son gördüğümden daha da kızarıktı boynum ve yutkunurken acıyordu. Bir an gerçekten boynum kırılacak sanmıştım... Sadi komutanın apartmanın önünde söylediği sözlerin bir kısmı yankılanıyordu beynimde. 'Hem bir şey olsa biz ne diyeceğiz senin ailene? Bu kadar adam bir kıza sahip çıkamadınız demezler mi? Derler, sonra ben ne diyeceğim babana-annene?' Bu tür konuları konuşmamıştık daha önce o yüzden bilmemelerini normal karşılamam gerekiyordu. Haklıydı, bir şey olsa babam çok korkardı, çocukken düştüğümde bile kalbinin acısı yüzüne yansırdı... Ailem... Acaba o gün eve dönebilselerdi ne olurdu diye bin kere düşünmüştüm, şimdi bin birinciyi düşünme vakti gelmişti. Bana bir şey olsa kime haber vereceklerdi mesela? Abime mi? Yıllardır düzgünce konuşmadığımız abime, durmadan beni suçlayan abime... Şuan nerede, ne yapıyor, iyi mi hiçbir fikrim yoktu. Annem şuan bizi görüyorsa eğer kesin çok kızıyordur. Küçükken de abimle didiştiğimizde çok kızıyordu, 'siz kardeşsiniz, birbirinize sahip çıkın' derdi hep... Bir bilse şimdi bu halde olduğumuzu? Gerçi abimle yüz yüze gelsek barışmamız 2 dakikayı bulmazdı, hemen gider sarılırdım boynuna, o da bana... Bu düşüncelerle boğuşarak bir şekilde uyudum, alarmın çalmasıyla hemen kalkıp duş aldım. Hazırlandıktan sonra boynuma kremimi sürüp askeriyeden verilen fularlardan birini taktım. Bu sırada kapı çalındı. Alp bekliyordu... 'Günaydın komutanım.' 'Günaydın, hayırdır?' 'Komutanım bu sabah size ben eşlik edeceğim. Onu haber vermek için gelmiştim.' 'Ne eşliği anlamadım.' 'Murat komutanımın bizzat emri komutanım, hazırsanız çıkalım.' 'Bir bu eksikti... Tamam geliyorum.' Ayakkabılarımı giydim ve çıktık. 'Komutanım bugün yeni bir yüzbaşı gelecekmiş biliyor musunuz? Bu yeni dosya için, bir süre bizimle çalışacakmış.' 'Kimmiş?' 'İsmini bilmiyorum komutanım. Sizce Sadi komutanımla anlaşabilecekler mi komutanım?' 'Bilmem, niye anlaşamasınlar ki? Kaç yaşında medeni insanlar.' 'Sadi komutanım başta biraz sert-kaba görünür ama iyi insandır komutanım, bu başından geçen olaylar da işte onu iyice sert yaptı ama bu sıralar daha iyi, iyi toparladı yani komutanım.' 'Alp sen komutanının dedikodusunu mu yapıyorsun?' 'Yok komutanım, ben size bilgi vermek babında...' 'Ay verme bilgi falan, ben bir şey gerekirse gelir sorarım, çok ayıp Alp, çok ayıp. Hem sabah sabah ne bu enerji?' 'Komutanım sabah Sadi komutanım 5 kilometre koşturdu da, uyuyamadık malum, uyuyamayınca benim çenem açılıyor biraz.' 'Fark ettim. Nefes al bak arada, boğulacaksın.' 'Alırım komutanım da boynunuz nasıl oldu? O adam da yani gavurun boynunu sıkar gibi nasıl yapmış?' Alp bakışlarımı görünce kısa bir anlığına sustu. 'Komutanım şey, ben öyle demek istemedim, yani size gavur demedim, öyleymiş gibi dedim, yoksa olur mu komutanım hiç der miyim öyle bir şey? Asla. Çok özür dilerim komutanım. Öl diyin öleyim komutanım.' 'Alp ölme ama Allah aşkına yeter bu sabah, akşam dönüşte söz dinleyeceğim seni uzun uzun.' 'Peki komutanım, bugün beraberiz nasılsa.' 'Bir dakika? Sen tüm gün velim gibi peşimde mi olacaksın?' 'Evet komutanım, Sadi komutanım dedi Murat komutanım da kabul etti, 'iyi olur, iyi düşünmüşsün' dedi hatta.' 'Offf. Neyse yürü hadi geç kaldık yine.' Saat henüz 7'ydi. Henüz Murat komutan ve Sadi komutan gelmediği için ortak alanda ki koltuklarda bekliyorduk. Bora herkese çay getirmişti. Semih de nereden bulduysa bir tepsi börekle gelmişti. Önce bir tabak bana ayırdılar sağ olsunlar, sonrasında saatime göre 8 dakika içerisinde bitti. Öyle komiklerdi ki. Onlar böreklerinin üzerine çaylarını içerken ben de odama gitmek üzere kalktım. Ben kalkınca hepsi birden kalktı bir anda. Garip bir bakışma oldu, gerçi her zaman saygıdan ötürü kalkıyorlardı ayağa ama kalkmalarına benim açımdan gerek olmadığını onlara bin kere söylemiştim. 'Komutanım nereye?' dedi Alp merakla. 'İşim var Alp, müsaadenle gidebilir miyim?' 'Yok komutanım estağfurullah, şimdi Sadi komutanım ya da Murat komutanım sorarsa diye şey ettim komutanım.' 'Allah'ım yarabbim, arkadaşlar oturun siz de lütfen, devam edin yeme içmenize, afiyet olsun.' 'Sağ ol' dediler aynı anda, ben giderken onlar da oturdular. Kapıdan çıkmadan önce arkamda birisinin olduğunu fark ettim, baktığımdaysa gördüğüm kişi beni şaşırtmadı, Alp... 'Ne oluyor Alp?' 'Bugün sizi bana emanet ettiler komutanım, kusura bakmayın ayrılamam yanınızdan.' 'Bak şaka falan yapıyorsan hiç gerek yok, güldük eğlendik.' 'Yo komutanım şaka değil, bana gelen emir bu yönde. Sadi yüzbaşı oyar beni yoksa, zaten sigarayı da kaptırdık.' Yılgın bakışlarım onu bir kere daha susturdu sanarken başarılı olamadım. 'Komutanım yani şey, serzeniş gibi düşünelim, dedikodu falan değil yoksa, yanlış anlamayın.' Yürümeye devam ettim, Alp birkaç adım arkamdaydı. Murat albayın odasının önünde Veysel'i gördüm, beni görünce ayağa kalktı hemen. 'Murat albay ne zaman gelecek?' 'Bilmiyorum komutanım. Her gün 8 de geliyor ama.' 'Tamam, gelince bana haber ver.' 'Emredersiniz komutanım.' Odama geldiğimde Alp'in kapıda beklediğini gördüm.. 'Geç otur bari, öyle ayakta bekleme.' 'Yok komutanım, sağ olun.' 'Alp otur dedim, bak çok yoruyorsun bugün beni.' 'Özür dilerim komutanım *bu sırada koltuğa oturuyordu* istediğiniz bir şey var mıydı bu arada? Hemen getiririm komutanım.' 'Hayır Alp sağ ol. Tek isteğim şu raporları okuyup imzalamak.' Ben de koltuğuma oturdum ve raporları okumaya başladım, 15 dakika sonra Alp esnemeye başlamıştı, odaya hem güneş vuruyordu hem de çok sessizdi bu yüzden gayet normaldi. Benim lisede ki yurt odam da aynı böyle olduğu için uyumamaya alışmıştım. Alp 5 dakika içerisinde 30 kere şekil değiştirdi ama sabah da uyumadığı için uyuyacağı belliydi. 'Alp, hadi iki kahve al bize.' 'Tabi komutanım da niye iki?' 'Biri sana biri bana işte. Benim ki sade olsun.' 'Bana hiç gerek yok komutanım ama sizinkini hemen alıp geleyim.' 'İki tane dedim Alp, hadi.' 'Emredersiniz komutanım.' Bir süre sonra Alp kahvelerle geldi, uykusunun açıldığı belliydi. Yerine geri oturduğunda cebinden iki tane de çikolata çıkarttı, ikisini de bana uzattı. 'Komutanım sizin için aldım, kahvenin yanında güzel olur.' 'Teşekkür ederim, biri yeterli ama.' 'Peki komutanım.' Alp çikolatayı bıraktıktan sonra bir süre sessizce kahvelerimizi içtik. 'Kimmiş yeni gelen yüzbaşı?' 'Bilmiyorum ki komutanım, gelir herhalde birazdan, 45 geçiyor saat.' 'Allah allah, sen mi bilmiyorsun, nasıl kaçtı gözünden?' 'Komutanım valla ben de şaşkınım' Bu sırada Veysel geldi açık olan kapıyı tıklayıp. 'Komutanım, Murat komutanım geldi.' 'Tamam Veysel, sağ ol.' Kahvemden son yudumu içip ayağa kalktım, odamda ki aynanın önüne gelip boynumda ki fuları düzelttim, boynumun hala kırmızı olması sinirimi bozuyordu. Murat yüzbaşının odasına gittim, Alp bu sefer kapının dışındaydı. -içerisi- 'Gel kızım, nasıl oldun?' 'İyiyim komutanım. Sağ olun.' 'Komutanın olarak değil Murat amcan olarak soruyorum, ne dediler hastanede?' 'İncinmiş, krem verdiler bir tane.' 'Boyunluk istememişsin?' Şaşırmıştım, çünkü Sadi komutanın bunu bile söyleyeceğini düşünmüyordum. 'Gerek yoktu, hem iyiyim ben. Kızarıklık var sadece, o da fularla hallediliyor.' Gülümsedim. 'Dikkat et bak, lazımsın sen bize. Hem Aysel teyzen keser bizi valla.' Güldük ikimizde. Aysel teyzeme söylemedikleri belliydi, ortalığı ayağa kaldırırdı kesin. 'Bugün etkinlik olacağı için 2 saat önceden siz de parka gidin, dikkat çekmeden mevzilenin. Sadi yüzbaşıda gelecek sizinle, emir komuta onda. Olağan dışı bir durum olursa diye tedbir alalım. Bir sürü çocuk olacak orada, önceliğiniz her zaman siviller, bunu unutmayın. Hazırlığa başlayabilirsiniz, Sadi de birkaç dakika içerisinde yanınızda olur' 'Emredersiniz komutanım.' 'Ha bir de, bugün yeni yüzbaşı geliyor, baktın mı dosyasına?' 'Hayır komutanım, bakma fırsatım olmadı.' 'Neyse gelince görürsün zaten, birazdan burada olur.' Başımla onayladım. 'Komutanım? Bir şey sorabilir miyim?' 'Tabi kızım, sor.' 'Alp tüm gün benim peşimde mi olacak?' 'Evet, ne oldu ters bir şey mi söyledi?' 'Hayır, bir şey olmadı da, her adımımda peşimden birisinin gelmesi biraz-' 'Sıktı demi, iyi ki Veysel'i vermedik, şükret sen.' Güldük ikimiz de. 'Eeee üsteğmenim, bugün böyle. Hem sana da iyi bir ders olur, bir dahakine daha dikkatli olursun.' 'Emredersiniz komutanım, ben çıkayım o zaman.' Selam verip çıktım. Ben çıktığımda Alp ve Veysel hazır ola geçtiler. 'Alp, time haber ver gara gelsinler, hazırlanacağız.' 'Emredersiniz komutanım.' Biz gara geçtikten birkaç dakika sonra timin kalanı da geldi, Sadi yüzbaşı bizden yaklaşık 5 dakika sonra geldi. Hep beraber silahlarımızı hazırladık. Tamamen hazırlandığımızda operasyon saatini beklemeye başladık. Biz beklerken Murat komutan geldi aceleyle. Biz hemen hazır ola geçtik. 'Çocuklar, deminden yeni bir ihbar geldi. 2 kişi 6 katlı bir binaya bomba yerleştirirken görülmüş. Binada oturanlardan biri de belediye başkanı. İkiye ayrılacaksınız. Sadi, Dursun, Naci ve Bora, siz parka gideceksiniz. Siviller her zaman önceliğimiz. Songül, Alp, Semih ve Pars, siz de bu binaya gideceksiniz, adres size bildirilecek.' 'Emredersiniz komutanım.' Askeri araçlara binip verilen adresin bir arka sokağına geldik. Dikkat çekmemek için çok sessizce ilerliyorduk. Tüfeklere susturucu takmıştık, sonuçta şehrin içindeydik ve halk korkup panikle plan dışı şeyler yapabilirdi. Apartmana girdik. Önce Alp bodrum katı kontrol etti, temizdi. Tek tek, dikkatlice yukarıya çıkıyorduk. Her çıktığımız katta daireleri boşaltıyorduk, siviller önceliğimizdi ama hızlı olmak için dairelerin içini kontrol etmeyi atlamıştık. Apartmanın içinde yankı yapabileceği için konuşamıyorduk ama bir terslik vardı, etrafta hiç iz yoktu ve bombayı da bulamamıştık. İhbarı yapan kişi apartman boşluğuna takıldığını söylemişti ama tüm katlara bakmamıza rağmen bir şey bulamamıştık. 'Komutanım, ne yapacağız?' 'Bilmiyorum Alp.' Telefonumu çıkartıp Murat albayı aradım. 'Ne yaptınız Songül?' 'Komutanım apartman temiz, bomba veya herhangi bir iz yok.' 'Nasıl yani?' 'Tertemiz her yer. Biz de şaşırdık, ne yapalım diye sormak için aradım.' Tam Murat komutan cevap verirken merdivenin başındaki iki kapının aynı anda açıldığını gördüm. Semih ve Alp zaten geridelerdi, Pars'ı geri çektim hemen ve bir kat aşağıya indik. Telefonumu düşürmüştüm. Boşalttığımız iki daireden bir sürü terörist çıkmıştı, nasıl fark edememiştik?! 'Allah kahretsin!' Biz alt kata indikten hemen sonra resmen üzerimize şarjör boşaltmışlardı, durmadan ateş ettikleri için başımızı bile çıkartamıyorduk. 'Komutanım iyi misiniz?' 'İyiyim. Murat komutana haber vermemiz lazım.' 'Ben haber veriyorum hemen komutanım.' Semih birkaç adım geriye gidip telsizden bildirdi durumu, ekip telsizinden söylediği için diğer ekip de duymuştu tabi. 'Komutanım aşağıdan gelenler var' Pars'ın cümlesiyle artık bir şey yapmamızın zamanı gelmişti. Türk askeri öylece sonunu beklemezdi! 'Alp, Semih siz üsttekileri alın, biz de Pars'la alttakileri halledelim, dikkatli olun.' 'Emredersiniz komutanım.' Semih ve Pars emrimi almışlardı ama Alp... Ah Alp, ah. 'Komutanım bende sizinle gelsem?' 'Alp, dediğimi yap.' 'Komutanım sizi bırakmamam lazım.' 'Alp, dediğimi yap yoksa 1 hafta mutfakta patates soyarsın.' 'Emredersiniz komutanım.' Hemen ateşe başladık, biraz beklememiz kurşunlarını bitirmişti ki bu bizim için iyi bir şeydi, şarjör değiştirirken Semih ve Alp hemen ateşe başlamıştı ve birçok adamı indirmişlerdi ama kalabalıklardı. Bir de aşağıdakileri indiriyorduk tek tek, merdivenin korkuluğuna yakın yürüyen salaklar bile bir sürüydü, belki de mermimiz bitmesi için bir tuzaktı ama mecburduk. Biz birkaç kat aşağıya indik. Dışarıda bir minibüs adamın daha getirildiğini gördüm camdan. 'Komutanım desteğe ihtiyacımız var, mermimiz azalıyor.' 'Tamam Songül, dayanın, ekip yönlendiriyorum hemen.' 'Komutanım, park temiz, siz ekibi parka yönlendirin, biz yakınız nasıl olsa bulundukları apartmana.' Sadi yüzbaşının tedirginliği sesinden belliydi. 'Tamam Sadi, siz geçin o zaman oraya, ben ekibi parka yönlendiriyorum.' 'Anlaşıldı.' Üst kattan gelen seslerin kesildiğini fark ettim. Ne oluyordu? 'Alp? Semih? Talimat verin, ne oluyor?' 'Komutanım temizledik sayılır, iyiyiz.' Semih'in söyledikleriyle biraz olsun rahatladım. Adamların bize doğru geldiğini biliyorduk. Onlar geldikçe indiriyorduk, avantaj bizdeydi, zaten gelenlerin çoğu daha düzgün silah tutmayı bile bilmiyordu. Bir süre sonra gelenlerin azaldığını fark ettim. 'Komutanım, üst taraf temiz. Yanınıza geliyoruz.' Tekrar camdan baktığımda apartmana bomba yerleştirdiklerini gördüm. İşte şimdi köşeye sıkışmıştık. 'Alp, Semih, hemen atlayın binadan! Bomba var! Pars, sen de üst kata çık, hemen!' 'Komutanım bırakmam sizi. Şu adamları indirsek hemen iner bakarız zaten.' 'Onlarla oyalanmamızı istiyorlar, o kadar vaktimiz yok, hadi yukarıya çık!' 'Komutanım biz de sizi bırakmayız.' Semih ve Alp'in aşağıya doğru geldiğini duyuyordum adım seslerinden. 'Bu bir emirdir! Çıkın şu binadan!' 'Ne oluyor Songül?' Tam da sırasıydı, şimdi gel bir de Sadi komutana anlat derdini. 'Komutanım binada bomba var, Alp, Semih ve Pars'a çıkmalarını söylüyorum ama çıkmıyorlar.' 'Hass... Geldik sayılır, dayanın. Hepiniz çıkın binadan!' Gerçekten de gelmişlerdi, sokağın köşesinden döndüklerini gördüm. 2. Kattaydık, kapısı açık bir eve girdik. Önce Semih, Alp ve Pars atladı. Ben tam atlayacakken bir ağlama sesi duydum. Bu sırada Sadi komutan hemen çıkmamı bağırıyordu. 'Komutanım, 2 dakika verin bana.' 'Songül ne yapıyorsun! Çık şu binadan!' 'Komutanım çocuk var sanırım.' 'Geliyorum.' Ben hemen koltukların arkasına bakmaya başladım, gerçekten de salonda ki koltuklardan birinin arkasında 5 yaş civarında bir kız çocuğu vardı. 'Güzelim, ne yapıyorsun burada? Ben askerim, seni kurtarmak için geldim.' 'Annemi istiyorum.' Kız koşarak boynuma sarıldı. Kucağıma aldım onu. Camdan atlayamazdık beraber, ikinci kat olsa bile tehlikeliydi çocuk için. Sadi komutan geldi bu sırada, ne ara gelmişti hiç anlamamıştım bile, merdivenleri çok hızlı çıktığı belliydi. 'Tamam mısın? Hadi çıkalım.' Kapıya doğru giderken telsizden bir anons geldi, 'Komutanım son 30 saniye, acele edin.' Dursun'un sesinin titrediğini anlayabiliyordum. Sadi komutan etrafına bakıyordu. Kolumdan tutup çekiştirerek bir yatak odasına getirdi, çocuğu indirdim kucağımdan, hemen yorgana sardık çocuğu, Sadi komutan da kaskını taktı kızın başına, en az hasarı ancak böyle alabilirdi. Saatime baktığımda son 2 saniye kaldığını gördüm, hemen çocuğun üstüne kapandım. Tam da zamanında patladı bomba. Bina yerle bir olmuştu resmen. Kendime ne zaman geldiğimi bilmiyordum, yanımızda ki küçük kızın ağlama sesi ile kendime geldim. Kulaklarım çınlıyordu, hiçbir şey duyamıyordum. Hemen kalkmaya çalıştım ama başım fena dönüyordu. Bir süre kendime gelmeye çalıştım, öksürmeye başlamıştım ama kısa sürdü. Mataramda ki suyu önce çocuğa içirdim, bir yudum da ben aldım. İdareli kullanmak zorundaydık, ne kadar burada kalacağımızı bilmiyorduk. Etraf karanlıktı, küçük bir alanda hayatta kalmıştık, betonların arasından sızan ışık aydınlatmaya çalışıyordu bulunduğumuz yeri. Yanımda ki çocuk yorganın içinden çıkıp boynunda ki feneri yaktı. Gülümsedim. 'İyi misin? Yaralı mısın?' Çocuk 'hayır' anlamında salladı başını. Etrafıma baktığımda Sadi yüzbaşıyı gördüm, hemen yanına gittim. 'Komutanım? Komutanım duyuyor musunuz beni? Komutanım?' Onu biraz sarsmamla öksürmeye başladı, derin bir oh çektim. Kısa sürede geldi kendine, onun da kulaklarının çınladığını bildiğimden sıkboğaz etmedim. Mataramı çıkartıp ona uzattım, biraz kendine geldiğinde su içti. 'İyi misiniz siz?' 'İyiyiz komutanım, siz iyi misiniz?' 'Kaşınız patlamış' Sadi komutan kaşına dokundu. 'Derin değildir. Çocuk iyi değil mi?' 'İyi komutanım, korkuyor sadece.' İkimiz de dizlerimizin üzerindeydik, daha fazla ayağa kalkamıyorduk. Betonları oynatabiliyor muyuz diye denemeye başladık, 10 dakika kadar sonra Naci abinin sesini duydum. 'Komutanım? Duyuyor musunuz? Komutanımm.' Bizi aradıkları ve korktukları belliydi. 'Naci, buradayız, iyiyiz.' Sadi komutanın gür sesiyle Naci'nin buraya doğru geldiğini duyduk. 'Komutanım?' Işık sızan küçük aralıktan bir demir çubuk çıkarttım. 'Buradayız.' Naci çubuğu görüp gelmişti. Ekibe de anons geçmişti. 'Arka tarafa gelin, buradalar.' Kısa sürede herkes geldi. Hemen betonları kaldırmaya çalıştılar. Çocuğun korktuğunu fark ettim, hemen yanına geldim. 'İyi misin? Korkma, çıkacağız birazdan.' 'Annemi istiyorum ben, anneme götür beni.' Küçük çocuk ağlıyordu. Kolay değildi, önce apartmanında teröristler ateş açmışlardı sonrasında da enkazda kalmıştı, resmen travma sebebiydi. Onu kucağıma aldım ve ona sarılarak oturdum, o da bana sarılmıştı. Ağladığını duyuyordum. Bizimkiler bir yerden kazma tarzı bir şeyler bulmuşlardı, mahalleden birkaç genç de vardı galiba, tanımadığım sesler vardı dışarıda. Yaklaşık 20 dakika sonra içeriye ışık doldu, geçmemize yetecek kadar bir boşluk açılmıştı. Önce çocuğu çıkarttık, sonra ben sonra da Sadi komutan çıktı. Alp hemen yanıma geldi. 'Komutanım, iyisiniz değil mi komutanım?' 'İyiyim Alp, sakin ol, çocuğu korkutuyorsun.' 'Özür dilerim komutanım.' Çocuğun hizasına eğildim. 'Annenin ya da babanın adını söyleyebilir misin bana?' 'Öznur, annemin adı Öznur, babamın adı da Mustafa.' 'Tamam. Şimdi bulacağız aileni.' 'Alp, duydun, aileyi bul bana hemen.' 'Komutanım, diğer tarafa emniyet şeridi çektik, orada çocuğu için ağlayan bir aile var, onlar olabilirler mi?' 'Gidip bakalım.' Ön tarafa gittik. Çocuk ağlayan aileyi görünce hemen koşarak yanlarına gitti. Biz ise yürüyerek gidiyorduk. Aile ve çocuğun sarıldığını görmek kalbimi ısıtmıştı. 'Allah razı olsun sizden, ne dilerseniz dileyin benden, Allah razı olsun.' Adının Mustafa olduğunu öğrendiğimiz adam resmen ayaklarımıza kapanacaktı, tuttum hemen onu. 'Ne demek, görevimiz bu bizim.' 'Çok teşekkür ederiz, iki dakika markete çıkmıştım, yoksa bırakır mıydım evde, Allah razı olsun sizden.' Kadın gözlerinden akan sevinç gözyaşlarını sildi sözlerinden sonra. 'Hepimizden razı olsun. Siz iyisiniz değil mi?' 'Kızımızı sağ salim getirdiniz ya bize, bizden iyisi yok, teşekkür ederiz.' 'Ne demek, *Alp geldi yanıma*' 'Komutanım gitmemiz lazım.' 'Tamam. *kadına döndüm* Bizim gitmemiz lazım, ekipler sizi güvenli bir eve yerleştirecekler, geçmiş olsun tekrardan.' 'Sağ olun.' Biz ekibin yanına döndük, kısa sürede zaten yardım ekipleri gelmişti olay yerine. 'Herkes iyi değil mi?' 'Evet komutanım.' Naci hepimizin iyi olduğuna emindi, bizi zaten ilk çıktığımızda muayene etmişti hızlıca. Ben bu sırada üzerimde ki tozları silkeledim ama yine de kalmıştı üzerimde biraz. Etrafın güvenliğini sağladıktan sonra olay yerini ekiplere bırakıp karargaha döndük. Diğerleri dinlenme odasına giderken Sadi komutan ile ben Murat albayın odasına gidiyorduk. Arkadan birisi seslendi, ikimiz de geriye döndük, gördüğüm kişi karşısında şok olmuştum resmen. Hemen koşup sarıldım. ~Sadi Seslenen kişi bir yüzbaşıydı, yeni gelen yüzbaşıydı muhtemelen de kimdi lan bu adam? Songül ile nereden tanışıyorlardı? Neden koşup boynuna sarılacak kadar seviyordu onu? Alp... Alp kesin bilir, hemen bulmam lazım onu. Etrafıma baktım ama kimse yoktu bizden başka, bir Veysel vardı, o da en az benim kadar şaşkın bize bakıyordu. 'Çok özledim seni.' 'Ben de, sürpriz yaptık sana Murat amca ile. Normalde sabahtan gelecektim ama uçak geç kalktı falan gelemedim, anca oldu.' 'Ben de diyorum ne zamandır aramıyor, nerede ne yaptı? Öldüm yani meraktan.' 'E sen arasaydın prenses, incilerin mi dökülürdü?' 'Yaa, en son küsen benim.' Neden küsmüşlerdi acaba? Offf. Yanlarına gitse miydim acaba? Yok canım, çok ayıp olurdu. Bekledim. Zaten kısa sürede yanıma geldiler. 'Hoş geldiniz.' 'Sağ olun.' Bu sırada Murat albay çağırdı bizi. Üçümüz de girdik içeriye, selam verip ikinci otur talimatında oturduk. 'Siz tanıştınız mı Sadi ile?' 'Kapıda karşılaştık ama tanışmadık daha.' 'Sadi yüzbaşı uzun zamandır bizimle, sahada çok iyidir, iyi anlaşacağınıza eminim.' Bana döndü yeni yüzbaşı. 'Memnun oldum tanıştığıma, Taylan ben de. Trabzon'dan geldim.' 'Ben de memnun oldum, oranın yeşilliğinden sonra burası size kurak gelir.' 'Ülkenin dört bir yanında çalıştım, her koşula alışığım.' Gülümsedik ikimiz de. 'Sen nerede kalacaksın?' Albayımın sorduğu sorunun cevabını en çok merak eden kişi bendim herhalde. 'Bende kalır, zaten odanın biri boş duruyor.' 'Yok canım geçerim bir pansiyona.' 'Saçmalama istersen. Bildiğin üzere 3 güne kadar dayanabiliyoruz birbirimize.' Ne yani şimdi bu adam Songül'ün evinde mi kalacaktı? Eski sevgilisi falan mıydı acaba? Nereden tanışıyorlardı bilmediğim için resmen içim içimi yiyordu. Murat albay da tanıdığına göre eskiden beridir tanışıyorlardı Songül ile. Ama eski sevgili olayı olsa Murat albayın izin vereceğini sanmıyordum. 'Sadi, sen Taylan'ı timin yanına götür istersen, Songül kızım sen de git bi üstünü temizle, ne oldu ikinize? Üstünüz başınız toz içerisinde? Tim arabada durdu da siz mi çatıştınız? Ne bu hal? Sadi sen de temizle üstünü başını.' 'Emredersiniz.' İkimiz aynı anda mahcup bir şekilde söylemiştik. Ben Taylan'ı bizimkilerin yanına götürmüştüm. Giderken pek konuşmamıştık, onu bıraktıktan sonra da kendi odama gittim ve yedek formamı giydim. Songül ile aynı anda çıkmıştık odadan, yan yanaydı odalarımız. Beraber yürümeye başladık. 'Sen tanıyorsun sanırım yeni gelen yüzbaşıyı?' 'Evet, tanıyorum.' Yüzünde gülümseme oluşmuştu. 'İyi birisine benziyor.' 'İyidir Taylan yüzbaşı, biz kendisiyle pek anlaşamayız ama bence siz iyi anlaşacaksınız.' 'Bakalım...' Timin yanına gittik, bizimkiler kısa sürede alışmışlardı birbirine, gerçi Taylan kafa adamdı ama bir ısınamamıştım, Songül ile nereden tanıştıklarını öğrenmek istiyordum. Akşam evlere dağıldık. Taylan Songül'ün evine gitmişti. Ben kendime menengiç yapıp oturma odasında içerken kapım çaldı, saat 6'yı geçiyordu, birisini beklemiyordum, şaşırdım. Kapıyı açınca karşımda Songül'ü görünce daha da şaşırdım. 'Songül?' 'Komutanım, merhaba.' 'Merhaba?' 'Murat komutanım akşam yemeğe çağırdı, asla itiraz istemiyor, almadan gelme dedi. Aysel teyze yine çok güzel şeyler yapmıştır kesin, bence kaçırmak istemezsiniz.' 'Ben başka-' 'Olmaz komutanım, Murat komutanımın kesin emri var, gerekirse kolundan tut getir dedi.' 'Peki madem, ben hazırlanayım, sen de kapıda kalma içeride bekle istersen. 'Olur.' Songül oturma odasına geçmişti, ben ise odama gidip hızlıca hazırlandım. Şuan resmen Songül oturma odasındaydı ve beraber Murat albayın evine gidiyorduk. Her şey gerçek dışı geliyordu. Çok heveslenmemem gerektiğini hayat acı bir şekilde öğretmişti, dersimi almıştım, sakinliğimi korumam lazımdı. İçeriye geldiğimde Songül'ü dışarıya bakarken gördüm. 'Ben hazırım, çıkalım mı?' 'Tamam.' Songül'ün geçen hafta kiraladığı arabaya bindik. 'Taylan yüzbaşı gelmiyor mu?' 'Hayır, ekti yine bizi gıcık.' Songül yanlış bir şey söylemiş gibi hemen düzeltmeye çalıştı. 'Ya-Yani yaptığı hareket öyle, yanlış anlamayın.' 'Yok yanlış anlamadım, yakınsınız sanırım?' 'Haliyle.' 'Eskiden beridir mi tanışıyorsunuz?' 'Tabi, yani aslında birbirimize gıcık oluruz diyebilirim, ilk 2 gün maksimum iyi anlaşabiliyoruz, sonrası felaket.' 'Niye ki?' 'Anlaşamıyoruz, zaten o yüzden yıllardır o faklı şehirde ben farklı şehirdeyim.' 'Böyle sorularla sorguda gibi oldu.' 'Yok komutanım, estağfurullah.' Bir süre sessizce ilerledik, camdan giren rüzgar Songül'ün saçlarını geriye savuruyordu, saçları öyle güzel kokuyordu ki... Kendimi ona bakarken fark ettim ve hemen toparlandım, bu günü mahvedemezdim, uzun zaman sonra gerçekten düzgün bir hayat yaşamaya başlamıştım, kimsenin beni yanlış anlamasını da istemiyordum. Belli ki Taylan ile bir geçmişleri vardı, gerçi kimsenin hayatı beni ilgilendirmiyordu. Bu sırada Murat albayın evine vardık. Songül arabayı park edince indik arabadan. Evin kapısını çaldığımızda Aysel Hanım açtı, Songül ile uzunca sarıldılar, anne-kız gibi... Ben de tokalaştım, çok iyi insanlardı. Hep beraber yemek yedik. -sofra- Aysel Hanım herkese bir sürü şey yedirmeye çalışıyordu, yuvarlak bir masadaydık, Aysel Hanım Songül'ün yanındaydı, Songül'ün diğer tarafında ben vardım, benim yan tarafımda Murat albay ve onun yanında Aysel Hanım vardı. Sakince yemeğimizi yerken Aysel Hanım birden durup bize bakmaya başladı. 'Ne oldu Aysel?' dedi Murat albay. 'Murat, baksana ne çok yakışıyorlar.' Üçümüz de şok olmuştuk, Songül öksürmeye başladı, muhtemelen boğazına bir şey kaçmıştı. Hemen sırtına vurdum, gerçi öksüren birisinin sırtına vurulmazdı ama o an direkt aklıma bu gelmişti. Songül su içince kendine geldi biraz daha. 'Hanım sen de kızı yolluyordun diğer tarafa.' 'Ay Allah gecinden versin, zaten her gün yüreğim ağzımdayım, dua ediyorum hepinize. Allah'ım korusun sizi.' Aysel Hanım kalktı masadan, 'Çayın suyunu koyup geleyim hemen, siz devam edin.' 'Ben koyardım.' Diye kalktı Songül, ikisi beraber mutfağa gittiler. Murat albayın bana baktığını hissedebiliyordum. 'Barbunya yedin mi?' 'Yedim komutanım.' 'Dışarıda abi diyecektin, anlaşmamış mıydık?' 'Anlaştık tabi ko-, abi, ağız alışkanlığı.' 'Barbunya ye bak, güzel yapar.' Barbunya kasesini aldım, kaşıkla tabağıma koydum birazını. 'Bu yeni yüzbaşıyla aranız nasıl?' 'İyi abi, yani tabi daha çok konuşamadık ama bir sıkıntı çıkmadı en azından.' 'İyidir Taylan, ben çocukluğunu bilirim onun, ta o zamanda böyle ekerdi bizi *güldü* Songül sahada kafasına göre davranır biraz, fark etmişsindir sen de.' 'Etmez miyim, bir de bir yer buluyor kendine, bulabilirsen bul, öldü mü kaldı mı bilemiyoruz, telsizini de çıkartıyor.' '*güldü* öyledir Songül, tek başına mücadele eder daha çok ama Taylan onun tam tersine her adımını timle beraber atar.' 'O zaman sahada iyi anlaşacağız gibi.' 'Anlaşırsınız. Songül de aslında timi korumak istediğinden öyle tek tabanca gider. Çünkü onu keskin nişancı olduğu için daha hızlı etkisiz hale getirmesi gerekir düşmanın, bu sayede düşmanın dikkatini kendi üzerine toplayıp timin daha rahat hareket etmesini sağlıyor.' 'Riskli bir hareket.' 'Öyle, zaten hepimiz deli değil miyiz? Akıllı adamın bizim karargahta işi ne?' Güldük ikimizde, bu sırada Aysel Hanım ve Songül geldi. 'Taylan'ıma da bir şeyler koydum, geciktik o yüzden. *Songül'e döndü* Bak unutma onları, çocuk ne zamandır düzgün yemek yememiştir.' 'Bir şey olmaz ona ya ama unutmam merak etme.' 'Ahh sizin şu didişmeleriniz ne olacak? İnsan 7'sinde neyse 70'inde de o olurmuş gerçi.' 'E siz de didişiyorsunuz Murat amcamla, biz bir şey diyor muyuz?' dedi Songül, Murat abi ve ben gülmemek için zor duruyorduk, Songül gülümsüyordu... 'Kızım biz karı kocayız, bak kaç yıl oldu, 35'i geçti, siz evli misiniz?' 'Ya tamam orası öyle de, biz de böyle anlaşıyoruz.' 'Kızım siz bildiğiniz gibi devam edin, *Aysel Hanım'a döndü* e biz de böyle anlaşıyoruz canım.' 'Off neyse, sizinle uğraşılmaz, Taylan'a salata koydum ama bundan da koyayım mı? Sever mi? *elinde patates salatasının tabağını tutuyordu* Dur ben koyup geleyim.' Aysel Hanım tam kalkacakken Songül durdurdu. 'O patates sevmez pek, hiç gerek yok. Hem o kadar şey koydunuz, yeter onlar ona.' 'Emin misin kızım, sonra aç kalmasın çocuk.' 'Hanım kaç yaşında adam, niye aç kalsın. Hem karargahta yemek çıkıyor.' 'İyi peki.' Aysel Hanım'ın tatmin olmadığı her halinden belliydi ama direnmeyi bırakmıştı. Yemekten sonra hep beraber sofrayı toparladık ve çay içmek için koltuklara oturduk. Murat abinin askerlik anıları, Aysel Hanım'la tanışmaları vb bir sürü anı dinledik, çok güzel zaman geçirmiştik. Dönüşte arabayı ben kullandım geç olduğu için. Songül hemen yan koltuğa geçmiş ve kısa sürede de uyuyakalmıştı. Üst üste gelmişti operasyonlar, dinlenememişti. Eve geldiğimizde o uyuduğu için arabadan inmedim. Belki uyanır diye beklemeye başladım, yorgun olduğundan uyandırmak istemiyordum. Yaklaşık 45 dakika sonra Songül uyandı. 'Geldik mi?' 'Geldik.' Songül hemen doğruldu. 'Komutanım çok özür dilerim, benim içim geçmiş.' 'Sorun yok, kaç gündür dinelemedin doğru düzgün, olur öyle.' 'Saat de bayağı geç olmuş. Yol uzun mu sürdü?' 'Yok, burada bekledik.' 'Niye?' 'Yorgunsun diye uyandırmak istemedim, gerçi biraz daha uyanmasaydın Taylan'ı arayacaktım.' Gülümsedim. Songül şaşırmıştı. 'Teşekkür ederim ama keşke uyandırsaydınız, böyle ayıp oldu.' 'Yok canım ne ayıbı. Hadi inelim, daha fazla açılmasın uykun.' ~Songül Eve geldiğimde şaşkınlığım hala geçmemişti. Taylan'dan sonra böyle şeyler çok değişik geliyordu. Taylan olsa direkt kornaya basar tüm mahalleyi uyandırırdı, gerçi beni uyutmazdı bile arabada. Hobi olarak benimle uğraştığından bir türlü gün yüzü görememiştim. Odama geçip kıyafetlerimi değiştirdim, yatağıma yattığımda bu akşamı düşündüm. Kapıdan çıkmadan önce Aysel teyzemin kulağıma söylediği 'Sizin kaderiniz bir, hissediyorum' lafı beynimde dönüp duruyordu. Murat amcam, Aysel teyzemin bu düşüncelerinden dolayı onun bizimle eğlendiğini düşünse de bu sefer içimde bir kıpırtı olmuştu resmen. Olabilir miydi böyle bir şey? Ama nasıl olacaktı ki? Komutanımdı o benim. Hem diğerleri ne derdi? Herkese tek tek açıklama yapmak resmen gözümde büyümüştü, gerçi olan bir şey de yoktu ortada. Kendi kendime gelin güvey olmuştum yine... Hem onun özel hayatı hakkında hiçbir şey bilmiyordum, belki bir sevgilisi ya da eşi vardı. Eğer öyleyse çok ayıp olurdu. Sıkıntıyla nefes alıp yan tarafa döndüm. Kısa sürede de uyudum, gerçekten yorgundum. Sabah kapımın sonsuz kez tıklanmasıyla uyandım. 'Hadi uykucu kalk, öğlen oldu. Murat amca seni sorup duruyor.' Ne? Ne öğleni? Geç kalmış olamazdım, ben hiç geç kalmazdım ki, hem alarmım da kuruluydu. Korkuyla doğruldum yatakta, telefonumu elime aldığımda saatin 6'yı biraz geçtiğini gördüm. Sinirle kapıyı açtığımda oradaydı, sırıtarak elma yiyordu. 'Ya sabah sabah beni sinir etmek hoşuna mı gidiyor?' 'Evet, hadi hazırlan, cidden erken gitmemiz lazım, içtima var bugün.' 'Biliyorum. Ayrıca sen nereden buldun o elmayı? Ben elma almadım ki eve.' 'Gökten düştü. Nereden bulacağım kızım Aysel teyzem koymuş. Koskoca üsteğmenin evinde hiçbir şey yok. Yarın kıtlık çıksa ülkede ilk biz ölürüz. Sen yine saçma sapan besleniyorsun değil mi?' 'Ya sana ne benim yememden?' 'Artık ben buradayım nasılsa, gözüm üzerinde küçük hanım.' 'Off! Şimdi mi hatırladın beni?' İçeriye geri döndüm, hazırlandığımda çıktık. Dediği gibi sabah içtima vardı, tüm tim toplandığımızda koşuyla başladık, Sadi komutanı birkaç kez bana bakarken yakaladım ama denk gelmiştir ve kafamda kuruyorumdur diye pek önemsemedim, zaten canım çıkmıştı. 5 kilometre koşu+100 şınav+100 mekik üzerine bir de barfiks gelince bayılacağımı hissettim gerçekten. Diğerleri barfiks çekerken ben biraz kenara çimenlere oturdum. Sabah güneşi tepemizdeydi. Beni fark edince Taylan yüzbaşı geldi yanıma. 'İyi misin?' 'İyiyim, güneş biraz şey yaptı.' 'Ney yaptı?' 'Ya çarptı gibi işte.' 'Sen git dağlarda kurşunlara göğüs ger, sonra gel sabah güneşi çarpsın. Olur mu öyle saçmalık kızım, hadi yürü revire. Şekerin düşmüştür.' 'Yok iyiyim.' 'Bir kere de sözümü dinle.' Sadi komutan geldi bu sırada. 'Songül iyi değilsen geç içeriye dinlen.' 'Şekeri düştü kesin. Doğru düzgün yemiyor ki.' 'Ya iyiyim ben, hem daha barfiks çekicem, sıram geliyor.' 'Yok barfiks falan, Taylan haklı, şekerin düşmüş olabilir, bir revire görün.' 'Komutanım gerçekten gerek yok.' 'Üsteğmenim, ya Alp size eşlik etsin tüm gün, ya da şimdi revire gidip kontrol ettirin kendinizi.' 'Tamam ya. İkiniz de zebani gibi çöktünüz tepeme.' Oflayarak ve çocukça bir sinirle yürümeye başladım. Bir dakika, ne? Deminden sesli mi düşünmüştüm ben? Off Songül, salak Songül! 2 yüzbaşıya zebani dedin... Taylan neyse de, Sadi yüzbaşıya fena ayıp olmuştu. Adımlarımı hızlandırdım, Şuan gerçekten dünya üzerinden yok olmak istiyordum. Revire geldiğimde benden önce zaten haberim gelmişti. Birkaç kontrolden sonra doktor yanıma geldi. 'Komutanım, yorgunluktan olmuş, bir de yakın zamanda bir patlama tarzı şeye maruz kaldınız mı? 'Evet, dün hatta.' 'Onun da etkisi var, biraz dinlenseniz daha iyi olur, ilaç verebileceğim bir durum yok, sadece dinlenmeniz gerekiyor.' 'Tamam, çok teşekkür ederim. Bu dediklerin aramızda kalsın ama tamam mı? Çünkü şimdi başımın etini yerler.' 'Komutanım ama Sadi komutanım kesin bilgi istedi.' 'İyi de, iyiyim sonuçta, eksik bilgi yalan değildir.' 'Peki komutanım, siz nasıl isterseniz.' 'Teşekkür ederim.' Revirden çıktığımda daha iyiydim, babaannem olsaydı şimdi 'Doktor göresin gelmiştir' derdi. Ne zaman hasta olsak öyle derdi çünkü. Dinlenme salonuna geldiğimde timin de orada olduğunu gördüm ve yanına gittim. 'Songül? Ne dedi Tufan?' Sadi komutanın sorusuyla tüm gözler bana çevrilmişti. 'İyiyim, iyisin dedi.' 'Bu kadar mı?' 'Evet, iyisin dedi.' Boş koltuğa geçtim. Alp elinde sandviçle geliyordu. Bana uzattı tabağı. 'Komutanım afiyet olsun.' 'sağ ol da hiç gerek yoktu, hem ayıp olacak.' 'Yok komutanım biz yedik hem.' 'Ne ara diye sormayacağım, biliyorum ki 5 dakika sürmüyor bile...' Güldük hepimiz. Sandviçimi yerken tim de çay eşliğinde sohbet ediyordu, daha çok Semih ve Alp'in didişmesini izliyorduk. Çok komiklerdi. Yarım saat orada takıldıktan sonra Murat komutan herkesi harekat merkezine çağırdı. 'Geçin çocuklar oturun. Az önce yeni bir bilgi geçti elimize. 'Şahin' kod adlı birisi, adı kırmızı listede, elinde 23 şehidimizin kanı var. Dosyası önünüzde. Sınır civarı köylerden birinde görüldüğü bilgisi geldi ama tam koordinat yok. Belki ismini önceden duymuşsunuzdur.' Murat komutanın bahsettiği Şahin benim aradığım değildir diye düşünmüştüm ama dosyayı açıp fotoğrafa baktığımda şok olmuştum, yine çıkmıştı karşıma... Bu sefer intikamımı alacaktım... Taylan'a baktığımda onun da bana baktığını gördüm. 'Ne zaman çıkıyoruz komutanım?' Taylan'ın dişlerini sıkarak konuştuğunu fark etmiştim. 'Yarım saat sonra helikopter hazır olacak, siz de hazırlanmaya başlayın. Operasyon uzayabilir, yanınıza fazladan yiyecek ve mühimmat alın. Emir komuta Sadi'de olacak. Bu adam bize canlı lazım, dikkatli olun.' 'Emredersiniz' hepimiz ayağa kalktık ve silah odasına gittik, herkes hazırlanmaya başladı. Bir süre sonra Sadi komutan geldi yanıma. 'Sen çıkabilecek gibi misin? Dinlen istersen.' 'Yok, iyiyim. Burada kalırsam içim içimi yer. O adamı o kadar uzun süredir arıyorum ki...' 'Peki, dikkatli ol ama' Başımla onayladım. Sadi komutan gittiğinde Taylan'ın bize baktığını gördüm, yüzünde saçma bir sırıtış vardı. 'Ne bakıyorsun?' dedim o yanıma gelirken. 'Sen niye böyle agresifsin ya? Hayırdır? Siz ikiniz?' 'Ne hayırdırı? Ne diyorsun?' 'Valla yakışıyorsunuz da.' 'Ya sussana, herkes yanlış anlayacak, yok öyle bir şey.' 'Neyle bir şey?' 'Yaa sus.' Cümlemi bitirdikten sonra sırıtarak gitti, bir iç çektim, gerçekten her zaman yanlış anlaşılmayı nasıl başarıyordum? Tamam adam gayet yakışıklı, gözleri masmavi, insan içinde kayboluyor, düşünceli, değer veren birisi falan ama yani komutanım sonuçta, saçma düşünceler bunlar. Ne diyordum ben ya! Of Songül! Yedek şarjörleri çantama koyup çıktım odadan. Kısa sürede helikoptere bindik zaten. Helikopter bizi açık bir arazide bırakmıştı, çevrede tahmini 5 köy vardı, hepsine tek tek ve hızlı bir şekilde bakmamız gerekiyordu. Pek konuşmuyorduk, herkes göreve odaklanmıştı. Tek sıra halinde hızlıca yürüyorduk. ~Sadi Hava kararmadan yürümemiz gereken 7 kilometrelik bir yol vardı, gözüm Songül'ün üzerindeydi, gerçi elimde olsa onu bu görevde karargahta bırakırdım, üst üste bir sürü şey olmuştu ama hiç düzgün dinlenememişti. Düşüp kalmasından korkuyordum. 3 saatin sonunda hedeflediğimiz köye gelebilmiştik, köyün biraz uzağında kısa süre durduk, herkesin dinlenmesi lazımdı, bu yürüyüşlere alışık da olsak olası bir saldırı anında dinç olmamız lazımdı. 5 dakikalık moladan sonra köyün etrafını sardık. Herkes artık nerede duracağını biliyordu, tekrardan konuşmamıza gerek kalmıyordu. Alp Songül'ün biraz uzağında duracaktı, çıkmadan önce öyle konuşmuştuk ama şuan ikisini de göremiyordum. 'Alp, neredesin?' 'Komutanım, köyün karşı tarafında tepedeyim dediğiniz gibi.' 'Tamam, dikkatli ol.' Tüfeğimin dürbününden karşımda ki tepeye baktım, Alp'i görmüştüm ama Songül nerede bulamadım, dikkatli bakınca bir çanta gördüm kayanın yanında, Songül oradaydı, bir iki dakika sonra aldı zaten çantasını. Alp'in orada olduğundan haberi yoktu muhtemelen. 'Komutanım burası temiz.' Dedi Bora, ardından Semih, Dursun ve Naci de onayladı. Ben de olağan dışı bir şey görmüyordum. 'Pars? Görüyor musun bir şey?' köye en yakın olan kişi Pars'tı. 'Olumsuz komutanım, kahvehanede oturan siviller var burada.' 'Buradan da bir şey görünmüyor komutanım.' dedi Alp. 'Bence gidip konuşalım, haberleri olsun en azından, biz de zaman kaybetmeyiz.' Taylan'a hak verdim. 'Tamam, dikkatlice yaklaşalım.' Herkes dikkatlice yaklaşıyordu, etraf gerçekten temizdi. Köy kahvesine geldik Taylan ile, diğerleri tedbir amaçlı etrafı gözlüyordu. Bizi görünce hemen kalktılar zaten. 'Hoş geldiniz komutanım, sizi hangi rüzgar attı buralara?' Orta yaşlı bir adam konuşmuştu. 'Birisini arıyoruz, bu bölgede olduğu söylendi. Şahin adında birisi var mı?' 'Yok komutanım. Köyümüzde barındırmayız öyle adamları. Adını duyduk biz de, kaç tane Mehmetçiğimizi öldürmüş.' 'Peki nerede olabilir?' 'Hiç bilmiyoruz ki komutanım ama eğer Suriye'ye doğru gidiyorsa batıda ki yola bakın, gidilebilecek bir o yol var.' 'Tamam, sağ olun.' İkna olmamıştım, köyden çıktık ama bir süre daha etraftan köyü izledik. 'Komutanım neyi bekliyoruz?' Songül'ün sıkıldığı sesinden belliydi, 2 saattir aynı yerde duruyordu çünkü. 'Adam pek güven vermedi.' 'Bekle işte kızım ne acelen var?' dedi Taylan. 'Adamı bu sefer de kaçırırsak görüşürüz Taylan komutanım.' Sitemli olduğu belliydi. Konuşmadan sonra bir süre daha bekledik, bir araç gelmişti. Köyün her yerine bakılmıştı ama şüpheli bir şey görülmemişti, evlerin içine bakmayarak hata mı yapmıştık? Bir evden kasa taşındığını gördüm. 'Komutanım hareketlilik var.' Dedi Songül. 'Komutanım müdahale ediyor muyuz?' 'Hayır Semih, bu araba bizi Şahin'e götürebilir. Hazırlanın, takip edeceğiz.' Dikkatlice köyden biraz uzaklaştık, yüksek bir yere çıkarsak takip etmemiz daha kolay olacaktı, etraf zaten dağlık olduğu için pek belli de olmuyorduk. Arabayı dikkatlice takip ettik, zaten yol bozuk olduğu için hızlı da gidemiyordu, yol üzerinde ki bir köyde daha durdu, burada araca yeni birisi bindi ve devam ettiler. Yaklaşık 3 saat daha yürüdükten sonra sonunda büyük bir kampa gelmiştik. Burada çok fazla adam vardı, destek çağırmak gerekebilirdi. 'Herkes yerleşti mi?' Timde ki herkes onaylamıştı Songül dışında. 'Songül? Neredesin?' 'Buldum onu, Şahin'i görüyorum, görüşüm açık. İndireyim mi?' 'Hayır Songül, o adam canlı lazım bize. Takip et, gidiyorlar mı? Nerede?' 'Gitmiyor, çay içiyor şerefsiz! Şu çadır gibi şeyin yan tarafta.' 'Neredesin sen?' Bir süre herhangi bir ses gelmedi, birkaç dakika sonra gözüme bir ışık çarptı, Songül ayna tutuyordu muhtemelen. Bizden biraz uzaktaydı, tam kampın karşısında kalıyordu, kritik bir noktaydı. 'Orası riskli. Yerini değiştirebiliyor musun?' 'Hayır komutanım, buranın önü açık, rahat görebiliyorum.' 'Songül açıktasın resmen.' 'Mesuliyet bende komutanım, siz merak etmeyin.' Nasıl merak etmeyecektim ki, zaten iyi değildi şimdi de gidip en riskli yeri seçmişti kendine. Alp nerelerdeydi acaba? 'Alp, neredesin?' 'Komutanım, Songül komutanımın yan tarafındayım.' 'NE?' Songül'ün sinirlendiğini anlamak çok da zor olmamıştı. Dürbünümden onlara bakıyordum, Songül yerinden çıkmıştı, Alp'in yanına gidiyordu, onu güvenceye alacaktı muhtemelen, şuan açıktaydı, her an fark edilebilirdi. 'Songül ne yapıyorsun! Yerini değiştir derken böyle dememiştim.' 'Songül fark edecekler sizi!' Taylan da korkmuştu. Telsizden Songül ve Alp'in konuşmalarını duyuyorduk, daha doğrusu Songül'ün azarını. 'Senin ne işin var burada! Ya madem geliyorsun bir haber ver! Ben seni terörist sanıp ateş etsem ne yapacağız? Sonra uğraş dur! Ben size demedim mi iyiyim diye? İyiyim işte! İllaki takip şart mı? Zaten düşsem kalsam görürsünüz ayrı yoldan gitmiyoruz ki! Ne bu güvensizlik?!' 'Haklısınız komutanım ama Sadi komutanım öyle diyince...' 'Sağ olun komutanım siz de!' Songül bayağı sinirlenmişti. 'Yana kay bari, kaldık açıkta. Gerçi şimdiye kadar görmedilerse bir daha bir şey olmaz.' 'Komutanım hareketlilik var.' Pars'ın uyarısı üzerine kampa baktım, silahları taşıyorlar sanmıştım başta ama şarjörleri taktıklarını görünce bunun bir deneme olmadığını fark ettim, Songül ve Alp'in olduğu yeri inceliyorlardı. 'Dikkatli olun, gördüler sizi.' Taylan'ın sesi sakin olsa da çok netti. Biz kampa biraz daha yaklaştık. ~Songül Alp'e her ne kadar sinirlensem de hesabını içtimada sorardım nasıl olsa, şimdi yeri değildi. Onu biraz daha arkaya aldım, öyle kötü bir yerde mevzilenmişti ki, Allah'tan sabır diliyordum. Bizi fark ettikleri söylendiğinde Şahin'in kaçmamış olmasını dilemekten başka çarem yoktu. Sonunda yerleşip dürbünümle kampa baktığımda tüfeklerin bize doğrultulmuş olduğunu gördüm. 'Alp, eğil!' İkazımdan hemen sonra üstümüze kurşun yağmaya başladı. Şuan başımızı kaldırıp ateş etmek intihar sayılırdı. 'Komutanım ne yapacağız?' 'Bilmiyorum, bekleyeceğiz, illaki şarjörleri bitecek. Tüfeğin hazır değil mi?' 'Hazır komutanım ama şurada kaldı, siz gelince panikle unutmuşum...' 'Alp! Nasıl unutursun tüfeğini?! Akademide silahını asla bırakmaman gerektiğini öğretmediler mi sana?' 'Özür dilerim komutanım ama burada yedek silahlarım var. Onlarla ateş edebilirim.' 'Onların mevzisi kısa. Bugün gerçekten sabrımı test ediyorsunuz.' 'Komutanım, birazdan dururlar zaten, hemen çıkıp alırım.' 'Ne olursa olsun ikinci bir emre kadar çıkmayacaksın oradan, riske atamam seni.' 'Komutanım...' 'Alp yeter, dediğimi yap, kaldırma sakın başını.' Bu sırada karşı taraftan tim ateş etmeye başlamıştı, odakları oraya kaydığında hemen Alp'in tüfeğini aldım ve hızlıca yer değiştirdik. Daha iyi bir yerdeydik şuan, daha güvenliydi. Alp yanımdaydı, panikleyince eli ayağına dolaşıyordu, onu da anlamaya çalışıyordum ama sinirlendirmişti beni. 'Aşağıya yaklaşmamız lazım, Şahin kaçacak. Hazır mısın?' 'Hazırım komutanım.' 'Tamam, hadi.' Aynı anda yerimizden çıktık ve hızla zikzak çizerek aşağıya yaklaştık, kurşunların üzerimize yağması bir olmuştu. Telsizde kıyamet kopuyordu gerçi, iki yüzbaşı da sinirden küplere binmişti. Haklılardı ama Şahin'i kaçıramazdım. Biz aşağıya doğru inerken Alp'in sesini duydum ve ona baktığımda yere düşüp yuvarlandığını gördüm. Yaralanmış mıydı? Ne oluyordu? 'Alp? Alp cevap ver? Alp ne oluyor? Alp?' ses yoktu... Allah kahretsin! Allah vermişti cezamızı. 'Songül ne oluyor?' Sadi komutan canıma okuyacaktı ama ondan önce ben kendimi affetmeyecektim zaten. 'Komutanım Alp düştü, cevap vermiyor.' 'Yaralı mı?' 'Bilmiyorum komutanım.' Hızlıca aşağıya indim, çalıların içinde biraz olsun kamufle olmuştum, Alp biraz ilerimdeydi, yüz üstü yatıyordu, kan var mıydı göremiyordum. Etrafıma baktığımda gelen giden olmadığı için hızlıca Alp'in yanına gittim. Onu kendime çevirdiğimde karnından gelen kanı gördüm. Yaralıydı. 'Alp, duyuyor musun beni? Alp? Alp ses ver.' 'K-Komutanım...' 'Alp, yaralısın, sakin ol ama, önemli bir yara değil. İyileşeceksin, çıkartacağım seni buradan.' 'Komutanım, gidin...' Zar zor konuşuyordu, nasıl böyle bir hata yapmıştım! Benim yüzümden yaralanmıştı! 'Hayır, bırakmam seni, saçmalama. Şimdi seni burada ki çalılıkların içerisine çekeceğim, tim hallediyor oradakileri merak etme.' 'Özür dilerim komutanım...' 'Sonra edersin, yorma kendini. Hem daha sana ceza vereceğim, hızlı iyileşmen lazım.' Alp zar zor gülümsedi. Onu dikkatlice çektim çalılığa, etrafa baktığımda Şahin'in önümüzde ki araca doğru geldiğini gördüm, kaçacaktı şerefsiz. 'Geliyorum, sen uyuma sakın tamam mı?' Hızlıca silahımı alıp Şahin'in önünü kestim. 'Bırak silahını!' 'Sen? Sen nereden çıktın?' 'Bırak dedim silahını! Patlatırım beynini!' Şahin beni tanımıştı tabi ki, silahını doğrulttu bana. 'Sen osun. Demek yine çıktın karşıma, geçen sefer öldürememiştim, şimdi tek kurşun ÇAT alnının ortasına...' Sırıtıyordu, canlı lazımdı bize, bu yüzden hala sırıtabiliyordu. 'Seni nasıl öldürmemi istersin üsteğmen? Annen gibi boynunda ki atar damara mı ateş edeyim istersin, böyle yavaş yavaş, kendi kanında boğularak mı ölmek istersin yoksa baban gibi alnının ortasına sıktığım bir kurşunla bir anda mı ölmek istersin?' Bunu demesiyle silah doğrulttuğunu unutup atladım üstüne, biraz boğuştuktan sonra bıçağımı aldım, emir öldürmeyin şeklinde de olsa kan beynime sıçramıştı... Unutmuştum bile. Tek amacım o an onu öldürmekti. Direniyordu, ben de direniyorum... Biz boğuşurken birisinin beni birisinin de Şahin'i tutuğunu gördüm. Sadi komutandı bu, Şahin'e silahın kabzasıyla vurmuş ve bayıltmıştı. Ben birkaç adım geri çekildim arkamda ki kişi tarafından. 'Ne yapıyorsun sen!' 'Bırak beni! Bırak öldüreyim! Bırak!' Taylan yüzbaşı beni oradan uzaklaştırmak için sürüklüyordu. 'Bırak diyorum! Ne dediğini duymadın! Bırak!' 'Duydum! Ama sakin olmak zorundasın! Sen bir üsteğmensin! Ben de yüzbaşıyım! Buna göre davranmamız lazım! Emir canlı getirin diyor, canlı götürülecek bu yüzden! Ben istemiyor muyum onu parçalara bölmek? Elimde olsa şimdiye kadar yaşamıyordu bile. İntikamsa intikam, en alasını alırız ama şuan değil.' 'Off! Tamam bırak, Alp yaralı, ona bakalım, helikopter lazım acil.' 'Haber verildi, geliyor.' Alp'in yanına geldik, Alp uyumamıştı, yuvarlandığı için biraz sarsılmıştı, yarası ağır olmamasına rağmen yine de yara yaradır. İltihap kapabilirdi her an. 'Kötü sayılmaz ama yine de acele etmemiz lazım, kan kaybı artıyor.' Naci gerekli ilk yardımı yapıyordu. 'Helikopter 15 dakikaya burada olacak. Kampın güvenliği sağlandı mı?' 'Evet komutanım, adamlar zaten doğru silah tutamadıkları için çoğu birbirini vurdu panikle, muhtemelen ilk kez gelmişlerdi dağlara.' 'Gerçekten mi?' Semih'in dedi şey beni oldukça şaşırtmıştı, her ne kadar düşmanımız da olsa böyle bir aptallık yapmaları komik gelmişti. 'Evet komutanım, zaten çoğu 50 yaşının üstünde, kalanlar da 15-20 arası genç, bu yüzden kaçamadılar, civar köylerden toplamışlar muhtemelen.' 'Yapacak bir şey yok, şu şerefsizi yakaladık ya... Gerisi boş.' Sadi komutanın dediği gibi 15 dakika sonunda geldi helikopter, etrafın temiz olduğunu biliyorduk, Alp'i ve Şahin'i alıp döndük karargaha, Alp hemen orada ki ambulans ile hastaneye götürüldü, ben de yanında gittim. Suçluydum. Benim hatamdı. Çok açıktaydık, kimse yapmazdı böyle bir hata, hırsıma yenik düşmüştüm. 'Durumu nasıl?' 'Yara iltihap kapmış, ateşi çok yüksek. Hastaneye kadar dayanabilirse kısa sürede düşer ateşi, burada müdahale edemiyorum maalesef.' 'Allah'ım sen yardım et.' Hastaneye geldik sonunda, apar topar içeriye götürdük onu, direkt ameliyata aldılar. Ameliyat doktoru ve Ambulans doktorunun konuşmasını duydum. 'Karaciğere gelmiş kurşun, gelene kadar çok kan kaybetmiş ve yarada iltihap başlangıcı var, ateşini düşüremedik biz.' 'Tamam, siz gidebilirsiniz, sağ olun.' 'kolay gelsin.' Ambulans doktoru gitti, ameliyat doktoru da içeriye girdi, bu şerefsiz yüzünden bir kişiyi daha kaybetmek istemiyordum. Özellikle Alp'i... Çünkü Alp benim için oraya gelmişti, mevzisi orası olmamasına rağmen ve benim emrimle o yoldan aşağıya inmişti, tüm suçlu bendim... Bunları düşünürken duvarın dibine çöküp yere oturdum, dizlerimi karnıma çektim. Böyle anlarda ağlayamıyordum. Öyle boş boş yeri izliyordum, kafamın içinde 3. Dünya savaşı vardı resmen. Yarım saat sonra Sadi komutan ve timin geri kalanı gelmişti, Sadi komutan hemen önüme çömeldi. 'Songül?'
Kısa süre boş boş baktıktan sonra ayağa kalkıp hemen sarıldım ona ve ağlamaya başladım... O an hiçbir şey düşünemiyordum, sadece sarılıp sonsuza kadar ağlamak geliyordu içimden. Sadi komutan sırtımı sıvazlıyordu. 'Geçti, iyi olacak Alp.' 'Benim yüzümden oldu, benim yüzümden...' 'Hayır, hayır senin bir suçun yok, tamam mı? Alp iyi olacak.' Başımla onaylayıp bir adım geri gittim. Bir anlık refleksle olmuştu, resmen komutanımın boynuna sarılmıştım ama şuan bunu düşünebilecek durumda değildim. 'Gel güzelim, elini yüzünü yıka bir.' Başıma bir komutan yetmiyormuş gibi ikinci bir yüzbaşı gelmişti... Taylan abi beni lavaboya götürdü. Ben içeride elimi yıkadım, Alp'in kanı vardı... Çıktığımda bana bakıyordu Taylan abi. 'İyi misin?' Başımla onayladım. 'Şahin artık kaçamaz, rahat bir nefes alabiliriz.' 'Alamam, ben sen değilim.' 'Ne demek o?' 'Onu yakalamış olabiliriz ama bu, annem ve babamı bana geri getirmiyor demek.' 'Sen neden hiçbir şeye sevinemiyorsun! Bu seni hiç mi mutlu etmiyor! Ya adamı yakaladık diyorum sana, bir gram bile mutlu olamıyorsun! Hep böyle yalnız kalacaksın! Kendin yüzünden yalnız kalacaksın!' Yürümeye başladım. 'Buraya gel! Songül?!' Hızla ameliyathanenin önüne geri geldim, Taylan abi de peşimden geliyordu bana seslenerek. 'Songül, buraya gel diyorum sana!' 'Ya yeter! Çocuk gibi peşimde bana bağırıp durma. Söylediğim hiçbir şeyi dinlemeyip gelip bunun için bana kızamazsın! Her zaman ki gibi rahat bıraksana beni! ' Söylediğim şeye anında pişman olmuştum ama artık çok geçti. 'Songül, hava almak ister misin?' Sadi komutanı başımla onayladım ve bahçeye çıktık. Banka oturduğumuzda önümüzde ki süs havuzuna bakıyorduk ikimiz de ama benden bir açıklama beklediğini hissettim. 'Şahin...' 'Boş ver şimdi o şerefsizi, anlatmak zorunda değilsin.' ~Sadi Songül başı ile onayladı, konuşmadan oturduk. 'Bazen susmak en iyi ilaçtır' diye bir söz duymuştum, gerçekten de öyleydi galiba. Songül başını önüne eğmiş elinde ki çiçeğe bakıp duruyordu. Çiçek biz geldiğimizde banktaydı, sarı yaprakları vardı. Biz bir süre orada oturduktan sonra içeriye geçtik tekrar, Songül ve Taylan hiç yan yana gelmiyor, birbirlerine bakmıyorlardı. 3 saat sonra Alp'in doktoru çıktı ameliyattan. 'Nasıl durumu?' Semih hemen ayağa fırlamıştı. 'Gayet iyi, kurşun ciğere geldiği için korkmuştum ama Allah korumuş, hiç korktuğumuz gibi olmadı, yarayı temizledik güzelce. Birazdan odaya alınacak, iki gün burada misafir edeceğiz kendisini, 1 hafta da rapor yazılacak, sonrasında kendini çok yormamak şartıyla işine geri dönebilir.' 'Çok sağ olun.' 'Geçmiş olsun.' Doktor gitti, herkes sevinçten birbirine sarılıyordu. 'Seviyor yatmayı, yatar 1 hafta güzelce.' Söylediğim şeye hepimiz gülmüştük, haklıydım, Alp uyumayı seven bir tipti. Denildiği gibi Alp'i odaya aldılar, bir saat sonra da uyandı, onun iyi olduğunu görmek çok iyi gelmişti hepimize. Songül'ün yüzünde ki suçluluk duygusunun gittiğini görebiliyordum. Alp kendine geldikten sonra bir süre durup karargaha döndük, hastane zaten kalabalıktı bir de bizim durup kalabalık yapmamıza gerek yoktu. Semih Alp'in başındaydı zaten. Songül'ün rahatladığını görebiliyordum, gözleri parıldıyordu yine. Bugün resmen bana sarılmıştı, muhtemelen bilinçli bir şey değildi ama yine de büyülenmiştim. O an ne yapacağımı bilemediğim için birkaç saniye kalakalmıştım. Bahçedeki konuşmamızda, daha doğrusu susmamızda içinde bir sürü şey tuttuğunun farkındaydım, kelimelerin boğazında dizildiğini/düğümlendiğini hissetmiştim. Taylan'ın da ondan pek bir farkı yok gibiydi. Karargaha döndüğümüzde Şahin'in sorgusu bitmişti, adliyeye sevk edilecekti, tem şubeden 3 kişi karargahın önünde bekliyordu. Biz merdivenleri çıkarken Şahin'i çıkarttılar, ağzı yüzü kan içerisindeydi. Songül dönüp bakmamıştı bile, Şahin aşağıya indiğinde arkamızdan bağırmıştı, daha doğrusu Songül'ün arkasından. 'Üsteğmen! Senin ecelin ben olacağım! Seni de onların yanına göndereceğim! Ama öyle kafaya 1 kurşun değil! Seni öldürmem için yalvaracaksın bana! En sevdiklerini alacağım elinden! Onların gözü önünde doğrayacağım seni!' Memurlar daha fazla konuşturmamışlardı, Songül güçlü görünmeye çalışsa da içinde fırtınalar koptuğunu biliyordum. Bu fırtına korktuğundan değil, onu elinden aldığımız içindi, şuan bile bir fırsatını bulsa eminim ki gidip boğacaktı o şerefsizi. Binaya geldiğimizde Songül ve Taylan Murat albayın odasına gittiler. Ben de bizimkilerin yanına geldim. İçten içe rahatlamıştım aslında, amacımıza ulaşmıştık ve o şerefsizi yakalamıştık, Alp de iyiydi. 'Komutanım? Daldınız gittiniz, iyi misiniz?' Dursun'un sözleriyle kendime geldim. 'İ-İyiyim, bu hafta yoğun geçti ya ondan biraz şey oldu.' 'Komutanım, Taylan yüzbaşı ile Songül üsteğmen nereden tanışıyorlarmış?' 'Alp bitti sen mi başladın Bora?' 'Yok komutanım merak sadece benimkisi.' 'Çok merak kediyi öldürür derler, hem ben de bilmiyorum, siz de çok dillendirmeyin bu olayı, şimdi gelirlerse ayıp olur, bugün ki olayı da bir yerde duymayacağım.' 'Yok komutanım merak etmeyin siz.' Naci diğerlerinin ağzını açtırmazdı, bilirdim. ~Songül Murat albayın odasına geldik, olaydan sonra hiç konuşmamıştık, kızgın olduğunu anlamak için konuşmasına bile gerek yoktu, ben alışıktım gerçi azarlanmaya, fark eden tek şey bu sefer konunun annem ve babam olmasıydı. 'Ne oluyor size? Hastanenin ortasında kavga etmek nereden çıktı?' 'Komutanım-' Murat albay Taylan yüzbaşının sözünü kesti. 'Ya biz burada sevineceğimize, onların kanı yerde kalmadı diye birbirimize sarılacağımıza siz ne yapıyorsunuz ya! Yakışıyor mu size! Biz size böyle mi öğrettik!' 'Onu çok sevgili üsteğmene sorun komutanım.' Bakışlar bana döndü. 'Komutanım...' 'Sus Songül, sus! Bugün beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattın. Yanında Alp ile nasıl öyle bir yoldan inersin sen! Nasıl yaparsın böyle bir hata! Çocuğa bir şey olsaydı nasıl verecektin hesabını! Baban olsa asla affetmezdi seni!' 'Çıkabilir miyim?' Murat albay başı ile onayladığında hemen çıktım ve kendi odama gelip kapıyı kapattım, gözlerimden akan yaşları başka şekilde saklayamazdım. Ben de çok sevinmiştim o şerefsizi yakaladığımıza ama onu yakalamak zaten bizim boynumuzun borcuydu, evet belki annem ve babam daha rahat uyuyacaklardı ve biz belki daha rahat olacaktık ama giden geri gelmiyordu. Canım öylesine yanıyordu ki... Yutkunamıyordum bile. Murat albayın son söylediği söz bir lav gibi boğazımdaydı. Haklıydı ama, babam hem böyle bir hata yapmazdı, hem de yapanı affetmezdi. Babamın son görevi organize şube de olsa da eskiden bir polis özel harekatçıydı ve eminim çok iyiydi... Şuan burada olsaydı bana çok kızacağından emindim. Saat karargaha geldiğimizde zaten 8'e geliyordu. Bir süre odamda kendime gelmek için çabalamıştım, saatime baktığımda saatin 9'u geçtiğini gördüm. Toparlanıp eve doğru yürümeye başladım. Eve gitmek istemiyordum ama başka gidebileceğim bir yerde yoktu. ~Sadi Döndüğümüzden beri Songül'ü görmemiştim, ne oldu acaba diye düşünmeden edemiyordum. Evdeydim, mutfağa geçerken kapının önünden gelen adım sesini duydum, daha doğrusu sürüklenerek giderayak seslerini. Delikten baktığımda Songül olduğunu gördüm, iyi insan lafın üstüne gelirmiş...
(temsili Sadiko) Bir şey bulup kapıyı açmam lazımdı. Botlarım. Botlarımı dışarıda bıraktığımı gördüm ve açtım hemen kapıyı. Songül şaşırmıştı beni görünce. 'Aa Songül? Nasılsın?' 'İyiyim.' Ağladığı her halinden belliydi, belli ki konuşma kötü geçmişti. 'Pek iyi görünmüyorsun. İşin yoksa gelsene, laflarız.' Şuan dediğime ben bile inanamıyordum ama Songül başı ile onaylayıp geldi, botlarını çıkartıp içeriye girdi. Kapıyı kapattığımda elinde botlarla bana bakıyordu. 'Botlarınızı unuttunuz.' Lan! Allah'ım ya... Bir bahane bulduk onu da yarım yapıyoruz. Hemen kapıyı açıp botlarımı aldım, yan yana koyduk botlarımızı. Belki bir gün... Düşüncelere boğulmadan hemen kendi kafamda kapattım konuyu. 'Ne içersin?' 'Hiç gerek yok aslında bir şeye.' 'Olmaz öyle, Menengiç içer misin?' 'Olur.' Songül mutfakta ki sandalyeye oturmuş beni izliyordu. 'Hiç içtin mi menengiç?' 'Evet, babam çok içerdi.' Sadi eline menengiçlerin olduğu kavanozu alır, içinden birazını sahana döker. 'Babamda böyle yapardı menengiçi, hiç hazır öğütülmüş almazdı.' 'Baban ağzının tadını biliyormuş.' Gülümsedik. Kahveleri içerken Songül çok durgundu, onun keyfini yerine getirmek için bir şeyler bulmam lazım gibi hissettim. ~Songül Babam... Babamın hazırladığı gibiydi aynı. Gözlerimin doluşuna engel olamıyordum, her yudumda içim parçalanıyordu resmen, özlem ve suçluluk içimde öldüresiye bir kavgaya tutuşmuşlardı. Sadi komutan bana bakıyordu, endişeliydi herhalde ya da merak ediyordu. Burada olmak iyi gelmişti, beni acımasızca yargılayan birisi yoktu en azından. 'Sizin hikayeniz ne?' Ortamı yumuşatmak için iyi bir soruydu bence. 'Benim hikayem?' 'Evet, herkesin bir hikayesi vardı bu hayatta, sizinki ne?' 'Bak önce şu siz-biz şeyini bırakalım bence, daha rahat olur.' 'Peki.' Gülümsedim. 'Benim hikayem... *derin bir nefes aldı, yılların zorlu geçtiği belliydi* Şöyle özet geçeyim, 4 yaşında annem vefat edince yetimhaneye bırakıldım, orada bir arkadaşım vardı Tuncay, 11 yaşındayken gitti oradan gerçi ama beraber asker olmaya karar vermiştik, o ne yaptı bilmiyorum, görüşemedik bir daha ama ben verdiğimiz sözü tutup geldim bu günlere.' 'Babanız?' 'Babam polisti, polismiş daha doğrusu ben sonradan öğrendim, günün birinde gitmiş, sonra da toparlanamadık bir daha. Arayıp sormadım da, bu saatten sonra arasam da ne fark eder diye düşündüm. Yani genel olarak böyle benim hikayem.' 'Ben haddimi aştıysam özür dilerim.' 'Yok ya estağfurullah, öyle laflıyoruz işte. Hem senin boynun nasıl oldu? Krem iyi geldi mi?' 'Geçti gibi, hafif bir kızarıklık var işte.' 'Korkuttun beni.' 'Yalan yok ben de korktum, o kadar garip geldi ki sonradan düşününce, o gece orada öleceğimi düşünmüştüm.' 'Her gün ölümle geziyoruz kızım, nesi garip bunun? Bak bugün mesela, o yoldan inerken gördüm sizi, ki bana kalsa bugün dinlenmen için seni eve yollardım orası ayrı, bir baktım kurşunlara koşuyorsunuz, o da yetmedi Şahin'in üzerine atladın, adamın elinde silah varken hem de. Songül, valla korku eşiğimizi mi ölçüyorsun bilmiyorum ama yapma böyle şeyler. Sonra diğerleri de senden görüp alışıp kurşunların-silahların üstüne atlarsa ne yapacağız? Siz bize canlı lazımsınız.' 'Komutanım o an hiçbir şey düşünemedim ki başka, yani sadece öldürmek hatta parçalamak istiyordum onu, gerçi hala istiyorum, dediği şeyi duymadınız.' 'Duydum...' Şaşırmıştım, gözlerim yeniden dolmuştu bu yüzden başımı önüme eğip tırnağımla uğraştım. 'Seni anlıyorum, biliyorum içinde ki duyguyu, tahmin ediyorum... Ama böyle geçmez, Şahin'i öldürdüğünde de geçmez, kendine zarar verdiğinde de geçmez.' Şaşkınlıkla baktım yüzüne, o zaten konuşurken bana bakıyordu... 'Ben kendime zarar vermiyorum ki?' Gerçekten de vermiyordum, ne yapmıştım ki? 'Emin misin?' 'Neden böyle düşündüğünüzü anlamadım.' 'Buraya ilk geldiğin zamanları hatırlıyor musun? Birkaç ay öncesini? Çok az yemek yiyordun.' 'Çok az değildi, sadece...' Lafımı kesti 'Sadece seni hayatta tutacak kadar mı? Songül biz askeriz, normal bir insan ile kıyaslayamazsın kendini. Ayrıca operasyonlarda yaptığın şeyler? Onlar da kendine zarar verme sayılır.' 'Neyler?' 'Timden uzaklaşıp dikkati üzerine çekmen mesela? Ya da baskında en önlerde olman?' 'Komutanım, farkındaysanız ben bir üsteğmenim, bu saydıklarınız benim görevim zaten. Dikkati üzerime çekiyorum çünkü tim daha rahat hareket edebiliyor. Bu iyi bir şey değil mi?' 'Tim için evet iyi ama senin için değil. Songül ya bir gün... *derin bir nefes aldı*' 'Komutanım günün birinde vurulursam da eğer en azından timimin iyi olduğunu bilerek vurulurum, içim rahat olur.' 'Benim içim ne olacak?' Sadi komutan ben cümlemi bitirir bitirmez söylemişti bu lafı ve ne diyeceğimi bilemedim. 'K-Korkuyorum Songül, yani tehlikeli işler bunlar. Komutanınım ben senin, bana emanetsin sen.' 'Benim için endişelenmenize gerek yok, bu zamana kadar kendimi korudum, şimdiden sonra da koruyabilirim.' Ortamı yumuşatmaya çalışıyordum ama gülümsemem bile fayda etmemişti anlaşılan. 'Yani korkuyorum derken, şey, yani sen iyi bir askersin, tüm timler senin gibi bir asker ister yanlarında, yani o yüzden, seni kaybetmekten korkuyorum, ya-yani tim için kaybetmekten. Tim önemli sonuçta.' Sadi komutanın telaşlı haline gülmemek için yanağımı ısırdım. 'Tabi, tim önemli.' Kısa bir sessizlik sonucu göz göze geldik ve ikimiz de gülmeye başladık. Gülmemizi bölen şey çalan telefonumdu. Açmayı düşünmüyordum, arayan kişiyi gördüğümde yüzüm düşmüştü direkt, belki de gerçek dünyaya dönmüştüm. 'Açmayacak mısın?' Başımı hayır anlamında salladım. 'Songül, aranızda ne oldu bilmiyorum ama sonuçta o bir yüzbaşı, önemli bir şey olmuş olabilir. Bence açmalısın.' Mecbur açtım telefonu. 'Efendim?' 'Neredesin?' 'Ne oldu?' 'Eve gel, konuşalım.' Bir şey diyemedim. Kısa sessizlik sonucunda tekrar konuştu 'Tamam konuşmayız, sabah konuşuruz ama eve gel.' 'Tamam.' Telefonu kapattım. 'Eve gitmem gerekiyor.' 'Önemli bir şey var mı?' 'Hayır.' Kahve fincanımı tezgahın üzerine bıraktım ve kapıya doğru yürüdük. Botlarımı aldım. 'İstersen bir terlik verebilirim, bir kat için giy-çıkar zor olur.' 'Çok iyi olur, teşekkür ederim.' Sadi komutan bana bir çift terlik verdi, onları giydim. 'Teşekkür ederim kahve için.' 'Ne demek, yani pek iç açıcı bir konuşma olmadı gerçi ama istediğin zaman gelebilirsin.' 'Teşekkür ederim.' Gülümseyerek merdivenleri çıkmaya başladım. Kendi evimin önüne geldiğimde yüzümde ki gülümsemeden eser kalmamıştı. Cebimden çıkarttığım anahtar ile sessizce kapıyı açtım ve yine sessizce botlarımı yerine bıraktım. Oturma odasının ışığı yanıyordu ama hiç gitmek istemiyordum. ~Taylan Kapı sesini duymuştum, oturma odasının kapısına geldim. Songül de bana bakıyordu bu sırada. Yüzünden ağladığı anlaşılıyordu, ben de üstüne gitmek istemedim. 'Çay içer misin?' Hayır anlamında salladı başını. 'Uyumak istiyorum.' Dedi, sanki karşımda 5 yaşında bir çocuk varmış gibi hissettim, şuan ona sarılmayı öyle çok istiyordum ki... Başımla onaylamakla yetindim. Songül kendi odasına gitti, kapının altından sızan ışık yaklaşık 5 dakika sonra söndü. Oturma odasına geri döndüm. Koltuğa oturduğumda kitap okumak yapabileceğim en mantıklı şey gibi geldi, kafamı dağıtmamın en etkili yolu buydu. Eskiden beridir olduğu gibi yine birkaç sayfa okuyup uyuya kalmıştım. Sabah uyandığımda saatin 7'yi biraz geçtiğini gördüm. Üstüme örtülmüş olan pikeyi katladım ve hızlıca etrafı toparladım. Songül'e seslenmiştim birkaç kere ama hiç geri dönüş alamamıştım çünkü evde değildi. Belki hava almaya çıkmıştır diye düşünerek çok da takılmadım, kaç yaşında kadındı sonuçta, bu yaştan sonra ne yapıyor diye takip mi edecektim? Hızlıca hazırlanıp karargaha geldim, timdekiler daha yeni yeni geliyorlardı. Dinlenme odasında oturuyorduk. Sadi yüzbaşı odaya girdiğinde biraz telaşlı görünüyordu. 'Harekat merkezinde toplanıyoruz, Naci nerede?' 'Komutanım Mira biraz hastalanmış, onu hastaneye götürmüşler gece ama iyiymiş durumu, Naci abi de birkaç dakikaya burada olacakmış.' 'Tamam Bora, gelince o da harekat merkezine gelsin direkt.' 'Emredersiniz komutanım.' Sadi yüzbaşı çıktıktan sonra biz de peşinden harekat merkezine gittik, gelirken Bora Naci abiyi aramıştı ve buraya gelmesini söylemişti. Songül'ü hala etrafta göremiyordum ama paniğe kapılmak da istemiyordum. Sadi abiyi bu kadar endişelendiren durum Songül'le alakalı olabilir mi diye düşünürken Murat albay geldi, hepimiz ayağa kalktık.
Evettt, hepinize merhaba. Wattpad'de olan hikayemi buradan da sizlerle paylaşmak istedim. İlk 4 bölüm orada da olduğundan dolayı bölümler uzun olacak, sonrasında haliyle biraz daha kısa olacak. Umarım beğenilir, hepinize keyifli okumalar diliyorum... |
0% |